3 Mayıs 2014 Cumartesi

Fakir Baykurt - Tırpan

Filmi de çekilen Yılanların Öcü isimli eseriyle tanınan Fakir Baykurt, toplumsal sorunlara ağırlık vermesinden doğan baskılara karşı boğun eğmeyerek edebiyat tarihinde sanatını onuruyla icra eden yazarlar arasında yerini almıştır. Dönemin öğretmenler sendikası TÖS'ün de başkanlığını yürütmüş olan yazar bu romanın arka kapağında da kısaca özetlemiş. "..Bakıyorum, bazı arkadaşlar, kendini asan kızların öyküsünü yazıyorlar. Kızı, istemediği birine vermiş oluyorlar. kurtulamayınca asıyor o da kendini. eski öyküler de böyleydi. Ve hep böyle gidiyor. bence bu, sanatta devrimci bir tavır olamaz. Bir ulusun da bu kızlar gibi davrandığını düşünelim, ne olur sonuç? Böyle olsak biz ulusal kurtuluş savaşına giremezdik. bakıyorum, bazı arkadaşlar, kendini asan kızların öyküsünü yazıyorlar. kızı, istemediği birine vermiş oluyorlar. kurtulamayınca asıyor o da kendini. Eski öyküler de böyleydi. ve hep böyle gidiyor. Bence bu, sanatta devrimci bir tavır olamaz. bir ulusun da bu kızlar gibi davrandığını düşünelim, ne olur sonuç? Böyle olsak biz ulusal kurtuluş savaşına giremezdik. Vietnam halkı, saldırgan Amerika' ya direnemezdi." diyerek post modern bunalımların gırla konu olduğu yeni tarz romanların arasında unutmaya başladığımız ama bunun tersine tam da ihtiyaç duyduğumuz bir noktaya parmak basmıyor mu? Yerli klasiklerin köylü edebiyatıyla kısıtlandığı eleştirisi getirilebilir. Yalnız bu kitapta da işlenen çocuk gelinler konusu tam anlamıyla çözüldü mü? Üzerine çağın getirdiği yeni sorunlar, sansür ve otosansürün internete kadar varan bir yaygınlığa ulaşması, çevre sorunları, şehirleşememe, otoriter politik tavır, eklenmedi mi?
Ankara'nın Gökçimen köyünün ana mekan seçilmesi sebebiyle okuması oldukça keyifli şive ve köylüler arasında küfürleşmenin de olduğu atışmalar okuyucuyu modern çağların içinden çıkartıp almasını biliyor. Fakat bu dil 14 yaşındaki kıza musallat olan ağanın gözümüze bir miktar şirin görünmesini sağlıyor. Aslında romanın sayfalarında karakterlerin ağzında tekrarlandığı gibi Musdu Ağa, astığım astık kestiğim kestik bir ağa değil. Bilakis az çok köylüyü himaye ediyor. Tabi bu sevdiğinden değil, tüccar olmasından kaynaklı. Köylüden bire alıyor, Ankara'nın kodamanlarına, Amerikan elçilik çalışanlarına üçe satıyor. Bir bakıma yazar dünya melikesi bir ağa da olsa yaptığı yanlışın yanına kar kalmamasının vurgusunu yapmak istiyor. Yine de o malum sonu hak ettiğinden pek emin değilim. Neyse, kızımız Dürü'nün babasının aklına giriyor önce, köylüden arkadaşları, arkadaşların eşleri evi her gün ziyaret ediyor, iknaya çalışıyorlar. Zengin bir kocadır, kuma gidecektir ama romatizmalarından inleyen ilk karısı bile olurunu vermiştir, yaşı tutunca resmi nikahı yapacaktır, yoksulluktan sürünmesinden iyi midir, rahatlığa varacak bir Gençlik Parkı bir baraj gezmelerinde sürdürecektir hayatını, zaten çeyiz, başlık parası da gelecektir vessair. Dürü'nün anası da ağlaya ağlaya, dayak yiye yiye sesini kesmiş, kızının yazgısını kabullenmiştir. Uluguş ismindeki köyün yaşlı kadını ise o uzun ömründe Gökçimen kızlarının varsıllara satılmasını , buna yanaşmayan kızların da kendi canına kıymasını izlemekten usanmıştır. Kapıdan kovulur bacadan girer, kızlara nasihat eder. Kızkardeşi de bu sebeple intihar etmiş kahveci Linlin yardımıyla kızı düğünden önce kaçırıp bir süre gizleyebilse de Musdu'nun eli uzundur, kaymakamdan jandarmadan desteği alır, kızı buldurur. Kitap boyunca köy köy aradığı kocasından emanet tırpanı hemen düğün öncesi bulan Uluguş bir güzel bileyletir ve gizlice Dürü'ye iletir. İnsan kendini asacağına düşmanını öldürmeli diye özetlenebilir nasihatlerin ana fikri. Nihayetinde de gerdek gecesi, 3 gün süren düğünün yorgunluğuna sızmış ağayı tırpanla, tırpışla öldürür Dürü. Kaçan kızı Linlin karşılar ve yukarı köylülerin eşkiyalarına teslim eder.
Fakir Bayburt'un detaylarda bir miktar boğulduğunu ve karakterlere günlük hayatta olmayacak uzunlukta söylevler çektirdiğini düşünmekteyim. Hatta kitabın dönüm noktası Uluguş'un ajitasyon konuşması ben diyeyim 5 sen de 6 sayfa sürüyor da sürüyor. Bu hususta Yaşar Kemal'in okuduğum kadarıyla, daha usta bir iş çıkardığı yönünde bir kıyasa gidebilirim. Dolayısıyla 350 sayfaya ulaşan kitabın uzunluğu üçte bir oranında az olabilirmiş. Sahaflarda çok uygun fiyata bulunabilecek bu roman, yerli roman geleneğimizin ölümsüzlüğü konusunda okuyucuya güçlü bir fikir vermektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder