7 bölümde sonlanan gayet ciddi bir BBC dizisi ile 37 bölümle finale konuşan dünyada kült statüsüne kabuşmuş bir anime dizisini karşılaştırmak haksızlık gibi kulağa gelebilir ama bu kıyasın sonucu süprizlere gebe.
Jonathan Strange & Mr Norrell, fantastik bir romandan uyarlanmıştır. Yazarı Susanne Clark, eserinin isminin İngiliz edebiyat tarihi içinde geçmesini istediğinden dolayı sadece tarih, fantastik kurgu, büyülü gerçekçilik gibi altyapılarda değil dilinde, karakter kurulumu ve gelişiminde kısaca akla gelebilecek her detayda fazlasıyla titizleniyor. Tarz olarak Neil Gaiman'a benzetilen yazarımız bu hasleti sebebiyle pek de üretkenlik sergileyemiyor. Kitabını değil kitabı hakkında yazılanları okudum, oradan biliyorum. Gördüğümden de destek alarak sağlam bir yazar olduğuna kanaat getirdim Susanne ablamızın. Peki seyir kısmı nasıl. Tek kelimeyle muhteşem. Zor beğenirim, huysuzun başta gideniyim, buna rağmen içim huzurla muhteşem diyebilirim. BBC dizilerine özgü yavaş tempo ki dramalarında bayıltsa da buradaki hikaye örgüsünün özümsemesine yardımcı oluyor, tıpkı Sherlock gibi. Oyunculuk, en önemlisinden en küçüğüne almış yürümüş. Mr. Norrel'in mimiklerini inceleyebilmek için bile bir kez daha izlenebilir. Soluk renk uyumu ile yakalanmaya çalışılan nostaljik hava çok iyi, ha keza perilerin dünyasının gösterimi gerçeküstücülük atraksiyonlarla boğulmamış. Yerli dizileri çeken, senaryoları yazan, oynayan arkadaşlar kimlik bunalımına girebilirler. Konumuz şöyle şekilleniyor:
Bir beş yüz yıl önce Kuzgun Kral isminde bir hükümdar Perilerden büyü öğrenip İngiltere'ye büyüyü getirir, geliştirir. Bir gün ise ansızın kaybolduğunda artık pratik büyücülük kaybolmuş akademik tarihsel hobi olarak ilgilenen çevrelerin ilgi odağı haline indirgenmiştir. Ama Victorian döneminde Mr. Norrel ismindeki bir zat stokladığı yüzlerce kitap sayesinde pratikte de büyü yapabildiğini kanıtlar ve Londra'daki hükümete yardımcı olabilmek gayesiyle ki asıl amacı sınırlarını kendi çizdiği İngiliz büyüsünü tekrar ayağa kaldırmaktır, İngiltere'nin önde gelen simaları arasına karışır. Dizinin başında bir delinin ağzında dillendirilen Kuzgun Kralın kehaneti aralıklarla izleyiciye hatırlatılır. Bu kehanette büyü alanında doğuştanmışçasına yetenek gösteren genç bir adam Jonathan Strange da rolünü bulur. Mr Norrel'in yanında çırağı olmaya çalışırken aslında kendisinin keşifçi, yaratıcı, deneyci büyü tarzına karşılık Mr Norrel'in muhafazakar, kitabi ve korkak tarzı arasında çatışma büyüyecek ve iki dost düşmana dönüşecektir. Mr. Norrel ise bu gerilim içinde istemeden İngiltere'ye kötücül bir Peri'yi davet ettiğinin sırrını saklamaya çalışmaktadır.
Death Note, anime dünyasını sallayan yine bir manga serisinden uyarlanmış bir dizi. Anglo sakson izleyici arasında da ismini duyurması zaten bu küresel başarıyı sağlayan en büyük etmen. Çizimler ve animasyon hikayeyi anlatmaya yetiyor, özellikle bahsi geçecek bir farklılık göze çarpmıyor. Dizinin bütün olayı aslında akıl kurcalayan bir sorunun peşinde koşması. Ve bu soru vasıtasıyla genç dimağların zihinlerindeki arzuyu beslemesi. Elinizde insanların ismi yazıldığında ölümüne sebep olacak bir defter olsa, suçluların ismini yazmaya başlayarak taşın altına elinizi koyar mısınız? Hadi başladınız, sonra karakterinizin manyaklaşıp kendini Tanrı olarak görme ihtimalini hiç değerlendirdiniz mi? Aksiyonu akıl oyunları ile harmanlayarak uzun soluklu bir seyir sunabiliyor dizi. Böyle şeyleri seven genç izleyici ise tatmin olabiliyor. Benim için ise bu animeyi bitirmek tam bir zulüm idi. Birbirinden iğreti karakterler, akıl oyunu diye sunulan her bir kaç bölümde bir eklenen yeni kurallar neticesinde izleyiciyi aptal yerine koymalar, Son on-onbeş bölümün tamamiyle gereksizliği... çok şey yazılabilir. Zar zor vasat olabilecek bir dizinin bu kadar tutulmasını başta bahsettiğim psikolojik etkenlere bağlıyorum. Bir noktaya kadar da zevkler renkler meselesi, uzatmamak lazım.Konu şu:
Light isminde genç yakışıklı süper zeki bir kardeşimizin önüne bir ölüm defteri düşer. Yüzünü düşünerek bir kişinin ismini yazarsan o kişi ölüyor. Ama bir dünya deli kuralı var bu defterin. Defteri tutan o defterin sahibi ölüm meleğini de görebiliyor. Elmaya bağımlı bizim ölüm meleğimiz ise sırf can sıkıntısından defteri insanların dünyasına bıraktığını itiraf ediyor. Light, kendine Kira ismini vererek adaleti dünyaya hakim kılmaya çalışırken bencil ve kibirli karakteri yeni dünyanın tanrısı olma yolunda büyük adımlar atıyor. Babası ise Kira'yı yakalamaya çalışan polis ekibinin başı. Japon polisi bu işi beceremeyince Interpol'den L. isminde nevrotik bir genç ekibe dahil oluyor. Kısa sürede L., Light'ın Kira olma olasılığının farkına varıyor. Sonrası satranç misali L'in kanıt elde etme hamleleri ve Light'ın onun hamlelerini savuşturan karşı-hamleleri etrafında olaylar gelişiyor. Bundan sonrası spoiler anacığım:
.
.
.
.
Bir defter daha düşüyor dünyaya. Kira'ya yardımcı geliyor. Bu defterin sahibi Misa isminde boş teneke bir kızla zoraki arkadaşlık kuruyor Light. İnsanları manipüle etmede yetenek üzerine yetenek geliştiriyor. Kendi babasının ölümüne sebebiyet veriyor. L ile kapışmasından galip gelip ekibin başına o geçtiğinde bile aptal Japon polisi ondan o beş yıllık süre boyunca şüphelenmiyor. L'den sonra Interpol'den Near ve Mello isminde iki yeni çocuk geliyor. Light'a tapan yeni defter sahipleri Felan felan. Bu akıl oyunlarında yazarlar istedikleri gibi müdahale ediyorlar, her şeye müdahaea eden çok kollu yazım tanrısının da kalemini Light'a emanet etmiş yazarlar. Sonra ağzı açık şaşkınlık içindeki izleyiciyi ağzı açık şaşkınlıkla izleme görevi bana düşüyor. Otuz yedi bölümü izlememin tek sebebi o piçi kanlar içinde kıvranırken görme hayaliydi, gerçekleşiyor vesselam.
Başta dediğim gibi anime gibi sevdiğim bir örneği dramatik bir diziyle karşılaştığımda animeden yana tavır alıyor gibi görünsem de açık ara farkla galip Strange ve Norrell beyefendiler oluyor.
ben senin beni daha önceden tahmin etmeni tahmin etmemi tahmin edebilme olasılığını seviyorum beybi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder