Grubun bu albümü dubstep türüne dahil edilmekle birlikte bestelerin zor dinlenirliği dikkate alındığında gayet de zeki insanlara hitap eden, ben bu sınıflandırmanın dışındayım, IDM tarzıyla da ilişkisi olduğu düşünülebilir. Soğuk ve biraz endüstriyel bir hava hakim albüme. Söz möz yok. Dinledikçe, defalarca dinlemeye fırsatınız ve vaktiniz varsa, parçaların içine girebiliyorsunuz. Albüme getiren en sık eleştiri parçaların benzerliği sorunu da bir nebze böylece ortadan kalkmış oluyor. Bu haliyle açılış parçası Bloodline, Tokyo Freeze ya da Red Sky gibi biraz daha ritmin atmosfer ile harmanlandığı parçalar öne çıkabiliyor. White Mark da hakeza öyle. Seversiniz sevmezsiniz ayrı ama çalışmanın derinliği yadsınamaz bir gerçek. Hadi hadi itiraf edeyim ilk başlarda hayli gerse de şimdi dinlerken bak nasıl da keyif alıyorum.
Geçelim diğer konuya, Savages gevşek yapıdaki şarkılarına hakimiyeti ile sahneyi dolduran bir grup olarak gayet taş gibiydi. Bense iş çıkışı kenara attığım çantamın üzerine oturarak dinlenmeyi tercih ettim. Böylece mp3 çalarımı dötümle kırmış oldum. Diğer kırdığım şey ise her gün erozyonla gün gittikçe eriyen dişimin bir parçası. Kanal tedavisi ve üzerine üç dolgunun adam edemediği dişimin akıbetini uzun süredir koyvermiştim zaten. Tabi bunun konumuzla bir ilgisi yok. Gelgelgelelim Portishead'e. Muhteşemdi felan, kelimelerden tasarruf edeyim. Machine Gun görseli, filan. Zaman seller sular gibi geçti. Yine de ben Wandering Stars gibi daha sade ve orkestral bir soundu tercih ederdim. Son albümündeki endüstriyel havaya yakın bir yorum hakimdi şarkılara. Gencinden ak sakallı amcalara geniş bir varyansta dinleyici kitlesi vardı. Heyecanını saklayamayan en bir fandan, kafam kadar tabletle konserin tümünü çekmeye çalışan şaşkınlara, gördüğü kızlara en bir bayat diyalogla yürüyen turist gencinden arkadaş muhabbetinde kaybolan yazlıkçı amcalara garipti yani. İyi ve kötünün ötesinde kalabalık ve garipti.
7,25/10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder