Bodriya(r), Bodriya(r)! Okuyucuyu alaya alan bir modern zaman şarlatanı mı, yoksa gelecek toplumunun arkeolojisine kendini adamış bir kahin mi, karar veremiyorum. Aslında söylediklerinin gerçekliği 10 sene önce anlaşıldı ve bitti, şimdi perde Zizek'in. Ama bir Foucault anlaşılıp hakkı teslim edilmesine rağmen Baudrillard'da benzer bir şey yaşanmadı. O yüzden hala yapmış olduğu şeyi ümitsiz bir gelecek oyununa hapsolmuş olarak görebiliriz diye düşünüyorum. Her söylediğini, (özellikle tercih ettiği sezgisel yöntem ve sembolik temsil sayesinde) idrak edebilmek bir o kadar güç ki sudoku faydası oluyor zihne. En yakın tümevarıma düşürebildiğim dağınık metolodiji ile birlikte nispeten Foucault'yu okumak çıtır çerez bir deneyim haline geldi.Yalan yanlış şöyle çalakalem aktaralım bakalım. Kendi sözleriyle:
Görüntü, gerçeğin kendisi haline geldiğinden, artık gerçeği imgeleyemez...Neyse ki, bize görünen nesneler hep daha önceden kaybolmuş nesnelerdir. Neyse ki, hiç bir şey bize geceleyin gökyüzündeki yıldızlardan daha fazla gerçek zamanda gözükmez. Eğer ışık hızı sonsuz olsaydı bütün yıldızlar aynı anda görünürdü ve gökyüzü dayanılmaz bir ışımayla parlardı. Neyse ki hiç bir şey gerçek zamanda olup bitmemekte..Neyse ki yaşamsal bir yanılsama düzeni içinde yokluğun, gerçekdışılığın, şeylerin dolaysızlıktan arınmış bir düzeni içinde yaşıyoruz. ..Neyse ki gerçeklik gerçekleşmedi...Dünya, ancak dış görünüşler düzeneği olan bu kesin yanılsama aracılığıyla varolur, her anlamın, her erekliliğin durmaksızın kaybolduğu yerdir... Geriye kalan tek belirsizlik, pek az olan gerçekliğine boyun eğmeden önce dünyanın nereye kadar gerçeklikten uzaklaşacağını ya da tersine çok fazla gerçeklik altında ezilmeden önce nereye kadar aşırı gerçekleşebileceğini bilmeye ilişkindir. Bir başka deyişle kusursuz gerçek olduğunda, gerçekten daha gerçek olduğunda, dünya eksiksiz simülasyonun etkisi altına girecektir.
Varoluş, boyun eğilmemesi gereken bir şeydir. ..ona inanmamak gerekir. İstenç ( ki bir inanç ve arzu yanılsamasıdır) boyun eğilmemesi gereken bir şeydir... Gerçek, boyun eğilmemesi gereken bir şeydir. Bize bir simülakr olarak sunulmuştur. Yalnızca boyun eğilmesi gereken kural vardır. Ama bu durumda bu artık öznenin değil, dünya düzeninin kuralıdır (Zaten dünyanın hiçliğinin bir parçası olduğumuza göre buna katacak hiç bir şeyimiz olmayacaktır, dünyada bir etkide bulunmayız yani) Artık istememe konusunda özgür değilizdir. Ama çoğu zaman ancak vadesi her zaman daha önceden belirlenmiş şeyi istemekten başka bir şey gelmez elimizden. İnsan hiçbir şeyi arzulamama korkusuyla hiçi arzulamayı yeğleyecektir (nesnesiz bir istenç)
Gerçeğin içinde ancak gerçek olabilen şey yanılsamanın etkisine girer. Gerçek içinde gerçeği aşan şey, bir üst yanılsamaya bağlanır.
Artık seyirci değil, başarılı ve oyunun akışıyla giderek daha fazla bütünleşen oyuncularız. Dünyanın bir gösteri olarak gerçekdışılığını kaldırabilecekken ve dünyanın aşırı gerçekliği, bu sanal kusursuzluk karşısında savunmasız kalıyoruz. Gerçekten de her türlü yabancılaşmadan kurtulmanın ötesinde bulunmaktayız.
En yetkin biçimde belirlenmiş görüntünün temsiliyetle hiç bir ilgisi yoktur, ..görüntünün her türlü üretken yanılsaması teknik kusursuzlukla ortadan kaldırılmıştır (zaman için gerçek zaman, müzik için high fidelity, seks için pornografi, düşünce için yapay zeka, dil için sayısal diller ve beden için genetik kod ve genom) İster hologram veya sanal gerçeklik, isterse üç boyutlu görüntü söz konusu olsun, artık kendisini üreten dijital kodun kendini gerçekleştirmesinden başka bir şey değildir. Bu, görüntünün görüntü niteliğini yok eden daha açık bir deyişle gerçek dünyadan bir boyutu kaldıran aşırılaşmadan başka bir şey değildir.Bu kusursuz yetkinliğe, bu yararsız kusursuzluğa ne denli yaklaşılırsa yanılsamanın gücü o denli azalır. (Bu tekniklerde, iletişim de örneğin, zamansal gecikme yok olur) Sanal gerçeklikle ve onun tüm sonuçlarıyla tekniğin en uç noktalarına, aşırı bir görüngü olarak tekniğin içine geçmiş bulunmaktayız. Bu varsayım, teknik yabnacılaşmadan çok daha vahimdir. Tüm teknolojilerimiz, egemen olduğumuzu andığımız, oysa çalıştırıcılarınan başka bir şey olmadığımız bir düzen aracılığıyla üzerimizde egemenlik kuran bir dünyanın araçlarından başka bir şey değildir. (Bu bağlamda) iktidar, kitleleri yönlendirdiğini (kitle iletişim araçları vasıtasıyla) sandığı sırada, kitleler kendi gizli etkisizleştirme ve dengesizleştirme stratejilerini benimsettirirler.Her iki varsayım aynı anda geçerli olsa bile...kitle iletişim alanında yapılacak veya söylenecek herşey, bundan böyle alaycı bir biçimde kararsızlık sunar.
Alay,..modern dünyanın tek tinsel biçimidir. Yalnızca alay gizi elinde tutar, ama onu artık yalnızca bizim elimizde bulundurma ayrıcalığımız yoktur. Çünkü artık alay, ..nesnel bir işlevdir. Öznenin eleştirel işlevi, yerini nesnenin alaycı işlevine bırakmıştır. Dünyamızın halesi artık kutsal bir yan içermez. Artık görünüşlerin kutsal ufku değil, mutlak ticari malın eleceğini sözkonusudur. Özü, reklama dayanır. Göstergeler evrenimizin merkezinde ticari malın soytarılığıyla sahnelenmesini bütünleştiren bir alaycı ilah vardır. Öznenin artık temsiliyette söz sahibi olmaktan çıkıp dünyanın nesnel alaycılığnın çalıştırıcısı durumuna indirgendiği bu tersine çevrilmeyle tüm fizikötesi ortadan kalkmıştır.
Irk ve dil farklılıklarını göz önünde bulundurmaksızın ötekini bütün biçimleri altında ortadan kaldırarak, toptan bir olumluluğu yerleştirmek için bütün ayrıksı durumları ortadan kaldırarak, bizler, kendimizi ortadan kaldırmak üzereyiz. (Kendini ölümden korumaya çalışan insanoğlu ırkçılık mecrasına varan bir politikada ötekiyi yeniden kurmaya çalışır)
Özün özcesi şu: Platonvari bir açıklama ile idealar dünyasını temsilen görüngülerden oluşur dünyamız. Kendileri gerçek haline gelen görüngülerin ardından ideal anlamda gerçekliğin tözünü arayarak yanılsamaktan kurtulmaya çalışan simülasyon, hedeflediğinin tersine (ki insanoğlunun gerçeklikten ve ölümden kaçış mücadelesinin parçası olarak) yukarıda bahsi geçen teknik faktörler aracılığıyla aşırı gerçekliği yaratıyor. Foucault'nun da sevdiği cinselliğin reklam başta olmak üzere insanların dünyasına abartıyla sunulması örneğinde olduğu gibi , yıldızların tümü kamaşmaya başlıyor ve insanlık aslında hiç bir zaman ulaşamayacağı kusursuzluk peşinde anlamsızlık daha doğrusu aşırı-anlam düzleminde kaosa sürükleniyor. Ama bir ümit vardır: olumsuzlanmanın olumsuzlaştırılamadığı bu aşırı gerçek döneminde olumluyu olumluyla çoğaltmak mümkündür. Yani iyi'nin iyi'yi ya da kötü'nin kötü'yü üretmesi iyidir (olumlu), İyi'nin kötü'yü (ya da zıttı) ise kötüdür. Örneğin fransızca "aptal ve kötü" deyiminde olduğu gibi kötü kötüyle dengelenir. Brecht'in ,bir şey istenmeyen bir yerde duruyorsa bu karmaşadır, istenen yerde hiç bir şey yoksa bu düzendir deyişi üzerinden: düzeni oluşturan hiçlik diyalektiği kendimizi güven içinde hissedebileceğimiz yegane çözümdür. Gerçek cesaret, orada birisinin bulunması gereken yerde bulunmamasıdır. Buna karşın bir kimsenin gerçekten olması gerektiği yerde olması durumu imkansızdır.
Özün özün özcesi şu: yansımanla barış, şefkat göster, sev onu. Kötünün kötüsü var bak!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder