31 Ocak 2010 Pazar

RETRO: Emperor - In the Nightside Eclipse (1994)


İlk black metal dinlemeye başladığım vakit belki de dinlediğim kötü kayıdın etkisiyle bu albümden pek hoşlanmadım, daha doğrusu anlayamadım, ıskartaya attım. Sonra grubun büyüklüğünü öğrenince bir şans daha vermeye karar verdim. Bu sefer anladım albümü. Sözlerle ifade edemedim kendimi. Yıllar yılları köpekler kedileri kovaladı. Bu efsane albüme puan vereyim ve tamamiyle unutayım dedim bu son dinlememle. Kayıdı yenilemeyi hiç düşünmedim. Fazla vakit ayırmaya gerek yok çünki. Artık fikirlerimi söze dökebiliyorum. Senfonik alt türün kuruculuğunu borçlu olduğu auulayan uulayan mistisizm yayan klavye çok amatör, vokalle ayrı telden gidiyor çoğunlukla. Çiğ bir ilkellik havasını sunmaya çalışan yer yer rüzgara karışan vokal beni hiç enterese etmiyor. Parçaların atmosferik kuruluşu genelde iyi. Bu da klasik black metalin taka tuka baterisi ve tremolo hey hey hey rifleri sayesinde gerçekleşiyor biraz da. Riflerin ve melodilerin yönlendirdiği ve atmosferik altında ezilmeyen Beyond the Great Vast Forest (bir önceki parça da bu hata yakın bir yerlerde duruyor) ve black metal'de clean vokal'in nasıl kullanılması gerektiğine dair sonraki kuşağa tokat gibi çınlayan bir cevap veren ve ilk dönemin "black'n'hit" parçalarından Inno Satana favorilerim. Herkeşlerin sevdiği bu albüme kanımın ısınmamasının en büyük sebebinin ne olduğuna dair yaptığım araştırma bir kez daha sonuçlanamadı maalesef. Umurumda mı? Hayat kısa ve dinlenecek tonla albüm var mı? O zaman marş marş!

7,0/10

30 Ocak 2010 Cumartesi

RETRO: Skunk Anansie - Stoosh (1996)


Genç vakitlerimde orjinal kasetini alacak kadar sevdiğim bu albümdeki tüm şarkılara eşlik ederek, sözlerini takip ederek pek bir eğlenmiştim. Şimdinin penceresi aralandığında 90'larda kendilerine has pop-rock soundlarıyla ve güçlü fikri duruşlarıyla derin bir iz bırakmaktan ziyade bir parantez aralayıverdiklerinin farkına varıyorum. Ses aralığını dinamik bir karakterde kullanan grup keskin soundunu büyük ihtimalle Rage Against The Machine prodüktörüne borçlu. Gençken bu albümden fazlaca etkilenmemin bir sebebinin bu "teen angst" tavrının popüler pop-rock'a başarıyla yedirilmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Başka bir sebep varsa o da grubun, dolaysız olarak söylersek vokal Skin'in baladlardaki performansı olacaktır. Fısıltıdan çığlığa değişen geniş bir spektrum şukela terennüm ediliyor.
Biraz da bol kepçeden puanımızı verip bu eski grubu yad etme işini tamamlayalım.

8,25/10

29 Ocak 2010 Cuma

Joe Abercromie - The First Law I: The Blade Itself


Modern fantastik yazarlardan J.A.'nın First Law üçlemesinin ilk kitabı bildiğim kadarıyla hitap ettiği çevrelerde bir ilgi alaka uyandırmıştı. Bu uyanan alakanın ucundan kenarından nemalanma projem itibariyle yavaşlamasına gerçekleştirdiğim okuma sonucunda kendimi gayet iyi keyifli hissediyorum. Kitap yoğun bir şekilde karakterlere yönelmiş. En kuzeyden gelen barbarların efsanevi savaşçısı Dokuzparmak Logen, post-feodalleşme sürecindeki Birlik diye adlandırılan krallığın soylu askeri Jezal dan Luthar, güneyin esmer psikopatı kız savaşçı Ferro Maljinn en azından bu ciltte ikinci karakter olarak sergilenen rotacı geveze keşiş Longfoot ve büyücü çırağı Malacus Quai dünyanın en güçlü büyücüsü esrarengiz Bayaz etrafında tabiki de Bayaz'ın manipülasyonlarıyla bir araya geliyorlar. Yüzbaşı West, Logen'in çetesi ve elbette hayatı ironiyle yaşayan ,esir düştüğünde işkence ile sakat kalan ve hayattan her türlü zevkten mahrum bununla birlikte Birlik'in işkencecisi pardon sorgucusu olarak çalışan Glokta esgeçilemez. Bu karakterlerin kendi özelliklerine göre davranması güçlü bir gözlem yeteneğinin ürünü. Örneğin Logen'in doğal ortamından çıkıp şehire vardığında ağzı açık ayran budalasına dönmesini okumak ya da hiç istemediği halde bu arkadaş çevresine dahil edilen Ferro'nun diğerleri hakkında çıkarsanımlarını okumak ilginç detayları ortaya seriyor. Zayıflık tarafı yok değil tabi. Fantastik kurguda harita çizimine karşı çıkan yazar büyük bir evrenin şehirlerinden bahsedince biraz yitik hissediyorsunuz kendinizi. Neyseki internet ortamında fanın birinin yaptığı dolanıyor. Terazinin bir kefesi karaktere ağır basınca maalesef hikaye örgüsü hafif kalan tarafta yer alıyor. Evet, ülkeler savaşıyor, bürokrasi arasında binbir entrika. Ama arkada görünmeyen içinde büyücülerin yer aldığı büyük bir mücadele var. Ve bu sonuca ilk cildin sonlarına doğru ulaşıyorsunuz. Pek orjinal sayılmaz. Kanın, işkence detaylarının (Glokta tam adamım, amiri 10 dakika içinde bir itiraf istiyor ve Glokta adama sadece vaktim dar itiraf et diyor ve düşünmesine fırsat vermeden parmaklarını ince ince doğramaya başlıyor. Vallaha o anda John F. Kennedy'ye suikast yaptığımı bile itiraf ederim. Ha o zaman henüz doğmamış olabilirim. Lakin bu ince bir detay) hırla gittiği bu kitap ki bu yönüyle hitap ettiği çevre biz yetişkinler oluyor, açık grilik üzerine kurulu. Bayaz iyiliğin temsilcisi olarak görünüyor ama o da etrafında topladıkları da olabildiğince acımasız. Oluşturulan ırklar da ayrı bir sorun. Barbarlar germanik, Birlik şehir devletleri federasyonu şeklinde İtalyan, Hollanda rönesans dönemini andırıyor. Güneydeki Gurkha imparatorluğu Osman el Doşt tarafınan yönetiliyor. Anladınız..
spoiler
Logen kendini kuzeyin kralı ilan eden Bethod'dan kaçan grubuyla Shanka'ların (ki sonradan onların Kanedias tarafından ork gibi yaratıldığını öğreniyoruz) saldırısına uğrar ve gruptan kopar. Diğerlerinin öldüğünü düşünüp güneye yola çıkar. "Spirit"lerle konuşan Logen kendini br büyücünün aradığını öğrenir. Çırak Malacus onu bulur ve birlikte tabi kanlı bir macerayla Bayaz'ın kalesine ulaşırlar. Diğer yandan sorgucu Glokta artık direk sorgucuların başı Arc Lector Sulth'un emrine girer ve tüccarların komplosunu ortaya çıkarmak için ki ufak efek vergi kaçırma gibi yolsuzlukları yapan tüccarlar gerçekten hasta ve yetersiz kral'a karşı komplo içinde midirler bunu bilmiyoruz, çalışmaya başlar. İstediği itirafları zorlanmadan alırken süreç sonunda tüccarların odasınının tümüyle lağvedilmesine kadar varır. Bayaz'ın kalesine varan Bethod onun kendi emrin girmesini ister ve büyücüden ret cevabını çok açık alır. Sonra da Bayaz, çırağı ve Logen güneye Birlik'in kalbi Aduan'a yola çıkarlar. Birliği kral'ın altında yöneten kapalı konseyde yüzyıllardır boş olan koltuğunu almaktır amacı. Sulth ise bu konseyde kendi yandaşlarının ağırlık kazanmasını ister ve efsanevi karakterin aslında Bayaz kılığına girmiş bir sahtekar olduğuna inanır. Genç asker Jezal ise eskrim turnuvası için hazırlanmaktadır. Kendini beğenmiş bu karakter sonunda çalışmalarına konsantre olur ve bu arada West'in kızkardeşine aşık olur. Bir sorun vardır. West'in kızkardeşi Ardee soylu bir aileden gelmemenin üstüne çok rahat davranan katı davranış kurallarını takmayan bir kişiliktir. Ayrıca bu ilişkiye West de karşıdır. Sonunda Bayaz'ın gizli bir büyüsüyle turnuvanın galibi olur. Logen'in arkadaşları Köpekadam, Tul Duru, Kara Dow, Üçağaç, Asıksurat ve Forley En Zayıf Logen'in öldüğünü düşünürler , tekrar biraraya gelirler ve şef olarak Üçağaç'ı seçerler. Bethod'un Angland'ı almak için Birlik'e savaş ilan ettiğini duyunca Shanka istilasını haber vermek için içlerinde en güçsüz olan Forley gönüllü olarak Bethod'u uyarmaya gider ve öldürülür. Grup mecburen güneye Birlik yanlılarına katılmak için yola çıkar. Neyse şiştim, Maker diye tarih öncesinde güçlü bir adam var. Kanedias. Daha insanlar kabileler halinde yaşarken. Kardeşi Juvenes'i öldürür ve Juvenes'in ilk öğrencisi Bayaz da onu öldürür. Tabi yandaşlar da çarpışıyor. Maker'ın kulesini Bayaz açmayı başararak üzerindeki sahtekar damgasından kurtulur. İçerden bişiler alır felan. Açıkcası güneyde zalim Gurkha imparatorluğu da arka perdeden bu Kanedias'ın öğrencisi Khalul tarafınan yönetiliyor. Birlik de bir yandan kuzeyde savaş halindeyken diğer yandan güneyde Dagosta kentini istiladan korumaya çalışır. Bayaz etrafına oluşturduğu kümeyle tam yola çıkacakken Sulth'un saldırısına uğrar ve apartopar yola çıkarlar. Batı'ya. Sinirinden köpük köpük köpüren Sulth Glokta'yı Dagoska'nın başsorgucusu ilan eder. Dediğim gibi hikaye çok detaylı ve ilgi çekici değil. Ama sadece kişilerin içseslerini okumak bile bu kitabı keyifle okunur hale getiriyor.

Tiamat - The Temple of the Crescent Moon (2008) Single


Grubun son albümünden çıkan single bendenizinizinizin ilgisini ilginç ismiyle çekiverdi. Kötü vokalin arkasında bir yerine bayan vokal döşenmiş, çok klasik ve düz bir beste, aslında bir geriye dönüş var çünkü şarkı basitçe bir gotik metal özelliklerini gösteriyor. Sondaki gitar solosu ve ortadaki Battlestar Galactica'yı andırır ambiyatik geçiş biraz geneli toparlıyor.

6,50/10

RETRO: Gökhan Kırdar - Üstüme Basıp Geçme (2005)


Bir zamanlar Yunanistanla aramızda kardeşlik köprüsüne tuğla koyan bir dizi vardı: Yabancı Damat. Böyle şirin şaşı bakışlı Özgür diye bir çocuk oynuyordu. İşte bütün bildiğim bu dizi hakkında. Bir de tabi dizi müziklerini Gökhan Kırdar'ın yaptığını. Sonraki dönemin ağırlığı altında yerel ezgileri (Gaziantep?) tribal elektronik tarzıyla birleştirdiği yapıtlara daha eski soundda Fayton ve Üstüme Basıp Geçme gibi şarkıları da ekleyerek bu kısa albümde dinleyici beğenisine sunmuş. Her ne kadar bu yeni açılımı güzel olsa da albüm pek bir yama gibi duruyor. Elektronik şarkılar dahi uzunca cingılları andırıyor. Bununla birlikte Barış İçin ve Karşı Kıyı'nın keman mixi pek bir dokungaçlı götürgeç olmuş.
İçimden bir ses sanatçının son dönemini takip edersem mutluluğa ulaşacabileceğimi söylüyor. Acaba?

6,75+/10

28 Ocak 2010 Perşembe

Gang Gang Dance - Saint Dymphna (2008)


Kapağına kanıp yüklediğim albümlerden biri. Konumuz psychedlic pop hatta saykedelik dance indie pop. Öğretmenimiz Gang Gang Dance adında internet olmasa 40 yıl arasan bulamayacağın bir grup. Ders anlatırken yararlanılan ders alet edevatlarından etnik musiki, elektronik ve ingiliz elektroniği (dub grime ragga kabilinden) öne çıksa da hakim renk, ne demiştim demin saykedelik. Öğretmenimiz (bayan) pek anlamlı sözler etmeyi sevmese de parçaların en azından yarısı sözsüz değil. Ayrıca konuk bir hoca çağırmışlar Princes adlı şarkıda. Tinchy Stryder, tanıyan? Neyse saykedelik müziğe kılım diye daha fazla uyuzluk yapmayayım. Çünkü dinledikçe hoşunuza gidecek bölümler, tüm şarkı değil tabi, buluyorsunuz. First Communion'daki dans ritimleri, Blue Nile'in ismi üzerinde egzotikliği, vokalin nihayet fark yaratabildiği incelikli dans parçası House Jam, Desert Storm'un Uzakdoğu etkisi altındaki vokal bölümleri...
Bi de en arabeskinden bir alıntı ekleyeyim. Heh heh...

will the clouds carry my tears to you

6,25+/10

27 Ocak 2010 Çarşamba

Katatonia - Night Is the New Day (2009)


Sonda söylenecek şeyi başta söyleyeyim: Anathema, Sentenced saiki ile grubu dinleyenler, benim gibi, hayalkırıklığına uğrarken Opethçi Katatonikler mutlu olacaklar. Bu kadar, işin biraz arabeskine bakan , tempoyu ve tempolu melodileri gözardı etmeyen adam için bu progresif (ki atmosferik açıdan progresif yoksa progresif progresif de değil) yönelim bu hayalkırıklığının sebebi. Tek tek parçalara baktığımızda hepsinin vokal başarısına yaslandığını söyleyebiliriz. Bu mikro analiz aslında şarkıların hiç de kötü olmadığı sonucunu gösteriyor. Ancak ve de ancak subjektif olarak beni enterese ettiğini söylemem de güç. Grupta hep mevcut olan ve arada bir dengeyi bozan İskandinav sterilliği teraziyi artık devirmiş durumda. Bu yeni modern sözde atmosferik hava beni hiç cezbetmiyor. Kullanılan yumuşak elektronik ambiyatik efektler sıcaklık yayamıyor. Zaten böyle bir amacı da olmadı grubun taaa müzik hayatlarının en başından beri.
Albüm Forsaker ile başlıyor, albümün geneline göre gayet tekdüze ve sert. Ama ben kül yutmam, bu sertlik olabildiğince banal ve sahte. 2,3 ve 4. parçaları (The Longest Year, Idle Blood, Onward Into Battle) dinlemesi gayet keyifli. 3. sıradaki tam clean vokalli Opeth çakması bir şarkı olsa da brütüsün hakkı brütüse. Sonra ise cidden bir uyuklama bir gerileme dönemine girdim. Tek sıfatla sıkıcı. Sonlar ise ilklerin izdüşümü şeklinde. Özelikle Inheritance estetik açıdan pek güzel bir şarkı. Son parça Departer ise erkek mi kız mı belli olmayan ama kesinlikli Sigur Ros'u andıran bir vokal desteği almış. Hayalkırıklığım X2 olmuş.
Bu yolda yürürseniz bir daha bu kadar hoşgörülü davranmayacağım. Ve evet Opeth'e de artık kıl olmaya başladım. Bu ne elit metalcilik kardeşim.

6,75/10

26 Ocak 2010 Salı

Agathodaimon - Phoenix (2009)


Gruptaki Romen varlığı ardında hiç bir mistisizmin izini bırakmadan gitmiş görünüyor. Kala kala gayet modern , bir kısmı modern/nü metal etkili yepisyeni melodeath üzerinden, bir melodik black metal soundu kalmış. Clean vokaller de kullanılmış. Hatta bir şarkıda Opeth etkisini hissediyorum. Müziğin önüne geçmeyecek kıvamda senfonik (eee orkestra kılığına girmiş kiibord) öğeler yedirilmiş. Ama en fazla Kalmah vs. gibi grupları dinlerkenki ruh halini paylaşıyorum. Hoş ama boş, kalıcı değil. Bir de sankim yeni In Flames'in black versiyonu gibim. Özellikle bazı bumbastik besteler bu kadar da olmaz dedirtiyor insana. Sorun neredeyse nu-metal kıvamında olması. Sonuç, yine de büyük bir zevkle dinleme. Sanat, kalıcılık, öz hiçbiri yok. Decline, Ground Zero, Winterchild (neo-klasik etkisi, bayat ama etkili bir seçenek), Amongst the Vultures örnek gösterilebilir. Ancak ve ancak albümde favori parçam iki halde kendini bonus olarak gösteren ve sınırlı baskılarda bulunabilen Alone in the Dark'ın bayan vokalli versiyonu. Şahane gotik bi şi.
Uzun lafın kısaltılmışı şu ki bu albüm benim için çıtır çerez. Eğer bir arkadaşınızın kanına girmek , black metale alıştırmak istiyorsanız kanaatimce iyi bir seçim olacaktır bu albüm.

7,50/10

25 Ocak 2010 Pazartesi

Neurosis - Given to the Rising (2007)


Süper sevdiğim Eye of Storm'u takriben çıkardıkları bu son albümün görece yavan kaldığını söylemek mümkün. Yine de atmosferik sludge, post-metal ne derseniz deyin bu türün özellikle ambiyans bölümlerinde sergilenen müthiş yaratacılığı takdir etmenin önünde engel değil bu yavanlık. Misal Water is not Enough dinliyorsunuz ve sonuna doğru gözleriniz kıpır kıpır etmeye başlıyor bir trans halini tadıyorsunuz. Pörfekto! Albüme adını veren ilk şarkı ve her nedense sert bir Marilyn Manson endüstriyelizmini hissettiğim Fear and Sickness albümün diğer güçlü parçaları. Albümün sonlarında atmosfer o kadar ağırlaşıyor ki town beneath the stars above the waves isminde bir grup kuruyorum zihnimde. LeGuin'in eski kitap kapaklarını andırır bir kapak bile çiziyorum. Minyatür perspektifinde altı beyaz ve mavi dalgalarla oyulan bir uçurumun kenarında , düştü düşecek pastel renkli bir avrupa kasabası ve üstünde siyaha yakın lacivertliği aydınlatan pırlanta yıldızlar..
Sonra uyanıyorum, benim şahsen müzisyen sayıklaması dediğim, dinleyici kancalayan melodilerin terkedilerek kişisel statik bir durumun albümde bayağ bayağ tercih edilmesini aşaraktan, uyanıyorum ve "daha iyi olabilirdi" diyorum.

"we claw roots
of trees in the world of iron"

8,0/10

24 Ocak 2010 Pazar

King Diamond - The Spider's Lullabye (1995)

90'lardaki Mercyful Fate'i de daha bi beğenmiştim. Riffe dayalı groovy melodilerle yüklü besteleri dinlemek açıkcası daha kolay. Ve aldığım keyif de dolayısıyla daha fazla. Elbette önceki albümlerindeki teyatral havada eksilme var, şarkılar sofistike değil felan vessair de King Diamond'dan bahsediyoruz burada Pink Floyd'dan değil, ne sofistikesi? To the morgue, take him to the morgue..

7,75-/10

23 Ocak 2010 Cumartesi

RETRO: Tiamat - A Deeper Kind of Slumber (1997)

Zamanında bir kaç dinleme sonrası anlayamadığım için es geçtiğim bu albüme bu sefer yeterince zaman ayırdım. İçine girmesi zor olmamakla beraber sindirmesi hiç de kolay değil. Metal soundunu taşımayan albüm pek çok değişik türün etkisi altında progresif özellikler göstermekte. Şöyle baştan ve hoşlandıklarımdan başlarsak ilk şarkı Cure ve 80'ler gotik rock havasında. 4. parça The Desolate One, Massive Attack albümünden fırlamışcasına etno-trip hop kulvarında süper bir şarkı. 7. sırada daha orta doğuya özgü soundda bir enstrümentale rastlıyoruz. Hemen ardından modern Pink Floyd gibi Only In My Tears It Lasts ve Depeche Modevari The Whores of Babylon geliyor. Ardarda pek keyifli anlar sayın seyirciler. Arkasından psyche'ye kayan prog ağırlıklı şarkılarla albüm sonlanıyor. Benim için biraz fazla karman çorman kaçsa da objektif açıdan bakıldığında albümün enteresan bir güzelliğe sahip olduğu inkar edilemez. Neyseki olabildiğince subjektifim.

7,75+/10

22 Ocak 2010 Cuma

Grave Digger - Heavy Metal Breakdown (1984)


Grubun debüüsü: Eski sound heavy metal, biraz sertcene çünkü speedy metal etkisi aşikar. İlkin vokal dikkat çekiyor. Biraz gür kendine has hoşaf bir stil. Gurulduyor gibi. Şarkılar güçlü ama albüm boyunca çeşitlilik sağlanmış. Zaten klasik şarkılardan ziyade ayrık duran parçalar daha bi hoşuma gitti. Bathory'nin viking marşlarından herhangi birini andırır Back From the War, biraz garip tınlasa da yahşi balad Yesterday ve fevkaladenin fevki speedynin güzeli Motörhead'i yaya bırakan tozu dumana katan Heart Attack. Evet sounda motor sesi felan eklenmemiş. Lakin dinlerken buram buram deri ceketleri, benzini koklayacak zincir şıkırtılarını duyacaksınız.

7,75/10

RETRO: Gökhan Kırdar - Serseri Mayın (1994)


Böyle değişik değişik albümler dinliyor olmam en azından bir dönem pop müzikle haşır neşir olmadığım anlamına gelmiyor. Türk pop müziği genelleme yaparsak milenyumla birlikte, belki bir süre önce, öldü, mefta oldu. Ama öncesinde özellikle 90'larda gayet haysiyetli ürünler verdi. Şimdinin gelişmiş über-kulağıyla dinlediğimizde zamana yenilmiş bir sound ve amatörlük sergilenmesi yine de takdir etmemizi engellemiyor. Sertap Erener, Mustafa Sandal, Demet, Mirkelam, Kenan Doğulu ilk aklıma gelenler. Tabi ilk albümleri , şansı zorlamaya gerenk yok. İşte Gökhan Kırdar dizi müzikleri ile bir ara ünlense de çıkışını sonradan keşfedilen bu albümle yapmıştı. Yerine Sevemem gibi bir klasiğin yanında dinlemesi hoş Anlarsın Ya, Serseri Mayın gibi şarkılarla romantik sularda gezinen bir tarz geliştirmiş kendine. Son dönemde de etnik ambiyans projelere girip popüler arenadan kendini çekmişti diye hatırlıyorum. Yani "diğerleriyle" karıştırmamak lazım sanatçıyı. Yine de bu kadar romantizm metal ağırlıklı müzik dinleyen bendenizi (metalci demiyorum dikkat) bozar aga.

7,25/10

21 Ocak 2010 Perşembe

Apocalyptica - Inquisition Symphony (1998)

Viyolonsel çalan ekibimiz ikinci albümleri ile daha sert geri dönmüşler. Üstelik heybelerinde kendi şarkılarını da taşıyorlar. 4 Metallica coverının yanına 2 Sepultura ve birer Faith No More ilen Pantera yorumu eklenmiş. Ne diyeyim a dostlar. Ben bu gruba proje olarak bakıyordum. Böyle gelişip kendi yollarını çizdiklerinde ise ben o yolu yürüyor olmayacağım arkalarında. Yani hoş dinlemelik, pek çok vakit pırıl pırıl parıldıyolar ama benim dinlemem bir hevestir. Hiç de merak edip bundan kelli Apocalyptica ne yapmış diye sormam.

7,75/10

20 Ocak 2010 Çarşamba

Powerwolf - Bible of the Beast (2009)


Hani bir kız görmüşündür ya ya da erkek neyse. Uzun boylu sarışın mavi gözlü mihrap yerinde. Ortak dersiniz olsun, notları da gayet yerinde. Yani aptal felan değil görünüşte. Bir de konuşursunuz, bir sorun vardır. Hayatı ciddiye almamaktadır, tutarlılık hakgötüre. Hayat eğlencedir. İlk birkaç gün süperdir her şey de, sonra bi bakarsınız onun fahişesi olmuşsunuzdur artık. Yedirirsen kendi varlığına eh armağan olsun o zaman. Bu grup da bir nevi bu ayarda. Klişelik damarına sıkı sıkı bağlı olarak power metal yapıyorlar. Senfonik latin ilahimsi korolar vardır ya "dominos dominos" diye bağırır bir grup. O da müziğe gayet güzel yedirilmiş. Vokal gayet güçlü. Kayıt kalitesi, müzisyenlik pek ala. Ee sorun ne? Tek kelimeyle yavşaklık! Sanki çıkan bestelere bakmışlar, ulenn klişeye klişe katacaksak eğer parodik olsun demişler gibi. Vokalin slavik taklit çalışmaları tam komalık. Moscow After Dark! Ulan dile de dolanıyor nalet şey. Yahu nakaratı ve ismi Resurrection by Erection olan bir parça var, nereye çekersen çek aabi. (aslında sözleri okudum ve tastamam kastedilen şeyi ifade etmişler, bir şey çekiyorlarsa eğer cümlenin anlamı değil o) Bence müzik ciddi bir uğraştır. Zaten Dr.Stein gibi bir parçayı içeren bir albümün power metal abidesi olarak kabul edilmesini de hiç anlamamışımdır. Evet lafım sana Helloween. Neyse parodi istersem grup vitamin dinlerim.
İyi de niye puanım yüksek. 1. Mihrap var ya o mihrap.. 2. Werewolves of Armenia ( HuH! haH!)

"catholic in the morning
satanist at night"

6,75/10

19 Ocak 2010 Salı

Michael Moorcock - Elric Destanı I: Melnibone'lu Elric

Bendeki kitabın kapağı daha amatör olsa da bu serinin kapak resimleri takdiri hakeden çalışmalar. Seri Conan'ın karşıtı olarak sunulan bir anti-kahraman, Elric üzerine yoğunlaşmış durumda. Büyüyle haşır neşir elfleri andıran bir halkın kralı olan Elric albino görünüşü, ilaçlarla güçlendirebildiği fiziksel zayıflığı ve Drizt gibi bir karakterin doğuşuna ilham olacak şekilde ait olduğu toplumu vicdan penceresinden sorgulaması ile anti-kahraman tanımı altında sumulması pek bir şey ifade etmiyor. Çünkü maceralar ardından halkına liderlik yapan, ilaç almasını gerektirmeyecek şekilde güçlenen ve hikaye boyunca pek de yenilgiyi tatmayan çizgisi anti-kahraman tanımı içinde bir kahramanlığın içermesini hatırlatıyor. Aksi halde , fantastik bir evrende her gün örgüsünü ören genç bir kızın hayat hikayesini okumak ne kadar ilgi alaka çeker tartışılır.
Her nedense 6.45 yayınlarına ki ilk dönemlerde yeraltı edebiyatı alanında çevirilerle edebiyatın referans kısmına katkıda bulunmuşlardır, ait kitapları hep bir renksiz bulmuşumdur. Fred Saberhagen, David Eddings- Elenium (bu seriyi kesinlikle okumayın, ben de yarıda bıraktım. Irkçılığın önyargıcılığın tavan yaptığı bayat bir seridir) , Hobbit. Bu da öyle , belki çevirinin etkisidir, gitti yendi, geldi, tarzında mekanik bir yaklaşım hissediliyor. Ama bir ölçüde proto-fantastik kitapların oturmamışlığı, basit ve folklora vulgarist bir açıyla yaklaşan hikayeciliği de inkar edilemez gerçekler.
Spoiler
Elric Melnibone'un kibirli ve hazcı geleneklerine karşı olaylara vicdani yaklaşır, danslara eğlencelere felan pek katılmaz. Bi de bir kıza aşıktır ki o da kraliçe olacaktır. Bu kızın abisi Yrkoon ise tam bir gelenekçidir ve Elric'in tahttan devrilmesi için çabalar. Etrafta normal insanların genç krallıkları gelişirken Melnibone'a karşı durmadan bir düşmanlık yayılır. Bir donanma ada devletine saldırdığında yok edilirler ama zayıf düşen Elric canlı canlı Yrkoon tarafından denize atılır. Kendini kral ilan eder ve kızkardeşine gözkoyar. Elric denizlerin tanrısı gibi bir şeyle anlaşma yapar ve tastamam sarayına geri döner. Yrkoon'un daha önceki tertiplerini bağışlamışken ki bağışlamak pek de Melnibone geleneği değildir işkenceyle öldürme kararını verir. Ve hapseder. İşkence ile öldürmek derken canlı canlı vücudunun kesilmesi ve ziyafetle yenmesi gibi :-) Yrkoon büyü kullanarak kızkardeşini de alır ve bir grup destekçi ile fakir bir ülkeye kaçar. Donanma hazırlar orada. Elric onu hiç bir yerde bulamaz. Sonunda kaosun ve cehennemin tanrısı Arioch'u çağırır ve ona teslim olur. Onun yardımıyla yerini tespit eder. Denizlerdeki tanrı ile anlaşması gereği karada ve denizde giden bir gemi ile Yrkoon'un kentine varır, güçlerini yener. Amma Yrkoon başka bir boyuta kaçar, kaos güçlerinin kadim iki kılıcının Dulbırakan ve bilmembişi, göbe attıran diyelim ehhehhe peşine. Elric takip eder, orada bir adamla tanışır böyle güç bela bir yolculuk bir mağarada Yrkoon'u yakalar. Kılıçları paylaşır ve çarpışırken Elric kılıcın kan dökme amacıyla kendisini yönlendirdiğinin farkına varır. Neyse Yrkoon'u yine yener, Yrkoon pişman olur. Eve dönerler, Elric dünyayı öğrenmek için bir sene yolculuk yapmaya karar verir, kızla dönüşte evlenecektir. Kendisi yokken tahtı da Yrkoon'a emanet eder!

Omen - Battle Cry (1984)


Napölyon ne demiş: vokalist vokalist vokalist!
(aslında vokalist ne saçma bir laftır yafu, vokal yeter ve artar şartkene)
Evet 80'lerin geride kalmış heavy metal gruplarından Omen'in en afilli yanı gerçekten kuul bir vokale sahip olması. Zaman zaman dumanlı hard rock çizgisine kayan bir içim su gibi vokal şu an hayatta değilmiş. Allah rahmet eylesin, ne diyim. Çifte gitarın eksikliğinin sert müziğe alışmış kulaklar için kısa bir intibak dönemini oluşturmasını bir kenara bırakırsak parçaların biraz steryoteyp olması negatif etkiliyor albümü. Bununla birlikte rahatça duyulan baslar ve arada bir parlayan bateri, güzel sololar ve tabi ki disipliner vokal etkileyici yanları albümün. Her ne kadar besteler Manowar tipinde olsa da güzel riflerle örülü ve dinlemesi pek bir keyifli. Eminim günümüzün her tür heavy, epik, power metal ve NWOBHM dinleyicisi de bu keyfi paylaşacaktır.
Death Rider, Dragon's Breath, In the Arena, Bring Out the Beast.

8,0+/10

18 Ocak 2010 Pazartesi

The Kooks - Inside In Inside Out (2006)

Defalarca dinlediğim şu şarkılardan sıkılmak mümkün mü?: Ooh La, Seaside, You Don't Love Me, Sofa Song, I Want You Back, See the World, Naive. Brit pop dünyasında gezinerekten akustik şirin şarkıların yanısıra gayet garaj rock ve raga (rege rogo) etkisine de girerekten böyle dinlemesi keyifli bir albüm çıkardıkları için teşekkürlerimizi sunuyoruz gruba. Elbette bir pop albümü olması gereği güçsüz şarkılar da içeriyor albüm ama toy tötüne rahvan gitsin. Hah ha.
Popüler müzikte İngiltere derim başka bir şey demem. Ve ajandama mutlaka Oasis'leri Blur'leri Pulp'ları almam lazım, bakalım ne kadar hoşlanacağım.

8,25/10

17 Ocak 2010 Pazar

RETRO: Alev - We Live in Paradise (2004)

Türk elemanların da yer aldığı bu proje ilk başlarda (sonra vokal değişti) vokal olarak gruba da ismini veren bir hatunkişi vitrinliğinde ülkemizde görücüye çıkmıştı. Nedense bizim kitle pek bir nefret etti bunlardan. Bense o zaman da bu zaman da dinlerken grubun emsallerinden bir parmak daha iyi olduğuna inanmışımdır. Müzik bildiğiniz 90'lar modern rock. Besteler gayet melodik. Belki de ben midesizimdir hatta denesem çiğ çiğ maydanoz yiyebilirim belki, belki de hala maydanozdan nefret ediyorumdur. Bilmiyorum, ben sevdim. Nadiren anlayabildiğim Türkçesi ile Bugün Değişmezsek/If We Ever'ı, Just Because'u, Time will Show'u, Youth Sleep Well'ini de sevdim. Seviyorum üleeenennnn! Hah hayt.

7,0/10

Fauna - Rain (2006)


Tarla mahsulü kaydı diyorlar buna, yani stüdyoda kaydedilmemiş. En azından ilk 6 dakikada usul usul yağan yağmur şakırtılarının böyle olduğuna inanmak istiyorum. Ha keza kova kova suyu şırıl şırıl dökerken stüdyoda kaydetmek zorlayıcı olmalı. Ondan sonra akustik gitar ve ardından yumuyumuyumuşak vokal eşliğinde yaklaşık 3 saniye süren bir melodinin minimalizmi icat eden adamı kusturur seviyeye getirecek sıklıkta çalınmasına tanık oluyoruz. 22. dakikaya kadar. Unutmadan söyleyeyim, 3 alt bölüme ayrıştırılabilse de bu albüm 63 dakikalık tek şarkıdan oluşuyor. Neyseki forward tuşu icat edilmiş. Bu ilk iki bölümü biriki kez dinlemek yeterli oluyor. Sonra bir gürültü şeklinde black metal kısmı başlıyor. Baterinin taktak toktok atakları ve gitarın özellikle vokalin daha modern atmosferik sludge'a kayan yanı ile birlikte beste sık sık moderen duum türüne yaklaşıyor. Hızlanıyor, ağırlaşıyor, rastgeleşiyor ve sonunda albüm 42-55 arasında zirveye dokunuyor. touchdown! Grubu ben de Wolves in the Throne Room'a benzettim biraz. Ancak yabancılaştırıcı gürültülü soundu basitleştirebilmesi sebebiyle daha kolay dinlenilir. Tabi bu dinlenebilirlik şöyle bir şey: 100 kişiye sorduk Fauna'yı dinleyebildiniz mi? 4 kişi evet derken WitTR dinleyebilenlerin sayısı 2'de kaldı misaaaaali.

8,0+/10

16 Ocak 2010 Cumartesi

RETRO: Sentenced - Amok (1995)


Şimdilerde itici gelen sert ama na-brütal vokaller ve bazı doldur boşalt şarkıların varlığı haricinde hiç bir eleştirici getiremeyeceğim albüm güçlü, akılda kalıcı gitar melodileri ile parıldıyor. Hangi kulvara sokacağınızı şaşırdığınız albümün en azından etkilendiği alanlar açıkca sayılabilinir: heavy metal, gotik metal ve melodik death. Bunun yanısıra sinematik alıntılar ve tüy kıpraştıran bayan vokal (miktarı az tabi) sayesinde şarkıların birçoğu ayrı bir hüviyet kazanıyor daha doğrusu vurgusu artıyor. Nepenthe diyorum, New Age Messiah diyorum, Forever Lost diyorum. Daha ne diyeyim?

8,50-/10

15 Ocak 2010 Cuma

RETRO: Tiamat - Clouds (1992)

Pek de hazetmediğim gruplar arasında yer alan Tiamat'ın ilk dinlediğim bu albümünün de hakkın vermek gerek şimdi. Doom death kalıplarını değişik progresif müdahalelerle esneterek ve melodik açıdan güçlendirerek bir hayli dinlenilir kılmışlar. Özellikle hareketli tempo ile birleşince güzl örnekler çıkmış. Hemi de artık uzak durduğum ne brütal ne clean arada sert bir yerlerdeki vokale rağmen. In a Dream, Sleeping Beauty ve Scapegoat gayet leziz çalışmalar. Bir de gang vokaller de çok hoş. Doom metalde ne işi var demeyin.

7,25+/10

14 Ocak 2010 Perşembe

King Diamond - In Concert 1987: Abigail (1990)


Kalitesiz bir kayıt cırtlak vokallerle daha da katlanılmaz hale geliyor. Ayrıca gitarın da cırtlak bir ton tutturulmuş hali pek cezbedici değil. Bu konser albümü elmas kralın solo diskografisinin tacı Abigail albümü üzerine kotarılmış. İşin aslı o albüm çıktığındaki turnesi. Dolayısıyla şarkıların birçoğu da oradan alınmış. Ayrıca Mercyful Fate'in Don't Break the Oath albümündeki Come to the Sabbath yorumu da eklenmiş. İlk albümden de The Candle ile The Portrait. Ayrıca böyle kristmıs geyiğine bir şarkı var. Bazı gitar ve bateri soloları içeriyor. Açıkcası bu konser kaydıyla Diamond'ın o sesleri cidden çıkarabildiğini öğrenmiş oluyoruz. Parça seçimleri hoş olsa da bu da beyin be kardeşim. Bir alır noktası kapasitesi var.En iyisi Abigail'i dinleyin, yeter. Çok hastasıyım diyosan ve daha ham, çiğ bir soundla elmas kralı dinlemek istiyosan buyyrun önden. Bu arada albüm kapağı çok kuul, her zaman siyah üzerine kırmızının müthiş uyduğunu söylemişimdir zaten.

6,25/10

13 Ocak 2010 Çarşamba

Overkill - Feel the Fire (1985)


Basit bir thrash ürünü bekliyorken Overkill çıkış albümüyle bünyeyi şaşırtıyor ve damardan thrash ayağına gayet sert NWOBHM enjekte ediyor. Mötörhead'den Iron Maiden'a değişik etkileri hissettiğimiz albümü birkaç sene öncesinde dinlemiş olsaydım çok daha memnun kalacaktım. Zira şimdi non-stop 40 dakika speed metal midemde hazımsızlık yapıyor. Yahu post-rock albümlerini bile bazen fazla gürültülü buluyorum, yaşlılık işte. Sonuç olarak Feel the Fire gibi müthiş-ötesi bir parçaya ev sahipliği yapan bu albüm zevk ü sefa ile dinlenmiştir. O kadar.

7,75+/10

12 Ocak 2010 Salı

Slint - Spiderland (1991)


Kapağıyla dahi insanı büyüleyen bu albüm sadece birkaç albüm çıkararak dağılan ve post-rock'ın atalarından biri olarak kabul edilen Slint'in en bilinen albümü. (bir cümle içinde üç kez albüm kullanınız) Aslında eski olmasına bağlı olarak bu albümün varlığını keşfetmek bile güç. RYM sağolsun. Bana sorarsanız tür post-post-punk gibi bir şey. Çoğu şarkı fısıltılı, konuşma tonu hatta acımtırak çığlıkımsı tarzda vokal içeriyor. Zaten adamımız şarkılarda değüşük değüşük hikaye anlatıyor. Genelde vokal müziğin arkasına yerleştirilmiş ve yine pek çok vakit tümden müzik arka sıralarda. Cilalanmış plastik devrin soundunu taşımadığı için albümü dinlemek ayrı bir zevk teşkil ediyor efenim, ayrı bir atmosfer. Hatta ilk başlarda çok kısık volüm seviyesinde dinleyerek varolan gizemi güçlendiriyordum. 6 türkünün hepsi güzel ala. Özellikle Washer ve Good Morning,Captain ikilisi daha bi öne çıkıyor.

9,0/10

11 Ocak 2010 Pazartesi

Robert Jordan - Zaman Çarkı 5-2: Göğün Ateşleri II


Bir miktar daha iyi. Sonuçta olaylar bağlanıyor ve büyük bir savaş var. Bence çok da başarıynan altından kalkılamamış bu sahnelerin. İnsan çok çok daha epik plmasını bekliyor. Ki büyünün abartılması kaçınılmaz bir şekilde tanrı efekti yaratır. Henüz o aşamada değiliz ama geliyoruz hissediyorum
spoiler
O kadar hızla sildim süpürdüm ki tan hatırlayamıyorum. Rand Cairhien kentini kuşatan rakip Aiellerin ucunu yakalamıştır. Bir yandan daha önceden oraya gönderdiği Tear askerlerinin yanısıra bazı Cairhienlerle birlikte kuşatanları kuşatmıştır. Yine de içinden çıkılamayan bir durum vardır. Bir o kadar Aiel kabilesi ise bağımsız kalarak Rand'ı kuşatmıştır. Kuşatan kuşatana. Savaşın gidişatına göre tavır alacaklar belliki. Bu arada Rand Aviendha ile sonunda sevişir. Aviendha Elayne için onu korurken artık Rand'ı paylaşılacak koca olarak görmeye başlamışlardır. Elayne ve Min de bunu kabul eder gözükmektedirler de Aviendha'dan haberleri yoktur henüz gariplerimin. Bu esnada Nynaeve ile Elayne sirkteyken Galad'a yakalanır. Ve artık meczup sayılacak haberci ile irtibata geçerler. Düşler aleminde Brigitte Moghedien tarafından gerçek hayata atılır. Nynaeve hayatını zor kurtarır. Elayne Brigitte'in hayatını kurtarmak için onu kendine muhafız yapar, hemi de henüz Aes Sedai ünvanını kazanmamışken. Neyse kasabada isyan çıkınca Galad'ın ayarladığı gemiyle asi Aes Sedailerin toplandığı yere Salidar'a bir grup kuzeyli asker ve mülteci ile varırlar. Köyde Siuan'ın emirlerini yerine getirdiklerini söylerler. Köye sığınan mülteciler ilerde sorun yaratacaklar, her iddiaya varım. Siuan'ı Nynaeve gizli gizli düşler alemine götürürken Moghedien'in izlediğinin farkına varır. Neyse, sonunda aklından Seanchan büyülü zerzavatını geçirip adam? terkedilmişi hapseder. Böylece onun da yönlendirme gücünü ele geçirir. Öncesinde yüzbinlerce kişilik ordularla yapılan Cairhien'deki savaşı Rand kazanır. Hatta Mat yine onu terketmeye uğraşırken rakip Aiel şefini öldürür kendi takipçilerini oluşturur. Birlikte yaşamaya başladığı Aiel mızrağın kızı Melinda onu savaş sonrası öldürmeye çalışır. Süpriz süpriz. Görünen o ki karanlık dostudur ve Mat'in güçlenmesinden rahatsızlardır. E ölür doğal olaraktan. Rand şehirde Tearlı lordların nüfuzunu kırmaya çalışır. Diğer yandan Illian'ın başındaki Samael'in tahriklerini durdurmak için plan yaparken Andor tahtın elegeçiren Rahvin'in Elayne'in annesini öldürdüğü haberini duyar. Ki yalan. Gizli bir kuvvetle Rahvin'e saldırmaya karar verir. O sabah Moirane onu rıhtıma götürür. Rıhtımdaki çerçi ajanına haber almaya gelen Rand'a daha doğrusu önceki hayatındaki Lewis'e aşık terkedilmiş Lanfear, Rand'ın Aviendha ile yattığını öğrenince çıldırır, çerçinin canlu canlu derisini yüzer ve rıhtımda Rand'ı görünce ortalığı yıkıp geçirir. Artık onu kendisine aşık ederek kullanma planı yatmış görünmektedir. Rand nedense kadınlara zarar vermeme gibi saçma bir psikoza girdiği için (biz buna psikolojide anti-İvedik psikozu diyoruz) öldürülmek üzereyken Moiraine Lanfear'ın üzerine atlar ve ikisi de büyülü kapı çerçevesinde kaybolurlar. Nedense ikisine de öldü gözüyle bakarlar da ben şahsen inanmadım. Rand Moirane'in kendisine bıraktığı mektubu okuyunca olacakların Moirane tarafından bilindiğini öğrenir. Muhafız Lan ise yeni bir Aes Sedaiye bağlandırıldığı için hemen orayı terk-i diyar eyler. Rand da fırsat bu fırsat Rahvin'in kafasına binmeli der. Halbuki bu da bir tuzaktır. Büyüyle bir grup askeri Andor sarayına taşır ve trollok saldırısı ile Rahvin'in şimşekleri altında kalırlar. Mat, Egwene ve Aviendha hatta Rand'ın aşığı (heh he sevgülüsü değil tabi ozan demek lazım) rolündeki terkedilmiş Asmodeon (ya da ismi ne haltsa) ölür veya ağır yaralanır. Rand da bilmediği bir boyuta geçip ki aslında düşler alemine vücuduyla geçiş yapmıştır Rahvin'le çarpışmaya başlar. Şerateşler havada uçuşurken Nynaeve Moghedien'i zorlayarak Rand'a yardıma giderler. Tam Rand ölmek üzereyken , hep öyle olmaz mı ki ne, Rahvin'in dikkatini dağımayı başarırlar. Ve Rahvin öyle rahvan rahvan bakarken Rand'ın şerateş büyüsüyle yok edilir. Şerateş büyüsü kadere benzetilebilecek desende geri gidim yaptığı için Rahvin'in ateşiyle ölen önceki isimler ölmemiş gibi olur, en azından Rand'a yakın olanlar. Ama Asmodean bir binanın kapısını açarken "o hayır nolamaz sen mi" der ve yine ölür. Sonu saçma mı geldi. Öyle. Gördüğünüz gibi Tear ve Aiellerin yanısıra bu ciltte Cairhien ve büyük ihtimal Andor diyarları da ona bağlanır. Bu arada kuzeyde Saldae denilen bir memleket de şimdiki Aes Sedai yönetimine gıcıktırlar, saygılarını hürmetlerini ejder lorduna sunar.

Nekropsi - Mi Kubbesi (1996)


Prog rock'dan anlamam. Ama anladığım kadarıyla bugün iki şıkka ayrıldıklarını söyleyebilirim. a) Atmosferik bir sound etrafında kümeleşen birbirine benzeyen ve bu tanımı etiket gibi taşıyanlar b) progresifliğin manasını yaşatıp deneyselliğe eğilenler. Eski bir thrash grubu olan Nekropsi ki bu albümdede thrash ve ilginçtir death geleneğini özellikle ritimler üzerinden devam ettiriyor, ikinci kümede yer alıyor. Ah lar hey heyler dışında sözsüz icra edilmiş parçalardan oluşma albümün diğer bir dikkat çeken tarafı yerel musiki etkisini kendi soundları içinde ayrılamaz biçimde sentezleyebilmeleri. 73 dakikaya varan sürelerinin yanında hafiften saykedelik icra dinlemeyi bence zorlaştıran etkenler. Bir noktadan sonra banane yahu diyorum açıkcası. O vakte kadar mutlaka kulağınıza bir yerlerden çalınmış olan Efsane ve açılış parçası Crying Game'den aldığım hazdan mutlu mesut olduğuma şükrediyoruz. Açıkcası ilginç fikirlerin ilginç icrasının yanısıra beste olarak da bazı güçlü anlar (Hindu, Ateist, Yollar) dışında bana pek de hitap etmeyen bir albüm.

7,75/10

10 Ocak 2010 Pazar

RETRO: Manga - Manga (2004)

Guilty pleasure demiş ecnebiler, yani sevdiğimi itiraf etmeye utandığım bir albüm. Sadece hiç eskimeyecek Rage Against The Machine tonu ya da Limp Piskuit enerjikliği için değil ben bu albümü pop müzik düzenlemeleri sebebiyle seviyorum. Özellikle kaliteli isimlerle yapılan düetler daha da bi öne çıkıyor. Neyse ki zamanla hoşlanma ölçütüm ucundan törpülendi. Ama 8'in altına inmez inemez. Tabi bir diğer ölçütsüzlük ise benim sözleri hemen hemen hiç dinlemiyor olmam. Çocukça nefret sözleri olarak İngilizce daha manalı kaçıyor. Nispeten.
Kapkaç, Kal Yanımda (ft. Koray), Libido (zıplaaeouüüüyeahh) , İz Bırakanlar Unutulmaz (ft. Vega)

8,50-/10

RETRO: The Gathering - Always (1992)


Beni yıllar önce gruptan soğutan çalışma buydu. Şimdi zaman geçti fikrim de azcık değişti. Bir miktarcık daha fazla hoşlanıyorum. Özellikle duygusal atmosferin sadece keyboard ile değil bol tekrar gitar ritimleri ile de sağlanması kulağa fena gelmiyor. Onun dışında herhangi bir doom death örneğinden çok bir farkı yok. Bayan vokal var brütal vokale destek olan. Yani...
King For A Day, Stonegarden

7,0-/10

9 Ocak 2010 Cumartesi

Mercenary - 11 Dreams (2004)

Çok çok affedersiniz, resmen beyin kadın üreme organlaması geçirten bir albüm oldu bu bana, hah ha. İlkin keyboard'un çakma epik tonu; erkek, bayan ve brütal vokallerin zevksizliği; piyanolu baladlar; etnikimsi ezgiler; her yola gelen düzenlemeler... Nefret ettim, bir daha dinlemek istemedim. Herkes beğensin anlayışıyla ne power metal ne melodik death kulvarına sokabildiğim ama bu tarzların ismi geçmeden de tarif edilemeyen bu albümü bir kaç zoraki dinleme ehlileştirdi. Aslında ehlileşen ben oldum galiba. Bu sefer de albüm tüm olumsuzluklarına rağmen hoşuma gitmeye başladı. Açık apaçık görünen sebep cheesy denen dile pelesenk bestelerin varlığı. Melodik eşlik edilebilecek kıvamda akılda kalıcı besteleri biraz da vokallere alışınca her nedense Nevermore'a benzetmeye başladım. Tabi daha sulu bir versiyon.
Albümün sounduna uymasa da eğlenceli sayılabilecek Music Non Stop 80'ler tınlayan glam/pop/disko rock cover'ı aslen Kent adlı bir gruba ait. Ki şarkı 99 tarihli aslında.

8,25/10

8 Ocak 2010 Cuma

Robert Jordan - Zaman Çarkı 5-1: Göğün Ateşleri I


Seriden şimdiye kadar sıkılmadıysanız şimdi işte bu kitap vasıtasıyla sabır taşı ortadan çatırt diye çatlayacak. Bunu sadece bir cildi ikiye ayırınca elbette ilk kısıma sıkıcı hazırlık aşamaları denk düşecek saptamasına borçlu değil. Çimento katılmış sakız gibi, sakızın da uzayabileceği bir merhale var. Tabi ben serileri yarım bırakmaktan hoşlanmadığım için okumaya devam edeceğim. Benim için önemli soru şu, ne kadar sürede?
spoiler
Nesini anlatayım. Rand Aiellerin bir kısmının liderliğini götürürken arasını Moiraine ile düzeltebilmiştir. Biraz. Aiel kızı Avendha ile daha da bi yakınlaşmaktalar. Aviendha sen benim arkadaşımın erkeğisin şarkısını söylemekte ama bir yerde o da çatlayacak elbet. Karşı Aieller ise iç savaş halindeki Cairhien'i yağmalamak için son sürat batıya koştururlar. Rand da etrafındakileri toplayıp yola çıkar. Anlaşılan o ki daha önceden açtığı sihirli kapıyı bu sefer açıp bir dakkada rakip Aiellerin reisine suikast düzenleyememektedir. Saçma. Nynaeve ve Elaine'li grubumuz Tanchico'dan geri dönmekteler tüccar kılığında. Beyazcübbelerin ülkesi Amadicia'yı geçerken düşgezimlerinde Egwene ile birlikte Beyaz Kule'deki olayları öğrenirler. Diğer yandan terkedilmiş Moghedien kara ajahları eline geçirir ve kızların peşine düşer. Bu arada kızlar Elaine'in üvey abisine rastlarlar. Beyazcübbe olmuştur salak ama yakışıklı dünya güzeli abisi. Eve göndermeye çalışınca bunlar bir sirke katılıp Ejderlordunun mistik takipçilerinin egemenliğindeki Ghealdan'a kaçıverirler. Kuleden kaçmayı başaran Siuan, yardımcısı ve Min yalıtılmış tutsak sahte ejder Logan ile beraber kaçışlarına devam ederler. Andor tahtındaki kraliçenin ,Elaine'nin annesi, Morgase'in eski sevgilisi, şimdi kendi memleketinde sürgün, general Gareth'i kandırıp muhalif Aes Sedailerin köylerine varırlar. Gareth ise bu insanların kimliğini bulmak için aslında Siuan'a aşık olduğu için grubun peşine düşer ve Aes Sedailerin komplosunda bulur kendini. Onların teklifini kabul ederek muhaliflerin ordusunu kurma görevini üstlenir. Yani yöre yöre gezinmeye devam. Olan önemli bir şey de yok.

Lurker of Chalice - Lurker of Chalice (2005)



Abd'nin son dönem ismi duyulan ve benim nedense itinayla sakındığım black metal yıldızı Leviathan ,valla bu grup mu tek kişilik proje mi adamın ismi olarak varsayabilir miyiz hiç araştıracak halim dermanım yok, demiş ki bir böyle karanlık atmosferik bir yan proce yapayım, post-black olsun, böyle apokaliptik kıyametvari bir havayı da pompalayım, limited basayım anacım plakları. Bu sonra ebay'e düşsün şanım yürüsün 3 sene geçsin yeni bir baskı yapayım bonus parçayı albümün ortasına koyayım albüm kapağını değiştireyim. İşte ben de bu arada devreye girip albümü dinleyen oluyorum. Albümün açılışı ve intro ardından nükleer saldırı sirenleriyle ölümü müjdeler bir konsepti hatırlatan Piercing Where They Might pek güzel, öncesinde kargaların gaklaması gibi samplelar alışılmışı aşmasa da yeni bir açılım. Birkaç iyi parça daha var. Sonrası şüpheli. Çünkü başka parça yok. Var da melodi yok. Böyle endüstriyel kışırtılar, taklar tuklar, ahlar vahlar, fısıltılar hırıltılar, parça pinçik pasajlar. Ama bir an var ki bi bayan kızımız "i am hollow" diyor, ah içim donuyor. O parça da gayet hoş, This Blood Falls As Mortal Part III adı.
Stratosfere hapsolmuş mega patlama küllerini aralayabilmem ekzosferden uzaya partiküler dağılımımın ilk adımı. Yani kendi sözlerimi tercüme edersem atmosfer atmosfer nereye kadar be black gözlüm depresif karakterlim. Acık da müzik lazım.
post black metal, doom
atmosferik ambiyatik dışavurum

7,75-/10

7 Ocak 2010 Perşembe

Anathallo - Canopy Glow (2008)

Sırf albüm kapağı dolayısıyla zar zor bularak indirdiğim bu albümü dinledikten sonra dünyayı kurtarmak gibi bir görevi başarıyla tamamlamanın tatlı yorgunluğunu hissediyorum. Üstüne altlık Tay hükümeti masörlerini de göndermiş emrime amade. Bir keyif bir keyif ki sormayın. Neden böyle garip fantaazilere adım attım. Sebep şu bu albüm sessiz, böyle sakin hoş bir indie pop çalışması. Ne kadar rock denilse de enstrümanlar ve erkek ve yan destek bayan vokaller olabildiğince narin, bateriyi bile adam yan dairedeki huysuz bebeği uyandırmamak zahmetiyle çalıyor gibi. Tabi bunları yaparken dreamy atmosferin sıkıcılığına bazen birbirlerine çok benzese de melodiler ve tabiki yarım senfonik ataklar sayesinde düşmüyorlar. Yine de bu albümün sıkıcı anlardan muaf olduğunu göstermez. Fakat bunu da albümün bestelere yaslanmasından ziyade içinde piyanonun, trompetin ve kemanın da olduğu mood bir karakteristiği temsil ettiğinin farkındalığıyla aşıyoruz. Biraz bu yeni amerikan folk olayları biraz ruhani bir hava ve belki de Antlers'ın pozitif kardeşi. Ne derseniz deyin orjinal olma iddiasını taşımamakla beraber hoş bir dinlence.
All the First Pages

7,25/10

6 Ocak 2010 Çarşamba

Roger Zelazny - Bu Ölümsüz


Roger Zelazny sıradışı bir yazardır. Amber serisi ve olağanüstü Lord of the Light'ı okumama istinaden belli çıkarımlar yapabilirim. Bir kere akıcı, mantıklı ve tutarlı hikaye örgüsü pek umurunda değildir. Okuyucuyu olayların ortasına bırakır ve karakterlerin, hikayenin gizemini içine düştüğümüz ilk şaşkınlığı atlatır atlatmaz birlikte aralamaya çalışırız. Yani kolay değildir okuması. Ayrıca karakterler normalden daha baskındır. Ve kitapları kesinlikle dünya mitlerine ve tarihine referanslarla doludur.
İsmi öyle ya da böyle bilim kurguda belli bir bilinirliğe ulaşmış bu kitap ise bu özelliklerin kötü bir birleşimi gibi. Dünya nükleer savaşlar sonrası tahrip olmuş, insanlar Vegalılar tarafından mülteci olarak başka gezegenlere yerleştirilmiştir. Dünyada kirli , nükleer açıdan, yerlerde yeni türler gelişmiş vahşi kabileler oluşmuşken daha temiz yerlerde, adalarda vessair insanlar yaşamaya çalışmaktadır. Diğer yandan mavi Vegalılar dünyayı parsel parsel satın alarak tatil ve kültür turizmine açıp sömürmeye başlamıştır. Kitabın kahramanı , ölümsüz olduğunu saklayan bir adam, öncülüğünde geçmişte insanların dünyayı sahiplenmesi için bir politik hareket başlatılmış ve diğer gezegenlerdeki insanların böyle bir amacı olmadığı anlaşılınca sönümlenmiştir. İşte kitabımız Vegalı bir yazarın dünya hakkında yazacağı gizli bir rapora istinaden kahramanımız Nomikos, kiralık katil Hasan ve bilumum diğerleriyle birlikte kafile düzüp tehlikeli bir seyahate çıkmasını anlatıyor. Olmamış, lafı eveleyip gevelemeyeyim.

The Gathering - Nighttime Birds (1997)


Hala metal soundunun baskın olduğu Anneke'li dönemin ürünlerinden gecekuşları hayli hayli melankolik ve atmosferik havasıyla insanı pürdikkat kesiyor. Hele bir de Anneke of ooof çekiyor ki delecek dağ arıyorum metropolitan içinde. Ha, bu durum parçaları birbirine karıştırıyor, benzeştiriyor. Olsun, sonuçta The Earth is my Witness gibi bir şey çıkacaksa kabulümdür. (Sözlerde hamile bir kadının dilemmasını işlemesini kulakardı ederseniz tabi) Hatta bir şey itiraf edeyim, bu albüme birkaç parça yüzünden fazlasıyla torpil geçtim. Tümegeldim.
Üstteki şarkı+nghttm brds+on most surfaces

9,0-/10

5 Ocak 2010 Salı

3 Inches of Blood - Advance and Vanquish (2004)


Gençler bugünün moderen tekniklerinden faydalanarak sıkı tempolu NWBHM etkili bir power-heavy metal yapmaya karar vermişler. Vokali metalkordan çığlığa, tiz sınırboylarından gurul gurul boğazdan garip bir tona değişik şekil ve şartlara sokarak geçmiş ve gelecek arasında gidip gelen bir istiklal tramvay hattı kurmuşlar. İlgi çekici gelse de 50 dakikada Beşiktaş'a varılmıyor, bazen aspirin bilem kesmiyor. Volümü azcık sola meyledelim, en iyisi. Nostaljik sömürü ile grubu suçlamamak lazım. Ha birebir o dönemleri taklit etselerdi benim için daha iyi olacaktı. Ancak asıl zurnanın zırt dediği delik iyi beste yapamamalarından kaynaklanmakta. Vokal, sözler, ilgiyi sürekli halde tutamayan enstrümanlar ikincil sebep.

Deadly Sinners, Wykydtron, Axes of Evil

7,50/10

4 Ocak 2010 Pazartesi

RETRO: Vega - Tamam Sustum (1999)


Elimde bir dizi yerli albüm vardı, bir kısmını dinledim bir kısmını dinlemedim. Dinlemememin bir sebebi var tabi: Doğu, Baha gibi isimler desem kafidir. Şöyle bu albümlere hızlı bir bakış atalım. Öncelikle biraz daha bana hitap edenlerden başlayayım. İşte Vega'nın ilk albümü. Hala bu albüme ne iyi diyebiliyorum ne de kötü. Sonra ustalaşacakları melankolik havanın izlerini duyumsamak mümkün bu albümde. Bir de erkek vokalin de seslendirdiği ve bir şarkı dışında pek de maya tutturamadıkları elektronik yönelim de çok baskın. O parça da Tren. Dolayısıynan sound ve tavır olarak grubun henüz pişmediğini açıkca görebiliyoruz.

6,75+/10

Gidon Kremer&Marta Argerich - Bela Bartok-Leos Janacek:Violinsonaten+Messiaen:Thema und Variationen (1990)


Şimdi bu albümü dağda bayırda kırda ormanda otoyolda otobüste yürürken hacet giderirken uyurken bilgisayarda kulaklıkla çok değişik varyasyonlarda dinledim. Aslında yalan söylüyorum o kadar da dinlemedim. Çünkü daha öncesinde bir kemanın ve piyanonun bu kadar itici çalındığına tanık olmadığım için dinleyemiyorum. Neredeyse akorsuz çalıyorlar diyeceğim. Sanırım caz müziğine tedrici geçişimin başarısını klasik müzikte tekrar edemeyeceğim. Anladığım kadarıyla bu albüm daha profesyonel klasik müzik dinleyicilerine hitap ediyor. Peki kardeşim bu ne?
Yarım saat kadar Bartok'un 1 nolu keman ve piyano sonesi sürüyor ilk başta. İlk parça gerilim filmlerine gayet soundtrack olacak gıygıy ve dındınlıkta bir şey. Neyse 3. bölüm daha dinlenilir, ilginç ve dramatik özellikler hakim. Ardından 16 dakika kadar Janacek'in soneleri başlıyor. Anaakıma biraz daha yakın gibi olsa da melodik olduğunu söylemek güç. Sonuncu yani 4. bölümü daha bi öne çıkıyor gibi. Toplamda sadece 6-7 dakikaya varan Messiaen'in besteleri ise 6 bölüm şeklinde. Rüzgar gibi geçiyor.
Anam canım anam dinlese şöyle bir tepki verirdi: ayayayayy içim kıyıldııı.

6,25/10

3 Ocak 2010 Pazar

Moonspell - Night Eternal (2008)

Bir önceki albümlerini ne allamışım, pullamışım pehh. Halbuki bu albümün ondan geri kalan bir noktası yok. Bol atmosferik gotik metal işte. Asla ama asla ilk dönemin güzelim bestelerini üretemeyecekleri için atmosferi parlatarak soundu cilalayarak modernleşerek, düzenlemelere yaslanarak ayakta durmaya çalışan grup hiç de fena ürünler vermiyor aslında. Yine de ben yememeye başladım. Tokum. Evet ilk dört şarkı ki içinde The Gathering'in eski solisti Anneke'nin de yer aldığı Scorpion Flowe'ı da barındırıyor, gayet gayet iyi. Ama nereye kadar böyle? Azcık puan kırdım kanaat notundan.

8,25/10

2 Ocak 2010 Cumartesi

RETRO: Nagelfar - Srontgorrth (1999)


K. V. L. T.

Ne kadar gözardı edilse de dinleyenlere mestetmekten başka hiç bir seçenek bırakmayan grubun ikinci albümünün soundunu belirleyen en önemli şey tekno derekesine varabilen elektronik öğelerin black metal'i lekelememesi, onu bırak bu sentezin müziği apayrı bir seviyeye çıkarması. Maalesef bildiğim kadarıyla bu albümden sonra müziği bırakan vokalistin, gitaristin ve sonra The Ruins of Beverast isminde yine kült bir grubun çalışmalarına imza atacak ramazan davulcusunun hepisinin alınlarından öperim. Bu ne hırçınlık, bu ne progresivite, bu ne manyaklık, kellem uçtu sallamaktan yafu. Sözler tamamiyle Almanca, ne kadar da yakışır bu tarz musikiye. Durlar kalklar, ani tempo değişiklikleri, benzer riflerin artistik patinaj tekrar kullanımları, savaş konseptinin çığlık çığlığa fevki alade işlenmesi. Hele bir dur ağzımı sileyim. Fıtırt fıtırt. Nerde kalmıştık? Senfonik ve yer yer epik öğelerin müziği yumuşatacağını mı sandınız? Geçiniz yavrum geçiniz. Ara ara dönüp tekrar dinlediğim bu albümün bir de zayıf tarafı mevcut. İnsanoğlu oldukları için doğaldır. Tamamiyle deneysel elektronik 4. parça. Kötü değil ama ne bileyim işte.

9,25/10

1 Ocak 2010 Cuma

Kreş - Zaman Yok (2007)

Kapağındaki punk havasıyla bizi tersköşe yatıran grubun usta olduğu mecra aslında dans rock. Ülkemizde bildiğim kadarıyla ilk kez denenen bu tarzın üstesinden grubumuz başarıyla gelmiş. Ama bir aması var. Albümün ilk şarkıları dediğim yolda ilerlerken sonlara doğru alaturka rock mecrasına bir yönelim var. Özellikle hem sözlerde hem bestelerdeki sloganvari dışavurum belli bir kitlenin , bar müdavimi anadolu rock da dinleyen üniversite gençliği, tam hoşuna gidecek cinsten. Sahte Sarışın; Aşk kişisel bir intihar, belki kötümser bir ihtimal.. ; Yalnızlığın başkentinde yalnız bir şair... gibi dıtdıtdıt dıtdıt dır yani şu böyledir bu da budur gibi kesin tanımsal lirikler ne kadar süslü püslü edebi tamlamalar (dünyanın söylediği şarkıya kafiye olmak istemem gayet güzel bir istisna) içerse de şiirsel felan değil. Ben açıkcası biraz daha sofistike bir şeyler beklerdim ya da en basitiyle başladığın gibi devam etseydin, eğlenceli eğlenceli.
Ayrıca albümü dinlerken vokalden, tonlardan, riflerden ama hep bir yerden kaynaklı şekilde başka gruplar hatırınızı istila ediyor. Ki ben bu tarz müziği çok bilmememe rağmen Rapture, The Gossip, Franz Ferdinand, Kurban, 84, Ogün Saklısoy gibi grupların isimlerini rahatlıkla sayabilirim. Demekki neymiş? Bir oturmamışlık bir karakterini bulamamışlık mevcutmuş. Onun dışında dinlemesi gayet keyifli.
Her Aşk (Yara izi), Yarım Kalan Şarap, Ben Hala Seninim, Zaman Yok

7,0+/10