31 Aralık 2009 Perşembe

King Diamond - The Eye (1990)


Yılı Elmasın Kralı ile sonlandırmayı tercih etmemekle beraber oldu be ustam n'apalım. King Diamond işte nesini anlatayım, sound vokal ve ton olarak bu albümde biraz daha yumuşak bir hava ağırlık kazanmış, daha dinlenilir yani. Özellikle belli şarkılarda, ilk baştakiler misal, keyboard kullanımı iyi kotarılmış. Yer yer gevşek ama hoş gitar sololar dikkat çekiyor. Yine hikaye örgüsü gizem içeriyor. Bu sefer kullanılan öğeler büyü, rahip, engizisyon, rahibe gibi geyik mevzular üzerine dönüyor. Dön baba dönelim.
Son şarkı The Curse yine hareketli güzel bir parça böyle kıpır kıpır. İyi yıllar bu arada.

7,0+/10

30 Aralık 2009 Çarşamba

Sir Richard Bishop - The Freak of Araby (2009)


Bu Amerikalı beyefendi değişik değişik flamenko folk deneysel ürünler vermiş sonra sıkılmış köklerinden birine Lübnan'a dönmüş. Özellikle perküsyondan yerel sanatçı desteğiyle, kendisi de nasıl yaptıysa egzotikleştirdiği gitarıyla birlikte tümüyle enstrümentel bu albümü kaydetmiş. Hemi de bu sene. Parçaların yarısı klasik Arap ezgileri ki birçoğunu bir yerlerden hatırlayacaksınız, misal kardeşime sordum öğrendim Ajda Pekkan'ın "gezeceğim göreceğim bak sana neler edeceğim (gibi bir şey) "aranjmanı, diğer yarısı da sanatçının tamamiyle Arap halk müziğini andırır kendi besteleri. Oryantal bir şeyler de beklemeyin, yok öyle ucuz şeyler. Özellikle baştaki taksim ve sondaki Blood-Stained Hands çok müthiş parçalar. Bu parçalarda yani sanatçının kendi bestelerinde saykedelik etkileri, 60lar surf fock ve Erkin Koray gölgesini tatmak bile mümkün. İşte bu anlarda Orhan Gencebay gibi bir isim bağlamayı alsa eline çağdaş müzisyen ve profesyonel yapımcı desteğiyle bir referans albümü kaydetse diye bir dilek geçiveriyor içimden. Boşverin içimden geçenleri çıkanları güzel bir dinlemelik vallahi. Yılbaşına da şık gider, böyle kaliteli kaliteli.
Ya bu son şarkı cidden pek bir dehşet, zurna ve ayin ritminde tef gizli bir miti aralıyor gibi, kriipi.

8,0/10

29 Aralık 2009 Salı

Carol Berg - Rai-Kirah 3: Restoration


Müthiş ikinci cildin gazıyla bu kitaba da yumuldum, göz möz kalmadı geriye vallahi. Biraz halim sükut oldu, keza herşeyin çözümlendiği bu son kitap ufak tefek kusurların, zayıf mantığın tavan yaptığı bir eser olmuş. Yine de şüüşle genel bir değerlendirmeye tabi tutarsak yeni becerikli hayalgücü kuvvetli bir yazar tanımış olduk. Bir de diğer iyi bayan yazarlar gibi erkek başkahramanı aşırı vicdanlı, aşırı mantıklı bir modele çevirmemiş olsaydı daha orjinal bir şeyler okumuş olurduk.( Benim derdim ne yafu, her cümlenin sonuna olmak fiili konuyor) Yafu kim tanrı olmak istemez?
spoiler
Seyonne diğer kaçakların prensle anlaşması üzerine değişik kentlerde yazıcılık yapmaktadır. Ezzaria ile Fiona'nın da olduğu gibi bir bağlantısı kalmamıştır artıkın. İçindeki iblis ruhunu da zaptetmeye çalışmaktadır diğer yandan. Belli anlarda vahşileşebilmektedir gayri. Bir gün Derzhi suikastçılarının kendi ve arkadaşları daha da önemlisi çocuğunun peşinde olduğunu öğrenir. Onları bertaraf ederken arkadaşları vahşi yüzünü görür. Çocuğuna bakan ailenin sakat babasını Derzhiler öldürmüştür. Anne Elinor ise çocuğu sahiplenir bir kez daha ve Seyonne derki "de git, çocuğumu sana virmem" Seyonne der ki "almaya niyetim yok zati, beni hep yanlış anlıyonuz ühühü" Suikastçilerden Derzhilerin 20 güçlü evinin (kabile) prens Zander'a karşı ölümüne ittifak ettiğini öğrenir. Bi koşu başkente varınca imparatorun öldürüldüğünü ve katilin prens olduğuna dair dedikoduları duyar. Kuş olur, Zander ilen görüşür. Bu möhim aileler yerine amcasını imparator yaparlar. Prens de zayıf bir güçle ölümüne saldırıya geçer. E tabi yenilir, ölmeden önce Seyonne (bundan sonra sadece S) kanatlı bir adama dönüşüp onu kurtarır. Yanında iki de yardımcısı gelir. Sovari ile Malver. Çöle kaçmışken ve S'nin ruhani gücüne hayranlarken kör ehtiyar Gaspar ve yardımcısı Qeb onları bulur ve efsanevi yıkık bir kente davet ederler. Eski vakitlerde Derzhiler bu kadar manyaklaşmadan önce ruhani eğitim için bu kente gelirlermiş. Ve bir avuç yaşlı bilge var şimdi. Prens iyileşirken yardımcılarını kentlere gönderip değişik sülalelerden yardım almaya çalışır. Neyse o kent saldırıya uğrar Gaspar kendini feda eder. Qeb bu sefer gözlerini kör eder ve S'ye mistik bir yolculuk yaptırır. Kir Navarrindeki kaleye gider. Kalede kendine Nyel yani isimsiz diyen yaşlıca bir aristokrat ve onun yardımcısı Kasparian ile tanışır. Nyel Ezzaria mitolojisindeki isimsiz tanrıdır. Aslında uzun süre yaşayabilen çok kudretli Madonnai ırkının son iki temsilcileridir. İnsanların rüyaları aracılığıyla ve sonradan bir kapı yaparak onlarla iletişime geçmişler ve hatta evlenmişlerdir. Kendileri uzun süre yaşayıp çocuk sahibi ender olabildikleri için pek sevinçlidirler. Yeni kırma nesil Ezzaria nüfusu olur. Fakat her yeni doğan çocukla Madonnai ırkı zayıflar, ölmeye başlar. Nyel farkına varıp bu durumu önlemeye çalışınca da oraya kilitlenir. Bu mevzuya döneceğiz.
S tekrar görüşeceklerini söyleyip dünyaya döner. Çöldeki grubumuz hiç bir 20 sülaleyi ikna edememiştir. Yeni imparatorun baskısıyla güç kaybeden küçük sülalelerle ne zaman iletişime girmeye çalışsa hep felaketle sonuçlanır. Yardımcıları öldürülür. Diğer yandan eşi zarar görmesin diye prens onun ailesine de ters davranmıştır. Nihayetinde fakir fukara bir köyde kalırken prens köle tacirlerine esir düşer. S şans eseri Blaise önderliğinde tekrar isyan eden Yvor Lukash ile birlikte prensi de kurtarır köle tacirleri öldürülür felan. Derzhilerden nefret etseler de prens bu kaçakçı grubunca korunur. Ayrıntıya girmeyeceğim. Olan şu: prens bu grubu zamanla ikna etmeye başarır. Hatta Derzhilerin köleleştirdiği Manganar, Suzai gibi halkların son bağımsız yöneticilerinin olduğu vahada kurtarıcı olarak kabul edilir. Tıpkı Qeb'in öngördüğü gibi. Ufak Derzhi sülaleleri ile birlikte tüm ezilen halklar birleşir. Prens hamile karısını da getirtir.Vs. Bir yandan Derzhi imparatorluğu bizzat kendi meşru hükümdarı tarafından yıkılırken bu kitapta duyumlarla yer alıyor çoğunlukla. İkinci yarıdan itibaren S'nin tanrılaşma macerası başlıyor. S isyancılara kanatlı haliyle yardım ederken sıradan halk onu tanrıların elçisi gibi görmeye başlıyor. Nihayetinde Kir Navarrin'e geçiyor ve Nyel'in şatosunda ondan eğitim almaya başlıyor. Eğitim almaya başladıkça kendi de Madonna'ya dönüşüyor. La Isla Bonita diyor olur olmaz yerde. ahaha. Ve insanlara sadece rüyalarına girerek yardım edebiliyor. Rüyasında onu gören kişi uyandığında onu yanında buluyor , tekrar uyuyana ya da ölene kadar. Sonuçta bütün mit ortaya çıkıyor. Nyel kendi ırkını korumak için tüm insanlığı ve çocuklarını öldürmeye başlıyor ama oğlu ki artık S'in kayıp ruhu Valdis onu diğerlerinin yardımıyla hapsediyor. Hapseden duvarın ruhu 12 Madonnai içeriyor, sonuncusu Vyx. İnsan olan eşi de şatoyu kuşatan ormanın ruhuna evriliyor. Sonra Valdis ve ekibi, Vyx babasını kanatlı birisinin ki S aslında o, serbest bırakacağının kehanetini verince Ezzarialıların ruhunu ayırıp Kir Navarrin'i unutturma procesini başlatıyorlar. Nyel'in tek amacı ise şu an ölmeden önce ırkının devamını getirmek. S tam Madonnai'ye dönüşmeden önce çocuğunu Elinorla birlikte şatoya getiriyor ve dönüşünü tamamlayınca insanoğlunu çok ufak tefek bişi olarak değerlendirmeye başlıyor. Geçmişini de unutmaya başlıyor. Böyle bir kibir bir kibir. Ama prens peşinden geliyor. Çok önceleri S, ona ben insanlıktan çıkarsam icabıma bak diye söz verdirmişti. Eşit bir düellodan sonra S bir duraksıyor ve ağır yara alıyor. Babası Nyel küplere biniyor ve ne biçim Madonna'sın sen Michael Jackson'sın aslında diyip öldürmeye çalışıyor. Yardımcısı Kasparian ölümüne kendini teslim ettiği hocası Nyel'i o aşamada bıçaklıyor. Madonnai baba oğlunu öldüremez diye. Meğersem S yani Valdis Nyel içindeki gücü alıp onu öldürmeye kıyamadığı için prensin kendisini o içindeki güçle birlikte öldürmesini planlamış. Ölmeden önce Nyel'e gerçek ismini vermesi şartıyla gücü alıp yani S'yi tekrar insana dönüştürüp o güçle (unuttum burayı belki de gücü Kasparian'a vermiştir hatırlamıyorum ama zannetmiyorum da) huzur içinde ölmesi için ikna ediyorlar. İşte mutlu mesut son. Derzhi krallığı kendi bölgesine çekilir, prens tekrar başa geçer ve o güne kadar çektirdiklerinin karşılığında zayıf halkların koruyucusu olur. Seyonne ise Elinor'la birlikte çocuğuynan birlikte öyle işte. Ezzaria'nın kraliçesi, Seyonne'nin eski eşi ise çoktan ölmüş, yerine Fiona geçer ve iblis savaşlarının gizemini aralarlar. Artık çocukları büyüyle doğmaya yani tam ruhla başlamıştır.

RETRO: Gorgoroth - Under the Sign of Hell (1997)


Uoahhh!!
Grubun pek çok pek çok değişen vokalleri arasından en tercih ettiğim Pest'in ağırlıkla seslendirdiği albümün ilk kısmı daha klasik bir sound taşırken ikinci yarısında deneysel kompozisyonlar öne çıkarılmış. Yani ilk kısımları her daim şokalat, diğer kısım muuda göre karamel.

9,0/10

28 Aralık 2009 Pazartesi

Grand Magus - Wolf's Return (2005)

Son albümünü pek bir beğendiğim grubun önceki albümü Wolf's Return daha bir geleneksel doom izleri taşısa da heavy metal ile denge iyi sağlanmış aslında, fifty fifti. Diğer farkları da olumsuzluklar oluşturuyor. Örneğin buradaki bazı parçalar son dönemdeki tarzlarına fazlasıyla yakın, bu albüm içinde de aynı şablonu takip etmeleri uzun süreli dinlemeleri imkansızlaştırıyor. Benim hususi keyfim de derki Wolf's Return adlı parça bu kadar stoner-doom ayağına kurban edilmeseydi daha güzel bir şey olabilirdi. Yani bu geleneksel doom'a karşı azcık frijitim. Albümün kısa olması ve aralarda akışı bence zorlaştıran kısa enstrümentallerin olması da diğer negatif unsurlar. Ancak hatırlamak gerekir, bu Grand Magus, vokali, 10bin katar gücünde bası, gayet hoş heavi heavi metal besteleri. Bok atmamak gerekli yani.
Nine, Blood Oath

8,25+/10

27 Aralık 2009 Pazar

V.A. - ...And in the Darkness Bind Them (Summoning) 2009


Summoning'e saygı albümü niteliğinde 2 CD'de toparlanan bu hacimli derleme içinde Sarratum adındaki yerli bir grubumuzun da olduğu amatör ya da adı sanı duyulmamış grupların katkısıyla hazırlanmış. Anladığım kadarıyla herkeşler kendi kaydını ufacık tefecik yapımcı firmaya gönderdiği için soundda araki bir standartizasyon bulasın. Onun dışında gruplar Summoning şarkılarına iki açıdan yaklaşmış. Grubun taklit edilmesine dayanan yaklaşım onun büyüsünü yakalamada başarısız olmaları sonucunu doğurmuş. Diğer anlayış ise ilginç değişikliklerle birlikte kendi atmosferlerini enjekte etmeye çalışmak olmuş. En bariz misal Morgan the Bard adlı bir vatandaşın Mirkwood'u tümüyle folk tarzı içinde dingin bir yoruma tabi tutması, çok hoşuma gitmese de enteresan olmuş. Aslıyla birlikte dinlediğinizde dahi parçayı benzeştirmekte zorlanıyorsunuz. Hildr Valkyrie yoğun koro nakaratlı Farewell'i bayan vokallerle seslendirerek yorumlamayı seçmiş. Parçanın tıpkı Khazad Dum da olduğu gibi kendi gücü cover'ını da öne çıkartıyor. Sevdiğim diğer bir örnekte orjinalindeki bayan vokalin çıkartılmış, parça ekolu kaydın altına gömülmüş ve enfes gitar solosuyla süslenerek mistik bir hava katılmış. Grubumuz The Mirror yorumu da Where Hope and Daylight Dies. Çift CDnin sonu ise oldukça dokunaklı ve etkileyici bir cover ile getiriliyor. Kauan - Long Lost to Where No Pathway Goes.
Uzun zamandır beklenen ama vasatın üzerine çıkmakta zorlanmakla eleştirilen bu saygı albümü yine de dinlenmeyi hakediyor.

6,75/10

26 Aralık 2009 Cumartesi

Band of Horses - Everything All the Time (2006)

Amerikan diyarlarından pörtleyen atların grubu, Fleet Foxes'ın banallığı ve hayalperestliğine düşmeden folk müziği rock ile harmanlayan, folk müziğe tempo katan bir tarz oluşturmuşlar. Gitar ve baterinin dinamik harmonisine tiz erkek vokal desteği şok aala gitmiş. O vokal ki geleneksel folkta olduğu gibi özündeki melankoliyi yitirmez iken o illet sinir bozan ciyaklama noktasına ya da acınası bir zayıflığa varmıyor. Açıkcası Seattle'ı kuşatan yağmura gebe sislerle kaplı yeşil dağlara ezik ezik methiyeler düzenlemek yerine dillerine şarkılarını dolayıp bir keçi patikasının yolunu tutmuşlar gibi.
Wicked Gil, Monsters, The Great Salt Lake

7,75/10

24 Aralık 2009 Perşembe

Carol Berg - Rai-Kirah 2: Revelation

Serinin ikinci cildi iblislerin kökenini araştırma gayretiyle birlikte Ezzaria toplumunun hoşgörüsüz bağnazlığının idrakına varmamız sebebiyle çok daha sürekleyici, nefes nefese okunacak bir eser olmuş. Elbette kusurları yok değil, artık kahramanımızın acı üstüne acı çekmesi, fonda acıların çocuğu çalmasına rağmen hiçkimseye kin gütmemesi, hep kendini suçlaması aşırıya kaçınca biraz bayıyor. Çok ayrıntılı ve karışık konusunu nasıl anlatacağım bilemiyorum, deneyeceğiz artıkın.
Spoiler
Seyonna Ezzaria'ya halkıyla birlikte geri dönmüştür. Hala halkı arasında dış dünya ile münasebetleri neticesinde kirlendiği, geleneklere karşı geldiği kısacası iblislere açık olduğu için topluma tehlike teşkil ettiği düşüncesiyle kendisine şüpheyle yaklaşılır. Diğer yandan kraliçe ile evlenmiş olup çocuk beklemektedirler. Performansının ötesinde yanına verdikleri Fiona adlı Aiefe ile birlikte (Aifeler iblislerin ele geçirdiği kurbanların ruhuna boyutsal kapı açıp maddi bir şekilde ruhu şekillendiriyordu, hatırlarsak eğer) ruh kurtarma savaşlarına katılmaktadır. Aynı zamanda hocasının kızı Catrin ile birlikte genç wardenları, savaşçıları, yetiştirmektedir. Bir gün eve gittiğinde karısının hamile olmadığının farkına varır ve etrafındakiler hiç çocuk yokmuş gibi davranırlar. Bu da her bir kaç yüz Ezzarian doğumunda bir rastlanan doğuştan iblisin bebek ruhu ile kaynaştığı bir duruma işaret eder. Seyonne'den habersiz gelenekler icabı bebek kurda kuşa yem olsun diye ormana bırakılmıştır. Doğal olarak karısını suçlar ve ardından bir iblis çıkartma seansında ilginç bir şeye tanık olur. Karşısındaki iblis gayet insanidir ve sonradan adının Vyx olduğunu öğreneceğiz, çarpışmayı reddeder. Tersine gelecek başka bir felaket konusunda uyarıda bulunur. Seyonne iblisi öldürmeden vücudu terkedince katı gelenekçi Fiona onu komiteye şikayet eder. Ve tüm yetkilerinin elinden alındığı bir cealandırmaya tabi tutulur Seyonne, inzivaya çekilir ölmek üzereyken Fiona tarafından bulunur, Catrin tarafından iyileştirilir ve bebeğinin ölmediğini Manganar halkının keşişlerine verildiğini öğrenir. Binbir zorlukla keşişi bulur, çocuğunun güvende olduğu ama onunla kontak haline geçemeyeceği söylenir. Tabi Seyonne çocuğun iblis ruhu taşıdığını da söyleyemez. Yine umutsuzluk içindeyken Prense Zander tarafından çağrılır. Sorun şu ki Yvor Lukash önderliğinde bir grup isyan edip esirleri kurtarmak gibi iyiniyetli eylemlerde bulunuyor ama bu durum da prensin iktidarını sarsıyor. Halbuki uzun dönemde prens zaten iyilik için çalışıyor felan filan. Seyonne onlara karşı savaşmayacağı ama barış için görüşebileceklerini söylüyor ve bu çetenin yuvalandıkları vadiyi gözleme alıyor. Seyonne liderlerinin görüştüğü keşiş olduğunun farkına varıyor ve kamptaki pek çok savaşçı lider dahil görünüş olarak ezzarian fiziğine sahip. Prensle anlaşıyor, kendini gerçekten kırbaçlatıyor ve prens onu çetenin elemanları alsın ve içlerinde casus olsun diye bırakıyor. Gerçekten de grup onu alıp iyileştiriyor, bu arada baskınlarına felan alıyorlar. Güvenlerini kazanmaya başlıyor. Son baskın prensin değer verdiği atlara karşı oluyor, her ne kadar Seyonne karşı çıksa da. Yvor ya da Blaise aslında, büyüyle ongünlerce sürecek yolculukları birkaç saate indirebiliyor. Bu son saldırının tuzak olduğu farkına varılıyor. Seyonne Blaise'in hayatını kurtarıyor. Blaise uçan bir yaratık şekline giriyor. Kamplarına geri döndüklerinde Blaise çocuğunu evlatlık verdiği ablası ve topal kocasının çiftliğine götürüyor Seyonne'u. Dönüşte de kimliğini açıklıyor, aslında bu isyancı grubun çoğu Ezzarianlılar tarafından gizlice başkalarına verilen iblisli çocuklar. Büyü güçlerine sahip olarak şekil değiştirebilen bu kişiler bir süre sonra ya o yaratıkların şeklinde edebiyen kalıp kişiliklerini kaybediyorlar, dönüşüm yapmadıkları sürece de deliriyorlar. Ve Blaise vaktinin az kaldığını söylüyor. Tabi Seyonne kendi çocuğun düşünerek yardım edeceğini söylüyor. Bu arada bu kişilerin içinde iki ayrı ruh yok. Kendileri nasılsa öyle, tümleşik. Fakat kampta Seyonne'un prens tarafından kölelikten azat belgesi bulunuyor, foyası açığa çıkınca herkes onu terkediyor. Fiona yine bir yerlerden çıkıyor. Aslında kraliçenin onu Seyonne'un peşine takdığı çok daha sonraları anlaşılacak. Olanları öğrenince bütün öğretilerinin temeli sarsılan Fiona Seyonne'a Balthar'ı bulması gerektiği yönünde akıl veriyor. Balthar Ezzarian kölelerin büyü gücünü yok eden ve ölüme de sebep olabilen bir tekniği Derzhilere öğreterek kendi halkına ihanet bir Ezzariandır. İşin gerçeği bu adamın iki çocuğunun da iblisli doğduğunu ve ormanda ölüme terkedildiğini, tıpkı Seyonne gibi vahşi olmayan bir iblisle karşılaşan bir wardenla tanıştığı, aslında iblislerin öğretildiği gibi olmayabileceği yönünde halkını boşuna ikna etmeye çalıştığını ve sonunda intikam hırsıyla dolduğunu öğreniyoruz. İkili Derzhi başkentinde Balthar'ın yerini öğrenir ama prens bu sefer Seyonne'un kendisine ihanet ettiği düşüncesindedir. Neyse bir adada Balthar'ı bulurlar, hiç de bekledikleri gibi şeytani biri değildir. Bir tapınakta tahrip olmuş mozaiklerle ve ezzarianların yok ettiği kendi tarihleri ile uğraşmaktadır. Mozaiklerde mutlu bir şekilde ve şekil değiştirebilen bir halk resmedilmiştir. Bir süre sonra bir kapıdan geçerek başka bir boyuta geçtikleri ve Blaise gibi sorun yaşayanların düzelmiş şekilde döndükleri görülmektedir. Fakat Ezzarian büyükleri bir büyü yapar ve bu kapı kapanır. İstenmeyen sonuç olarak ise iblisler doğar. Bu arada günlerdir Seyonne rüyasında buzlu kıraç bir topraktaki şatoda renkli ışıklara boğulmuş saydam insansıların toplandıklarını ve kötü enerji saçan bir lider etrafında ordu oluşturduklarını görmektedir. Fiona'yı ikna eder, Balthar'ın vücudu vasıtasıyla iblislerin yaşadığı bu buzlu karlı bozkırlara varmak maksadıyla başka bir boyuta geçiş yapar. Bu esnada iblislerin de Ezzaria toplumu gibi üçe ayrıldığını öğrenirler: İnsanların ruhunu elegeçiren Gastai adlı avcılardır. İnşa edici Rudrailer ve en yüksek de insanlarla pek uğraşmayan güçlü nevailer vardır. Başkarakterimiz zifiri karanlık bir ortamda delirmiş Gastailer tarafından alıkonur ve aylar boyunca işkence görür. Bir davada yargılanırken Vallyne adlı nevai tarafından alınır ve iyi davranılır. Eşi Denas dünyaya varacak seferin başı olmak üzere çırpınan gaddar bir iblisdir. Seyonne'yi sevmez. Vyx ise Vallyne ile müttefiktir. Ayrıca Merryt adında yer yer Seyonne'ye yardım eden başka bir warden daha vardır orada. Bu iblislerin görünüşü her ne kadar fiziki insan görüntüsüne bürünseler de ışık tayfı gibi aslında güzel bir şey. Bu iblis diyarı kısmı biraz karışık. Çünkü kim iyi kim kötü belli değil, hep bir entrika düzenbazlık dönüyor. Kısaca mevzu şu: İblisler eski dünyalarını heykellerle ya da ruhsuz büyülerle taklit etmeye çalıştıkları bu şehirde bir gölge gibi yaşarlar. En alttaki iblisler dünyaya sızıp yaşam kırıntılarını üstlerine getirirler. Ve iblisler acınası bir şekilde hayatı hissetmeye çalıştıkları sefa alemleri düzenlerler. Her şeyin suçu ise kendilerini vücutlarından dünyalarından alıp götüren Ezarianlardır. Bir ordu şekinde dünyadaki bir kapıya varacaklar onu vücudunu gönüllü bir şekilde iblisle birleşmeye bırakacak bir ezzarian yardımıyla açacak, Kir Navarrin adını verdikleri dünyaya, boyuta gideceklerdir, ellerinden alınan hayata tekrar kavuşmak için. Bu esnada size bir efsane anlatayım, bir tanrı ölümlü bir kadını,Verdonne eş alır. Fakat bu eş herkes tarafından sevilir ve bir erkek çocuğu ,Valdis doğurur. Tanrı gerçekten delirir kıskançlıktan her Allahın günü Verdonne'ye eziyet eziyet üstüne. Oğlu büyür babasını yener ve bir kaleye hapseder, ismini de ondan alıp isimsiz bırakır tanrıyı. Sonra da annesini tanrıçalığa yükseltir. Kapiş? Ezzarianlar bu kaleden sızıntıyı keşfetmişler ve o boyutu tümden yasaklamışlar bir büyük büyüyle. O boyutta yer alan havuza da bu şekil değiştirme sorunu yüzünden gitmek zorundalardı. O özelliklerini de çekip çıkartırlar içinden. Normal insan olmaya çalışırlar yani bin yıl önce. Tüm tarihlerini de yok edip katı kurallar oluştururlar. Fakat bu büyücül yanları iblisleri doğurur, kendi vücutlarını terketmek zorunda kalan ve hayata aç ruhumsu bir şeyler. Neyse ne Seyonne Merryt'i kurtarır dünyaya yolar ve Ezzarialıları uyarmaya çalışır. Ama aslında Merryt'in ilk kitapta gördüğümüz iblis saldırısının arkasındaki beyin olduğunu, amacının mahpus deli tanrıyı uyandırıp kaosu getirmek oduğunu öğrenir. Vücudunu Denas'a verir ve kapıyı açmak için yola koyulur.Amacı hiç bir insana zarar gelmeden iblisleri Kir Navarran'a göndermek ve o karanlık kaleyi tamir etmeye çalışmak. Fakat Ezzarialılar iblisleri durdurmak için kapıya gelirler. Seyonne'u kapıyı açtıktan sonra ele geçirirler. Bu kısımlar muhteşem. Çünkü avcı av olmuştur, diğer warenlara zarar vermeden iblis olarak çarpışır bu sefer Seyonne. Bu arada kendini kaybetmeye yakın Blaise Fiona yardımıyla kapıdan geçer. Ve iblisler de gizli gizli geçmeye başlarlar. Merryt geçmeye çabalasa da geçemez, Seyonne'nin ruhuna girer oradaki genç wardenları rehin alıp öldürür ve en sonunda geberir. Ezzarialılar ise Seyonne gibi bir savaşçıyı kurtaramadıklarını düşünür. Dolayısıyla gelenek gereğince yaralı vücudu ölüme terkedilir. Hatta karısı olacak şerefsüzz, kraliçe gelir daha çabuk ölsün diye bıçaklar. Neyse Fiona, Balthar , artık iyileşmiş Blaise ve Prens Zander gelip onu kurtarır, iyileştirir. Bu arada diğer boyutta Vyx kendini feda ederek kaledeki sızmayı önler. Denasın ruhu ise Seyonne tarafından absorve edilmiştir. İlginç bir detay artık üçüncü ciltte aydınlanacağını tahmin ettiğim şey Seyonne'nin düşünde kale etrafında uçarken kaledeki mahpus adamı görmesi ve suretinin kendisi olması!

Apocalyptica - Plays Metallica by Four Cellos (1996)


Kahroluyorum çünkü bu albüm hakkında hissettiklerim, favori şarkılarıma kadar, enternasyonal metal camiasıyla birebir uyumlu. Nerde kaldı farklı olacam tripleri, ben de mi yalanmışım Allahım? Yani, çello çalan bu tipler ilk albümlerinde isimlerini duyurabilmek maksadıyla çello-klasik müziğe uysa da uymasa da Metallica'nın en popüler şarkılarını seçmişler. Bir yarısı o kadar güzel olmuş ki kendi değerlerini yaratıvermişler: Bir Master of Puppets'ı ya da Unforgiven'ı artık Apocalyptico yorumu aklınıza gelmeden tasavur edemezsiniz. Ee beklendiği gibi parçaların kalan yarısı da vasatın üstü ve vasat mecralarında salınıyor. Bir de kümülatif bir etkinin sonucu olarak 45 dakika gıy gıy da gıy gıy biraz kafa ütüleniyor. Welcome Home (Sanitarium)'u da şahsiyetli parçalar arasına ekleyebilik.

8,0-/10

23 Aralık 2009 Çarşamba

3 Mustaphas 3 - Heart of Uncle (1989)


İngiltere'de bir grup matrak müzisyen köklerinin Balkanlardan geldiğini iddia edip hepsi Mustafa mahlasını (Hicaz Mustafa, Hüzzam Mustafa gibi, aslında biri hariç o da amca demiş kendine bkz. albümün ismi, uncle) almış, diğer müzisyenlerin de desteğiyle dünya müziği kategorisi altında oldukça itibarlı bir kaç albüm yayınlamışlar. Dünya müziği demişken Hindistan'dan Orta Doğu'ya, Balkanlar'dan İrlanda'ya ve oradan Latin Amerika'ya dağılan bir coğrafyadan bahsediyorum. Örneğin açılışı bizim avera vu adıyla bildiğimiz Awara Hoon ile yapıyoruz. Bayan vokal gerçekten iyi iş çıkarmış bu şarkıda. Bu yerel ezgiler anladığım kadarıyla orjinallerine sadık kalınarak, yerel enstrümanlardan da faydalanarak çeşitli vokallerde tempolarda seslendirilmiş. Bir nevi kültür emperyalizmi diye hayıflansak da bu kadar çeşit ezgiyi bozmadan, kirletmeden bir araya getirerek bir tür rehber hazırlama gayreti takdir edilmeli. Yoksa ben şahsen oturup yerel müzikleri kendi orjinalliğinde zor takip ederim. Ama bu tarz albümlerle en azından bir girizgah yapabilir konumuna geliyoruz.
Albümde özellikle hoşuma giden Mama O adlı parçanın kökenini bulamadım internette. Diğer biri Ovcepolsko Oro aslında bir tür horon musikisi. Benga Taxi ise çılgın bir latin parti şarkısı, hani tren olur ya millet hah ha, süper.

8,0/10

22 Aralık 2009 Salı

Amy Macdonald - This Is the Life (2007) Single


Nedense yeni keşfettiğim bir şarkı, This is the Life. İkinci parça This Much is True ile birlikte hareketli, pozitif ama içinde hüznü eksik olmayan narin hoş bir pop soundu oluşturmuş sanatçı. Folk etkisinden söz ediliyor, keman , akustik gitar etkisi sebebiyle. Lafın özü şu ki bu kızcağıza dikkat etmek lazım. Umarım ileride daha da parlar.

8,0/10

King Diamond - Conspiracy (1989)


Hikaye olarak Abigail'in devamı olan bu albümün en güçlü silahı Cremation adındaki sözsüz parça. Diğer parçalar da en azından benim canımı sıkmadılar, iyi yani.

7,0/10

21 Aralık 2009 Pazartesi

RETRO: Summoning - Let Mortal Heroes Sing Your Fame (2001)

Grubun en kolay dinlenir albümü olması ünvanını büyük oranda özellikle albümün başı ve sonlarında yoğunlaşan bol tekrara dayanan epik keyboard düzenlemelerine ( aslında buna epik dersek benzer grupların epik parçalarını paçavralar içindeki bir dilenci kadar epik sayabiliriz) ki bunu da savaş meydanlarını muştulayan trompet-boru ayarı sağlıyor, borçlu. Elbette konuşma ve film sampleları olabilecek en müsait anlarda kullanılarak akışa büyük katkıda bulunuyor. Yürek kabartan duygusallıkta dinamizmi kaybetmeden A New Power is Rising introsu, ardından South Away (buyrun, favori Summoning parçamla tanışın) ve kapanışı yapan Farewell sizi beni konu komşuyu alıp başka diyarlara götürüyor. Şarkılar söz olarak olumlamasa da içimden ulennn! orkların da canı varr! diye bağırmak gelmiyor da değil hani. Kulak orgazmı... Ve bu albümün bazı anları bırakın black metali metal bile değil. İşte tam da bu yüzden bahsetiğim konu komşu da dinleyebilir. Sonra da büyük ihtimal sizin eksik tahtalarınızdan sözedebilir diğer konu komşulara, ama olsun. Heh he.
Ortadaki şarkıların ritmik bir tempo boyunca ilerleyen klasik tarzlarına daha yakın olduğunu , Stronghold'da geliştirdikleri melodik formülayı devam ettirmediklerini söyleyebilirim. Yine de albümün geneline baktığımızda bu durumun keyif kaçırdığını söylemek haksızlık olacaktır.

9,50/10

20 Aralık 2009 Pazar

Jäh Division - Dub Will Tear Us Apart (2004) EP

Valla bu adamlar kimdir, nedir in midir 3 harfli midir bilmem, 2004 yılında 4 tane Joy Division parçasını dub türü içinde yeniden yorumladıkları bir EP çıkarmışlar. Dub kökeni reagge'ye dayanan yavaş, en azından burada sözsüz, ritmik, beatlerin ekolu şekilde yer aldığı, efektli felan kısacası orta tempo pilot müziği. Özellikle Transmission cover'ı uçuruyor resmen. Diğer parçalar olmazsa olmaz Love Will Tear Us Apart ile Heart and Soul ve Disorder. Keyif alınmaması zor bir çalışma. Ama türü takip eden bilen biri için bayık sıradan gelebilir, bilemiyorum.
Böyle farklı çalışmaları arayıp bulunca ayrı bir keyifleniyorum açıkcası. Örneğin bu aralar 3 Mustaphas 3 ile Sir Richard Bishop dinliyor ve kendi kendime de olsa güzel vakit geçiriyorum.

8,0-/10

Pearl Jam - Pearl Jam (2006)


Normalde Pearl Jam'den çok da haz etmem. Grunge ile felan da bir ilgisi yok. Vokal ve soğuk gitarlar en büyük etken aslında. Bu albümden çıkan Worldwide Suicide ya da Life Wasted gibi daha yalın rock parçalarını dinleyince hele bir şans vereyim dedim. Birkaç zoraki dinlemenin ardından ki bu dosyayı nereden yüklediysem, kalite çok kötüydü, kabakçiçeği misali bir açılım gösterdi albüm. Hükümetin makaatında patlayan açılım paketlerine inat parçalardan gittikçe hoşlanmaya başladım. Birkaç kötü an dışında, böyyük hitleri Jeremy'yi fazla andırması sebebiyle Gone ile gospel rock gibi acınası bir balad Come Back, ve tabi fazla didaktik şarkı sözleri ki oğul Bush karşıtı anatema etrafında şekilleniyor albüm, albümün zayıf karnını oluşturuyor. Parçaların çoğu vasatın üstü olmakla beraber üstteki parçalara ek olarak Comatose, Severed Hand ve Big Wave'in isimlerini yad edebilirim. Ortadoğu ezgisinin hafiften yedirildiği Army Reserve ise bu şarkıları burun farkıyla geçip en ilgi çeken parça kulvarında altın madalyonu kazanıyor. Abilerin başarılarının devamını diliyoruz.

7,50/10

19 Aralık 2009 Cumartesi

Behemoth - Evangelion (2009)

Behemoth'un ilk dönemlerinde kirli çiğ çirkin hafiften pagan etkilenimli black yaptığı günlerin şahidiyim. Arada melodik death-black çizgisine kaydıklarını da dinlediğim bir kaç şarkısına istinaden iddia edebilirim. Durdukları yerde duramayan yaşlandıkça sertleşerek doğa kanunlarını tersyüz eden grubun Demon albümünü de dinlemişliğim var. Her ne kadar modern jilet gibi ve mekanik kayıt tekniğinden hoşlanmasam ve her ne kadar brütal death benim tarzım olmasa da şimdi sezarın hakkı sezara brütüsün hakkı brütüse, ortalığı yıktılar o albümle. Sonlarına geldiğimiz bu yılda çıkardıkları Evangelion ile de aynı hat doğrultusunda ilerliyorlar. Nile'ı andırır etnisite ve tonlarda brütal teknik death metal, insanevladından çıktığına inanılamayan bateri darbeleri, hayvani böğürtüler (genişliği fazla değil ancak), hafiften atmosferik gıcırtılar, biraz derecesi düşse de hala bana göre fazla modern kayıt kalitesi, sadece bir kaç dinleme ile çözülebilecek groovy besteler, vessaire vessair. Ama bir şey itiraf edeyim, canım brütal bir şey çekerse tercih edeceğim albümleri mistik-deli kısacası daha yoğun karakteri ile Demon olacaktır, bu değil. Özellikle belli bir andan sonra bu albümdeki parçaların tekrara sarıp sıkıcılaşmaya başladığı sadece benim değil pek çok ölümseverin de fikri.
Fav. Transmigrating Beyond Realms of Amenti
Enteresan : Lucifer

7,50/10

RETRO: Gorgoroth - Antichrist (1996)

Yeni yeni black metal dinlemeye başladığım vakitler, hala satanizm hezeyanının tedirgenliğinin havayı ağırlaştırdığı vakitler, bu albümden aldığım keyif biraz daha fazlaydı. Hatta kedi keserdik felan diye dalga geçecektim. Sonra aklıma "demokratik" polis devletine doğru adım adım yaklaştığımız bu günlerde isimsiz ihbarların Allah sözü yerine konduğu aklıma gelince kendi kendimi ihbar ediyor konumuna düşebileceğimin farkına vardım. Zira RTE'lere metal işareti yapmak , RTE'ye açım diye bağırmak karakolda tavşan "kanı" çay içmeye davet edilmek demek değil mi? Neyse işin gücün yok, müzik ve satanizm arasında ilişki, tüylü hayvanlardan tiksinmemin onları keseceğim anlamına gelmeyeceği, teenage angst kavramı gibi kulakların algılayamayacağı ceberrut duvarlara laf anlatmaya çalış. Şimdi mizahçıları daha iyi anlamaya başladım. Ben daha ağzımı açmadan vazgeçiyorum, vazgeçirttiriliyorum yafu.
İlk albüme göre keyifmetremizin ibresi daha da geri bir yerlerde kıpraşıyor. Aslında en büyük fark tiz vokalin yerini daha anaakıma uygun bir vokale yerini bırakması. Onun dışında sadece 25 dakika süren bu albüm klasik orta tempo çirkin black metalin her tür tarama, kazıma, tremola, blastbeat klişelerini kullanıyor.

8,0/10

18 Aralık 2009 Cuma

The Ting Tings - We Started Nothing (2008)


We Walk adlı kliplerine kadar duyarsız kaldığım bu ilginç grup punk tavrıyla pop yapıyor. Genelde bayan vokalin seslendirdiği şarkılar (back vokalde erkek olan diğer grup elemanını duyabiliyoruz) orkestral bazda yani ince ince gitar ve basit bateri nağmeleriyle dans rock'a da göz kırpıyor. Yalnız basit ve eğlenceli bu tarza kasıtlı olarak mı karar vermişler yoksa becerileri bu kadar mı diye sorarsanız ben ikinci şıkka daha yakınım. Ayrıca MIA'nın soundunu hafiften andırır düzenlemeler de bize aynı britiş köklerinden beslendiğini gösteriyor.
Basit pop anlayışı her ne şekilde allanıp pullansa da (dediğim gibi elektronik, post-punk vs) eğlencelliği güncellikle kısıtlı bu çalışmanın müzik piyasasında kalıcı bir iz bırakabileceğini söylemek zor. Yine de Allah'a şükürler olsun diğer şarkılar, en azından çoğu, Shut Up and Let Me Go kadar sinirbozucu değil, tersine eğlenceli. We Walk ile Impacilla Carpisung ise ortalamanın gayet üstüne leziz parçalar.

7,0+/10

16 Aralık 2009 Çarşamba

Mogwai - Young Team (1997)


Post rock aleminin köklü gruplarından olan Mogwai ile müşerref olduğum bu albüm açıkcası biraz bana ilginç geldi. Öncelikle ecnebilerin dull dediği renksiz bir atmosfere sahip olan albüm içinde barındırdığı değişik parçalarla biraz yamamsı bir görüntü veriyor. Değişik derken 3 dakikalık bir işkence parçasını da buna dahil edebiliriz. Bu tarz müziği kulaklıkla dinlediğinizde With Portolio önce sol sonra sağdan kulağınızı gürültü bombardımanına tabi tutuyor. Sadece soldan soldan gelmiyor, soldan sağdan sarmal şekilde. Gerçekten kötü. Ayrıca fısıltılar, parça pinçik parça yapıları post-rock'ın da ötesinde deneysel havayı ağırlaştırıyor. İyi yanları yok mu? Dalga mı geçiyosun, tabii ki de var. Misal gereğinden uzun, 12 dakika, süresi, basit ritmi ve gürültülü kreşendo nakaratı ile Iggy Pop tarzı çiğ punk mecralarında dolanan Like Herod oldukça etkili. Yer yer bu gitar tonunu albümde duysakta albümün orta kısmına hakim olan ve Tracy adlı şarkıda en iyi cisimlenen durağan, dingin ve dinlendirici hava, bence daha uzun sürmesi gereken Summer ve yukarda nefretimi sunduğum portföy şarkısı ile kesintiye uğruyor. Sonra da poetik bir güzelliğe evriliyor sound. Albümün kapanışını ise belki de en bi güzel parça Mogwai Fear Satan ile yapıyoruz. Klasik post rock kalıbıyla başlayan 16 dakkalık parça flütün de devreye girmesiyle yavaş yavaş nazik nazik başka bir boyuta salınıyor. Sanki amazon yerlilerini gözetliyoruz yaprakların arasından. Klas bir şarkı, ne diyeyim.

8,0/10

RETRO: Summoning - Stronghold (1999)


Offf, hiç bir grubu bu kadar didiklememiştim. Neyse geldik Stronghold'a. Grubun takipçilerinin yarısının , belki de biraz daha fazlası, favori albümüdür bu. Neden olmasın ki? Bestelerin çoğu basit ve çarpıcı melodiler üzerine kurulmuştur. Bir yandan da bu hal-i ahval daha önce bu kadar göze batmayan bestelerdeki tekrarcı öğeleri can sıkıcı seviyeye çıkarıyor. Ayrıca bu albümde ilk kez bir parçada tamamiyle bayan vokal kullanılıyor, Where Hope and Daylight Die. Diğer albümlerinden farklı bir noktası da bazı sözlerin Tolkien etkisinin altında yazılmaması. Sound olarak da daha senfonik, hırslı, ihtiraslı ve melodik hatta hatta gotik bir çizgi izliyor albüm. Bu da dinlemeyi bir ölçüde kolaylaştırıyor. Yine de agresif black metal beklemek yanlış olacaktır. Diğer albümlerde olduğu gibi tempoyu alıp götüren klavye ezgileri olmakla beraber yer yer bazı parçalarda fuuzi gitarın kışırtılı ritimlerini önde duyabilmek mümkanatı da mevcut. Bu yüzden grubun sert albümlerinden biri olarak bile klasife edilir Stronghold. Yine bu albümün öne çıkan bir özelliği grubun iki elemanının vokale katkısının daha gözle görülür şekilde ayrışması. Birisi daha tiz yırtıcı tonlarda ve diğeri de atmosfere daha uygun. Her biri kendine has güzellik içeren parçaların en güzelini karpuz güzeli misali seçmeyeceğim. Ama the Glory Disappears ile The Shadow Lies.. 'dan pek az hoşlandığımı, son parça A Distant Flame'de sonraki albümde sıkça yapıldığı gibi filmlerden sample kullanıldığını söyleyebilirim. Hakkatten ne güzel ne destansı bir kapanış oldu bu yaw.
Şahsi öznelliğimde, kafamı mikroskoptan kaldırıp albümü makro açıdan değerlendirdiğimde bir de-sinerji bir tatsızlık mevcut. Bir bariyer var, hangi vakitte hangi şart ve mekanda dinlersem dinleyeyim yıkılmayan bir bariyer.

8,75++/10

15 Aralık 2009 Salı

Robert Jordan - Zaman Çarkı 4-1: Gölge Yükseliyor II

Hiç beklemediğim ölçüde bu fasikülden zevk aldım. Çünkü memleketine olayların başlangıç yerine geri dönen Perrin'in yükselişi, Rand'ın Aielleri etrafında toplama çabasına, Tar Valon'daki dramatik değişimlere ya da Nynaeve ile Elaine'in Tanchico'da kara ajah avına on basar. Burada hem düğümler çözülürken diğer yandan da aksiyon özellikle Perrin etrafında almış başını yürümüş. Aksiyon sahnelerinin inşası çok başarılı olmuş. Ancak yeni yeni devreye giren karakterler, yeni isimler, Aiel kabileleri artık beyin çökerten bir etki doğruyor. Beyni resetlemek yerine Aiel bölümlerindeki isimlere dikkat etmeyerek çözüm geliştirmeye çalıştım.
spoiler
Rand'ı Aiellerin kutsal kentinde çıkarken bırakmıştık. Kendisini seçilmiş Car'a'carn olarak kollarında ejder resmiyle buluyor. Tüm Aiel klanlarını etrafında toplayabilmek için kutsal bir vadide buluşmak üzere tüm Aiel klanlarına haber salıyor. Ama Shaido kabilesi ve onları yöneten adam erken davranıp teamüllere karşı biçimde o vadiye yola çıkıyor. Mecburen Rand da kendi destekçileri ile ki onlar Tear'dan beri kendini takip eden grubun kabilesi, Rhuidan'ı terk eder. Yeni bilge olan eski mızrağın kızı Aviendha yol boyunca Rand'ın yanında bulunmakla görevlendirilir. Sonra bir grup çerçi kafilesine rastgelirler. İlginç karakterlerle dolu bu kafilenin göründüğü gibi masum olmadığını sezen Rand yine de onların gruba katılmasına izin verir.
Tanchico'daki grubumuz ise yenik işgalci Seanchanlardan bir kadın Egeanin ile kimliğini bilmeden arkadaşlık kurar. Egeanin Falme'deki savaş sonrası ellerinden kaçan yönlendirme gücüne sahip köle kadınların peşine düşmüştür. Ama Aes Sedailerin hiç de düşündüğü gibi olmadığını anlayınca onlardan etkilenir. Taraf değiştirir. Yine de Kızlar ona yeterince güvenemez. Neyse kara ajahların Panarch'ın sarayında olduğunu öğrenir. Zira kara ajahlar sarayın etrafında başlarında karanlık dostu olan bir adamın liderliğinde (büyük ihtimal sonraki ciltlerde daha geniş rollerde göreceğiz bu adamı) beyaz cübbe desteğini de mevzilendirmişlerdir. Düşler aleminde Nynaeve kara ajahların peşinde oldukları sarayda saklı büyülü nesneleri tanımlamayı başarır. Ayrıca bir terkedilmişin de sarayda, Moghedien bulunduğunu öğrenir. Tanchico kentinin başkentlik yaptığı Tarabon ülkesinde ise iç savaş genişlemiştir. Bir kral ile Panarch adı verilen kraliçenin ortaklaşa yönettiği ikili sistemde Amathera adındaki kraliçenin de kara ajahlar tarafından tutsak edildiği ortaya çıkar. Neyse ne Tanchico'da daha önce de karşımıza çıkan Domon adındaki kaptanın yardımıyla kızlar saraya sızar. Nesneleri kaçırırlar. Hatta Nynaeve terkedilmişi yenip bir süreliğine tutsak bile eder. Sanırım bir kaç kara ajah da etkisiz hale getirilir.
Perrin ise İkinehir'in beyaz cübbelerce istila edildiğini görür. Diğer yandan da trolloclar saldırı halindedir. Halk da istemeye istemeye korunma amaçlı beyaz cübbelerin varlığını kabul etmişlerdir. Perrin'in ailesi öldürülmüştür. Herkes katilin trolloclar oduğunu sanırken aslında fail beyaz cübbelere yardım eden Faine'dir. Mat'in ailesi tutsaktır beyaz cübbeler elinde. Mat'ın ve Rand'ın babası ise kaçak durumunda daha önceden de tanıdığımız Verin ve Alanna adlı Aes sedailerle birlikte saklanmakadır. Perrin ile Faile çiftçilerin yardımıyla tutsakları kurtarır ve Perrin Emond Meydanı'nda halk tarafından Lord Altıngöz ünvanını alır. Beyazcübbelerin inisiyatifini kırar. Günlerce süren trolloc istilasına da karşı koyar. Hatta bir ara Faile ile evlenir. Onun yardımıyla çevre köylerden gelen katılımla son saldırıyı da def eder. Artık kendi kurt bayrağı vardır. Bu arada düşler aleminde avcı olarak gezen ve orada Lord Luc adıyla köylülerin güvenini kazanmaya çalışan karanlık bir tip tanırız. Onu da yaralamyı başarır. Yafu bu Perrin utangaç Conan gibi bir şey olmuş.
Tar Valon'da ise kızıl ajah Elaida önderliğinde kanlı bir isyan olur ve Amyrlin makamındaki Siuan yardımcısı Leane ile birlikte büyüden daimi olarak yalıtırlar. Min'in yardımıyla kuleden kaçmayı başarırlar. Aiellerin kutsal vadisinde Rand tam seçilmiş şeflerin şefi olduğunu açıklayacakken Shaidoların pratikte liderinin de kollarında ejder resmi olduğunu göstererek seçilmiş kişinin kendisi olduğuna dair iddialarına tanık olur. O zaman sadece Rhuidan'dan sağ çıkmayı başaran şeflerin bildiği bir gerçeği, Aiellerin aslında pasifist yaprağın yolunun takipçisi olduğunu ve artık karakterleri haline gelmiş savaşçılıklarının aslında deformasyon olduğunu açıklar. Büyük tepki çeker bu ve bir kısım Aiel Shaidolar ile birlikte bunalıma girerek oradan ayrılır. O sırada Lanfear Rand'a görünür. Asmodean adlı bir terkedilmişin Rhuidan'a geri dönerek oradaki gizli büyülü nesneyi almaya çalıştığını söyler. Aslında bu iki terkedilmiş tüccar kafilesinde saklanmışlardır. Neyse Rand boyut kapısı açar Rhuidan'a gider, Asmodean ile savaşır ve büyü gücüne daimi zarar verir. Lanfear ile de anlaşarak ki aralarında çekişme olan terkedilmişlerin Asmodean'ın büyü gücünü kaybetiğini öğrenmeleri iyi bir sonuç doğurmayacaktır, en azından kendi sağlığı için, Asmodean'ın daha önceki aşık-ozan kılığında Rand'la yolculuk ederek "erkek büyücüler için büyü teknikleri" semineri vermesini kararlaştırırlar.

The Gazette - Before I Decay (2009) single

Japon çizgi filmleri başlarken ya da biterken genelde iki tür müzik çalar: ya bi kızcağızdan dokunaklı bir balad ya da bir delikanlıdan hop hop enercayzer bir rock parçası. İşte bu sonuncusuna J-Rock demiş adamlar. Bi nevi Anadolu Rock. Sanırım genel olarak benzer bir soundu paylaşıyor bu gruplar. Enerjik moderen yumuşatılmış duygusal durlarıyla nu-metal ,ben nu-rock diyorum, gibi bir şey. İki şarkıdan oluşan bu single da farklı bir yerde durmuyor.
Grubun ismi kuul bir de.

7,25/10

14 Aralık 2009 Pazartesi

Frederik Pohl - Pısırıklar Çağı


1969 tarihli bu bilim kurgu eserinde 60'larda bir yangında öldükten sonra dondurulan ve onunla birlikte sosyal dokuyu öğrendiğimiz 25. yüzyılda uyandırılan bir adamın hikayesini öğreniyoruz. Zira ölüm artık kanıksanır bir hale gelmiştir, endüstriye dönüşmüştür. Kısacası insanlar öldüklerinde ölümlerine çare bulunana kadar dondurularak korunmaktadır. Tabii ki bir meblağ karşılığında. Kahramanımız hemen hemen her şeyin elinde tuttuğu metal dedektörü benzeri bir "hazverici" cihazı ile bağlı olduğu merkezi bir bilgisayar aracılığıyla kontrol edilebildiğinin farkına zorla da olsa varır. Misal hormonal düzenleyici kokuları da o aletten alır, telefon görüşmelerini, yiyecek içecek siparişlerini de ondan yapar. Ama beklediğimiz gibi yapay zeka sorunsalını taşımaz bu nesne. Aslında otomasyondur sözkonusu olan. Neyse 50'li yılların kafasına dik giten hafiften maço kahramanımız ne zaman bu aletin tavsiyelerini dinlemese kendini zor durumlarda bulur. Çağın yaşayanlarını bağımlı hale getiren bu pahalı sisteme karakterimiz gibi pek çok sonradan uyandırılan adapte olamaz, işsiz kalıp fakirleşince sistem dışında kalmanın yegane çaresi dilenmektir. Fakat yeniden yaşama döndürülmenin sanayileştiği bir çağda insanlar kontratlarını imzaladığı, hukuki gereksinimleri karşıladıkları sürece diğer insanları öldürebilmektedir, sistem dışındaki insanlar içinse ölüm nihaidir. 50'li yılların komik uzaylı klişelerini birebir taşıyan ve dünyada esir tutulan Sirius'lu bir düşman tarafından başkarakter kandırılır ve dünya Sirius'tan gelecek saldırıyı beklerken (olup olmayacağı belli değil) sisteme ve rahata aşırı şekilde bağlı halk kendini öldürtüp depolarda uykuya dalar. Ve meydan bu otomasyon sistemine karşı gelen bir avuç insana kalır. Fakat kahramanımız şaşırtıcı bir şekilde sistemin yürümesi yönünde olaylara müdahil olur.
"Bir ırkın tarihini baştan yazamazsın, olan oldu, sonucu da bu. Sonuç hoşuna gitmediyse, insnları yön değiştirmeye ikna etmeye çalışmaman için bir neden yok. Başka bir yöne-herhangi bir yöne! Nasıl istersen. Ama geri dönemezsin."

Hibria - Defying the Rules (2004)


Brezilya'dan hele üç grup say sorusuna Sepultura ile Angra'yı içeren bir cevaplama ardından sesim soluğum kesilebilirdi. Hibria'yı bu debüü albümüyle tanımıyor olsaydım.
Grubu herkes kendi bildiği gruplar üzerinden tanımlıyor. Ben de öyle yapayım: Iron Maiden, Gamma Ray, Helloween, Steel Prophet. Albümün olumlu parametreleri şunlar: aydınlık güleç bir sound, speedy gonzalez ve tam sevdiğim gibi melodik besteler, ergenleşmemiş kız sesi seviyesine düşmeden geleneksel power metal normlarının altından başarıyla kalkan vokal, rahatça duyulan ve model mankenin ötesine geçen bas, çifte gitar attack, solo solo solo, Steel Lord on Wheels, Kingdom to Share, Millenium Quest, Stare At Yourself. Negatif parametreler: inanmak zor ama bir/bu power metal albümü ilk dinlendiğinde kafa ütülüyor, yahu arkadaş bir dur bir durul, hız hız nereye kadar, illa klavyeli akustik balad olsun demiyorum ki bu öğeler zaten albümde hiç yer almıyor, ama orta tempodaki Living Under Ice örneğin daha yavaşlatılabilirdi. Dolayısıyla bazı besteler nispeten zayıf kalıyor hatta ve hatta benzeşiyor.
Neyse ne çocuğum, kaskını unutma çok da hız yapma atla motopisikletine dal maceraya, ben battaniyemi dizlerime çekip dumanı tüten kahvemi dudaklayıp Hibria dinleyeceğim.

8,50-/10

13 Aralık 2009 Pazar

Miles Davis - Kind of Blue (1959)

Hemen hemen herkesin ortak kanısıyla gelmiş geçmiş en iyi jazz albümü seçilen Kind of Blue'nun açıkcası bu payeyi nasıl aldığını anlamış bulunmamaktayım. Gıcık olduğum çatal bıçak cazının sinir bozuculuğuna sahip olmamasına rağmen yine de tür içinde favorilerim arasına yer almayacak. Tabii ki caz tarihini bilmediğimi tam buracıkta eklemeliyim. Belki öncellerinden çığır açıcı bir kopuşu temsil ediyordur albüm.
Sound resimden de görülebileceği gibi saksafon ağırlıklı, parçaların da belli bir değişkenlik arzettiğini söyleyebilirim. Genel olarak sıkıcı demeyeyim de uyku getirici bir hava hakim albüme. İlginçtir ilgi çeken parçalar yavaş tempolu olanlar, özellikle bonus olarak alternatif bir yorumunun da daha sonraki baskılara dahil edildiği Flamenco Sketches ve Blue in Green ki siyah beyaz amerikan dedektif filmlerindeki ağır atmosfere sahipler.

7,25/10

King Diamond - Them (1988)


Teyatral açıdan oldukça yetkin, beste açısından ise önceki albümün gerisinde. Hikaye şarkı sözlerinde çok daha akıcı ve rahat bir şekilde anlatılmış. 2 ham kayıdı içeren bonus kısmı özellikle hoşuma gitti. Tea, Twilight Symphony ve Mother's Geting Weaker.

7,0/10

12 Aralık 2009 Cumartesi

The Killers - Day & Age (2008)

Las Vegas'ın kumar fişi şıkırtılarını geride bırakıp çölleri aşarak pop-rock alanında ismini hatırı sayılır bir kitleye duyuran grubumuzun bu üçüncü albümü dans mecralarına yelken açtığı için fanları arasında bir huzursuzluk yaratmıştı. Popüler şarkıları Mr. Brightside dışında ilk dönemlerine dair bir fikrim yok. Bu albümde beni dürten şarkı ise new wave-elektronik tarzı ile Pet Shop Boys'u geride tozlara bürüyen Human oldu, kim ne derse desin çok sevdim. Üstelik adamın sesini de seksi bulduğumu söylemeliyim. Klasik bir pop albümünün sahip olduğu değişkenlik gibi müzikal etkiler sadece new age ya da eski tempolu yürek kabartan nakarat rifiyle süslü pop-rock ile kısıtlı değil, funk, karayip belki de meksika yörelerine uzanan bir çizginin gölgelerini görmek mümkün. Sadece ritimler değil saksafon ya da yerel enstrümanların da etkisi var. Ortak küme ise elbette bir iki dışadüşen dışında çöl ateşi etrafında yapılan renkli ama ağırbaşlı bir parti ruhu etrafında maddeleşiyor. Ancak albümün en etkileyici parçası bu genel hattan uzakta şekillenen Goodnight, Travel Well. Yavaş ve iç kıyan temposu ile ayrılık şarkısı olduğu kadar kayıp medeniyetler belgeseline soundtrack olabilecek metafiziksellikte.
Human, Spaceman, This is Your Life, Goodnight, Travel Well, The World We Live in

7,25+/10

11 Aralık 2009 Cuma

RETRO: Summoning - Nightshade Forests (1997) EP


Dol Guldur'a sığmayan 4 parçadan oluşan bu EP başkaları tarafından baştacı edilmekle birlikte benim belki de en az hoşlandığım çalışmaları. Gitar ve vokali geriye alarak keyboard ağırlıklı melodiler üzerinde inşa edilen şarkıların atmosferi düşlemsel bir boyuta çekilmiş durumda. Bu durum albümü bir sis perdesi ardından dinlemenize sebep oluyor. 3. şarkıda her ne kadar kılıç kalkan şimatar gürz topuz efektleri eşliğinde savaş imgesi yaratılmaya çalışılsa da albüme egemen olan orta-yavaş uyuşuk tempo, coşku eksikliği, bol tekrarlar ve dreamy stratosfer etkisi kafamızda tek bir imajı oluşturuyor. Güzel yeşillikli bir kır manzarasının işlendiği evimizin duvarına asılmış büyükçe bir tablo. Sanki oturmuşuz bu tabloyu izliyoruz. Elbette kısa aralıklarla bu eksikliklerin kapandığı kısımlar olsa da misal Mirkwood'un sonları, bu yeterli değil. Aslında profesyonelleşmenin getirdiği bir sıkıcılaşma ince kulaklara hitap etme sorununu doğuruyor. Yine de yine de ve yine de mevzu bahis Summoning olunca ortaya çıkan şey karşımızdaki çalışmanın mağrur bir hükümdar havasında rahat dinlenilir egzotik karakteri ile tukaka ilan edilemeyecek realiteye sahip olması.

8,0-/10

Stormlord - Where My Spirit Forever Shall Be (1998) EP

Yumoş ayıcığının eleğinden geçmiş black metalin tüm klişelerini , ne gibi? hottörö hottörö melodi, senfonik keyboard, bayan vokal, viking yörelerinden ithal tok erkek vokal, yırtık black vokal, basit folk ezgileri, gösterişli atmosfer, biri enstrümental olmak üzere 3 şarkıdan oluşan ve toplamda anca 14 dakika süren bir EP'ye sığdırmayı başaran grubu takdir etmek lazım. Son şarkıdaki Fahir Atakoğlu tarzı giriş de pek bir ala. Ortodoks blekçilerin uzağına geri kalanların kucağına düşecek bir çalışma. Bu İtalyanların ilk albümü de böylece dinlenecekler arasına giriş yapıyor.

8,50/10

10 Aralık 2009 Perşembe

Robert Jordan - Zaman Çarkı 4-1: Gölge Yükseliyor I


Söylemeyi unuttuğum şeylerden biri yazarın dilinin edebi açıdan cilt ve cilt gelişiyor olması. Uydurma atasözleri, tasvirler başarılı şekilde kullanılıyor. Ebat sebebiyle iki fasikül halinde yayınlanan 4.cildin ilk kısmı Tear ağırlıklı geçiyor. Rand artık hükümdar konumundadır. Yazarımızın favorisi Mat da yavaş yavaş kaderine razı durumuna gelmektedir. Favori karakterim Perrin ise sakal bırakmıştır. Faile ile artık klasik bir kavgalı bir barışık karı koca ilişkisini paylaşır. Hah hayyt. Açıkcası artık yazarımız uzattıkça uzatır, konuları yayar ve paraya para demez, büyük ihtimal us dollar der. Özellikle Mat'ın Manetheren hükümdarının ruhunu taşıdığı gayet açıkken (belki de değildir bilmiyorum sadece tahmin) hala itiraf etmemesi iyi bir örnek buna. Yine de bu kitabı ayakta tutan bir şey var: O da hep merak ettiğimiz Aiellerin dünyasına göz atma fırsatı yakalamamız.
Spoiler
Ne anlatacağımı bilmiyorum, çok fazla aksiyon gerçekleşmedi bu fasikülde. Rand Tear lorlarınca kabul edilen bir hükümdar olmuştur. Etrafında bir grup Aiel de vardır. Moiraine onu başında bir terkedilmişin olduğu ve tarihte Tear'ın hep düşmanı olagelen Illıan'a savaş ilan etmesi için ikna etmeye çalışmaktadır. Desen de bir kötülük sızması olur. Ve Rand ile arkadaşlarının başı bir sabah belaya girer. Bir süre sonra Lanfear Rand'ı kendisiyle işbirliği yapması için ikna etmeye çalışır. Erkek terkedilmişlerden büyüyü kontrol etmeyi öğrenecek ve Lanfear'ın eşi olarak (Lanfear geçmişte Rand'ın reerkarnesi Lewis'e aşıktır) karanlık varlığın rütbece hemen altında birlikte dünyayı yöneteceklerdir. Belki kimbilir ikisi birlikte karanlıkların efendisini de devirebilir. Rand kancaya gelmez. Ama Tear kalesi trolloc ve solukların istilasına uğrar. Rand tam kontrol edemese de büyü gücü ile düşmanlarını bertaraf etmesini bilir. Kızlar ise düşler aleminde deneyler yaparken ele geçirdikleri iki kara ajahı sorguya çekmektedir. Onlardan biri batıda Tanchico adlı kentte bir şeyler olacağını söylerken diğeri şu an Aes Sedai komutasında Tar Valon'a getirilen yenik bir sahte ejderin kurtarılacağını ve Rand kılığında sivil halka katliam yaptırılarak Rand'ın itibarının düşürtüleceğini söyler. Trolloc baskınında ikisi de öldürülür. Nynaeve ile Elayne Tanchico kentine gitmeye karar verirken Egwaine düşler alemini ona daha iyi öğretecek bir Aiel bilgini ile tanışır. Ve Aiellerin kutsal kentine gitmesi gerekmektedir. Tanchico grubuna aşık Thom ile Tearlı hırsız avcısı ismi neyse o katılır ve Deniz Halkına ait bir gemi ile yola çıkarlar. Bu halkın da bir efsanesi olduğu tabi Rand'ın başrolünü oynadığı ve deniz halklarının gemide Aes Sedailerden gizledikleri yönlendirebilen bir kadınla çalıştığını öğrenirler.
Rand Mat ve Moriane birbirinden habersiz bir büyülü kapıdan geçerek sorularının cevaplanıldığı bir aleme geçerler. En azından burada Mat'in başından geçenleri biliyoruz. Sonraki gün Rand Aiellerin kutsal kentine yola çıkmaya karar verir. Hem de kutsal kılıcını Tear'da bırakar. Dolayısıyla Egwene, Rand, Mat, Moiran ve Aieller yola çıkar. Bu arada beyazcüppelilerin İkinehiri kuşattığı haberi gelince Perrin, Faile, birkaç Aiel ve Ogre geçit kapısından geçerek memleketlerine dönerler. Boyut kapısı aracılığıyla kalabalık grubumuz da Aiellerin kutsal kentine varırlar. Bu kentte birbiriyle düşman Aiel kabileleri bile savaş etmez. Dört tane bilge kadın onlara yol gösterir ve Rand ile Mat kaderlerindekilerin gerçekleşmesi için, Aiellerden Aviendha diye bir kız bilge olmak için ve Moiraine sırf bilgeler düşlerinde gördükleri için ayrı vakitte büyülü terkedilmiş kentin merkezine girerler. Kısacası Rand burada Ejderin halkı diye gizlice tanımlanan Aiellerin acı dolu tarihini öğrenir. Mat yine bir salaklık yapıp başka büyülü bir kapıdan geçer. Ne olduğunu bilmediği bir anlaşmayla bazı tarihi silahlar felan alır, ölmek üzereyken Rand tarafından kurtarılır, kumdan doğma kötü varlıklarla savaşarak sonunda kentten çıkmayı başarırlar. Aiellerin tarihi ise şöyle: Taa Lewis Kardeşkatili zamanında Aieller erkek büyücülerin pasifist bir yol izleyen yardımcıları gibi bir şey. O zaman insanlar teknoloji olarak gelişmiş bir seviyede felan yaşıyorlar. Kötülükle savaşta Lewis dünyanın belini kırıyor. Pek çok Aiel onu ikna ederken ölüyor. Azı ise kadın Aes Sedailerin emrinde. Aes Sedailer karanlık varlık ve yardımcılarını mühürlerken büyülü nesneleri Aiellere vererek güvenli bir yer bulana kadar yolculuk etmelerini ve nesneleri saklamalarını söylüyorlar. Kervanlarla yola çıkan Aieller yol boyunca açlık sefalet çekiyorlar, saldırıya uğrayıp bazı nesneleri canlarını mallarını kaybediyorlar. İçlerinden bir grup yeter ulenn Aes Sedaileri dinlediğimiz, biz şarkımızı arayacağız , mistik bi şi neyse, diye ayrı kervan diziyorlar. Bunlar kitapta sık sık karşımıza çıkan çingene benzeri Tuathanlar oluyor. Kalanlar ise saldırıya uğramaktan bıkıp pasifist yolu terkedenler ve saldıranlarla savaşanları tasfiye ediyorlar. Eski yolu takip edenler şu an nesli tükenmiş olup bu büyülü kenti inşa eden Jenn Aiellerini oluştururken, savaşçılara dövüşenler ise değişik kabilelerdeki Aiel nüfusuna dönüşüyor. Yine de bu Aieller daha doğrusu bu mistik kentin merkezinde tarihlerini öğrenip hayatta kalarak kabilelerinin reisi konumuna ulaşanlar Aes Sedaileri yüzüstü bıraktıklarını, Lewis'in asıl takipçileri olduklarını ve kehanet gereği kendilerini bu kıraç topraklardan kurtaracak reisler reisini beklediklerini felan filan biliyorlar.

John Coltrane - A Love Supreme (1965)


Caz müziğine yavaş yavaş geçiş yaptığım bugünlerde hiç sevmediğim çatal bıçak kadeh çınçın akşam yemeği fonu baş zonklatan klasik caz tarzının klasiklerinden bir kaç örnekle kendimi ilerleteyim dedim. Ve bu albüm resmen cidden aklımı uçurdu. Nefret ettiğim kafasına göre takılan melodisiz emprovize ya da gevşek çalma stilinden muzdarip bir caz yerine her yerinde dinamizm emaresi görünen bir albümle karşılaşmak şaşırtıcı oldu benim için. 33 dakika ile en uygun, en azından benim gibi yeni başlayanlar için, sürede sadece saksafon değil ki adamımızın enstrümanı bu, piyano, kontrbas (?) ve bateri (bol çıslamalarla cazda buna bateri mi deniliyor, hakkatten bilmiyorum) enfes bir şekilde tempoya ayak uydurarak ayrı ayrı kendi katkılarını sunuyorlar, hatta ayrı ayrı sololara girişiyorlar. Melodiyi gözardı etmeyerek dinleyiciyi de eşlik eder konuma sürekleyen albümün sonu göz açıp kapayıncaya kadar geliyor. Son parçanın ise albümün genelinden farklı olarak yavaş tempoda mistik bir karaktere bürünmesi dinamizmden kaynaklı oluşabilecek monotonluk (yeni bir kelime türettim galiba) olasılığını delip geçmeye yarıyor.
Dediğim gibi caz jazz anlamam ama detaya duygulara bakınca bu heavy metal jazz gibi bi şi!

9,25/10

9 Aralık 2009 Çarşamba

No Doubt - Tragic Kingdom (1995)


Gwen Stefani senden ve temsil ettiğin her şeyden nefret ediyorum. 90ların marşı haline gelecek Don't Speak gibi bir parçayı nasıl yazdınız, hayret ediyorum. Üstelik Sunday Morning, Spiderwebs, Just A Girl gibi hoş dinlenir parçaları da ürettiğinize göre belki de takdirleri şimdi gözden ırak kalmış olan diğer grup elemanlarına yönlendirmek gerek. Kahretsin, evet garip vokal tekniğin bu garip ska-reggae- funk rock kırması müziğe de güzel uyum sağlamış. Tamam, yeterince övdüm sanırım.
90'lar kuşağının üzerinde orasından burasından alakadar olduğu grubun üstte adı geçen şarkılarının etkisi olduğu bir gerçek. Ayrıca yalın olduğu kadar hırçın yapısıyla dikkat çeken Sixteen, diğer bir balad The Climb ve karnavalımsı havasıyla Tragic Kingdom 2. çeperi oluşturabilir. Geri kalan 7si ise vasatın üzerine çok ender zamanlarda çıkabiliyor. Şarkı sözlerinde Gwen'in aynı zamanda grupta yer alan yavuklusu ile bozulan ilişkisinin işlenmesi ayrı bir garip mevzu. Ne biçim delikanlısın oolum sen! Ahahahha , eminim bu magazinsel olaylar vaktinde iyi meyve vermiştir, albüm satışında vs..

7,0+/10

8 Aralık 2009 Salı

Persuader - When Eden Burns (2006)

Darkest Hour ile benzer semptomları gösteriyor bu albüm. 2004 tarihli Evolution Purgatory adlı albümlerini çok sevmiştim. Karanlık power cinsi kabilinden becerilerini sergilemeye devam ederlerken diğer yandan benzer özellikleri niceliksel değişimlere uğratsalar da devam ettiriyorlar. Vokal hala Blind Guardian'dan Hansi gibi, adamın ses rengi öyle n'apsın diyemiyorsunuz. Çünkü üstüste kayıtlarla koro soundu yaratma işini de benzer şekilde yapıyorlar. Hakeza gitarlardan biri de tıpkı BG gibi. Önceki albüme göre vokal hırçınlığı, vahşi bateri tıkırdamaları, kompleks besteler azalarak da olsa devam ettiriliyor. Fakat önceki albümün zevk ü sefa seviyesine bir türlü erişemiyor. Bu albümün eksik tarafı bestelerin yeterince groovy olmaması. Yine de bu durum Judas Immortal, The Return, Doomsday News gibi güzel parçalar olmayacak demek değil.

7,75/10

7 Aralık 2009 Pazartesi

The Automatic - Interstate (2009) Single


Grup hakkında bildiğim tek şey Monster isminde şukela eğlenceli bir şarkıya vakti zamanında imza atmış olmaları. Gayet brit-pop tınlayan bu şarkıdan sonra 2010 yılında çıkartacakları albümü muştulayan bu single'ı dinlemek gayet garip. Çünki amerikan Interpol'u andırır şekilde bir post punk kıvamına ermiş görünürlerken diğer yandan da oh yeah, dadadah gibi dile gelen pelesenk sayıklamaları ile eğlence faktöründen vazgeçememişler. Ki ben britiş pop-rock şarkılarına ayrı bir hissiyatla bağlıyımdır, ben bile fark ediyorum ki , olmamış yahu, ne eveleyip geveliyorum. Ha diğer hemşerileri gibi keyboard altyapısını güçlü tutup atmosferi stratosferi kazanmaya çalışsalar da bu sefer hızlı temposu ayak uyduramamış. İlk sinleları buysa vah hallerine diyelim.
Bu arada tek şarkılık single olur mu diye merak ederken bunun gayet mantığa uygun şekilde dijital olduğunu öğrenmiş bulunmaktayım. Zira internette şarkılar tek tek zaten satın alınabiliyorken bir şarkının single sayılması sadece klibi olup olmadığına bağlı gözüküyor öyleyse. Yani şimdi yerli popçuların tüm kliplerini single diye nitelemek de mantık dahiline giriyor. Ama benim mantığım almıyor.

6,0/10

Darkest Hour - Deliver Us (2007)


Ben bu grubu dinlemeye Undoing Ruin ile başladım. Ve bu albüm onun gölgesinde kalan tekrar bir çalışmadan öteye geçemiyor. Başkası da bu albümü ilk dinleseydi benzer görüşleri Undoing Ruin için dillendirecekti. Zaten melodeath etki sayesinde dinleyebildiğim metalkor türü içinde filizlenen grubumuz, anlaşıldı ki, en azından benim için tek albümlük. Kötü bir albüm değil , kendilerini tekrar ederken aynı atmosferi yakalayamamaları can sıkıyor.
Demon(s)'ın nakaratındaki vokal genişliğini dinlemek pek çok hoş, A Paradox with Flies atmosferi ile dikkat çekiyor, sert, ritmik ve güzel solosu ile Stand and Receive Your Judgment göz dolduruyor, melodik Deliver Us ile de albümü kapıyoruz.
Bu arada albümün kapağı yeni akımın ilk ürünlerinden.

7,50/10

6 Aralık 2009 Pazar

King Diamond - The Dark Sides (1988) EP


Belki de koleksiyoncular için en değersiz EP'lerden biri. 6 şarkının, 2 si kısa ki bunlardan biri telefon şakası gibi saçma sapan bir şey, tümü diğer albümlerinde asli ya da bonusi olarak yer almış parçalar. Biliyorsunuz, insan hayatı kısa, dinlenecek albümler var daha..

6,25/10

5 Aralık 2009 Cumartesi

RETRO: Summoning - Dol Guldur (1996)

Grubu bu albüm vasıtasıyla tanıma şerefine erişmiştim. Daha önemlisi albüm, grubun en iyi şarkılarından birini içeriyor: Khazad Dum. Hatırladığım kadarıyla Moria madenlerinde canını veren cücelere adanmış hüzünlü ağıt, beklenmedik biçimde yürüyüş temposuna (marşsal) uyarlanarak yakılıyor. Yürek titreten bir kompozisyon. Bu albüm öncekine göre daha yetkin, parçalar daha ilgi çekici. Ve kimine göre grubun en iyi albümü. Gerçekten de parçalar keyboard desteğine dayanan değişik yapılarıyla dikkat çekiyor. Örneğin Nightshade Forests'daki hispanik etkiye katkıda bulunan trompet tınısındaki keyboard albümde büyük bir zenginlik yaratıyor. Grup sound olarak en yakın black metal içinde tanımlansa da albüme Kor adlı parçada somutlanan bir gevşeme ya da rahatlık hali de sinmiş durumda. Unto a Long Glory ise Dire Straits parçası gibi başlayıp melodik vokal harmonisine dayanan ve barok-romantik (klasik müzikten anlamıyorum ya sallaa) piyano soundu ile desteklenen bir parçaya dönüşüyor. Diğerlerinden farklı bir yerde duruyor.
K eşke diyorum keşke, Khazad Dum'u clean vokaller, canlı helecanlı trompet, flüt ve bol yankılı davlumbaz ile folk gibim bir coverını yapsalar da dinlesek.

8,75/10

Seether - Careless Whisper (2009) Single


Tek şarkı için entry olur mu? Valla adamlar single çıkarmış, o zaman olur. George Michael/Wham!'ın hissiyatlı şarkısı bu kez de amerikan modern rock/post grunge soundunda coverlanmış. Grubumuz buram buram amerika koksa da Güney Afrika yöresinden çıkma. Büyük ihtimal yeni dünyadan ev villa çiftlik felan alıp yerleşik konuma geçmişlerdir. Bu yeniden yorum orjinalin saksafonlu naif havasını yakalamaktan uzak. Aslında taş üstüne taş koyamamışlar. Bununla beraber saksafonu ikame eden 90lar gitar soundunun şık olduğunu belirtmem lazım. Kapak dikkatinizi çekmiştir. Yani laf kalabalığı yapmaya gerek var mı ki?

7,25/10

4 Aralık 2009 Cuma

Carol Berg - Rai-Kirah 1: Transformation

George Martin, Robin Hobb gibi isimler ülkemde yeterli ilgiyi göremiyorken yurtdışında bu isimlerin ardılları artık moda. Klasik fantastik metinden, pür iyi-kötü karakterler yerine griliğe kaymasıyla, karakter gelişimine verilen önemle, şiddeti vahşetiyle kısacası zor okunur tarzı ekseninde yetişkinlere yönelmesiyle ayrılıyorlar. Onlardan birini okumayı düşünürken karşıma farklı konusuyla bu üçleme çıktı. Üstelik ilk kitabı okumak mevzuyu sonlandırdığı için gerisini ister getirirsiniz ister getirmezsiniz.
Kökleri çöle dayanan Derzhi halkı coğrafyanın hemen hemen tümünü ele geçirmiş, diğer halkları köleleştirmiş, yurtlarından ettirmiştir. Köle derken cinsel dahil her tür ihtiyaç için kullanılan akşama pis köleevlerinde hücrelerde bağlı tutulan , her zaman dövülen bazen avlanılan bir kölelik sisteminden bahsediyorum. Kibirli, gaddar veliaht prens ise kuzeydeki dağlarda muhkim sarayında kendi kentini yönetiyor ve imparatorluğun başına kendinin geçmesini mümkün kılacak bir ayini bekliyor. Yok ettiği ülkelerden birisi de büyü gücüne sahip olan bir halkı barındıran Ezzaria. Bu halk insanların zihnini elegeçiren elemantal iblislere karşı binyıllardır savaşım yürütürken onların yaptığını hurafe kabul edilen fatihler tarafından büyü güçleri yok edilerek köleleştirildiği için , kalan kaçaklarda çok az olduğu için, artık geleneklerini devam ettiremez konuma gelmişler. İşte bu ortamda prens köle pazarından tam 16 senedir köle olan Ezzarialı birini, Seyonne, yazıcı olarak satın alır. Zira imparatorluk halkı okuma yazma bilmenin küçültücü bir özellik olduğunu düşünmektedir. Seyonne bir yandan tüm gururunu, mistik öğretilerini ayaklar altına alarak sadece yaşamayı düşünürken diğer yandan da prensin tutarsız psikopat karakterine uyum sağlamaya çalışmaktadır. Khelid halkı Derzhilerle ittifaka dayanarak imparatorluğun yönetim kademesine sızmaya yönelik bir plan yürütmektedir. Seyonne Khelid elçisini gördüğünde gözlerine inanamaz. Çünkü bu kişiler iblisler tarafından ele geçirilmiştir. Ve işin ilginci prense kafayı takmışlardır Khelidler.Devamını aşşağıda anlatırız.
Kitap emsallerine göre ters işliyor biraz. Normal gidişat ilk başta karakter ve dünya inşası ağırlık kazandığı için yavaş (ki ben bu kısımları çok severim) sonra hızlıdır. Hatta cildin sonunda üç günde okuyacağınız niceliği birkaç saatte yutarsınız. Transformation ise baştan ortasona kadar çok sürükleyici. Sonlarda ise klişeliğe teslim olarak tahminleri doğru çıkarmaya başlamasıyla okuma hızınız düşüyor. Yazım tekniğini R.A.Salvatore'ye benzettim biraz. Tanımlayıcı cümlelerden tasarruf ederek karakterler daha çok olaylarla belirleniyor, maceranın akıcılığı okumayı alıp götürüyor. Tabi Salvatore'nin son yapıtlarındaki çivisi çıkan Hollywoodvari sinematik anlatım tekniğinden ziyade ilk dönemine benzetiyorum. Yazar'ın ilk kitabı olmasından dolayı bazı aksaklıklar olmakla beraber high fantasy'yi terk etmeden okumayı zevkli hale getirecek değişiklikler uygulayan yazar başyapıt olmasa da ona yakın bir kitap yazmış. Bize de okuması düşmüş.
Spoiler
Daha kitabın başlarında Seyonne satın alınırken maceraya atılırız. Prens Alexander 'Zander', diğer lordlardan birini sırf aşağılamak için köleyi onun getirmesini emreder. Bu Lord da kıl olur, Seyonne'yi şehirde çıplak dolaştırır ve saraydaki demirciye kölenin suratına damga vurmasını ister. Demirci prensin kölelerinin yüzlerinin bozulmasını istemediğini bilir. Ama emir bu demiri keser. O da ufağından bir damga vurur. Kraliyet ailesinin damgasını. Sonra prens ahan da yeni kölem bu diye arkadaşlarına hava atacağı an yüzdeki izi görünce çıldırır. Bu genç lordu çağırtır ve Seyonne'nin onun suratına büyük damga vurmasını emreder. Seyonne reddedince prens hazretleri lordun suratını damgayla dağıtır, kemiğe kadar iner. Seyonne'e hücre yolları görünür. Arada bir yazma okuma hizmetleri için prensin yanına çıkar. Khelidlere güvenmediğiyle ilgili yazdığı bir mesaj babasının eline geçince (babası Khelidlerle ittifaka fazlasıyla inanmaktadır) prens Seyonne'den şüphelenir. Sonra bahsi geçen lordun abisinin mesajı babasına ilettiği ortaya çıkar. Prens o lordun ailesine bir oyun oynar, onların desteğini garanti altına alırken lordun abisini de astırır. Detayını okumanız gerek. Sonra Khelid elçisinin gözüne bakınca onun iblis olduğunu anlar fakat hiç bir gücü kalmamıştır. Prens ise uykusuzluk yüzünden görevlerini yapamaz duruma düşer. Seyonne prense yardım etmeye karar verir. Hiddete kapılan prens onun ağzını burnunu kırar. Ama sonra dediği gibi iblis büyüsüyle büyülendiği ortaya çıkar. Seyonne'ye güveni bir miktar artar. Başka bir zaman büyük salonda elçiden yine bir büyülü hediye alır prens. Bunu önlemek için Seyonne sakarlık yapar, itiraz eder, yani kendi ölümünü garantilemiştir. Zaten yeter ulenn ne olacaksa olsun triplerindedir. Tam o an prensin içinde ufakta olsa bir iyilik (tabi mistik bir ismi var bu özelliğin) olduğunu görür. Eski bir iblis savaşçısı olarak ettiği yeminlere göre bu insanı koruması gerekmektedir. Ayrıca iblislerin prensle ne işi olduğunu da bulması gerekmektedir. Prensin günlerce sürecek ayini başlamışken prens üzerinde yapılan büyünün neticesinde vahşi bir hayvana dönüşür. Bunu bir süreliğine saklamayı başarırlar ve artık Seyonne tam anlamıyla prense yardım eder. Diğer yandan kılıç ustası olan amcasını yeni bir kılıç yaptırmak için görev vermiştir prens. Bir geçitte pusuda amcasının ölmesini Khelidler prensin işi gibi göstermeyi başarmışlardır. Zaten prens uzun süredir garip davranmaktadır. Ayini yarım kalır ve imparator babası Zander'ın Khelidlerce tedavisi yapılmak üzere Paranfour kentine gönderilmesine onay verir. Seyonne için her şey anlam kazanmıştır artık. İblislerin lordu prensin vücuduna geçecektir. Kapatıldığı kuleden onu kaçırır ve kaçak Ezzarian topluluğunu bulurlar zar zor. Bir kere kendisi köle olarak manevi açıdan kirlendiği için Ezzarialılar tarafından dışlanmıştır. Prens de başdüşmandır. Yine de köyde kaldıkları vaktin şöyle bir katkısı olmuştur. Seyonne'nin hocası kuzeyden gelecek iblis saldırısına dair efsanede adı geçen iki ruhlu adamın o olduğunu ve kendisinin ona tekrar büyü güçlerini uyandıracak eğitimi vereceğini söyler. Seyonne ise o seçilmiş kişinin prens olduğuna inanır, hem psikopat ruha hem de iyi bir ruha sahip başka kim iki ruhlu adam olabilirki. Ezzaria kraliçesi büyüyü kaldıramayacağını ve terketmelerini ister. Bu arada Seyonne eğitim almaktadır. Son eğitimde kraliçe ve eşinin (kraliçe eski yavuklusu, eşi ise kankası) kendisinin derzhilere esir düşmesine seyirci kaldığını ve iblislerle onların işine karışmayacaklarına dair anlaşma yaptıklarını anlar. Ex-kankası iblislerin başıyla bir kez savaş yapacaktır. Ve bu savaş tüm Khelid halkının kaderini belirleyecektir. Bu arada savaşlar şöyle olur: kadın büyücüler kurbanın zihnini maddeleştirerek dünya kıvamına sokar, bir kapıdan da iblis savaşçısı bir elinde ayna bir elinde cımbız eh eh, gümüş hançer o dünyaya girer. Canavar, arkadaş kısaca şekil şemal değiştiren iblisi bulup aynaya baktırtır ve kurbanın vücudundan atmış olur. Neyse Seyonne'nin hocası onu da alarak ex-kankanın yenip öldürmediği ama serbest bıraktığı bir iblisle savaştığı boyuta kaçak giriş yaparlar. Hocasını öldürür ex-kanka. Hocanın da bir kızı var. Bu kız, Seyonne'ye yardım eden ablasının kocası (bacanak mi deniyor?) , Seyonne ve arada bir kendini kaybeden prens son savaşın yapılacağı Parafor'a yol alırlar. Orada prensin zihnini iblis lordu elegeçirir ve son savaş onun zihninde olur. Kraliçenin aslında Seyonne'ye yardım ettiği ortaya çıkar ve ex-kankayı bayıltıp Seyonne zihne girer. 3 gün süren bir savaştan sonra, prens aslında iblise tümüyle teslim olmamıştır ikisinin ruhu birleşir o boyutta, iblis lordu geberir, tüm Khelidlerin zihninden iblisler çıkar. Prens ayini tamamlar, iyi biri olmuştur o da . Ex-kanka onurlu bir şekilde ölür.

...aaaarrghh... - Ruhlar Fısıldıyor (2004)


Pentagram/Mezarkabul'dan sonra belki de yurtdışında adını en çok duyuran yerli grubumuz üstelik bu "başarıyı" ne bir promosyona ne reklama dayanarak gerçekleştiriyor. Albümleri internet aleminde beleş geziniyor. Konser vermiyorlar, belki röportajları bile sınırlıdır. İnsanların merakını gark ettiren şey ise tabiki ismi. ...aaaarrghh... Saçma felan demeyin. Metallica, Megadeth ne kadar mantıklı isimler? Merakı cezbeden marka değeri taşıyan bir isim bence. (içses: seni gidi pis kapitalist) Albümlerini dinleyenler ise iki zıt kampa ayrılıyor. Biri "ne bu bea! Darkthrone klonu, ıyykk!" derken diğerleri "ne bu bea! Darkthrone klonu, heyoo!" nağraları ile tepkide triplerine giriyor. Her zeki çevik , ahlak kısmı muğlak, metalcinin kolaycana idrak edebileceği gibi tepkiler aynı minvalde buluşuyor. Fakat Türk metalcisinin es geçtiği başka mühim bir konu var. Black metal Türkçe olur mu? Valla olmuş, biraz gark gurk tınlasa da. Forumlarda maytap geçilen cematin palyaçosu ilan edilen yerli dili yurdun malı black metalcisi bir anlamda ders vermiş görünüyor eleştirenlere. Acaba? Mevzuu aslında çok derin. Eleştirilerin etrafında pervane gibi döndüğü şey ise "karanlıkların efendisi" ekseninde dönen satanik sözlerin komikliği aslında. Bir de bunu yeniyetme blekçi havasında en satanik en şamanik propaganda grubu imajını kullanarak yapmak tüy dikici etki bırakıyor. Mevzu derin dedim. Kuzey Ormanı'nda Şanver usta'nın mükemmel şekilde ortaya koyduğu gibi (3 ytl-Mephisto , almayan Ajdar olsun) satanik imgenin müzikte kullanılması hristiyanların en illet olduğu kavramın öne çıkarılarak toplumun şoke edilmesine, ikiyüzlü ahlakla dalga geçilmesine dayanıyor. ( rock, punk, post-punk, elektronik'de Nazi imajının sık sık kullanılması örneğinde olduğu gibi) Eloğlu taa Fransız devrimi sonrasında hristiyanlığı baskı altına alarak rasyonaliteyi tanrı ile özdeştiren laiklik dinini topluma empoze etmeye çalışıyordu. Birkaç yüz yıl süren bir somutlukta dine karşı duruş (daha doğrusu din içinde reformizm ve sonrası) şekilleniyordu. Savunmak savunmamak doğrultusunda laf etmiyorum burada, saptamalar etrafında geziniyorum. Bunun sonucunda anca 70'ler sonu 80'ler başı tamamiyle hristiyanlık öğretisi içinde metalciler satanik simgeyi kullanmaya başladı. Ve sound olarak da 90 başı black metal kurumsallaştı. Dolayısıyla yurdum insanı bu aşamaları hiç geçmeden batıdan black metal'i birebir kopyalamaya çalışırsa elbet komik duruma düşer. Pragmatik bir çıkış yolu yok da değil. Black metal'in depresif naturel nihilist yönünü ele almak. Tıpkı bu grup, Groza gibi daha saygı duyulan misaller verilebilir. Diğer yandan yok ben bu toprakların karanlık sularından beslenecem, şamanik olacağım derseniz yüzyıllara dayalı batının seküler (ki pratikte ecnebiler bu kavramı bariz dinsizlik ya da agnostizm olarak algılar, yine de kültürel olarak hristiyanlıktan vazgeçmeden) geçmişini bir kez daha hatırlatırım. Zor zanaat netekim, müzik sadece müzik değil ki.
Bu albüme geri dönersek sound soğukluğu ile A Blaze in the Northern Sky çalışmasını hatırlatıyor. Albümdeki tek sıcak parça aynı zamanda hoşlandığım Ebedi Yalnızlık oldu. Derinlerde'nin içine gömülmüş rif çok dadlu. Cenaze de fena değil.

6,50+/10

3 Aralık 2009 Perşembe

Jack Vance - En Son Kale


Mühim bilimkurgu yazarlarından Jack Vance'ın novella diye tabir edilen tarzdaki kitabının konusu kalelerde onurlu ve konforlu yaşam süren insanların genetik değişikliklerle çeşitli köle grupları oluşturmasına dayanıyor. Amele işleri için "köylüler", teknik işler için "mekler", gözlem vs. için "kuşlar" ve evcil hayvan/peri kızı modunda "feynler" alt tabakayı oluşturuyor. Zaman gelir duygusuz olarak düşünülen mekler kollektif olarak isyan ederek gezegen üzerinde kendileri dışındaki tüm canlıları yoketmeye yönelik bir soykırım harekatı başlatırlar. Leguin'den aşikar olduğumuz çözümlemeler çok daha amatör usulde yapılsa da böyyük harflerle 90 dakika dudağıma çalınan bir miktar baldan öteye geçmiyor. Anlayacağınız yetmedi be kardeş.

Æon Spoke - Above the Buried Cry (2004)


Paul Masvidal (Cynic, ex-Death, ex-Gordian Knot, ex-Master) + Sean Reinert (Cynic, Aghora, ex-Death, ex-Gordian Knot) + (Stephen Gambina + Evo) = Æon Spoke 'prog/atm rock' *Emmanuel, Silence, Grace*

6,75-/10

2 Aralık 2009 Çarşamba

The Gossip - Standing in the Way of Control (2006)


Albüm kapağı için seçtikleri dizaynı görünce iyi ki müzik zevkleri de bu derecede berbat değil diye şükrediyorum, geceleri nafile namazlarına kalkıyorum, felan. Şu aralar yeni ve sıkıcı klipleri ile ekranlara arz-ı endam eden grubun en önemli silahı kapağın yarısını kaplayan kızkardeşimiz. Yanlış anlamayın, devasa cüssesiyle dalga geçmiyorum. Şişmanlığıyla gurur duyan, koltuk altlarını kesmeyecek derecede hardkor feminist (öykk!), cinsel tercihi lezbiyen olan bu ilginç bacımızın hiç bir kimse tarafından eleştirilemeyeceği bir meziyeti var. Ses rengi. Performans süper uçuyorum cik cik demenin mümkünatı olmasa da kendini dinletmesini biliyor.
Sound olaraktan yalın bir tarzda dans rock kulvarında sayılabilecek ritimde bestelere imza atmışlarken yumuş yumuş bir atmosfer yerine gereğinde hırçınlık emareleri sergileyen garaj rock etkisini duyumsamak mümkün. Garaj rock soundundaki gitar ve hatta baterinin sert parçalar yerine eğlenceye yönelmesi enteresan bir hissiyet uyandırıyor. Standing in the Way of Control tüm zamanların en güzel pop-rock şarkıları içinde yer alacak. Tabi bu liste benim editörlüğüm altında hazırlanırsa. Geri kalanlar boş şarkılar değil, eee en azından bir bölümü. Jealous Girls, Listen Up!, Keeping You Alive gibim.
Kafanızı önyargılardan boşaltın ve eğlenin.

7,50+/10

1 Aralık 2009 Salı

King Diamond - Abigail (1987)


Şahika nidasıyla "şaşırdımm!'. İlk albümde sanki psikopat bir yapımcının gitaristin başına dikilip solo süren 10 saniye , şlakk (kırbaç sesi) vazgeçtim 4 saniye, yok dur hiç çalmaa, şlakk! diye bağırdığını hayal edebiliyordum. Burada ise gitar solosu gırla, bateri enteresanlıkları bile var. Tabi en en usta işi olmasalar da ben bu tava gelirim arkadaş. Vokaller bilem farkediyor yahu.
5. parça 7th Day of July 1777 adlı parçaya kadar vaktin nasıl geçtiğini anlamadım. Güzel bir akıcılık elbette herhangi bir parçanın ön plana çıkamadığını da işaret ediyor. Bıdı bıdı 1777 akustikle gitarla açılıp daha önce de duyduğumuz garip gitar tonuna bağlanıyor. Parça albüme sadece sözleriyle değil atmosferiyle de sinen tiyatral havanın egemenliğinde nakaratıyla ve araya giren sık sololarla beğenilir hale geliyor. Benzer cırtlak vokal harmonisi ise The Possession'ı yerin dibine batırıyor. Takip eden Omens benim sevdiğim gitar tonunu içeriyor, benim sevdiğim basitliğe sahip, e benim sevdiğim bir parça oluyor. Başarılı melodisi ile Abigail, 7 buçuk dakika süren kapanış parçası Black Horsemen'den biraz daha iyi.
Mevzusu da lanetli bir köşkte Abigail isminde şeytanın kızı doğduğunda babası, ki çocuk gayrımeşru, karısıyla birlikte onu da öldürür. Köşke çok sonraları gelen başka bir çifte musallat olur Abigail'in ruhu. Hamile eşin ruhuna girer yeniden doğmak için.
Bööh

7,50-/10