23 Mayıs 2014 Cuma

Adalet Ağaoğlu - Damla Damla Günler

Bugüne kadar çok sınırlı kez yapsam da günlük okumayı severim. Günü günü tutulan günlüklerden ziyade ortaya bir şey koymuş, fark yaratmış birinin yaşamına, o kişinin izin verdiği ve koşutladığı sürece olsa bile tanık olmanın getirdiği hafif müstehcenliğin ayrı bir hazzı oluyor. Yetmez ama evet'inin son pişmanlığı olduğunu beyan eden ve öyle olmasını canı gönülden dilediğim Adalet Ağaoğlu, 1977 yılına kadar süren günlüklerinin bu ilk cildinde, en azından bana oyun yazarlığının romancı kimliğinden önce geldiğini öğretiyor. Bununla birlikte üretim sürecini, sancılarını mı desek, ve sadece oyunlarında değil Ölüme Yatmak ve Fikrimin İnce Gülü gibi romanlarını yazarken yaşadıklarını anlatması bu günlüğü önemli kılıyor. Konu edindiği 60 sonu ve 70 ortalarına ait dönem itibariyle hayli çalkantılı politik olaylara tanıklığı es geçmiyor kitap. TRT'nin özerkliğini yitirmesiyle sonuçlanan mücadelenin önünde olmakla beraber 71 darbesinden etkilenmesi eş dost pek çok entelektüelin hapishanelerde işkencelere tabi tutulmasıyla daha dolaylı şekilde gerçekleştiriyor. Bu arada eş dost diye geçiştirdiğim kişilerin isimleri inanılmaz, okurken ellerim titriyor. Kitap Ağaoğlu'nun önce babası ardından kardeşi tiyatro sanatçısı Güner Sümer'i kaybetmesinin getirdiği acılarla sona erse de bu iki acının arasına sığdırdığı Moskova gezisi gözlemlerine dayalı yapılan tespitlerin önemiyle dikkat çekiyor.

İktidardaki erkeklerin güçlerine hayatıyla yatırım yaparak iktidarlarını eline geçirme tutkusu (new model women army, bu da benim tanımım)

İnsanlar çocukluklarında nasıl da inançlıdırlar: Tahta atları üstünde değnekten kılıçları, baba kravatından kırbaçlarıyla: Hadi! Taka tak taka tak!... Yürüüü, koooş deeh! Ağızları köpürür, mahmuzsuz, topuksuz potinlerini atın sağrısına vururlar da vururlar. Gerçekte olunamayacağı kadar süvarideriler; tahta atlarının da yoldaşı..Sahici doru atlar üstüne çıkıldığında hiç de çocukların ağız köpükleriyle yaşadıkları coşku yaşanmaz (Tabi taklidin taklidi tiyatro oyunları, filmler hariç) At koşturmak bir görevdir artık. Yapılması mecburi bir şey, varılması gerekli bir yer. Daha daha sonraları artık atını  dört nala sürmek isteyen adam, o adam değildir. İnsan kendisinin yabancısıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder