30 Eylül 2017 Cumartesi

küçük İskender - Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir

Hemen her şair dünyasına bir nebze de olsun okuyucusunu alıştırabilmek için bir tür rehber gereksinimini yaratır, bunlardan sanırım en belirgini de küçük İskender olsa gerek. İmgelem tarzına alışkanlık kazanabilmek için keşke küçük İskender nasıl okunur tarzı bir sözlük elimin altında olsaydı dediğim oldu ki bu bir bakıma şiirin özgürce anlamlandırılmasını zedelemesiyle şaire de bir hakaret. Toplumsallığa göndermeler içerse de ki yazıldığı dönemi bilememek ve okuyucunun da yer aldığı fil hafızalı toplum ile boşa düşme tehlikesi her zaman var (11 Eylül çok bariz bir istisna), bu üç bölümden oluşan kitaba damgasını vuran özellikle ilişkilerden beslenen bireysellik. Hem de bu kişisel dertler hırçınlıkla hınçla yazıya dökülmüşken okuyucuya rahat ve huzurlu bir okuma sunmayacağı kesin. Bir yandan farklı imgeci dili şiirlerini, üzerinde takur tukur ilerlediğiniz delik deşik bir varoş sokağına dönüştürürken diğer yandan duygusallığın ağır bastığı anlarda tam zıttına akıcı bir okumaya teslim oluyorsunuz. Bu bir. İkincisi bazı kelimelerin şiirselliğe zarar verdiğine inanan eski kafalı biriyim. Elbette modern şiirin temsilcilerinden şairin bunu iplemesini beklemiyorum. O yüzden penis penis penis. Üçüncüsü yayınevine, şairin eserlerinin kapağına biraz daha özen lütfen. Sayfalardaki yıkıcılığı temsil ediyor mu? Evet, ama estetik diye de bir şey var canım. Dördüncüsü, burada uzun olduğu için alıntılayamayacağım bir nedeni yok yalnızca öptüm şiirini yazan, yaratabilen bir şairin eserlerini ortaya koyarken biraz daha özenle rafine işlemine tabi tutmasını beklerdim. O yüzden ister istemez, ki sadece ben değil, şiirleri çoğu kez cımbızlama yoluna gidebildim.

macun

Canımı yakıyor ağacın gölgesi,
çıkarıp suya atıyorum en eski hücremi ve
acımın eseri teni.

Ağaç, çok gülüyor gecenin çıplak ayaklarına,
sarhoşuz hepimiz tavşan dudaklardan ruhlarımıza kadar
hüznü hoşgör; nasılsa yarın pazar.

ellerimiz uyur, biz bedenlerimizi parka götürürüz azar azar.

Allah

nara sor: hangi tanesini daha çok seviyor

ben seni seviyorum bunda bir kasıt yok

acınası tesadüflerle ayrılıyorsun molekülden,
hüzün hastası bir hayvansın
şiddetli baş ağrılarıyla çalkalanan
çok kurak iklimlerde, büyük sinir krizlerinde
ağır işkence görmüş şehirlerde
saadetin zarif, adaletin ince.

bir miktar alkol ve ürperti alıyorsun
kelimelerin karardığı peşin hükümlerde.
şahsi sevişiyorsun şiddetin bütün bitki örtüsüyle.
gözlerin ucuz, tutkun ucuz, direncin ucuz
tehlikeli bir yalan gibi duruyorsun
ruh yoksulluğunun harikulade iskeleti üzerinde.

tutulamayacak yeminsin, yemin ederim,
her insana gerçek aşkı öğretecek bir külfetin var
ve
alelacele asılmış bir çocuk militan
gibi şaşkın ama onurlu bakıyorsun
yükseldiğin gökyüzüne.

ben seni ayakta alkışlıyorum
hep ayakta alkışlıyorum seni ben
yollarda yürürken alkışlıyorum
sinemalarda, üçüncü sınıf oyuncularda alkışlıyorum
afrika'nın içlerine doğru alkışlıyorum
vuruşurken alkışlıyorum seni ben
evet, hüzün hastası bir hayvansın
acınası tesadüflerle ayrılıyorsun
kainata gösterdiğin sahte hüviyetinden.

o nasıl bir hale
bana cimri, başkalarına bonkör bedeninde;
bir acı votka tadı yakalıyorum dilenen bakışlarında
'suçsuzum' diyorsun, 'tarzım bu' diyorsun
aç bir kurt gibi iniyor yüzüne hüzün
kirpiklerin alnına deyiyor
bende deyiyorum alnına cevapsız sorularımla
uykum geldi diyorum
seni sevmekten uykum geldi
jilete abanıyorum
korkuya abanıyorum
tek arkadaşım yok öbür tarafta çünkü!

çek perdeleri, kapat ışıkları
bu telaşlı yokoluşun fosforu aydınlatır bizi
uykum geldi diyorum
tutulamayacak yeminsin, yemin ederim
heryeri keserim, herkesi, herşeyi keserim
bıçağımı taşıyan elde kader çizgim de gizli!
bitiyor
sancıda safları sıklaştıran o garip haz bitiyor
bir kez olsun samimi bak
bak! gecenin eteklerine eşkiya ayrılıklar siniyor!

acınası tesadüflerle ayrılıyorsun molekülden
ateşler içinde bırakıyorsun sana biriktirdiğim suyu
oysa hiç sansım kalmadı
yeniden doğmak için, bana ait olduğu belirtilen külden.

al bu külü de götür
al bu külü de götür, diğer taraflara üfle
muzaffer bir hain gibi ayrıl
tertemiz hayal hikayemden.

okul arkadaşı

Aynı ranzada uyumuştuk seninle
yatılı okula benzeyen bir sevdada,
üstte kim yatabilirdi ki: Elbette yeryüzü!
altta kim yatabilirdi ki: Elbette gözlerimizdeki intihar süsü!
birbirimizi düşündüğümüz gizli saklı rüyalarla
kim mutlu olabilirdi ki: Elbette günah dürtüsü!

Nasıl tabir edilir ki artık veda kabusları..
şimdi çift kişilik yataklardayız başka
başka insanlarla! Başka başka hayatlarda!

ama hiçbir iyi geceler! ağlatmıyor beni
ağlatmıyor senin karanlığın içinden duyulan
küçük hıçkırıkların kadar hala!


parça tesirli melodram


senin yaşın aşka tutmuyor hiç gelme
bükülmüş dudaklarına bükülmüş sözler büyük kaçar
on santim daha uzasan başın göğe çarpacak
göğsün diyordum göğsünden sözediyordum / sen
sen ölmeden beş dakika önce düştün
mandallarından savrulup uçan beyaz bir gömlek gibi
havada uçarken ölüp savrulan beyaz bir kelebek gibi
hay aksi dengesini kaybeden bir cambaz gibi
virajı alamayıp şarampole yurvarlanan arabalar gibi
aklıma ilk gelecek bir şey gibi
düştün
düşüşün bir rüyaydı
düşüşün yarım kalacak bir rüyaydı gecelerden bir gece
gecelerden bir gece aşkın üstüne yürüdün
delikanlı bir yanın vardır karanlıkta
şöyle sert, şöyle naif, şöyle öfkeli!
senin yaşın aşka tutmuyorum çocuğum, hiç gelme
açıkta kalırsın
aşk insanı acıktırır
aşk insanı bir ölüme susatırsa aşk diye anılır
senin mahallende aşk masallara giremez
masala giren aşk çıkamaz o mahallelerde!
masalların aşkına, benim aşkıma, Allah aşkına
senin yaşın aşka tutmuyor sevgilim, lütfen gelme
bana ayak bastığın gün
aşk herhangi bir gün olarak katılır haftaya
salı ile çarşamba arasında bir yere
aşk, her koşulda eğlenceli; aşk, istedi mi sereserpe!
yüzünde derin mi derin, kuşkulu, canavar bir gülümse
yırtarsın, kapatırsın, vurur deviremezsin
sevgilim
sen bu aşkta dolap çeviremezsin!
açıkta kalırsın
aşk insanı acıktırır
aşk insanı bir ölüme susatıyorsa aşk diye anılır!
yüzünde derin mi derin, kopkoyu, yapış yapış bir gülümseme

senin yaşın aşka tutmuyor sevgilim
lütfen gelme!

**

ben intiharın öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler

**
tanrının ağzındaki yaraya duyduğum
karşı konulmaz eğilim.
**
Örneğin
Ben sana hep insanı anlattım
Sense hep insana küfürle kapattın gözlerini.
**
Ruhuma iyi bakın, ben mühim değilim
**
Bu, sağduyunun tabiatı; aşkta akıllı olmak lazım
talana çıkmış ordunun içine karışmak lazım
**
Sana karanlığımı bağışlıyorum aptal aşık!
O karanlığı artık, kendi siyahınla besle!

**
meleklerin göğüs uçlarıymış ay'la dünya
bilemezdik

yeryüzündeki acılardan utanıyorduk
henüz göğe bakmadık!
**
İnsana doğru kaymaz hiçbir yıldız
İnsana doğru yükselmez hiçbir dağ
Bunların hepsi tanrının,çocukları peygamberleri kandırma yalanı!
..
Beni bir halk öpüyorsa aşığım
Beni bir devrim kucaklıyorsa sadığım sevdalıya!

**
sıkıldı cebimde taşıdığım herşeye hazır bıçak!
bu gece bu sevda bu bıçakta ruh bulacak!
**
Çünkü yeryüzü, gökyüzüne sığmayacak kadardı!
**
ayaklarıma tül yığıldı
unutulmuş bir imha kuralı gibiyim!
**
cam parçaları sıçrardı hıçkırığınızdan.

29 Eylül 2017 Cuma

Altar of Plagues - White Tomb (2009)

Atmosferi güçlü black metal örneklerinden biri. Grubun debüğ albümü. İlk şarkı ki albüm uzunca 4 şarkıdan oluşuyor, ilk ikisi Earth, son ikisi Through the Collapse üstbaşlıklarını taşımakta, sanırım anladınız mevzuyu., inanılmaz sıkı, etkileyici vokaller ve kulağa her daim taze gibi gelebilen ,evet ilginç bir beceri;  klişe black metal öğeleri ile dikkatinizi celp ediyor. İkinci şarkı bu sıkı dizilimi, eklemlenen enfes yırtıcı vokal ile birlikte ayrı bir boyuta taşıyor. Her ne kadar atmosferin dozajı kaçsa da bu konuda asıl payeyi sanırım 3. parça hak ediyor. Ultra ağır drone doom pek sevdiğim bir şey değil. Bana göre albümün paçasına yapışıyor ve dörtnala koştuğu parkurda tökezlemesine sebep oluyor. Yine de albüm kapağında da tanık olduğumuz o içsel boşluk uyandıran havaya katkısı es geçilemez. Sonuçta grup dikkatimi çekmeye başardı ve takip eden diğer iki kaydını dinlememem için hiç bir sebep yok.

7,50++/10

28 Eylül 2017 Perşembe

Georges Ifrah - Rakamların Evrensel Tarihi -6

Seriyi okumaya başladıysanız eğer, gönül rahatlığıyla diyebilirim ki bu cilti pas geçiniz. Sıfırı icat ederek (daha doğrusu bugünkü anlamıyla kullanmaya başlayarak) matematiği radikal bir biçimde değiştiren Hint uygarlığının din ve mitoloji ile içiçe geçmiş sayı dünyasına ait bir sözlük bu. Sözlük oluşturacak kadar ne derinliğe sahip olabilir ki diye sorabilirsiniz.

Sanskrit dilindeki büyük sayı adlarının (tam olmayan) aritmetik üstesi:
ON ÜZERİ 4 (on bin): *Ayuta *Dashasahasra (i).
ON ÜZERİ 5 (yüz bin): *Lakha *Lakkha *Laksha *Niyuta *Prayuta
ON ÜZERİ 6 (milyon): *Dashalaksha*Niyuta *Prayuta
ON ÜZERİ 7 (on milyon): *Arbuda *Koti
ON ÜZERİ 8 (yüz milyon): *Arbuda *Dashakoti (i). *Nyarbuda*Vyarbuda
ON ÜZERİ 9 (milyar): *Abja*Ayuta *Nahut *Nikharva *Padma *Samudra*Saroja *Shatakoti*Vâdava *Vrindâ
ON ÜZERİ 10 (on milyar): *Arbuda *Kharva *Madhya *Samudra
ON ÜZERİ 11 (yüz milyar): *Anta *Madhya *Nikharva*Ninnahut *Niyuta *Nyarbuda *Salila
....
ON ÜZERİ 119:* Kathâna
ON ÜZERİ 126:*Mahâtkathâna
ON ÜZERİ 140:Asankhyeya
ON ÜZERİ 145:Dhvajâgranishâmani

Tamam, küçük rakamlara bakalım.

BÎR SAYISI. Bu kavram doğrudan ya da simgesel olarak çoğu kez şunlarla ilişkiye sokulur: Tanrı *Sûrya, tanrı *Ganesha; bir çeşit derin düşünme(*ekâgratâ); tektanncı bir öğreti (*ekântika);
*biricik gerçekliğin incelenmesi;Bütünün seyredilmesi (*ekatva); *Ay;ölümsüzlük içkisi (*soma); Yer; *Ata;* Büyük Ata; *Ilk Baba; *başlangıç; *cisim;*Kendi; *Son Gerçeklik; *üstün ruh; *bireysel ruh; *Brahman; “*biçim”;“‘•‘damla”; *çok büyük; “*yok edilemez”;*tavşan; “*ışıklı”; *Kutup Yıldızı; “*Soğuk Işınlar”; *Shukra’nın gözü; *yer dünyası; “*Taşıyıcı”; *Ilk ilke; *tavşanşekli; *Inek; yoğurt,...

Bu kavramların ve imgeselleştirmelerin manasını irdelemek istiyorsanız Hint Kültürüyle biraz daha haşır neşir olmanız gerekli. Ve en azından matematik ile ilişkilendiği kadarıyla kaynakçanız bu kitap olacak.

27 Eylül 2017 Çarşamba

Arca - Xen (2014)

Prodüktör olarak  ismini duyaran Arca kendi albümlerini de kaydediyor öte yandan. Kafası farklı çalışan yaratıcı bir isim olduğu ürettiklerinden de anlaşılıyor. Gayet deneysel bir elektronik müzik yaptığı şey de. Bu kayıt ise ister istemez değişik fikirlerin bir araya geldiği bir kanaviçe şeklinde. Genel sound tutarlı olmakla birlikte şarkılar şarkı hüviyeti kazanamamış daha parçacık seviyesinde. Dediğim gibi sanki değişik fikirleri sergileme amaçlı bir taslaklar bütünü gibi. Dolayısıyla akıcı rahat bir dinleme sunmaktan uzak. Öyle de bir yanı var ki bir yandan rahatsız etse de ara verip döndüğümde tekrardan kayda, hoşlandığım pek çok anı bulabilmek mümkün. An burada kilit kelime. Xen, Tongue, Bullet Chained de görebildiğimiz anlar hoş. Diğer bir deyişle deneyim seviyesi yüksek, zeki, çevik ve ahlaklı (son sıfatta ısrarcı değilim) elektronika severlere hitap ediyor. Mest olacaklarına eminim. Ha, ben bu hedef kitle içinde değilim, o ayrı.

5,75-/10

26 Eylül 2017 Salı

Bush - Razorblade Suitcase (1996)

Garage rock, post-punk bunlar revival oldu da grunge'ın nesi eksik? Keşke diyorum keşke. Bush kendine özgü ve biraz sığ da olsa bu alt türde kendine bir yer açabilmişti zamanında. Üstelik inanılır gibi değil Swallowed, Mouth gibi şarkılar radyoda defalarca çalınıyordu. Bugün böyle sert şeylerin çalınabilme ihtimali bile hayal gibi bir şey. Neyse, grup bu albümde yavaş yavaş tarz değişikliğine de giderek alternatif rock kulvarında da şarkılara yer açmıştı, bilhassa albümün B yüzünde. Yine de ne varsa eski tarzlarında var. Üstte adını andıklarımın haricinde Insect Kin, Cold Contagious gibi. Bir de kapanışı yapan Distant Voices var ki bu albümle keşfettim. Evet, bir Nirvana değil lakin bugünün müziği ile kıyaslanamaz bile.

7,75-/10

24 Eylül 2017 Pazar

Albert Camus - Veba

Büyük bir beklentiye girdiğimden olsa gerek varoluşçu felsefenin önemli bir örneği olan bu romanı okuduktan sonra öyle ahım şahım bir keyif almadığımın farkına vardım. Bir kere fikir romanı bu. Salgın neticesinde karantinaya alınan ve ölümlerin sıradanlaştığı Oran şehrinde, ki hiç bir Arap karakterin sayfalara konuk edilmemesiyle Akdeniz'e kıyısı bulunan herhangi bir Fransa şehri de olabilirdi, özgürlüklerini kaybetmiş halk günlük uğraşlarıyla, sevdikleri ile de bağlantıları koptukça felsefi olarak da bireysel yalnızlıkları derinleşir. Önce küçümseme, görmezden gelme olarak başlayan tepkiler yazarın ince ince işlediği toplumsal psikolojik çözümlemelerle ilerledikçe sadece vebanın etkilediği bir toplumun değil zaten vebalı gibi işleyen bir toplumsallığın mercek altında olduğunu görüyoruz. Karakterler vebanın gölgesinde kendi seçimlerini yapmaya başlar. Başka bir hastalık dolayısıyla salgından önce Avrupa'ya gönderdiği karısından ayrı düşen Dr. Rieux canını hiçe saymaksızın hümanist kaygılarla salgınla mücadelede öne atılır. Hiç bir zaman kazanılmayacak bir dava da olsa kendisi doktordur ve umutsuzluğa kapılmadan mücadelede yer almalıdır. Onun bu örnek davranışı farklı düşüncelerde de olsa, en uç örneğiyle salgını Tanrı'ya bağlayan rahip dahil, diğer karakterleri de etkiler. Her ne kadar aşk ve özlem gibi duygusal değerler de işlense romanda, hemen her olgu mantıksallığın sert ve kırılmaz camından süzülerek okuyucuya yansıyor. Seçimlerini yapan ve sonuçlarına katlanan karakterler güçlü kişilikleri ile gerçekdışı bir senaryonun parçası gibi. Cottard gibi çıkarcı bir şahsiyet bile karşılaştırma olsun diye konmuş gibi ki aslında romanın en renkli kişiliklerinden biri olarak yer almakta.

23 Eylül 2017 Cumartesi

Fawzi Chekili - Taqasim (1993)

Albüm kapağındaki kafam gibi ibareyi görmeyip oryantal musiki beklentisi ile dinlemeye başladığımda küçük bir sarsıntı yaşadım. Tunus'da Şekilli Fevzi namındaki ağbimiz birleşmesi zor olan iki tür üzerinde oynamalar yaptığı bu kayıt ile iddialı bir duruş sergilemiş. Dolayısıyla çoğu zaman caz kısmın parçalar içinde tek başına hareket ettiğini ya da sentez bölümlerinin çoğunlukla caz sololarının arkasında yerel enstrümanların ritim tutması şeklinde gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Bu kötü bir şey değil. Ama asıl sarsan şey caz kısmındaki tercihler. İlk şarkı Kenny G tadında bir smooth caz alıntısını hak etmiyor. Kendi oğlum bu şarkıyla karşıma gelse ya bi s.. git derim yani. Neyse ki kaydın gerisi bir ölçüde telafi ediyor bu talihsiz karşılamayı. Gitar bile var. Ki tonu tam da o dönemi akla getiriyor. Zaten sanatçı piyanist, udi ve daha da önemlisi caz gitaristi olmakla ünlenmiş ülkesinin caz camiasında. Albümde yer alan diğer bir enteresan çalgı da akerdeon. Akdeniz havasını katmakla beraber çok hafif gelip geçiyor.

7,0+/10

22 Eylül 2017 Cuma

The Paul Butterfield Blues Band - The Paul Butterfield Blues Band (1965)

Tam blues değil bayağı bayağı rock'n roll'a bulaşmış durumdalar. Yani hareketli, aydınlık ve eğlenceli bestelerle dolu kayıt. Mızıka işi güzelleştiriyor. Yalnız benim gözüme fazla parlak geldi, fazla mutlu. Akşam işten gelince ışıkları kapatıp köşeye çömen bir insanım. Böyle pozitif şeyler hani, bir kaç kilometre uzak dursun modundayım. Dolayısıyla tersi bir karakterseniz böyle twist twist twiste gel havalarından acayip keyif alacağınızı söyleyebilirim. Albümün güçlü bir yanı da bazı ezgi ve soloların standart ya da ne bileyim ikonik olması. Tak tak özet olarak budur formunda, jingle'ımsı.

7,0/10

21 Eylül 2017 Perşembe

RETRO: Enslaved - Eld (1997)

Bilgisayarımda yine sorunlar var. Resim mesim yok şimdilik o yüzden. Neyse, Enslaved'in bu
albümünde viking metal türü daha baskın şekilde kulakta yankılanıyor. Üstelik atmosferi metal harici unsurlarla da yakalamaya çalışıyorlar, ilk şarkıda duyduğumuz üzere. Dolayısıyla bir önceki eserleriyle kıyaslarsak bir nebze o ileş black metal hırçınlığını kaybetmişler. Bu sayede yine görece söylemek gerekirse daha kolay içine girilir, sarıp sarmalanır bir dinleti sunmuşlar. Bu demek değil ki enerjilerinden, o epik tempodan bir şey kaybetmişler. Bir yandan da belli rifflerin, soloların ayırtedilmesi konusunda efor, çaba gösterme zorunluluğu ortadan kalkmış. Ayrıca yanlışsam düzeltin, clean vokalin duyulduğu ilk albüm de bu olsa gerek grubun. Ve tavuk gıdaklamasının da :)

7,50+/10

20 Eylül 2017 Çarşamba

RETRO: Kamelot - The Fourth Legacy (2000)

Grubun en sevdiğim yapıtlarından biri. Roy Khan gruba tamamen uyum sağlamış ve bu kan birliği neticesinde dinleyeni kolayca avucuna alan bestelerle dolu, catchy dememe gayreti, prog ve senfoni esintili bir power metal albümü kotarmışlar. Progresif yönü sırtını daha çok Arap ezgileri üzerinde şekillenen fantastik Nights of Arabia'ya (ki introsu Desert Reign'den ayrı düşünülemez) kadar yansıyan ama ibaret olmayan foklor etkisindeki çeşitliliğe dayıyor. Bununla birlikte sadece egzotik sound katkısı değil bestecilik de epik tarafıyla fantastik kurguya yakışır bir lezzet katıyor. Buna temponun genelde hızlı olmasının etkisini de katabiliriz. Elbette o dönemin türdeş eserlerinde olduğu gibi bir kaç balad da eksik değil. Sonuçta ortaya illa ki dinlenesi bir power metal yapıtı ortaya çıkıyor. Yıllar sonra dönüp tekrar dinlediğimde sadece gitarın biraz daha tok bir sese sahip olmasını dilemekten öteye pek de şikayetim doğmuyor. Yeni keşfettiğim şey ise bir kaç şarkıda iç burkan etki yaratan yaylılar.

8,50-/10

17 Eylül 2017 Pazar

The Algorithm - Polymorphic Code (2012)

Ne derler bu işe bilmiyorum ama elektronik üstbaşlığı altında yer aldığı kesin. Ritimler sert, bir metalcinin hatta progresif metalcinin elinden çıkmış gibi. Ki bir kaç şarkıda gruuvi gitar öğesi de eklenmiş durumda. Baterinin güçlü ritim tutuşlarını da unutmayalım tabi de bilgisayar işi hepsi. Teknik detayı inanılmaz güçlü olması sebebiyle IDM, sonracığıma dahil ettiği sesler sebebiyle trance ve hafiften chiptune hatta jazz ve reggae sampleları, çok sesli çok ritimli karmaşık bir müzik işte. Bundan dolayı acayip bir takdir edesim gelmedi değil. Bir tualin her boşluğunu farklı tonlarda renklere bulamaç etmiş gibi bir görüntüsü var albümün. Ama oturup ne kadar dinlerim, şüpheli. Hatta 'normal' bir insan evladının niye bu kaydı dinleme ihtiyacı duyacağını da pek anlayamıyorum. Bilahare sevenlerine saygım sonsuz, o ayrı. Access Granted delişmen bir şarkı bu arada.

6,75-/10

16 Eylül 2017 Cumartesi

Arcade Fire - Everything Now (2017)

ABBA dinlemek isteseydim ABBA dinlerdim. Sert bir girizgah oldu, biliyorum. Ama yaşadığınız şoku kısa sürede atlatacaksınız. Fakat bu demek değil ki kafanızdaki karışıklıklar albüm boyunca giderilecek. Sadece bazı şarkıları çiizi synth pop dans nağmelerine rağmen sevebildiğinizin farkına varacaksınız. Creature Comfort, Electric Blue, Good God Damn, Put Your Money On Me gibi. Belki de bir kısmınız aynı şarkılardan bir ölçüde nefret edecek. Kısaca ya sev ya terket bir kayıt bu. Benim içimde birbirine zıt üç beş içses olduğu için kendi kendime bu karışık duyguları aynı anda yaşayabiliyorum. İtici ama dinlemeden de duramıyorum, bilmem anlatabildin mi?

6,50+/10

14 Eylül 2017 Perşembe

Ion - Madre, Protégenos (2006)

Anathemagillerden bir grup Ion, Duncan Patterson'ın projesi. Sadece iki albümü var. Bu ilk albümde vokalde Emily Saaen namındaki bayan bir sanatçı yer almakta. Sesi karanlık neofolk atmosferine uygun ama alıp başka yere de götürmüyor. Kayıtta İngilizca hakim olsa da Portekizce, sanırım, başta olmak üzere garip bir çok dillilik mevzusu dikkati çekiyor. Bu durum misal, ilk şarkıda biraz kafa karışıklığı yaratsa da sonra iyi işlediğini duyabiliyoruz. Nasıl A Forest of Stars dinlerken kağıt üzerine hiç sevmediğim öğeler pratikte hoş bir kombinasyon yaratıyor dedimse burada da tersi geçerli. Besteler yeterince dinamizm ve duygusal manipülasyon sergilemiyor, kısacası arabesk unsuru eksik kalıyor. Karanlık lakin yeterince hüzünlü değil. Belki de yaz sıcaklarında dinlemenin etkisidir. Sonuçta benim için müziğin duygusal olarak (sadece hüzün değil sevinç, coşku, hiddet dahil) üzerimde bıraktığı etki en önemli değerlendirme faktörüdür.

6,50+/10

13 Eylül 2017 Çarşamba

A Forest of Stars - Beware the Sword You Cannot See (2015)

Bu İngiliz beyefendilerini ve hanımefendilerini arada ihmal ediyorum. Yapmamam gereken bir şey, çünkü şu açık ki beni hayal kırıklığına uğratma yetileri gelişmemiş kendilerinde. Aşk gibi bir şey bu, hani kağıt üstünde sarışını, uzunu yok renkli gözlüsünü seversin, gerçek hayatta kalbini kaptırdığın kişinin ise alakası yoktur. Teyatral dereceye varan, içinde synth ve keman olan bir black metal? Hiç sanmıyorum diyorum. Ama işin aslı, bana gelişi öyle değil. Giriş şarkısı bir acayip çıkış parçası bir acayip kadın vokalli 7 bölüm tekmili birden uzun parçası başka acayip. Clean vokal titriyor vibratolu, iğreti kaçması lazım. Yok ama öyle değil. Anlamıyorum. İniş çıkışları ve enstrümantal geçişmeleri çok iyi müziklerine dahil ediyorlar. Folk ve progresif öğeleri , farklı vokal tekniklerini de hakeza öyle. İnce ince parça parça analize gerek yok. İllaki şurası şöyle daha iyi olabilirdi, burda da bunu uzatmaları (poetik tirad kısmı misal) yakışmadı gibi ufak tefek eleştiri getirebilirsiniz. Biraz farklı seslerin ve fikirlerin ardı ardına sıralanması yorucu olabiliyor, akılda güçlü melodiler kalmıyor diye de ekleyebilirsiniz. Yine de sizi, ekstrem metal sevenleri güzel bir yolculuk beklediğinin garantisini gönül rahatlığıyla verebilirim.

8,25/10

12 Eylül 2017 Salı

Árstíðir - Árstíðir (2009)

İzlanda'dan Ajdar çıksa dinlerim de her zaman kendimden geçeceğim manasına gelmiyor elbette. Folk bir albüm bu ama dili İngilizce ile İzlandaca karışık. Dolayısıyla İngiliz chamber folk tadı da almak mümkün. Ağır tonlarda piyano ve yaylılarla destekli yalın hayli melodik hoş yumuş yumuş bestelerle karşı karşıyayız. Bu durum da bestelere öyle böyle bir yerlerde aşinalık hissiyatı kazandırıyor. En kötüsü de Metallica'nın Reload dönemlerine benzettiğim slowlar. Ya da abartıyorum bilemedim. 1-5-9-10 favori dörtlüm. İşin aslı müzisyenlik oldukça iyi. Ama bir bakıma ilk albümleri olmasından da kelli, henüz kendi seslerini tam anlamıyla oturtamamışlar. Ve bence bu ses, kesinlikle kendi ülkelerine yüzlerini döndüklerinde ortaya çıkıyor. Bağımsız olarak albümlerini çıkaran ve hatta bir albümleri için finansmanı internette kampanyayla sağlayan mütevazi grup son albümleri için metal camiasında bilinen Season of Mist plak şirketi ile anlaşmış.

6,75+/10

10 Eylül 2017 Pazar

Terakaft - The Tapsit Years (2014)

Mali'li Tuareg blues yapan gruplardan biri Terakaft. Albümü dinlerken ilk dikkatimi çeken şey parçaların birbiriyle kayıt manasında uyumsuzluğu oldu. Çünkü ben bu albümü stüdyo kaydı sanıyordum. İlk üç albümlerinden şarkılar içeren Tapsit namındaki plak şirketinin derlediği bir kayıtmış meğerse. Grubun rızası var mıdır bilmem ama, biliyorsunuz plak şirketleri kendilerini terkeden müzisyenlerin ardından böyle numaralar çevirirler, pek kulağa öyle gelmiyor. İkincisi ise bazı şarkıların diğer türdeş grupların özellikle Tamikrest, işlerini hatırlatıyor oluşu. Bu da tesadüf değilmiş. Ortak elemanlar vasıtasıyla kardeş gruplarmış bile. Ve işin ilginci ben daha bunları bilmiyor iken bu kanıların bende oluşması. Evet kendimi naçizane öveyim azcık. Yine de bir Amazzagh var, hep dinlenesi.

6,75/10

8 Eylül 2017 Cuma

Foton Kuşağı - Did It Really Fade (2015) EP

Orijinallik mi? Sittir et! Bu soundun hayranıyım. Doksanlar, biraz da 2000'lere uzanan alternatif rock diyeyim. Grunge'dan bariz punk'a yayılım gösteriyor sesleri. Bunu feyslerinden bakıp söylemiyorum, ki aa ne tesadüf onlar da öyle demiş, üstelik bir ton esin kaynağı grup saymışlar. Gerçekten havadan tavadan civadan karınlarından konuşmamışlar. Müziklerini duyunca da zaten aklınıza gelecek alt türler bunlar. Bilmiyorum, napar ne ederler ama bahse girerim bunların konserleri de çok kafadır. Aslında bu kaydın güzel tarafı da kısa sürmesi. Aynı enerji ile ful dolu, uzunçalar demek istiyorum, bir albümü aynı keyifle dinler miydim, bilmiyorum. 14-15 dakikaya görece slow şarkı bile sığdırmışlar, acayip. Ama inanıyorum bu grup sürprizlerle doludur, sürece uzun kayıtlarında daha bomba işler kotarmış olabilirler.

7,50+/10

7 Eylül 2017 Perşembe

Sinkane - Mean Love (2014)

Vayy, böyle bir isim günümüz popunda nasıl daha fazla bilinmez, anlamıyorum. Sudan kökenli İngiliz Ahmed Abdullahi Gallab bir gün uyanıyor ve bir bakmış Sinkane olmuş. Mahlası mı grubu mu çok anlayamadım Sinkane. 10 yıldır albüm kaydedip duruyor. Amerika'nın da tozu toprağını taşıyarak Afrika'nın tribal ritimlerini ve synth'in pozitif ruhunu içeren güzel bir pop albümüyle karşımızda. İncecik sesi beni katiyen rahatsız etmedi. Zaten diğer vokallerle de dengelemekte müziğini. Reggae, dub, alternatif R&B, funk, surf gibi alt türlerin müziğini zenginleştirdiğini de eklemek lazım. Bu arada internet sitesine baktım da yoğun bir konser programı var. Buraları da yolu düşse de canlı canlı izlesek. Bu sene de yeni albümünü yayınlamış, takip edilmeli.

8,25/10

6 Eylül 2017 Çarşamba

Tame Impala - Innerspeaker (2010)

Söz verdiğim gibi kendime, Tame Impala'nın önceki albümlerini de dinlemeye başladım ve direktene tatil geldi aklıma. Üstelik Likya Patara'yı da bulunca alıverdim bir kaç saat önce. Bakalım nasıl çıkacak, kafam bulutlardayken hoşuma gitmişti Kaş'ta. Gel ve de gelelim grubun ilk albümüne. Canlı davulları ve arada pırtlayan gitar soloları bu albümü ne kadar rock kulvarına sokar şüpheliyim. Saykedelik efektlere boğulmuş sound güzel olsa da, çok da karmaşık olmayan melodilerle ki kötü demiyorum, ilgi çekici bir pop kaydı yapıyor bana göre. Diğer yandan modernleştirdiği 60'lar soundunu da gözönünde bulundurursak evet o dönemin rock musikisine yakın düşüyor olabilir. Bu ilk cd'den Jeremy's Storm, Desire Be Desire Go, Alter Ego, The Bold Arrow of Time gibi öne çıkan parçaların ismi sayılabilir. Demek ki özel basım bir bonus cd var. Albüm ismine nazire yaparcasına Extraspeaker adını taşıyan bu bölüm B parçaların yanısıra remiksler içermekte. Ayrıca çok sevdiğim Remember Me'yi coverlamışlar ki bir acayip olmuş. 90'lardan hatırladığım bu şarkı da ilginçtir, şarkıcısını bilmediğiniz kayıp şarkılardan biridir çünkü. Blue Boy imiş orijinali seslendiren. Bu ekstra cd hiç de hafife alınır cinsten değil. Evet, şarkılar birbiriyle uyumsuz ama çok daha maceracı ve deneysel yönlere kayıyor diyebiliriz. Bakınız 41 Mojitos.

7,50+/10

5 Eylül 2017 Salı

RETRO: Enslaved - Frost (1994)

Bu albümü anlıyorum ama bir türlü yeterince ısınamıyorum. Hiç olmadığı kadar agresif vokal ile çata çuta blastbeatlerle yüklü soluk soluğa sunduğu dinleti ile albüm adını hakedercesine bir etkide bulunurken diğer yandan viking metal kısımlarını başta vokal ve ezgiler olmak üzere ayrıştırarak önceki albüm ile farkını ortaya koyuyor. Progresif taraf sanki biraz güme gidiyor görünse de hem şarkıların kuruluşunda hem de acayip riflerde izini sürmek mümkün. Yalnız keyboard müdahalelerini pek sevemedim. Bateri ise bu fırtınada görevini layıkıyla yerine getiriyor. İtiraf etmek gerekirse kolay bir dinleme deneyimi sunmuyor. Belki de bu beni yordu, bilemeyeceğim. Ancak çıktığı tarih 94, ta en başından beri grubun emsallerinden ne kadar farklı bir yön takip ettiğine dair esaslı bir kayıt.


6,75+/10

4 Eylül 2017 Pazartesi

RETRO: Kamelot - Siége Perilous (1998)

Mikrofonu bu albümle birlikte ipeksi sesiyle Roy Khan devralıyor. Albüme geçiş albümü demek de zor. Çünkü vokalle birlikte progresif/power metal'den kopmamak şartıyla radikalimsi değişiklikler göze çarpıyor. Keyboard sonraki albümlerdeki dozajlarda olmamakla beraber neoklasik makamında ağırlık kazanmaya başlıyor. Özellikle vokalin gevşek ve yayvan söyleme tarzı, arkadaki baterinin ritimlerini baltalıyor. Tam da bu noktada bu ahenksizliğin suçunu bir miktar prodüksiyona yükleyebiliriz diye düşünüyorum. Kaçınılmaz şekilde pek çok şarkı unutulmaya yüz tutuyor. Bir kaç istisna var elbet: Parting Visions ve Siege gibi.

7,0/10

Gore Vidal - Kent ve Tuz

Gore Vidal hakkında bildiğim tek şey biraz aykırı bir yazar olduğu. Bu romanı da basitçe eşcinsel aşk romanı diye tanımlamak mümkünse de bayağı bir şey eksik kalır sanırım. Basit ve duru bir dil hakim kitaba. Lisede aşık olduğu Bob ile o mezun olmadan önce bir kez birlikte olmasının ardından, Bob'un denizci olarak maceraya atılmasıyla, birlikte yollarının kesişeceği güne kadar saplantılı şekilde bu aşkı içinde büyüten Jim'in hikayesini okuyoruz. Tenis konusunda becerikli Jim de denizci olarak kısa bir süre dolandıktan sonra spor konusunda bildiklerini paraya çevireceği iş olanaklarını Hollywood'da bulur ve ardından ünlü bir jön ile birlikte yaşamaya başlar. Onun romantik duygusallığı canını sıkmaya başladığında ise bir yazar ile gezmeye başlar. Ve bir kadınla tanışır ama ona olan sevgisi tenden ötedir. Fakat Bob içindeki sırdır. Böyle özetlemeye kalkışınca kulağa ne kadar sığ geldiği konusunda mutabığım. Ancak okumaya başladıktan çok kısa bir süre sonra aslında bahsedilen temanın evrenselliğine şahit olacaksınız: yalnızlık. Tensel ve duygusal yakınlaşmanın dahi eritemediği bir olgu. Romandaki asıl tema ise arzunun yıkıcılığı olsa gerek. Hikayenin sonunda altı kıpkırmızı çizilerek gösterildiği üzere. Sssspppooillerrr
Jim, Bob'un kasabaya geri döndüğü ve evlendiği hatta çocuğu olduğunu öğrenince o da tereddüt etmeden geri döner. Görünen o ki köprünün altından çok sular akmıştır ama Jim işaretleri anlayacak durumda değildir. Bir otel odasında sarhoş kafayla ona dokunduğunda Bob'tan şiddete varan bir tepki görür ve o esnada gücüne de güvenerek ona tecavüz eder ve büyük bir hayal kırıklığı ile derbeder şekilde kaçar. Romanın başlangıcındaki kitabın ismine de ilham veren İncil alıntısı çok şık yakışır buraya.
fakat karısı, onun arkasından geriye baktı ve bir tuz sütunu oldu

8

3 Eylül 2017 Pazar

Death - Human (1991)

Brütal veya teknik death metal'in bana pek hitap etmediğini daha önce de belirtmiştim. Yine de kanıma sert bir şeyler dinleme isteği girince kendimi tutamıyorum. Bunun için de tür içinde efsane niteliğini kazanmış bir kaydı seçmek en akıllıca opsiyon olarak görünüyor. Kısacası bana kızmayın, değerlendirme yapmayacağım zaten. Sadece Cosmic Sea'yi biraz garip buldum. Söylemezsem içimde kalırdı.

7,0/10

2 Eylül 2017 Cumartesi

Iain M. Banks - Cebirci

Iain Banks, Eşekarısı Fabrikası'nda bayağı görüşlerimi yazmıştım, bilimkurgu kitaplarını Iain M. Banks adıyla yayınlamış bulunmakta. Bu alanda da daha çok Kültür serisi ile tanınırken İthaki 720 sayfalık bu tuğla kalınlığında romanını basmaya karar vermiş. Belki bir nabız yoklamasıydı ama hastanın nabzı atmıyor. Yurtdışında da her ne kadar ödüllere aday olsa da karışık tepkilerle karşılaşan bu kitabın sanmıyorum ki bizde de olumlu yönde bir karşılığı olsun. Daha doğrusu olumlu olduğu kadar da olumsuz tepkiler kaçınılmaz. Yazar İngiliz bilimkurgusunda bilimsel gerçekliklerin askıya alındığı bir anlayışın temsilcilerinden biriymiş. Dolayısıyla milyarlarca yaşayan Ahali (aslı Dweller) namındaki ırk, artık maddi görüntüden mantıken kurtulması gerekirken inşaatlarda rastladığımız dev makara gibi bir görüntüye neden sahip olsun, neden giyim kuşama dikkat etsin, neden tepkileri zeka geriliği yaşayan bir insan gibi olsun, neden kısa süreli yaşama sahip diğer ırkları iplesin, niye yarış arabaları ve savaş gibi şeyleri sırf eğlencesine düzenlesin, neden kendi çocuklarını avlasın, neden gazdan oluşma gezegenlerin atmosferinde bulut şehirlerde yaşasın gibi zihnimde deli soruların doğması kaçınılmaz. Sanırım trajik bir İngiliz mizahıyla karşı karşıyayız. Zira kendine Lucifer pardon Luseferous ismini takan romanın kötü karakteri ve onun birbirinden yaratıcı işkenceleri de bu mizaha tabi olsa gerek. Gelelim yazım tarzına. Yarım sayfa süren, ciddiyim, bağlaçlar ve yan cümlelerle destekli cümlelerde okuyucunun zihnini bulandırmak istiyorsa yazar, çevirmen ne yapsın? Zaten uyduruk betimlemeleri kafamızda canlandırmaya çalışmak yeterince zor değilmiş gibi. Sanırım yeterince gömdüm kitabı. Olumlu noktaları da yok değil. Tüm fazlalıklardan arındırılırsa kurgu fena değil Ve de oldukça ilgi çekici bir yan konusu bulunmakta. Spoooooylerrr Bir kere dünya uzaya açıldığında farklı ırkların egemen olduğu bir birliğin içine dahil oluyor. Kısa sürede insanlar da yönetimde yer alsa da asli unsur onlar değil. Birbirinden enteresan ırklarla bir arada yaşıyorlar. Görevi Ahali ile iletişim kurmaya çalışıp onların engin bilgilerini bu birliğe kazandırmak olan Kahin Taak, gençliğinde bir arkadaşının kaza sonucu ölümüne şahit olur. Fakat arkadaşı zengin oğlu Saal, sonradan ölen bu arkadaşını kurtarmaya yanaşmayıp korkaklık eder. Ortamdaki diğer arkadaşları Taince ise bu durumdan kıllanır. İşte yan öykü bu ve ara ara geriye dönüşlerle okuyucunun karşısına gelecek. Neyse, Taak bu bilgi alış verişi esnasında çok gizli bir bilginin farkına varmaksızın açığa çıkmasına ve köpkötü Luseferous'un ordusunun da kendi yıldız sistemini kuşatmaya başlatmasına sebep olacaktır. O da dünyadaki genç ırkların yıldızlar arasında çok meşakkatli solucan deliği geçitleri aracılığıyla seyahat etmesinde devrim yaratacak halihazırda mevcut ama gizli ve de çok daha gelişkin başka bir geçitler sistemi haritasının Ahali'nin elinde bulunma olasılığıdır. Yönetim bu harita arkasındaki sırrın ortaya çıkarılması için Taak'ı Ahali mensuplarıyla birlikte binbir maceraya atılmakla görevlendirir, bir yandan da Luseferous istilasına hazırlanırken. Fakat bu istila o kadar büyüktür ki sistemdeki mevcut donanma sadece oyalamakla görevlendirilir, çünki birliğin ordusu biraz daha geç varmak üzere yola çıkmıştır bile. Diğer yandan istila ordusu, birliğin her boka karışmasına kızan muhalif Öteden Gelenler (di adı sanırım) koalisyonu ile işbirliği yapar. Fakat muhalifler de özellikle sivil kayıplar konusunda endişelidir, onlar iyi adamlarımız çünkü. Diğer diğer diğer yandan da bu gizli geçit listesi Ahali arasında bile gizlidir ve bazı fraksiyonlar Taak'ın önüne taş koyar. Sonuç istila önlenir, Lusi köyüne geri döner, bu alternatif geçitler meğer dev gaz gezegenlerinin merkezinde yer alıyormuş ve sonuçta Ahali kendi kontrolünde olmak üzere diğer ırklara da kullandırmayı tartışır duruma gelir, Taak'ın sülalesi sonradan öğreniyoruz ki birlik tarafından öldürülür, Taak Öteden Gelenler'den bir kızla bir olup onlara sığınır, Taince de Saal'ı kendiyle birlikte öldürür.

Solstafir - Berdreyminn (2017)

Önceki albümdeki çizgisini biraz daha yumuşatarak devam ettirmekte grup. Ama RYM'de yapıldığı gibi basitçe post rock denip geçilemez. Vokal hala melankolik ancak sert karakteri yansıtmakta. Aslına bakarsanız ben Solstafir vokalini acayip seviyorum, dinamikliğini, değişkenliğini, tonu ve rengini. Arada gitarın attığı ritim ve sololar, gitarın tonu, synth ve klasik müzik enstrümanlarının entegrasyonu, şarkıların kroşendoya bağlanan kurulumu, sevilmeyecek gibi değil yani. Daha az heyecanla karşılanmış olsa da bence bu senenin en iyi kayıtlarından biri olacağını şimdiden belli ediyor. Kabul ediyorum doldurma şarkıların adedi çok fazla ki unutmamak lazım, atmosfere de öyle böyle katkıları var. Ancak öyle şarkılar da var ki (Naros, Hvit Saeng, Blafjall gibi) içimdeki derin boşluğa bakıp hiçlikte kaybolmamı sağlıyorlar. Arabesk yapmıyorum, cidden ruhunun aynasını müziğe dök deseler, cevabı budur.

8,25/10

1 Eylül 2017 Cuma

Forest Swords - Compassion (2017)

Bu senenin güçlü elektronik yapıtlarından biri. Alt tür olarak isim vermenin güçlüğünü desteklerceine Burial misali samplelar sayesinde biraz UK garage-dubstep dersek, yine de doğru tanımlamanın çok gerisine düşeriz. Bir bakıma kendilerine ait bir sese kavuşmuşlar. Chill bir atmosferle düşük tempolu müzik yapıyorlar dersek yine %100 tutturmuş değiliz. İyisi mi sizde dinleyin ve kendiniz karar verin. Nereden mi başlayacaksınız?: The Highest Flood olabülü, Panic olabülü. Devamına isim veremeyeceğim çünkü Terra'dan sonra Suvla Karasakız denedim ve ne kadar içimi kolay ve meyvemsi olsa da çabuk kafa yaptı. Son olarak kaydın atmosfer olarak hafiften Massive Attack rüzgarı taşıdığını da söyleyeyim. Eleştirim ise bu atmosferin biraz yüzeysel kalması. Her ne kadar müzikte duygu sömürüsünü sevmesem de burada biraz ihtiyaç duyuluyor.

7,75-/10

Penguin Cafe - The Red Book (2014)

İngiliz folkundan ve biraz da dünya (ama genelde batı yarımküresi) müziğinden etkilenerek yapılan hafif de modern klasik duyarlılığına sahip kolay dinlenir, sözsüz oda orkestrası diyebiliriz sanırım. Kendilerine özgü ortak bir sound içinde bazı şeyleri birleştirip, sentezlemeyi seviyorlar. Ve bu birleşim bir manada tutarlılık arz etse de benim hoşuma o kadar gitmedi. Western müziğine göndermeler anlamsız geldi bir yerde örneğin. Yine İngiliz türkülerinin gayriciddi melodileri de bu konsept dahilinde göze batıyor. Keman, piyano gibi oda orkestrasına yakışır enstrümanların öne çıktığı parçalar ise arkafon müziği olarak iş görebilmekte. Tatilde dinlendirici bir soundtrack olması gayesiyle dinlemeye başladım, aklımda pek yer tutması neticede.

6,25/10

Jose Saramago - Bilinmeyen Adanın Öyküsü

Olimpos-Kaş arasında kısa sürede bitirdiğim 58 sayfalık bu uzunca öykünün sayfalarında ayrıca basit ilüstrasyonlar da yer almakta. Yazarın tarzına göre kullandığı basit dil sanki daha gençlere yönelik yazılmış intibası uyandırıyor. Bununla birlikte diğer kitaplarında olduğu gibi sevgi ve hümanizmi paylaşmaktan burada da geri durmuyor, yazar. Dolayısıyla bana da bir miktar hafif gelmiş olabilir.
7 olur yedi buçuk olur, olur da olur.

Spoiler: Bir gün adamın teki kraldan bir gemi ister. Bilinmeyen adayı bulmak olarak belirttiği amacı saçma bulunsa da artık dırdırından bıkan kral isteğini karşılar. Kulak misafiri olan saraydaki hizmetçi kadın da burada sarayla uğraşmaktan bıktım, şu gemide çalışayım bundan sonra deyip adamın peşine takılır. Böyle bir macera peşine düşecek tayfa bulmakta zorlanan adam, burnunun ucundaki mutluluğun sonunda farkına varır. Kadın da öyle, anladınız siz onu. Geminin ismini Bilinmeyen Ada koyup mutlu mesut yaşarlar.