24 Eylül 2017 Pazar

Albert Camus - Veba

Büyük bir beklentiye girdiğimden olsa gerek varoluşçu felsefenin önemli bir örneği olan bu romanı okuduktan sonra öyle ahım şahım bir keyif almadığımın farkına vardım. Bir kere fikir romanı bu. Salgın neticesinde karantinaya alınan ve ölümlerin sıradanlaştığı Oran şehrinde, ki hiç bir Arap karakterin sayfalara konuk edilmemesiyle Akdeniz'e kıyısı bulunan herhangi bir Fransa şehri de olabilirdi, özgürlüklerini kaybetmiş halk günlük uğraşlarıyla, sevdikleri ile de bağlantıları koptukça felsefi olarak da bireysel yalnızlıkları derinleşir. Önce küçümseme, görmezden gelme olarak başlayan tepkiler yazarın ince ince işlediği toplumsal psikolojik çözümlemelerle ilerledikçe sadece vebanın etkilediği bir toplumun değil zaten vebalı gibi işleyen bir toplumsallığın mercek altında olduğunu görüyoruz. Karakterler vebanın gölgesinde kendi seçimlerini yapmaya başlar. Başka bir hastalık dolayısıyla salgından önce Avrupa'ya gönderdiği karısından ayrı düşen Dr. Rieux canını hiçe saymaksızın hümanist kaygılarla salgınla mücadelede öne atılır. Hiç bir zaman kazanılmayacak bir dava da olsa kendisi doktordur ve umutsuzluğa kapılmadan mücadelede yer almalıdır. Onun bu örnek davranışı farklı düşüncelerde de olsa, en uç örneğiyle salgını Tanrı'ya bağlayan rahip dahil, diğer karakterleri de etkiler. Her ne kadar aşk ve özlem gibi duygusal değerler de işlense romanda, hemen her olgu mantıksallığın sert ve kırılmaz camından süzülerek okuyucuya yansıyor. Seçimlerini yapan ve sonuçlarına katlanan karakterler güçlü kişilikleri ile gerçekdışı bir senaryonun parçası gibi. Cottard gibi çıkarcı bir şahsiyet bile karşılaştırma olsun diye konmuş gibi ki aslında romanın en renkli kişiliklerinden biri olarak yer almakta.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder