29 Aralık 2012 Cumartesi

Heavy Metal Seçkiler

Heavy Metal dergisi Fransa'da yayımlanan Metal Hurlant isimli derginin Anglosakson versiyonu olarak yıllardır bilim kurgu ve fantastik kurgu alanında çizimlere sayfalarında yer veriyor. Bir süre güzel yurdumda da yayınlanan derginin içinde yer alan belli başlı serilere internette rastlayınca okumamazlık edemedim.

Leo Roa: 2 kitabını okuyabildiğim bu serinin çizgileri biraz nostaljik. Hatta renklendirme suluboya ile yapılmış gibi duruyor. Gelecekte bir gazetecinin başından büyük işlere girmesi ve müzisyen kuzeni ile birlikte maceradan maceraya koşması işleniyor. Sıcak ve samimi hisler uyandırıyor.

Oath Amber: Yine 2 kitabını okuyabildiğim bu seri aslında yarım kalıyor. Fantastik öğelerin işlendiği seride güçlü bir savaşçı ve onun kazara yardım ettiği bayan suikastçılar başrollerde. Bu suikastçı tayfası ölümsüzlük payesi kazanmış cadı savaşçılardan çaldığı ganimet dolayısıyla takip edilmektedir. Özellikle sürrealist bir yöne kayan posterlik büyük kare çizimler dikkat çekiyor.

 Dayak: 3 kitapta konu sonlanıyor. Yine gelecekte Addis Ababa artık onmilyonların yaşadığı bir getto kente dönüşmüştür. Beyazlar etkisiz hale getirilmiştir. Fakat kentin yöneticisi gizliden bir beyazla işbirliği yapmaktadır. Bu şahıs ise aslında şekilsiz biyolojik bir makine olan  annesini büyüterek kendi yöneteceği yeni bir toplum planları peşindedir. Ona karşı koyacak tek kişi ise Dayak isminde kardeşidir. Çizimlerin bir hayli +18 seviyesine ulaştığı bu serinin en güçlü öğesi sinematik hikayesi.

Dawson's Law/Police Antartica: Birbiriyle doğrudan bağlantılı olmayan bu iki kitap Antartika'nın kolonileştirildiği bir yakın gelecekte yer alıyor. İlkinde ölümlerin olağanlaştığı bir cezaevindeki isyana götüren süreci okuyoruz. İkincisinde ise bir polis ile birlikte cinayetlerin peşinde sürükleniyoruz. İkinci kitapta sosyal ortam başarıyla resmedilse de konuların kareye aktarılması konusunda yaşanan sıkıntılar gözardı edilemeyecek nitelikte.


Yiu: 3 kitapta konu bitmiyor maalesef. Kardeşinin tedavi masraflarını karşılamak amacıyla suikastçılıktan ekmeğini kazanan bayan arkadaş Yiu, dinlerin ve mezheplerin istikrarsız dengesiyle yönetilen gelecek toplumunda en tehlikeli görevine atılır. Bu mezheplerden biri genetik yollarla Deccali yaratmıştır. Çizimler bazen baştan savma ve kaotik bir hal alsa da konunun ilgi çekiciliği bir noktaya kadar ilgiyi alakayı uyanık tutuyor.


27 Aralık 2012 Perşembe

Ihsahn - Eremita (2012)

Bizim mahallede bir İhsan ağbi var. Kendisi müziği çok sever. İdolü ise Fatih Terim'dir. Bir gün kafasında şimşekler çakar, mahalledeki akranını toplar ve İmparator isminde bir grup kurar. Eh, kendi çapında ünlenirler önce, sonrası Mevlam yürü ya kulum der. Ama zamanla İhsan ağbinin de şuuru bilinci açılım saçılım gösterir, yeni arayışlara girer. Zaten grubunun son albümü Prometheus'da bunun izlerini görürüz. Artık grubu kendisine dar gelmektedir, yoluna yalnız yürür. Caz saksafon felan işine girer. Müziği avantgardelaşmıştır binaenaleyh, ilerleme göstermiştir. Diğer yandan metalin ekseninden bir gıdım yolunu ayırmaz. Evet, İhsan ağbi metalcinin önde gidenidir.
Bense ağbimizin müziğini ancak bu 4. solo albüm ile dinlemeye fırsat buldum. Genelde aynı çizgiyi takip etmiş olmakla değerlendiriliyor. Beni şaşırtan ise temiz vokalin hem güzel bir tınıya sahip olması hem de sert müzikle müthiş uyumu oldu. Something Out There dinlemesi en kolay dile pelesenk şarkı olarak en fazla gözüme çarpan şarkısı albümde. Diğer yandan bayan vokalin etkisiyle Departure da oldukça iyi. Diğer parçalar da üç aşağı aynı kalibrede. Bence tek istisna  The Grave, hiç sevmedim.

8,25/10

25 Aralık 2012 Salı

DJ Krush - Jaku (2004)

Japon kültür aşılı elektronik albüm sadece folk değil, caz ve trip hop gibi etkilerle eklektik bir görünüm sergiliyor. Yerel etkinin tavan yaptığı Slit of Cloud da Japon şiiri terennüm eylenirken vokalin duygu yüklü performansına hayran kalıyorsunuz. Her daim dinleyeceğim parçalardan biri haline geliyor böylece. Şarkıdaki atmosfer o kadar yoğun ki bir yandan Blade Runner'daki futuristik havayı diğer yandan yerel kültürün nostaljisini duyumsuyorsunuz. Albümün zayıflığı hip-hop ritimlerinin bu atmosferi bozması ve dinlemeyi bir süre sonra sıkıcı demeyelim de alalade hale döndürmesi. Albümün sonlarında folk melodilerin ağırlık kazanması sayesinde bir miktar ortamı şenleniyor. Şenleniyor dediysem tüyler kıpraşıyor, bir ürperti bir ürperti.

8,0/10

22 Aralık 2012 Cumartesi

Huun-Huur-Tu - Where Young Grass Grows (1999)

Atlas dergisinin Dukhalar ile ilgili yazısını okuyup yetersiz ama etkileyici CD'sini izledikten sonra bu yerel müzik albümünü dinlemeyi erkene çekiverdim. Dukhalar Altay dağı yakınlarında Sibirya eteklerinde yaşayan Türk kökenli Tuvaların bir kolu. Moğol ile Tibet kültürlerinde de rastlanan ve gırtlaktan farklı bir vokal tekniği ile söylenen şarkıları aslında dünya çağında bellli çevrelerde (Cihangir çevresi olmasa gerek) tanınırlığa ulaşmış durumda. Bir kaç tonu aynı anda söyleyebilen bu ilginç teknik kimi zaman flüt sesi veren bir ıslık kimi zaman Temel Reis'in kısık ve boğuk sesi gibi kulaklarda yankılanıyor. Hatta bazen metalcilerin yabancısı olmayacakları tonlara ulaşıyor. Bu haliyle eski çağlarda doğanın seslerini taklit ederek günümüze kadar geldiği rivayet olunuyor. Tuva'nın en önemli gruplarından olan Huun-Huur-Tu'nun bu albümü ise bu tarz deneysel ve canlı kayıtları içermesinin yanısıra ve daha da çok, yerel melodileri ihtiva eden şarkılar da içeriyor. Ki Avam Churtu Dugayimny'de üst noktasına vardığı ezgiler oldukça destansı ve ruhani bir hava aksettiriyor dinleyiciye. Kültürlerinde başat figür olan at ve  toprak-vatan sevgisinin sözel ağırlığını hissettirdiği parçalar hem geleneksel hem de yeni üretilen bestelerden oluşuyor. Jomşu halkı Altaylar örneğin kendin topraklarından ayrılan bir Altaylının kısa sürede hastalanıp öleceğine inanıyor. Bu anlamda bu insanların doğayla ilişkisi okuduğumda çok da kavrayamadığım Ursula LeGuin'in Hep Yuvaya Dönmek isimli kitabını daha bir takdir etmeme sebep oldu. Diğer yandan Dyngyldai'de olduğu gibi eğlenceli bir atışmanın izlerini sözlerin manasını anlamadan hissetmek bile mümkün.  Ooo Dangadadangadadayyy diye söylenirken vokal, tam da üzerlerine yakıştırılan şaman rock tanımının anlamını keşfediyorsunuz. Büyük bir ihtimal ritmin etkisiyle de garipgurup hareketler yapıyorsunuzdur gizliden gizliden. Albümün en etkileyici parçalarından Tarlaashkyn de hissettiğiniz marşvari destansılık sözlerle perçinleniyor.
Tarlaaskyn'den geldik. Bizleri daha fazla aşağılamalarına izin vermeyeceğiz. Ezilen yoldaşlarımızı bir kez daha özgürleştireceğiz.
Bir duvar kadar sağlam olduk. Daha fazla geçmişe bakmıyoruz. Tüm dünyanın halklarını birleşmeye çağırıyoruz.
Dünyada ilk bolşevik devletlerden birini kuran Tuvalar'ın geçmişine gönderme içerdiğini düşündüğüm bu şarkı dinleyeni yanıltmasın. Albümde yer alan diğer bir parça  Ezir-Kara, aynı hükümetin öldürdüğü yarışlar kazanan geleneksel bir at sürücüsünün öldürülmeden önce atına yazdığı bir ağıt aslında. Ayrıca bir avcı onuruna yazılan Hayang ile birlikte buradaki müziklerin nasıl kızılderililer ile (Amerikan Yerlisi)  Sibirya ve Orta Asya halkları arasındaki varlıksal ilişkiyi kanıtladıklarını görüyoruz. Öyle paralar felan harcayıp yıllarca bilimsel araştırma yapmaya gerek yokmuş yani.
Tek eleştirim, throat singing denen teknik ile yerel ezgilerin bazı parçalarda başarıldığı uyumun albümün geneline yaydırılmaması. Belgesel niteliği yansıtan canlı kayıtlar mesele albümün dinamizmini öldürüyor. Ancak başka bir bakış açısıyla da modernöncesi bir atMosferi yansıtmaya da katkıda bulunuyor.

8,50/10 

21 Aralık 2012 Cuma

Will Self - Büyük Maymunlar

Büyük Maymunlar romanı yabancılaşmanın yabancılaştığı bir ortamın havasını başarıyla aksettiriyor. İlk önce gayet bohem hayatını sevgilisi ve arkadaş grubuyla partilerde barlarda uyuşturucu çekerek içki içerek harcayan ressam Simon Dykes'ı tanıyoruz. Gayet marjinal ve aykırı bir dile sahip olan kitabın yöntemine alışmak vakit alsa da bir sabah etrafının insansı şempanzelerle çevrili olduğunu gördüğünden dolayı şoklardan şoklara giren ressamın şaşkınlığına tanık olduğumuz andan itibaren her şey okuyucu için iyiye ( ressam arkadaş için de kötüye) gidiyor. Aslında Simon da etrafındaki şempanzelerden farklı değildir, lakin kendini insan zannetmektedir. Şempanzelerin evrimleştiği bir toplumda ise insanlar gayet yabani bir cins-i mahlukat olarak Afrika kıtasında terennüm etmektedir. Ondan sonra ünlü bir psikolog yardımıyla Simon'un tekrar maymunlaşması sürecini ve topluma adaptasyonunu izler buluruz kendimizi. İşin dahiyane kısmı şu: Zeki şempanzeler insan gibi davranmıyor. Kendi özelliklerini de evrim basamağında ilerletip sosyal dokuyu üretiyorlar. Misal sadece üstleri giyinik. Grup diye tabir edilen hiyerarşik bir aile içinde kalıyorlar. Hiyerarşi sadece ailede değil sosyal tabakanın her tarafında hissediliyor. Birbirlerine dokunarak, tımar ederek sosyalleşiyorlar. Anlaşmaları ise daha çok el işaretleri temelinde, ses ve mimiklerin tamamlayacı olduğu bir lisan vasıtasıyla oluyor. Bu sebeple de TV, radyodan önce keşfedilmiş. Günde 3 kezden fazla yenen öğünler ve alenen yaşanan cinselliğin sıradanlaşması vs... Bu toplumsal kuralları yapmayanların garipsendiği toplumda elbette normalleşmenin ters yüz edildiğini görüyoruz. Kendini modern insan sınıfından zanneden Simon'un bu toplum ile yüzleşmesi ise tıpkı bizde de olacağı gibi önce tepkisel, sonra mizahi sonuçlara vesile oluyor. Neticede de kabullenme aşamasında sonlanıyor. Kısacası kulağa geldiğinden bir miktar zahmetli de olsa ilginç mecralara sürükleyebilecek bir kitap. Ama cinsellik dahil ilginç ve kimi zaman da iğrenç sahneler sergileyen dile dikkat.

20 Aralık 2012 Perşembe

Sepultura - Schizophrenia (1987)

Birisi bana bir şeyi yap dediği mi, hadi onu geçtim, en hafifi birisi bana bir şey tavsiye etttiğinde inat damarım tutar ve tersini yaparım. En basitiyle dediklerini yapmam. Bayağı bayağı kıl bir adamım. Yıllar öncede pek bir çok kez Sepultura dediler, dinle dediler. Ve bugüne kadar kasten hiç dinlemedim. Elbette, körtopal cahil değilim. Cavalera kardeşleri, Soulfly'ı ya da Cavalera Conspiracy'yi ya da Sepultura'nın etnik öğelerden beslendiği dönemleri hakkımda bilgim var. Elbette müzikleri oradan buradan kulağıma kaçtı. Ama kasten dinlemedim. Şimdi neler kaçırdığımı anlıyorum. Çünkü tam gençlik zamanlarıma has bir müzik yapıyorlarmış bu ikinci albümlerinde. Hız, ataklık, çeviklik, rif üstüne rif, gaz üstüne gaz. Zaten bu aralar da canım metalin işlenmemiş, ham, dolaysız hallerini çekiyormuş. Cuk oturdu. Yine de bu kadar övgüye rağmen mükemmel olmakdan uzaklar. Melodik Inquisition Symphony thrash metalin enstrümental parça geleneği devam ettirmekle beraber tek öne çıkan şarkı olma özelliğini gösteriyor. Diğerleri her ne kadar rifleri ve ruhuyla dinleyeni mest etse de henüz karakterini kazanamamış olgunlaşmamış yeniyetmelere benziyor. Üstelik Max Cavalera'nın kendine has death-thrash arası vokalini çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Bonus parçalı versiyon özellikle şık diyeyim.

8,0/10

18 Aralık 2012 Salı

Ennio Morricone - C'era una volta in America (Once Upon in a Time America/Soundtrack) 1984

Filmin ruhunu birebir yansıtabilen bu soundtrack, özellikle spagetti western (yani italyan usulü kovboy filmleri) film müziklerini bestelemekle ünlenmiş Ennio Morricone'nin en bilindik kayıtlarından biri. Tabi bunda filmin de etkisi büyük ki birbirlerini tamamladıklarını söylemek mümkün. Bu doğrultuda aynı film gibi bir tedirgin itici ruh hali sinmiş albüme. Filmi hatırlarsanız Robert amcanın gençlik halleri, yorgun duygusuz şaşkın yaşlılık dönemine göre çok daha ilginçdi. Tarif etmekte zorladındığım bu karanlık ve boğucu haleti ruhiye müzikal olarak da yansımış durumda. Ayrıca 20-30'lu yılların parti modundaki orkestral bestelerin hüzünlü melodilerin arasına kaynaşması da garip duruyor. İlginçtir filmin alamet-i farikası konumuna gelmiş olan o flüt melodisi ki yarışma programlarında bile sorulmuştu, birden fazla parçada karşımıza çıkıyor. Bununla beraber yine klasik müzik açısından etkileyici melodiler dikkat çekiyor. Fakat albümün bel kemiği belki de 12-13 dakika süresiyle Suit.

7,75+/10

16 Aralık 2012 Pazar

Beak> - >> (2012)

Konserini kaçırdığım gruplar listesine bir isim daha ekleyebilirim. Portishead yan gruplarından biri olduğu için dinleme listeme aldığım, konser sebebiyle dinlemeyi öne çektiğim grup, krautrock etiketi altında müziklerini yapıyor. Vallaha, çok bildiğim şeyler değil. Bir, 70'lerin deneysel rock ve elektronik türü olduğunu biliyorum bir de Replikas'ın da bu sıfatla tanımlandığını o kadar. Albüm ise beklediğimin tersine uç noktalara varmayan ve sıcak bir progresif sound sunuyor. Tıpkı açılışı yapan The Gaol gibi. Özellikle 60-70'lerin Tanrıların Arabaları gibi (80'lerde de konuşan bebek olayı vardı misal)  ezoterik konuları işleyen belgeselere soundtrack olacak şıklıkta futuristik Ladies Mile'dan sonra albümün daha enteresan noktalara vardığını söylemek mümkün. Bir taraftan Ortadoğunu anımsatan mistisizme diğer yandan ritmik bir agresyona uğramadık duygu hali bırakmıyor. Albümün çok büyük bir eleştirisi ise melodilerin kendini çokca tekrar etmesi. Ki hem ben severim hem de bu onların elde etmek istedikleri bir sonuç besbelli. Yine de fazla gibi gibimsi.

8,25/10

15 Aralık 2012 Cumartesi

Michel Foucault - Seçme Yazılar 4: İktidarın Gözü

Baudrillard'ın yanında Foucault okumak çocuk işi dediğimde ciddiydim. Serinin 2 ve 3. ciltlerini de okumuş biri olarak bu kitapda çok da farklı şeyler anlatıldığını söyleyemeyeceğim. Zaten konferans ve röportajları içermesi sebebiyle tamamlayıcı bir nitelik gösteriyor. Ama ilgi çekici biriki noktaya dikkat çekelim:
Genel olarak, devlet iktidarına ayrıcalık verilir. Birçok insan diğer iktidar biçimlerinin ondan türediğini sanır. Oysa bence, devlet iktidarının diğer iktidar biçimlerinden türdiğini söylemeye kadar varmasak da, en azından bu iktidarlara dayandığı, devlet iktidarının var olmasını sağlayanın onlar olduğu söylenebilir. İki cins arasında, yetişkinlerle çocuklar arasında, ailede, işyerlerinde, hastalarla sağlıklılar arasında, normallerle anormaller arasında var olan iktidar ilişkilei bütünün devlet iktidarından kaynaklandığı nasıl söylenebilir? Devlet iktidarı değiştirilmek isteniyora toplum içinde işleyen çeşitli iktidar ilişkileri de değiştirilmelidir. Yoksa toplum değişmez. Örneğin SSCB de yönetici sınıf değişti ama eski iktidar ilişkileri kaldı.
..Birkişiyi cinselliğine göre tanımlama düşüncesi onların aklına gelmezdi...Uzun vadede ve daha geniş bir strateji çerçevesinde cinsel kimlik üzerine sorular sormamak gerekiyor. Söz konusu durumda cinsel kimliğini onaylatmak değil, cinsellikle, farklı cinsellik biçimleriyle özdeşleşme buyruğunu reddetmektir önemli olan.

RETRO: Marduk - Here's No Peace (1997/1991) EP

91'de demo olarak kaydedilip 97'de anca görücüye çıkan bu kayıt biri girizgah niteliğinde sadece 3 parçadan oluşuyor. Fuck Me Judas'da olduğu gibi ruh black ama müzik death metal. Özellikle ritmik 2. parça zevkle dinlenesi bir karakter gösteriyor. Ayrı bir kısa albüm olarak çıkarma zahmetine niye girdiler, bu parçaları bir albümün ötesine berisine bonus olarak ekleyemezler miydi, yoksa eklemişlikleri var mı, ya da grup paragözlük mü yapmış, aklıma gelen ama asla araştırmayacağımız bir kaç soru.

6,0/10

14 Aralık 2012 Cuma

Red Hot Chili Peppers - Californication (1999)

Büyükçe bir Kaliforniya taşlaması olan bu albümün ilk çıktığı anı hepimiz hatırlarız, değil mi? Senelerce klipler döndü ekranda, şarkılar çalındı kafe barlarda. Bıkkınlık sıkkınlık gelmişti. Bu bünye bir kez daha Californication duysa patlayacak zannederdim. Gümm! Ancak oturup albümü baştan sona dinledikçe, defalarca dinleyebildikçe, popülerlikle rock müziğin çok iyi kaynaştırıldığını görüyoruz. Gayet de keyifle eşlik ederek, hebele höbele şeklinde daha çok, dinliyorum vallahi. Bir kere Around the World gibi benim için özel bir manaya sahip milenyum şarksısıyla açıyoruz. Yer Taksim meydanı, yılbaşı felan. Tarih öncesi bir döneme denk düşüyor yani. Enerji kaynaşması akıyor parçadan. Otherside asla sıkılmayacağım bir slow. Easily ile Emit Remmus, arka planda kalmış babalar. Sonra Road Trippin, Savior, Get On Top, Parallel Universe. Yeni halleri pek çekici gelmemekle beraber bu albüme ve öncesine, Under The Bridge şarkısı vardı bir de fi zamanında bunların, ara ara dönmek lassım.

8,0+/10

13 Aralık 2012 Perşembe

Dolorian - When All the Laughter Has Gone (1999)

Black metal ile doom metali en karanlık şekliyle harmanlayan grup belki de yeni yeni oluşan depresif black metal'in ilk öncülerindendir. Bunu bir araştırıp dönmek lazım. Ancak bildiğim bir şey var ki dinleyen her bir insancağızı diri diri mezara gömebilecek potansiyeli bilfiil harekete geçirebiliyorlar. Hedefledikleri buysa , boğum boğum klostrofobiyse başarılılar doğrusu. Yalnız, ben vaktimin zamanımın dolmasını bekleyeceğim. Belki yarın belki 21 aralıkda. Kısacası sadece kişisel sebeplerden dolayı notum düşük. Yoksa aradığınız jilet falçataysa doğru iz üzerindesiniz.

6,75-/10

12 Aralık 2012 Çarşamba

I Like Trains - Beacons (2012) EP

Post rock dediklerine bakmayın, enteresan bir indie rock yapıyorlar. Özellikle vokalin etkisiyle Interpol ile Editors'u post-punk'da birleştirememe hali gibi bir şey sergiliyorlar. Bu haysiyetli vokal maalesef birbirine benzer tempoya sahip parçalar içinde etkisini kaybediyor. Beacon gibi uygun bir şarkıda bile beklenen kopma anı bir türlü gelmiyor. Bir trenleri seviyoruz bir de Godot'yu bekliyoruz.

6,50+/10

8 Aralık 2012 Cumartesi

Anton Brückner - Symphony no. 9 (in Concert and Rehearsal, Celibidache) 1998

Bir önceki dinlediğim kayda göre daha teknik bir yöntem izlediğini söylemek mümkün. Bununla birlikte Star Warz tarzı destansılığa sık sık başvurmaktan da kaçınmamış Brückner. Zaten Celibidache kayıtlarının tertemiz haliyle dinlemeyi kolaylaştırdığını da söylemiştim. Ayrıca ikinci cd'nin yarısı prova kayıtlarından derlenmiş. Celibidache Almanca bir şeyler söylüyor, ardından bir enstrüman veya enstrümanlar kısa süreliğine icrasını yapıyor. Şöyle bir şey var ki ben klasik müzikte aradığımı çoktan buldum. Piyano, piyano, piyano. 3 sefer söyleyince belki salonda peydah olur. Klasik müzikte naifliği letafeti çok daha fazla seviyorum.

7,75/10

6 Aralık 2012 Perşembe

RETRO: Helloween - Master of the Rings (1994)

Vokalin Andi Deris'e teslimatıyla birlikte grup modern akımlardan fazlasıyla etkilenmişe benziyor. Üstelik hızlanan tempo ile birlikte tekrardan power metal ruhunu kucaklamışlar. Yine de In the Middle of a Heartbeat gibi slow bir şarkıya da yer vermeyi ihmal etmemişler. Yalnız albümün dörtçekeri ayrıksı soundu ve neşeli melodisi ile önceki albümlerindeki ruh halini yansıtan Perfect Gentleman. Şarkı o kadar çabuk bitiyor ki başa sara sara defalarca dinler durumda bulabilirsiniz kendinizi. İşin özü şu ki ben de pek beğenirim bu şarkıyı. Bununla birlikte diğer parçalara bir canlılık yüzLerine bir renk gelse de öyle çok da muhteşem olduklarını söylemek güç. Böylece Helloween kampanyamızın sonuna geliyoruz, kısa bir süre sonra Gamma Ray'de buluşmak üzere, sağlıcakla kalın...

7,25+/10

4 Aralık 2012 Salı

Selah Sue - Selah Sue (2011)

Albümün ilk yarısı, Leh kanallarında gösterilen çikolata reklamında da kullanıldığından pek bi meşhurumsu This World, Peace of Mind, Raggamuffin, Crazy Vibes, Black Part Love,  bomba gibi İngiltere üzerinden ithal Afrika tınısıyla yankılanırken, temponun düştüğü  slowlarda ve albümün geri kalanında o güzelim acı Adana kıvamındaki vokalden beklenenin tersine zaif bir performans görüyoruz. Çok da üzerinde durmuyoruz. Çünkü şu aralar pek bi moda olan Brit nostaljisi saga/soul sosuyla kadife gibi melez bir ses tarafından servis ediliyorsa bize dinleyip keyfetmek düşer. Ritmik haliyle de diğer yandan belki enerji düşüklüğünüz alabilir. Kısacası pop müziğin dumtıs eşliğinde yapılmadığını duyabilmek bile büyük bir şans iken hele hele güzel icra edildiği bir örneğe rastlamışsak, durmayalım, dinleyelim.

7,75-/10

2 Aralık 2012 Pazar

Orson Scott Card - Alvin Maker 2: Kızıl Kahin

Bu kitapla birlikte yazarın kalemini sevdiğim netleşmiş oldu.Daha önce belirtiğim gibi tek yanlı bakış açısından uzak ve alternatif tarih bezeli hikayesi zaten ilgi çekiciydi. Seri küçük Alvin etrafında şekilleneceğini ismiyle  belli etmesine rağmen, örneğin bu kitabın daha çok kızılderilileri ve onların direnişini konu alması daha büyük bir incelik. fakat redaksiyon konusunda sıkıntılar göze çarpıyor.
spoiler
Wobbish bölgesinin gelecekteki valisi olma planları peşinde kızılderili neslini  içkiyle yoketme planları kuran Bill Harrison'ın sahnesiyle açıyoruz kitabı. Alkolik tek gözlü Lolla-Wossiky'i köpek gibi kapısında tutarak bir tür kobay muamelesi yapmaktadır. Halbuki bu adam öldürdüğü bir şefin şaman oğludur. Dünyaya karşı olan aşırı farkındalığı kendisine acı verdiği için teselliyi içkide bulmuştur. Abisi ise kızılderilileri birleştirip beyazları bütün amerikadan kovmayı amaç edinen efsanevi savaşçı Ta-Kumsaw'dır. Beyazlar anlaşmaları çiğneyip kızılderililere içki satmaktadır.  Ta-Kumsaw'ın kızılderilileri toplayıp savaş çıkartacak olmasının tek sebebi bu değildir. Toprak ile kızılderililerin arasında mistik bir bağlantı vardır. Ruhsal olarak insanlar doğayla bütünleşiktir. Av hayvanları bile okun ucuna ölmeye gelir, kızılderililer ormanda yürürken bütünün parçası olur, farkedilmezlik pelerinine sarılırlar, günlerce yorulmadan enerjiyi topraktan çekerek koşturabilirler. Beyazlar ise toprağın ruhunu öldürmekten başka bir iş yapmamışlardır. En sonunda çıkan bir karışıklıkta Lolla elinde bir varil içki kaleden kaçar ve kendisini çağıran gizemli sesi takibe başlar. Nihayetinde küçük Alvin'i bulur. Alvin'in böcekleri kendi zevki ile ölüme gönderdiği olaya tanık olarak Alvin'in gözünü açmayı başarır.  Onun parlayan adamı olmuştur. Diğer yandan çocuk da kafasındaki sürekli gürültüyü yoketmiştir. Ve eskisi gibi yine doğayı hisseder hale gelmiştir. Ardından gördüğü kristal şehir vizyonu ile birlikte bir peygambere (ingilizce lisanında peygamberin kullanımı daha farklıdır, tarikat/mezheplerin 20.yy daki kurucuları bile bu tanımla tarif edilir) Diğer yandan genç amerikalıların düşmanı kuzeydeki Fransızlar da kızılderilileri kışkırtıp terör yaratma peşindedir. Vali olarak aslında cumhuriyetçi olduğundan dolayı sürülen LaFayette, komutan olarak ise Frederic bilmem ne görev almaktadır. Bildiğimiz Napolyon da yeni bir görevle buraya atanır. İnsanları kendine hayran bırakma gücünü kullanarak iyi bir savaş planı kurar. Tabi bir tılsımla bu etkiden LaFayette kurtulmuştur. Bu arada Harrison Vigour City'nin karşısındaki Lolla'yı takip eden kızılderililerin toplandığı peygamber kenti (Urfa :) ) ni yokedebilmek için provokasyon peşindedir. Çünkü Vigour şehrinin yöneticileri kendisinden hazzetmemekte ve kızılderililerden an azından nefret etmemektedir. İlk kitaptaki öğütlere istinaden küçük Alvin abisi Measure ile birlikte çıraklık yapacağı yere yolculuğa uğurlanır. Ancak aslında Harrison'un adamları olan bir grup kızılderili tarafından kaçırılır ve işkenceye tutulurlar. Alvin her seferinde abisini iyileştirmeyi başarır. Kızıl kahinin yönlendirmesiyle Ta-kumsaw onları kurtarır ama serbest bırakmak yerine Lolla'nın yerine götürür. Vigor şehrindekiler ise kahin ve Ta-Kumsaw'ın çocukları kaçırıp işkence ettiğini düşünerek galeyana gelir, Harrisondan yardım talep ederler. Tam istediği şey. Artık Tenskwa-Tawa adını alan tek gözlü kahin, kutsal bir gölün kenarına getirttiği Alvin'e kristal şehir görüntüsünü ve insanlığın tarihine gösterir doğayla bütünleştirerek. Kardeşi ile de arası açılmıştır. Kardeşinin istediğinin tersine doğunun beyazlara bırakılması gerektiğine inanmaktadır. O topraklar çoktan ölmüştür çünkü. Kızılderililerin de batıya çekilmesi taraftarıdır. Fakat görülerinde kan akacağını ve bunun da kendi projesi için bir gereksinim olduğunu görür. Ta-Kumsaw diğer kabileleri savaşa kışkırtmak ve Fransızlarla işbirliği yapmak için kardeşinden ayrılır. Yanında Alvin olmadığı takdirde öleceğine dair getirilen kehanete istinaden Alvin onun yolculuğuna katılır. Napolyon ile anlaşır. Ama LaFayette kralın başarılı olmasını istemediği için planları bozma yönünde  komplo teroilerine başlar. Salıverilen Measure kasabasına herşeyin yolunda oduğunu söylemeye giderken Harrison'ın adamları tarafından alıkonur. Hapsedilip işkenceye uğrar. Alvin'in yolculuğu onu sonunda kızılderililere kutsal olan sekiz yüzlü tepeye götürür. Orada ilk kitaptan tanıdığımız Taleswrapper ile rastlaşır. Peygamberin yarın öleceği bilgisini meşaleden aldığı bilgilerle Alvin'e aktarır. Alvin tepeye tırmanır, bir hücrede cançekişen Measure'ı ruhani bir yolculukta bulur , iyileştirir ve peygamber şehrine Harrison'ın komplosunu açığa çıkartması için gönderir. Çünkü Alvin'in ailesi başta olmak üzere Vigor halkı, Harrison'ın süvarileri ile birlikte peygamber kentini kuşatmıştır. Onbin kadar kahinin destekçisi sivil ise hiç bir direniş göstermeden meydanda beklemektedir. Dokuzbininin ölümüne neden olacak katliam başlamıştır ki Measure foyayı ortaya çıkarır. Kahin kalan halkını da alıp beyazları lanetler. Ellerinden durmaksızın akan kanı durdurmak için evlerindeki hanımlara ve kasabalarına gelen her yabancıya sebep oldukları dehşeti anlatmaları gereklidir. Böylece vicdana ve toprağa dayalı zımni bir sınır çizmiş olur iki halk arasında da. Harrison da lanetlenip sürgün edilir. Yani kahinin kanlı planı sonuç vermiştir. Alvin, Ta-Kumsaw'ın eşi Becca'yı ve onun insanların kaderini resmeden dokuma tezgahını görür. Fransızların kızılderililere güvenmemesi, Lafaytte'nin planları neticesinde, normalde amerikan ordusuna karşı kolayca galip gelecekleri savaş kaybedilir. Detroit yıkıntı haline dönüşür. Ta-Kumsaw yaralandıkça Alvin tarafından iyileştirilir. Sonuçta tek başına batıya kardeşinin yanına varır. Alvin de evine geri döner

1 Aralık 2012 Cumartesi

Sarratum - Old, Cold, Untold (2009)

En has black metal dinleyici için kayıt kalitesinin kötü olması makbuldür. Ama bir yere kadar. Kendi içinde bile kalite olarak tutarlılığı yakalayamamış bir albümle karşılaşana kadar en azından. Burada da parçaların prodüksiyonu kötüden banyoda kaydedilmişçesine berbat arasında değişiyor. Ki büyük ihtimal bu da aslında bu albümün bir tür derleme olduğunun göstergesi. Ve bu durum da isteristemez dinlemeyi ve konsantrasyonu olumsuz etkiliyor. En dikkat çekici özellik bu olduğu için girizgahı böyle yapmayı tercih ettim. Üstelik bu yerli sahneyi temsilen müziğini yapan yeraltı grubunun (kişisi) albümünde bir diğer dikkat çeken nokta ise soundun henüz  oturmamış olması. Bir yandan Summoning benzeri ki saygı albümünde de yer almışlardı, atmosferik black metalden Joy Division vokalini andıran bir tür deneyselliğe oradan güçlü melodilere tür içinde kalmak şartıyla yer vermekten çekinmiyor. Kulağa her ne kadar hoş gelse de yine dinlemeyi zorlaştıran bir faktör. Bununla birlikte bu arayış aslında bize çok iyi ifade edilemese de parlak bir yaratıcılığın izlerini sunuyor. Neredeyse disko ritmine bağlanan Black Rose bu anlamda oldukça manidar bir örnek.

6,25/10