31 Mayıs 2014 Cumartesi

J.D. Salinger - Franny ve Zooey

Glass ailesinin yirmili yaşlarına varan fertlerinden Franny ve Zooey, Buddy ile abileri intihar etmiş olan Seymour'un etkisi altında yetiştirilmelerinin sonuçlarıyla kitlendikleri bir noktaya varmışlardır hayatlarında. Çavdar Tarlasındaki Çocuklar'ın izlerini taşıyan kitap aslında ortak olarak Salinger'in bir bakıma kendi yaşamından besleniyor. Glass ailesinin çocukları daha küçüklerken sırayla ve kimi zaman birlikte bilgi yarışmalarına katılmış ve belli bir tanınırlığa ulaşmışlardır. Aksine insanlarla bağları zayıflamıştır. İki kardeş entelektüel olarak yapmacık tavırlı insanlardan, daha doğrusu çoğunluğun hüküm sürdüğü yaşamın kendisinden soğumuşlardır. Genç bir aktör olarak popüler senaryolara sadece burun kıvırmakla kalmayıp ağzına geleni söyleyerek senaristleri çileden çıkaran Zooey ağabeylerini suçlamaktadır. Evin oturma odasında kanepede okuduğu bir kitabın etkisiyle duraksız bir şekilde bir kaç cümlenin tekrarına dayanan bir dua ile 'kurtuluş'a varacağını düşünen kızkardeşi Franny depresyonun eşiğinde annesinin ardarda önerdiği tavuk suyu çorba servisine ısrarla direnmektedir.. Diyaloglara dayanması sebebiyle büyük oranda bir tiyatro oyununu hatırlatan öykü kitabında bu iki kardeşin sohbetinin yıkıcı bir evreye gelmesini son sayfalardaki ani değişikliğe kadar okuma imkanı bekliyoruz. Roman kadar etkileyici olmaması bir yana, Glass ailesini konu alan diğer öykü kitaplarına sevkedecek kadar hoş ve düşündürücü bir kitap.

..üniversitenin de dünya yüzünde hazine filan biriktirmek için kurulmuş, her şeyi önceden belli, boş ve anlamsız yerlerden birinden ibaret olduğu fikrine taktım kafayı ve ne yapsam bunu kafamdan çıkaramadım. Yani, hazine hazinedir, anasını satayım. Hazine dediğin, para olmuş, mal mülk olmuş, hatta kültür ya da düpedüz bilgi olmuş, ne farkeder ki? Bütün bunlar, ambalajını açarsan eğer, tamamen aynı şeymiş gibi gelmeye başladı bana - hala da öyle geliyor ya! Bazen bilginin - her halükarda, bilgi için bilgi haline geldiği zaman - en kötüsü olduğunu düşünüyorum. En az bağışlanabilir olanı herhalde" Franny, sinirli bir edayla ve aslında hiç gereği yokken, saçını tek eliyle arkaya attı "Kırk yılda bir - sadece kırk yılda bir - bilginin bilgeliğe varması gerektiğine ve eğer bu böyle değilse o zaman da hepsinin iğrenç bir zaman kaybı olduğuna dair baştan savma da olsa, minicik ve nazik bir gönderme olsaydı hiç olmazsa, bütün bunlardan bu kadar umutsuzluğa kapılmayacaktım belki! Ama bu asla olmuyor! Bilginin hedefinin bilgelik olması gerektiğine dair bir ipucu bile verdiklerini duymuyorsun kampüste. Bilgelik kelimesinden söz edildiğini duymuyorsun neredeyse! Komik bir şey duymak istiyor musun? Gerçekten komik bir şey duymak istiyor musun ha? Üniversitede nerdeyse dört yıl boyunca ve bu kesin gerçek- bilge kişi teriminin kullanıldığını işittiğim tek an, birinci sınıfta, Siyaset Bilimi dersinde olmuştu, hatırladığım! Nasıl kullandıklarını da biliyor musun? Borsada bir servet yaptıktan sonra Washington'a gidip başkan Roosevelt'e danışman olmuş hoş, yaşlı ve tonton bir devlet adamından bahsederlerken kullanmışlardı. Samimi söylüyorum! Dört yıllık üniversite boyunca, neredeyse! Bunun herkesin başına geldiğini söylemiyorum, ama aklıma geldiği zaman öylesine altüst oluyorum ki ölebilirim"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder