1 Nisan 2015 Çarşamba

K.J. Parker - Mühendislik Üçlemesi I: Hınç

"Dünya sıkıntı kaynaklarıyla doludur ama hiçbiri insanı geçerli bir noktaya temas etmiş bir geri zekalı kadar çileden çıkaramaz"


Kimliğini saklayan K.J. Parker isminde kadın bir yazarın kaleminden çıkma bu üçleme ki maalesef güzel yurdumuzda yeterli ilgiyi görmemiş olsa gerek çevirinin devamı gelmedi, oldukça ses getiren bir çalışma aslında. Muhteşem olmasından çok fantastik kurgu okuyucularını tam ortadan bölen bir yapıt olmasından kaynaklanıyor bu ses getirme mevzusu. Göklere çıkaran da var, eleştiren de. Ben ilk kampa daha yakınım. Ama öncelikle okuduğum şey tertemiz olsun, sonunda bütün düğümler bağlansın diyorsanız burada duraklayabilirsiniz. Hınç'ın sonunda bir noktalı virgül var. Üçlemenin geri kalanını beklemek lazım demek ki. Şöyle de bir şey var: artık üçlemeler bile bir açık kapı bırakıyor, vakit geçtikçe ayrı bir üçleme vey yahut beşleme yedileme tepeleme böyle devam edebiliyor. Alışalım bunlara. Amazondan toparladığım eleştiriler üzerinden görüşlerimi belirterek ben de elimi açık edeyim.
-Makine ve alet edevat konusunda aşırı detaycılık
Evet, kurgu zaten dörtnala gitmiyor. Bir de aralara yarım sayfayı bulan çivisi, vidası, yayı, volanı, çapıtını esirgemeden yapılan alet edevat tarifi anlaşılmaz dakikalardan başka bir şey sunmuyor. Acaba hakkatten öyle mi? Bir nefes alıyorsunuz ve üstelik gerçekçilik katıyor halbuki. İnsanları dahi mekanik bir aygıt gibi değerlendiren bir zihni (Ziani) anlamamıza yardımcı olmuyor mu? Sarmadıysa buyrun bir sürü kitap var ejdermızrağı ve unutulmuş diyarlar serisi dahilinde.
-İlgi çekici, bağlanabilecek, öykünecek bir karakter yok.
Zorunda mı arkadaşım? Allah Allah. R.Scott Baker'ın romanı geldi aklıma bak şimdi. Prince of Nothing okumadığına şükredip geçebilirsin. Bir de Miel fena bir ağbi değil sanki. Karakterlerin
duygusuzlukları konusunda biraz hem fikirim. Bakalım bu konuda Ziani ne düşünüyor
Ne hissettiğini tahlil etmek için duraladı, çünkü malzemelerin özellikleri, bir operasyonla onlara yüklenen baskılara göre değişirdi. Suçluluk duygusu vardı, kaçınılmaz olarak. Ve matem ağırlığı, bir insanın diğerlerine karşı hissettiği önlenemez merhamet. Bu tür duygulara hayatta yer vardı, çünkü ideal bir dünyada, tıkır tıkır işleyen bir makinede, yük altındaki bileşenlerin sıkışmalarını ve tutukluk yapmalarını önleyen soğutucu ve yağlayıcı maddelerdi bunlar; bir toplumun bunlar olmadan işlemesi zor, belki de olanaksızdı. Ne var ki Ziani için şu aşamada hepsi imalat talaşı ve atıktı ve kontrol altına alınmaları gerekiyordu
-Yan hikayeler boşuna zaman kaybı. Hatta ana hikayeye katkısı olmayanı bile var.
Yüzüklerin Efendisini okumadığını düşünüyor ve gülüp geçiyorum. Şahsen bu tam da benim aradığım şey. .
-Bayan karakterler çok klişe
Şimdi bayan karakterler yok Veatriz ve tüccar kadınlar var. Ve ecnebilerin deyişiyle yu ar gaddaemnrayt. Hem de kadın bir yazar tarafından bu tercihin yapılması ilginç. Ama sadece Veatriz ile sınırlı değil. Biraz detaylandırılıp derinleştirilse de diğer karakterler de düz. Ziani sadece ama sadece aklındaki intikam planına göre hareket ediyor. İntikam peşinde koşanlara eyvallah saygımız büyük ama sana yardım edenlere ihanet edersen şerefsizlik yapmış olursun. Eyy Ziani efendi, öl emi! Miel de dükün sağ kolu nasıl davranır rehber kitabının dışına çıkmıyor. Düşündüm de yazar mekanikliği insan üzerinden de vurgulamak istiyor olmasın sakın.
-Sosyal dokudaki uyumsuzluk ne peki?
Konumuzu hatırlayalım. Bir kıtanın doğu kıyısında göçmenlerce Mezentin cumhuriyeti kurulmuş, bu devlet gelişmiş, kabaca iki lonca grubunun çekiştiği bir siyasal düzen oturtmuş. Sanayi malları üreterek bunları başında av partilerinde tatbik ederek stratejide uzmanlaşan Valens'in olduğu gümüş bakımından zengin Vadani ve onlarla sadece son bir kaç yıldır o da sallantılı bir barış içinde yaşayan ve başında Orsea'nın olduğu (en büyük yardımcısı başka bir soylu aileden gelen Miel) tarım hayvancılık dışında tırt bir ülke olan Eremi'ye satıyor. Bu ülkelerin daha da ötesinde ise yüzbinlerce milyonlarca nüfusu ile birbiriyle kavgalı pek çok göçer kabileye bölünmüş Cure Hardy ülkesi var. Üretilen her malı çok sıkı düzenlemelere tabi tutmuş Merezinler. Ne bileyim, tahta bir oyuncakta kaç adet vida kullanılacağı bu vidanın eni boyu, takılı olacağı yer, boyası şusu busu hepsi yazılı. Ufak tefek farklılıklar da kabul edilebilir boyutlarda ise tolerans içinde kabul ediliyor ve onun da ürün bazında oranları var. Silah fabrikasında baş mühendis olan Ziani ise ihbar sonucu evinde bazı araç gereçlerde deneysel iyileştirmeler yaptığı için zillet denen suçla yargılanıyor ve ölümle cezalandırılıyor. Her şeyin üzerine inşa edildiği bu kaide gerçekten de çok zayıf. Ticaretle geçinen ve komşu ülkelerini geri bırakacak hareketlerden çekinmeyen kapitalist-erken emperyalist (toprakla ilgilenmiyorlar ama) bir ülkenin ürünlerindeki iyileştirmeleri, inovasyonu yasaklamasının mantığı anlaşılır değil. Ayrıca kıçıkırık Eremilerin Mezentinlere karşı sefere çıkması hezimetten başka ne getirebilirdi. Görmedikleri bir yerden mızrak boyunda ok fırlatan akrep denen silahlarla gelen bu hezimet sonrasında Mezentinlerin bu sefer Eremilerin kökünü kazıyacak bir saldırı başlatmasını sırf politik fraksiyon kavgalarına dayandırmak ne kadar akıllıca? Paralı askerlerin ölmesine üzülmemeleri de işleri güçleri para olan bir medeniyet için ne kadar gerçekçi? Eminim vatan evlatları katledilirken analar daha çok asker doğurur diye düşünürlerdi. Ve böylece bayağı bayağı konuya girmişim. Bundan sonrası spoiler efendim.
Orsea utanç içinde ve yaralı bir şekilde komutanlığını Miel'e bıraktığı yenilmiş ordusuyla ülkesine geri dönerken, askerleri idamından önce bir kaç muhafızı öldürüp kırsala kaçan zillet mahkumu Ziani'yi yakalar. Şeref golü niyetine onu casus olarak asacaklarken ben size  teknolojiyi öğretirim hatta o akrep denen silahları da elden geldiğince size inşa ederim teklifiyle karşılanırlar. Bu arada Vadaniler kolay lokma görüp ordunun geri kalanını yok etmek yerine onlara tıbbi insani yardım etmeye gelirler. Çünkü dükleri Valens, Orseans'ın karısı Veatriz ile gizlice mektuplaşmaktadır. İlişkileri arkadaş gibidir de değildir. Valens zeki bir arkadaştır. Misal:
Gerçek şu ki, ancak sevdiğini avlayabilirsin. Seni sıkan veya tiksindiren bir şeyi kovalayıp öldürmek, olsa olsa kıyımdır, çünkü onu anlamak istemezsin, aklının içine girmek. Babam bunu hiç anlamadı, avladı ve savaştı, çünkü kazanmayı seviyordu. Her ikisinde de hayatı boyunca olduğundan daha iyiyim ben.
 Katıldığı bir yaban domuzu avındaki tahlillere bakınız
Gözlerinin içine bakıyordum ki aramızda ucunda kara çivi olan dişbudak bir sırıktan başka bir şey yoktu. Saldırdığında benden nefret ettiği belliydi; nefret ettiği için saldırdı bana; saldırdığı için kaybetti. Benim gücüm mızrağı tüm o deri, kas ve kemiğe sokmaya yetmez ama onunki yetti. Nefreti, felaketi oldu, böylece hak ettiği cezayı buldu. Avcı asla nefret etmez avından; eline geçirmek, mülkiyeti altına almak istediği bir şeyden nasıl nefret etsin ki? Domuz benden, sırf kandırılıp kazanmasının veya hayatta kalmasının olanaksız olduğu bir duruma düşürüldüğü için nefret etti. Bunu anlayabiliyorum. Benden nefret emesine ben neden oldum. Ama nefret affedilemez, o da hak ettiği cezayı buldu. Tuzağa düşmesi benim suçumdu ama felaketinden kendisi sorumluydu.
Ve ilişkileri konusuna kafa yorar.
"Bu aşk değil" dedi Valens kendi kendine. Aşkı tanırdı, arkadaşları ve çevresindekiler arasında nasıl işlediğini görmüştü aşkın. Aşk her açıdan daha talancıydı. Takip etmeyle, yakalamayla, haktan yararlanmayla ilişkiliydi;güzellikten kaynaklanırdı, cildin çiğ kızarıklığının güneşten kaynaklandığı gibi; bir iştahdı, açlık veya susuzluk gibiydi, tatmin oluncaya kadar insana eşlik eden fiziksel bir huzursuzluktu. Mektuplarından biliyordu ki bunlar onun Orsea'ya -onların birbirine- hissettikleriydi, öyleyse kendisininki aşk değil salt arkadaşlık olabilirdi; paylaşılan ilgi alanları, öğretici bir perspektif kıyası, usların buluşması, kaynakların birleştirilmesi...Aşk olmadığı ortadaydı.Aşktan farklıydı. Daha iyiydi. Üç kere daha baştan sona okudu mektubu, ikinci ve üçüncü okumalarında bir kağıda notlar aldı. Bu bile başlı başına bir kanıttı: Kim bir aşk mektubundan notlar alırdı ki?..Aralarındaki şey aşk olsa mareşal ve generallerini çok uzun zaman önce göndererek Eremia'yı işgal etmiş, Orsea'nın kafasını mızrağa geçirmiş, büyük ve muhteşem bir ganimet olarak evine getirtmiş ve gecenin bir yarısında kalenin duvarlarından tırmanarak onu halat merdivenlerle ve büyük bir dikkatle planlanmış noktalarda hazır bekletilen yedek atlarla kaçırmış yahut stratejik durumu göz önünde tutarak bu girişimin uygulanamaz olduğu sonucuna vararak vazgeçmiş ve başka kadına tutulmuş olurdu.
 Neyse, Mezentin kentinde politik alavere dalavere nihayetinde Eremiler hakkında soykırım kararı çıkartılır ve zamanında göç etmiş bulundukları anakaradaki paralı askerlerden oluşma bir ordu tertip ederler. Normalde şehirden kaçan Mezentinler esmer renklerinden kolaycana ayırt edilip suikastla öldürtülmüş ve ticari sırlar korunmuştur. Bu sefer işler daha bir büyütülmüş durumda. Ziani sarp dağlıklarda kurulu Eremi kentinin surlarını kendi yaptığı akreplerle doldurur. Gelen ilk orduyu mahveder geri gönderirler. İkincisi daha dişli çıkmakla beraber bizzat Ziani tarafından kulaklarına şehrin kapılarını açacak sır fısıldanır. Mezentin şehrinde güvendiği bir arkadaşıyla yazışarak suçunu hafifletmek ve şehre sağ salim dönmektir amacı gibi ama burada da okuyucuya açıklanmayan gizler bulunuyor. Hatta Valens ile düşesin mektubunu ele geçirip saklayan Miel'i Orsea'ya ispitleyip hain diye hapse attırarak şehrin komutasının zayıflamasını bile sağlar. O ne hayındır o! Velhasıl ordu mahzenlerdeki su sarnıçlarından şehre sızar. Tam bir katliam. Miel neyseki yaralı kurtulur. Mielin karizmatik kuzeni Jarnac, Orsea'yı yaralı kurtarmışken ve düşes Veatriz hain Mezentinle beraber şehirden çıkmaya çalışırken, Valens ve süvarileri yetişir. Bu arkadaşları toparlayıp geri dönerler. Valens diğer yandan aptallığına yanmaktadır. Hakikaten de kitabın sonunda Mezentin onun ülkesine de savaş ilan eder. Son satırlarda da karısına dönme hayalini aşağıdaki sözlerle de yineleyen ve ona ve çocuğuna dönme planlarında tüm insanları bir mekaniğin parçaları gibi görüp değerlendiren ve kullanan ve her şeyi mübah sayan Ziani'nin Mezentindeki irtibat halindeki arkadaşının çok da güvenilir bir tip olmadığı ortaya çıkar. Karısıyla birliktedir. Acaba Ziani'nin zillet suçunu kim ihbar etmiştir, bak şimdi merak ettim. Hah hayt.
Ben de özlüyorum karımı. Ve onu bir daha göremeyeceğim. Ama şehirleri paramparça edecek, uluslara kıyacak ve muhteşem, şanlı, kutsal Mezentia Ebedi Cumhuriyeti'nin sonu olacak bir makine yapıyorum. Hepsi sadece sevgi yüzünden; hepsi günün birinde evime dönüp karımı ve kızımı bir daha görebileyim diye. İstediğim küçücük bir şey, daha ulvi makinenin çok basit bir operasyonu. Dünyanın bütün şehirlerinde , kasabalarında, köylerinde erkekler her akşam evlerine, karılarına ve çocuklarına gelir. Gündelik bir şeydir bu; hiç bir şey değildir, herkes için öyledir. Benim dışımda. Benim şehir surlarını yarmam, kapıları yıkmam, binlerce cansız bedenin üstünde dikkatle yürümem gerekiyor aynı şeyi yapmak için; kendi evimin kapısına ulaşabilmek için. Vazgeçmek, her şeye yeniden başlamak, burada Civitas Eremiae'de kalmak, bir iş kurmak çok daha kolay, çok daha akıllıca. Ve sadece sevgi nedeniyle benim öyle bir seçeneğim yok. Bunun yerine aşkın her nasılsa galip geleceğine olan inancım var. Evet, aşk her şeyi fetheder.
Büyük ihtimalle onbinmilyon nüfuslu Cure Hardy ile Mezentin arasındaki güvenli bölgeyi oluşturan bu iki ülkeyi yıktırıp bu devasa kalabalıkla memleketini karşı karşıya getirme planlarını işletiyor Ziani. Kurgu gördüğünüz gibi çok dallı budaklı değil, tahmin edilmekten uzak da değil, hatta entrikası da yeterince bir karmaşa sunmuyor. Ama bu alıntılardan ne için okunması gerektiğini anladınız sanırım.
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder