28 Kasım 2020 Cumartesi

Şarkî #8 - Şiirden #16 - Arkeo Magma Özel Sayı 1

Şarki dergisi muhafazakar eğilim sergileyen dergilerden beri. Dosya konusu Günümüz Şiirinde Mistik Eğilimler. Yazıların bir kısmı tanım konusunda birbirleriyle çelişir olsa da genel olarak mistisimi tasavvuf ve İslam ile sınırlamayan bir tavrın içinde. Haydar Ergülen de Refik Durbaş da sayfalarda kendine yer bulabilmiş durumda. Yine de biraz ayrıksı durduğunu söylemek mümkün. Dergideki Ali Ayçil röportajına kulak veriyoruz:

Bilgim dahilinde, Tanrı'nın bu denli karlı olduğu bir başka dönem hatırlamıyorum. Tanrı karlıysa, ondan bahsetmek şaibeli bir hal almaya başlıyor. Bunun inançlıa doğrudan bir alakası yok! İnançlı bir insan da pekala karlı işler için Tanrı'yı araçsallaştırabilir. Bir inandığı bir de kullandığı Tanrı'sı olduğunu fark etmeden de yapabilir bunu. Ama sonuçta kar payını alır. Politik dilin haddinden fazla ve yerli yersiz dini literatüre başvurması, siyaset yoluyla pay edilen imkanlardan faydalanacak insan ya da kesimlerin bu dili çoğaltmalarına zemin hazırlıyor.

A. Barış Ağır şiiri üzerine kaleme alınan makale de çarpıcı dizeleri alıntılamakta.

 yasak elmalar dişlemiş gibi

binlerce kalabalık

yığıldık çukurlara sığınaklara

**

sonunda bana bu dünyanın

seslerden ve

ölülerden olduğu söylendi.

Şiirden dergisi uzun süredir  yayın hayatına düzenli bir şekilde devam eden istikrarlı şiir dergilerinden biri. Mart nisan 2013 tarihli sayının özel konusu Şair Kadın. Yer verilen şiirlerden çoğu da konuya odaklı. Kadın şairlere yöneltilen 4 soruluk bir ankete verilen cevaplar sayfaların çoğunu kapsamakta. Yalnız kadın oluşa karşı bazı şairlerin insani duyarlılık ya da ezilenler kapsamında bütüncül ideolojik bakışı temsilen cevap vermesi dosyayı hazırlayanların pek hoşuna gitmiyor ve günümüzde feminizmin de buyurgan ve "büyük" bir yapıya dönmesi açısından hayli ilginç. Dergiye fazlasıyla katkıda bulunan Müesser Yeniay'ın şiirine yer verelim.

Şimdi zamanın içinde bir sabaha varıyor yeryüzü

ağaçların altında konaklayan kimsesizliğim

rüzgâra sokuluyor


uludukça kalbimi ululayan acının köpeği

şimdi sen göğün önünde dur!

ben bir acıyı uluyacağım


kapanan kalp surumun kapıları

ve birbirine geçen demir

zincirlerin sesi bu!


kuş diliyle anlatıyorum

bir halkın kerpiçten kurduğu ayrılığı


ben sana çocuktum

-ben sana büyümedim-


şimdi bir mutluluğun kapı önünde oynuyorum

bir mutluluğu sayıyorum: bir mutluluk, iki mutluluk

bir hasret, iki hasret…


şimdi öyle ki ben, bir oyunun kuyusunda

Yusuf’u arıyorum


Arkeo Magma'yı Turcell vasıtasıyla dergilik'de gözattım. Arkeoloji dünyasında son gelişmeler ağırlıklı olmakla beraber makalelerin içeriği biraz sığ kalmış. 

Artık dergilere pek ilgim kalmadı. Hep insanların çok ve boş konuştuğunu düşünmüşümdür ve söylemekten de kaçınmamışımdır. Dergiler de , elbette hepsi değil, çok farklı değil artık. Zaten devir öyle bir değişti ki dergilerin toplumda farklılık yaratması gibi bir durum kalmadı.


22 Kasım 2020 Pazar

Faramarz Payvar & Ensemble - Persische Kunstmusik (1972)


 İran klasik müziği ustalarından Faramarz Payvar'ın önderliğindeki grubun bu çalışması sadece üç parça içermekte. İlki Segah makamında santur ağırlıklı bir parça ki sanatçı zaten santur ustası olarak bilinmekte. Bununla birlikte ikinci parçayı tamamıyla darbuka solosuna ayırması büyük tevazu. Darbukanın roman havası dışında da bir uygulama alanı olduğunu duyabilmek hoş. Son parça ki ilki gibi 19 dakika ulaşan süresince kadın bir vokal tarafından icra olunmakta. Değişik bir tonda icra olunan vokal performansı klasik müzik dinginliğinden çok uzun hava hissiyatını sergilemekte. Elbette benzemiyor ama Ümmü Gülsüm'ü hatırlatmadı değil. Bence bu parça kayda büyük bir anlam katıyor. Klasik Arap yada Fars müziğine özel bir ilgim olmamakla birlikte güzel bir dinleti. Lakin unutulmamalı ki sanatçı tür içinde önemli isimlerden biri.


7,25/10

21 Kasım 2020 Cumartesi

Genesis - From Genesis to Revelation (1969)

 

Pek de beğenilmeyen bu çıkış albümü o vakit o kadar farkına varılmamış ki, müzik marketlerde isminden
dolayı ilahi raflarında satılmasından  dolayı belki de, grup tası tarağı toplayıp faal müzik hayatına kısa bir ara vermiş. Albümün hakları da kayıt için pek bir uğraşan yapımcının elinde kalmış ki grup ünlü olduktan sonra yeni basımlarından da iyi para kaldırmış. 60'lardaki grup bazlı barok pop sınıfına dahil edilen albüm sıradanlığıyla eleştirilmekte. Söylenilenin tam tersine ben melodileri hiç de zayıf bulmadım, pop olmasına rağmen. Belki de o dönemin popuna aşinalığım pek de olmadığı için farklı geldi. Tatlı, hoş , akılda kalıcı , kemanlarıyla böyle pıtır pıtır bir çalışma. Orkestrasyonu ayrıca beğendim. Noel Gallagher de erken dönem yani vokalde Phil Collins değil de Peter Gabrile olduğu Genesis'i çok severmiş. Bence de bir bildiği var. 

7,25+/10

18 Kasım 2020 Çarşamba

Nurullah Ankut - Heba Edilen Devrim Yüklü Yıllar


Halkın Kurtuluş Partisi 2015 Kasım seçimlerinde çapına kıyasla aldığı oy oranı  ile dikkat çekmişti.Halbuki geçmişi Türkiye'deki sosyalist liderlerden Hikmet Kıvılcımlı'ya kadar uzanmaktadır. Parti kısaltmasının HKP olması bile rastlantı mı tartışılır. Hikmet Kıvılcımlı da sol cenahta özellikle 71 cuntasına yaptığı çağrılar ve o dönemin silaha sarılmış gençlik liderlerini eleştirdiği son dönemi ile tartışılagelen bir isim. Takipçilerinin bir kısmı ustalarının kendine has Türkçesiyle 70'ler Devrimci Derleniş ve 80/90'lar Devrimci Mücadele bayrağı altında  Anarşi Yok, Büyük Derleniş broşüründeki görüşlere bağlı olarak solda parti kuranları kıyasıya eleştirirlerken birdenbire parti kuruluşunu ilan ederler. İdeolojileri de değişim geçirmeye başlar ve Sevrci sol diye nitelendirdikleri radikal sol çevrelerden aforoz edilirler. Uzaktan bir bakışla Kemalist sol şemsiyesi altında İşçi Partisi'yle , biri Maoist diğeri Sovyetik gelenekten gelme haricinde, aralarındaki çizgi silikleşirken bu eser yardımımıza yetişiyor. 

HKP genel başkanının konuşmasından derlenen kitapta yazılanlara göz atarsak farklar şöyle ortaya konmuş.

İP, 12 Eylül Faşizmini ve Özel Harp Dairesini aktifçe savunmuş bir harekettir

Sait Yoldaş: Ankara Cumhuriyet Okurları var, Birleşik Kamu İşçileri dediğimiz Eğitim-İş vs. hepsi var. Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği var, Dil Derneği var. Yine Ziraat Mühendisleri Odası var, Tüketici Hakları Derneği var, TGB var, en önemlisi Vardiya Bizde var, bir de Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun başkanlığını yaptığı Yargıçlar Sendikası var, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği var, partilerden işte bu eylemde BCP var, Mümtaz Hoca’nın partisi, CHP, Demokratik Sol Parti ve bir de biz varız. 

Nurullah Ankut Yoldaş: Evet… Evet... Yani şu anda mesela 3 Mart’ı da zaten bunlarla yapıyoruz, Silivri eylemlerini de aşağı yukarı bunlarla yapıyoruz, değil mi, arkadaşlar? Bir de bunlara ilave İşçi Partisi geliyor oraya. Yani öncelikli hedef kitlemiz belirlenmiş burada zaten.Şovenizm yapıyorlar. Kürt Meselesi yok, Kürtler özgürdür, Avrupa’daki kadar hakları var, hatta Avrupa’da olduğundan çok daha fazla hakları var, diyorlar. Bir sürü şoven, hatta ırkçılığa varan şovenist insanları çağırıp programlar yaptırırlar. Şimdi Ulusal Kanal’ı izleyen, Aydınlık’ı okuyan Kürt milliyetinden arkadaşlar ne yapar? Yahu, bunlarla bir arada olunmaz, birlikte yaşanmaz, der. Haklı olarak o kanıya varır. O yüzden bunlar da aslında görev yapıyor. Yani bunlar da arkadan, itiyor; gidin, diyorlar. Nereye? Amerika’nın saflarına gidin, diye Kürt milliyetinden insanlarımızı itiyorlar. Şu anda aslında bunlar da nötr falan iş yapmıyorlar. Yaptıkları gerçek anlamda yurtseverlik, halkseverlik de değil.

Çözüm olarak ortaya koydukları çizgi oldukça iddialı: Edirne’den Çin sınırına kadar Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti.

Kitaba ismini veren 1971 yılında heba edilmiş devrimci potansiyele ilişkin sözlerine kulak verirsek:

Ne yazık ki, Usta’nın bu acı ve sert uyarıları da olumlu bir tepki yaratamadı. Tam tersine onlar, Usta’ya öfkeyle saldırarak “Revizyonist”ti, “Cuntacı”ydı türünden yakıştırmalarda, suçlamalarda bulundular. Gerçeği bir türlü görmek, kabullenmek istemiyorlardı. Büyülenmiş gibiydiler. Oysa oynanan oyun açıktı: CIA, hazırlayıp uygulamaya koyacağı faşist diktatörlüğe zemin oluşturmak için gençleri maceracı eylemlere kışkırtıyordu. Sonunda kendisi sözüm ona “huzur ortamını sağlamak için yönetime el koymuş” olacaktı. Cahil kara halk yığınları da onun bu oyununa kanıp faşist diktatörlüğü alkışlayacaklardı, Türkiye’de yeniden “huzur ortamı”nı sağladı diye.

Nurullah Ankut ve dolayısıyla HKP, Mustafa Kemal ile Atatürk arasında ayrım yapar: 

Demek istediğimiz, Mustafa Kemal ayrı, Atatürk ayrı… M. Kemal, antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mızın önderi. Çanakkale Savaşlarında emperyalistleri dünyada ilk kez hezimete uğratan ordunun efsane komutanı. Özetçe; antiemperyalist, yurtsever, laik bir önder. Otuzlu yıllardaki Atatürk’se Çankaya’ya hapsedilmiş, etrafı Finans-Kapital ve Tefeci-Bezirgân Sermayenin aşağılık temsilcileri tarafından kuşatılmış; bedeni, yine aynı sermaye güçleri tarafından alkolle çürütülmüş ve sermaye adamlarını İsmet Paşa’ya tercih edecek denli kafa karışıklığı-düşünce bulanıklığı içinde olan bir kişidir. Hatırlanacağı gibi, Atatürk, İsmet Paşa’yı yine sermaye adamlarının kışkırtması üzerine başbakanlıktan alır; yerineyse Osmanlı döneminin Deutsche Bank’ının memuru Celal Bayar’ı atar. Yani Batı Finans-Kapitalinin bir hizmetkârını başbakanlığa getirir. Şimdi de kendinden sonra Tefeci-Bezirgân Sermayenin askeri plandaki temsilcisi Fevzi Çakmak’ı cumhurbaşkanı yapmak istiyor. Atatürk’ün bu vasiyetini muhakkak ki yaveri orduya ve CHP’ye iletmiştir. Ama ordu ve CHP yani Meclis, bu teklifi tereddütsüz reddeder. Bütün bunlar gösteriyor ki, ömrünün son zamanlarında Atatürk, ordunun ve CHP kadrolarının gerisine düşmüştür… Bu bakımdan biz, dikkat ederseniz, hep Mustafa Kemal diyoruz. Atatürk demiyoruz. Çünkü o artık başka biridir. Biz, Mustafa Kemal’in başlattığı antiemperyalist Birinci Kurtuluş’un mirasçısı ve devamcısıyız. Onu mantıki sonucuna ulaştıracağız.

 Aşağıdaki paragraf ile görüşlerini özetleyip kapanışı yapabiliriz.

Buna karşılık Denizler’in, Mahirler’in kararlılıkla ve kesince, netçe savunduğu; Mustafa Kemal’in antiemperyalist, yurtsever, laik devrimci geleneğini, Ortaçağcılığa amansız karşıtlıklarını, Ordu Gençliği’nin Devrimci Geleneğini açıkça savunuşlarını ve 27 Mayıs Politik Devrimi’ni hararetle benimseyişlerini ve anti emperyalist tutumlarını (ABD ve AB Emperyalistlerine şiddetle karşı oluşlarını), Ermeni Soykırımı’nın emperyalist bir yalan olduğunu benimsemediler, onların devamcısı olduğu iddiasındaki küçükburjuva sol gruplar. Biz bunlara, bilindiği gibi, Sevrci Soytarı Sahte Sol diyoruz.

15 Kasım 2020 Pazar

2019 popüler tekliler (Murda x Ezhel, Billie Eilish, Saint John (Imanbek))

 Rap müziğine olan gençlikten kalma önyargımı kırdığımı düşünüyorum, ara ara da zaten çeşitli
örnekleri dinliyorum. Autotune bazlama tonlu trap'e karşı da hiç bir önyargım yok. Enteresan ve ilgi çekici ilk örneklerden sonra sevmediğimi gayet net söyleyebilirim. Ezhel'e karşı da hiç bir kötü niyet beslemem. Tersine Geceler ya da Bastık öncesi Felaket gayet dinlenir parçalar ki albümünü de bir ara dinleme isteği ara beri kıpraşır, autotune seviyesini azaltsa temennisiyle bunları söyleyebilirim. Etli türlü müzik türlerine bulaş olarak sevmediğim pek azı var ki Latin Pop bunlardan biri. Bir alt kademeden saçması dancehall ile de işim olmaz. Murda'yı da bilmem, genel manada gevşek vokal tekniğinden de haz etmem. Şunu demek istiyorum, müzik denen olguya karşı cinayet teşebbüsü ile karşı karşıyayız. Kapıları kilitleyelim, pencereleri kapatalım. Kulaklarımıza tıpa sokalım. Onlar aya gitsin biz burada kalalım.


En iyi çıkış yapan genç sanatçılardan Billie Eilish heybesinde binbir eleştiriyi taşımakla beraber yurtdışı hipster genç jenerasyon tarafından sımsıkı sahipleniyor, takip ediliyor ve seviliyor. Ben de genç kardeşimizin tümüyle arkasındayım. Fısıltılı mırmırlamaları vokal olmayabilir. Bury A Friend de fena değildi ama Bad Guy ile bir parladı fena fillah oldu diyebiliriz. İşin aslı şu ki başarısını büyük ölçüde alışagelenin ötesine geçen düzenlemesine borçlu. Sürenin sonuna gelirken önümüze atılan ağır drop anti-müzikal bir fikir işi, pop piyasasına bir meydan okuma. 

Karanlık sokaklarda yankılanan hisli tekno en sevdiğim şeylerden biri. Melodik trip hop gibi bir şeyler ama ismi yok bu şeyin, Burial gibi, Raving George'un You're Mine'ı
gibi, NCT U'nun 7th Sense'i gibi. Melodik içli vokaller üzerine derin bas. Future house kullanılan terimler. Saint John'un orijinal şarkısını trap ve R+B arası bir boyuttan alıp derin house partilerine katık ediyor 18 yaşındaki Kazakistan'dan Imanbek. Internette bu remiksin nasıl yapıldığına dair video var, bir göz atarsınız. Ben de heves etmedim değil. Bu tür işlere nadir rast geliyorum, belki de kendi elektronikamı kendim yapmalıyım hah ve de hah. 18 yaşında çocuk yapmış değil mi yani.

0/10 

7,50-/10 

8,0+/10

14 Kasım 2020 Cumartesi

Pelican - Nighttime Stories (2019)

 Aynı Pelican, değişik Pelican. İlk duyduğumda gitar tonu beni heyecanlandırdı ve ben heyecanlanmayan
bir tipim. Dağınık başlayıp standart post metal kreşendosuna bağlanan lakin riff temelli sert parçalar,  Arteries of Blacktop'un sonları favorim, ağırlıklı ama Abyssal Plane gibi renkli ve ironik daha stoner bir parça da yerini bulmuş albümde. Kayıt kalitesi, basların verdiği lezzet misal, hoş.  Kaydın sonlarına doğru sıkılaştıkça sıkılaşıyor albüm, son şarkının -Full Moon, Black Water- kendi kendini inşa sürecinde zirve yapıyor akılda kalıcılık ki aslında bu özelliği çok güçlü değil kaydın. 

7,50/10

11 Kasım 2020 Çarşamba

Pentagram - Akustik (2017)

 

Sevenlerini iki kutba ayırsa da genel olarak beğenilen bu proje ile eski kadrodan isimler bir araya gelerek güçbirliği yapmış bulunmaktalar. Ben de kendimi gayet iyi tanıdığımdan bu kaydı dinlemeyi erteledim bugüne kadar. Kendim hakkımda yanılmamışım da. Bir kere evrensel bir sorunun gölgesi yansımış albüme. Heavy metal'in akustiği nasıl olur ki? Bunu geçtim , her ne kadar modern bir sese sahip olan Gökalp Ergen haricinde Murat İlkan ve Ogün Sanlısoy  mikrofonun başına geçse de vokalin dinamizmi akustik ile aynı dalga boyunu paylaşmıyor gibi. Ayrıca Gökalp ve Ogün'ün nefesli, hırıltılı sesleri, hırçın vokali benim şahsen  Murat İlkan ile alıştığım şarkılar üzerinde bir değişik duruyor. Vokalleri saymışken Anatolia'yı seslendirenin de  Şebnem Ferah olduğunu da hatırlatalım. Eleştirilen hususlardan biri de şarkı seçimi. Bestelerin yorumlamaları da biraz yavan ve tatsız geldi kulağıma. Eskilerden beri içimde büyüttüğüm o Pentagram keyfini aynı hissiyatta tadamadım. Tıpkı Bu Düzen Yıkılsın'da olduğu gibi. O da amma tutuk bir şarkı. Neyse sonuçta benim görüşüm bu.

6,75/10


7 Kasım 2020 Cumartesi

The Seatbelts - Cowboy Bebop Blue (1999)


Efsane dizinin üçüncü soundtrack çalışmasında tempo biraz duruluyor ve ana eksen pop-caz olarak vurgulanıyor. Elbette country ve aria gibi anomaliler yok değil. Her ne kadar duygusal kayıtlar bir araya getirilmiş gibi dursa da bu çılgın anomalilere artık alışkın olmamız lazım. Bu haliyle seride en çok değer verilen kayıt bu üçüncüsü. Benim de en az hoşlandığım. Çünkü pop soundu aşırı bir şekilde 90'lar Robbie Williams çizgisini hatırlatıyor bana. Hiç sevmem. Dengesizliklerden ziyade uyum adamı olduğumu da daha önceden belirtmiştim zati. Bir kaç cool caz ve J-pop çalışması dikkat çekebilir.

6,75/10

5 Kasım 2020 Perşembe

Katherine Addison - Goblin Kral

Elflerin diyarındı yöneten kralın anlaşmalı evliliğinden olma hiç sevmediği ve sürgüne gönderdiği yarı goblin oğlunun, kral ve tüm diğer oğullarının şüpheli bir kaza sonucu ölümü sonrasında taht sıralamasında hop diye zirveye çıkmasının hikayesi. Öncelikle biraz pazarlama stratejisine kurban gittiğimizi söylemem lazım. Goblin değil yarı-goblin, doğrusu. Goblin denmişken boynuzlu, kısa, yeşil, çirkin yaratıklardan da söz edilmiyor. Koyu rekli ve kemikli olmaları dışında uzun kulaklı ve açık renk tenli ve saçlı elflerden çok da farklı değiller. İşin alegorik okumasını yapmak istesek de, aklımıza ilk ırkçılık sorununun gelmesi rastlantı olmayacaktır, yazarın niyeti pek de öyle değil. Yalnız bir gencin yabancılığı, saray görgüsü görmemesi sebebiyle soylular tarafından küçümsendiği bir ortamda korumaları ve yaverinden oluşan bir çeper içinde entrikalara uyum sağlayarak kendini geliştirmesi yani kariyerine son nokta olarak krallık, çeviri tercihen bu şekilde ama orijinal dilinde imparator aslında , ile pekiştirmesidir romanın ana hikayesi. Savaşlar, debdebeli çatışmalar değil söz konusu olan, hatta büyük bir kompleks şeklinde inşa edilmiş sarayın dışına ender çıkıyoruz. Ama kanlı sonuçlanacak darbe ve suikast teşebbüsleri gibi aksiyonlar hiç de yok değil. Elbette kral babası ve abilerini öldüren zeplin kazası da şüpheli görünmüyor değil, arkasını biraz kurcalamak lazım. Büyüme, güce ulaşma, kendini sevdirme, saygı uyandırma, spiritualizm ve inanç temalı hikaye yazarın tümüyle otantik adlandırmalarına rağmen oldukça hızlı akıyor. Bu akıcılık, okuyucunun genç ve kibar ve mütevazı yarı-goblin arkadaşla kendini bir ölçüde özdeşleştirebilmesinin etkisine borçlu büyük oranda. Bu da yazarın başarısı sonuçta. Lakin yazarın bazı ilginç yazım tercihlerinden söz edilmeli. Genç kralın tebası kendisinden korkmakla beraber, soylulara neredeyse hükmedemiyor olması, güce hükmetmeyi kapsayan ayrımın oynak zemini manasında biraz tartışmalı. Bununla birlikte güçten zehirlenmeyip kendi davranışlarını sorgulayarak etrafına iyilikle davranması aşırı idealizmin belirtisi. Ha keza etrafında iyilik eden iyilik bulur misali yürekten bağlı insanların da fazlalığı çok inandırıcı değil. Yine de ihanet vakasıyla bir ölçüde bu aksaklık hafifletiliyor. Hugo, Nebula ve World Fantasy ödüllerine aday olan bu romanın devamı da okunur yani ki 2021'de en azından yabancı diyarlarda böyle bir plan görünmekte.



2 Kasım 2020 Pazartesi

RETRO: Lacrimosa - Elodia (1999)

 Sofistike bir albüm bu, kemanlar başta olmak üzere orkestra tüm şaşaasıyla, klasik müzik esintisini yeni formlarda dinleyiciyle tanıştırıyor. Ardından Alleine zu zweit ve Halt mich boğaz paralayan dramasıyla gürültüsüyle coşkuya coşku katıyor. Devamında tempo düşse de 5. şarkıda en azından romantik gitar solosu sayesinde keyfimiz düşmüyor. Dich zu töten fiel mir schwer çalmaya başladığında tekrar dramatik patlamalarla bir sarsılıyoruz.  Grubun diğer kayıtları gibi kendi içinde dalgalı seyir izlesemekle beraber momentum üst sınırlarda salınmakta. Ne diyorum bilmiyorum bu kafayla şu saatte, eski günlerde içime çektiğim arabesk havasından çok daha incelik sergilediğinin farkındalığıyla , eyvallah.


8,0+/10

1 Kasım 2020 Pazar

RETRO: Mortiis - The Stargate (1999)

 Dinleyenlere, eleştirmenlere göre olmayabilir amma bana göre şu an dinlediğim en iyi Mortiis kaydı. Kadın vokal desteği ile birlikte tozlu doksanlar gotik tadın alındığı, folkik melodilerin yankılandığı (bonuslara dikkat), uzaysı kozmik bir o kadar ritüel ve epik fantastik  bir şeyler kulağımızda çınlıyor. Prodüksiyon ve tonlamalar da o kadar ucuz ve bayağı değil, az biraz yani. Bestecilik üzerine de bir kaç dakikadan fazla kafa yormuş Mortiis efendi.  Eğlenceli nihayetinde. Bu sefer olmuş bu. Süre bakımından sünnetlenmesi ve bazı bestelerin benzerliklerin kırpılması keşkeleri kaydın. 

Not: Geyiklere vesile albüm kapağından daha şok edici bir şey söyleyeyim, Mortiis bu makyajla konser veriyor.

7,75/10

İlhan Akdere / Zeynep Karadeniz - Türkiye Solu'nun Eleştirel Tarihi 1


1908-1980 yılı arasındaki dönemi kapsayan bu ilk cildin devamı gelmemiş. Siyaset sahnesinde EMEP'e denk düşen Evrensel Basım Yayım'dan çıkan kitabın Türk sol tarihine eleştirel bakışı da tabiki bu partinin bakış açısına uygun olacaktır. Fokoculuktan maoizme , oradan hocacılığa ve şu anki hattına durmadan değişim/gelişme (kendi düşüncenize uygun olanı seçebilirsiniz)  gösteren bir siyaset sözkonusu olunca belki kitabın 2. cildinin neden bir türlü çıkmadığı tahmin edilebilir. Diğer pek çok benzeri gibi daha çok 71 sürecine kadarki olan dönem ağırlığını oluşturmakta eserin. 80 darbesinin hemen öncesi ve bu dönemin önde gelen grupları ve siyasi görüşleri de bu doğrultuda oldukça yetersiz işlenmiş.