29 Haziran 2014 Pazar

Michel Foucault - Seçme Yazılar 5: Felsefe Sahnesi

Eğer Seçme Yazılar'ın koleksiyonunu yapma gibi bir fikriniz yoksa ve metodoloji üzerine meraklı değilseniz gayet es geçebileceğiniz bir kitap olmuş. Bu arada biliyorsunuz kendi yöntemini bilginin arkeolojisi olarak tanımlamakta Foucault. Üstelik felsefenin hemen hemen hiç meraklısı olmadığım alt dalları, dil ve bilim felsefesine ağırlık verilmesi önerdiğim bu tavsiyeyi kuvvetlendiriyor. Yalnız kitapta Deleuze ve Nietzsche üzerine yazılan makaleler pek bir ilgi çekici. Yine de not aldığım bir kaç saptamayı aşağıda alıntılayacağım:
..edebiyat söylemek istediği şeyi söylüyor olsaydı, basitçe "Markiz saat beşte çıktı" derdi. İyi bilmekteyiz ki, edebiyat bunu demez, dolayısıyla edebiyatın, kendi üstüne katlanmış, söylediği şeyden başka bir şey söylemek isteyen ikinci bir dil olduğunu bilmekteyiz; alttaki bu diğer dilin ne olduğu bilinmemektedir, bilinen tek şey romanı okuduktan sonra, bunun ne anlama geldiğini, yazarın söylemek istediği şeyi neye bağlı olarak, hangi yasalarla söylediğini keşfetmiş olmamız gerekir; metnin hem yorumunu hem de göstergebilimini yapmış olmamız gerekir.
Yorumlamanın tam anlamıyla başlangıcı olabilecek hiç bir şey yoktur, çünkü aslında zaten her şey yorumdur, her gösterge kendi içinde yorumlansın diye sunulan bir şey değil, başka göstergelerin yorumudur...Sözcüklerin kendileri yorumlardan başka bir şey değildir...Sözcükler bir gösterilen belirtmezler, bir yorum dayatırlar...Her hakikatin gizlemeye çalıştığı yorumu dile getirdiği için "hakiki"dir o.
Bence günümüzde felsefe artık yoktur, kaybolduğundan değil, büyük miktarda çeşitli faaliyetler içinde dağıldığından böyledir.
Her belirgin söylem önceden söylenmiş bir şeye gizlice yaslanır, fakat bu önceden söylenmiş olan, yalnızca önceden dile getirilmiş basit bir cümle, önceden yazılmış bir metin değil, hiç söylenmemiş bir şey, bedensiz bir söylem, nefes kadar sessiz bir ses, sadece kendi izinin boşluğu olan bir yazıdır. Böylece söylemin ifade etmesi gereken her şeyin, ondan önce gelen, onun altında inatla koşmaya devam eden, fakat onun kapsadığı ve susturduğu bu yarı-sessizlik içinde önceden eklemlenmiş bulunduğu varsayılır. Hasılı, görünen söylem, söylemediği şeyin bastırıcı mevcudiyetinden başka bir şey olmaz; ve bu söylenmeyen, söylenen her şeyi içeriden harekete geçiren bir boşluk olur.
Klinik tıbbın, bir betimlemeler toplamı olduğu kadar siyasi buyruklar, ekonomik kararlar, kurumsal yönetmelikler, eğitim modelleri de olduğunu kabul etmek gerekti.
İnsanlar başka insanları tahakküm altına aldığında değer farklılıkları doğar, sınıflar başka sınıfları tahakküm altına aldığında özgürlük fikri doğar, insanlar yaşamak için gerek duydukları şeyleri ele geçirdiklerinde, bu şeylere ait olmayan bir süreyi onlara dayattıklarında ya da onları zorla bir araya topladıklarında mantık doğar.
Bilme isteği evrensel bir hakikate yaklaşmaz, insana doğa üzerinde kesin ve soğukkanlı bir hakimiyet vermez, tersine riskleri çoğaltmaya devam eder, her taraftaki tehlikeleri büyütür, yanılsamalı korumaları yıkar, öznenin birliğini bozar, öznenin içinde, onu parçalamaya ve yok etmeye hevesli her şeyi serbest bırakır...Bilgi tutkusu belki insanlığı da yok edecektir.
1. Marksizm bir bilimdir ve 2. psikanaliz bir bilimdir. Bu iki önerme beni düşündürmektedir. Esas olarak bilimi bu kadar önemli bir fikir olarak görmediğim için. Bilimi Marksizm gibi önemli bir şeye ya da psikanaliz gibi ilginç bir şeye bilim etiketi takacak kadar önemli bir fikir haline getirmemek gerektiği kanısındayım. Marx'ın nerede yanıldığını, bu bilim adına bana gösterdiğiniz gün Marksizmi bir bilim olarak uygulayabileceğiniz kanısındayım.
Kapitalist olmayan bir kültürün Batı dışında doğması şimdi gerçeğe daha yakındır. Batı'da, Batı bilgisi, Batı kültürü kapitalizmin demir eliyle ezildi. Biz, kapitalist olmayan bir kültür yaratamayacak kadar çok yıprandık kuşkusuz.
Kurucu bir özneye felsefi başvuru reddetmek, özne yokmuş gibi davranmak ve saf bir nesnellik uğruna onu soyutlamak değildir. ..(hakikat) oyunları özneye zorunlu bir nedenselliğe veya yapısal belirlenimlere göre dışarıdan dayatılmaz, öznenin ve nesnenin ancak eşzamanlı, belirli koşullar altında birbirini kurdukları, ama bir diğerine göre değişmekten ve bu deneyim alanının kendisini de değiştirmekten geri kalmadıkları bir deneyim alanı açarlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder