21 Nisan 2013 Pazar

M. Hardt & A.Negri - İmparatorluk

Gelecek hafta burnumun kenarına konferansa gelecek olan Antonio Negri, ortağı Michael Hardt ile bu kitabı yazmadan çok önce de ortodoks olmayan Marksizm üzerine  çalışmalar yapıyordu. Başta Foucault ile Deleuze-Guattari ikilisi olmak üzere post-modernist felsefeyi post-marksizm ile harmanlayarak oluşturdukları bu ideolojik  kılavuzun derli toplu yapısı biraz da yeni Manifesto sıfatıyla tanımlanmasına vesile oldu. Tabi diğer cenah tarafından da Marksist ideolojinin ucubeleştirilmesi olarak nitelendirilmesi de kaçınılmazlığını da yaşadık gördük.
Kitap özellikle metod ve devrim sonrası gibi sorunsallıklardan uzak durarak bunu zamana daha doğrusu deneyimlere havale ediyor. Kitabın derdi özet olarak başlangıç sayfalarında bahsettiği görüşlerin okuyucuya benimsetilmesi. Elimdeki 6. baskı ile minimum 15000 civarında satıldığını düşündüğüm (ne kadar okundu, ne kadar anlaşıldı, muamma) görece popüler bu kitap elbette içerdiği post-modern fikri altyapı sebebiyle anlaşılması güç dolambaçlı bir yazım tekniğine sahip olsa da hemen öncesinde okumuş bulunduğum Doğu Batı yayınlarından çıkan Günümüzde Yeni Siyasal Yaklaşımlar derlemesi sayfalarında kazandığım , İmparatorluk yazarlarının sıklıkla dipnot vasıtasıyla selam göndermekten geri durmadıkları post-modern filozofların görüşlerine aşinalık sebebiyle bir nevi Hızır oldu yetişti, faydasını gördüm. Yazarların çerçevesini çizdiği görüşleri madde madde özetlemeyi tercih ediyorum. (Bitimden sonra baktım da ben de pek bi madde göremedim)
İmparatorluk ve emperyal düzen emperyalizmin bittiğinin göstergesidir. Ulus-devletlerin gerilemesi ile birlikte egemenlik, ulusal ve ulus-üstü kurumlara dayanan bir biçime bürünmüştür. Bu yeni düzen monarşik, aristokratik ve demokratik işlevlere sahip karma bir modele sahip olması, iktidar merkezinin yokluğu ve dışarısının olmayışı ile tanımlanır. Dolayısıyla devrimin öznesi de sistemin içinden çıkacaktır. Özne, halk, kitle, ulus değil proletaryayı da kapsayan çokluktur. (halk, kendi içinde homojenliğe yönelir, farklı olanı dışlar, iradesini temsilliyet ile yansıtır, ulus ise madun kesimlerin elinde değişim ve devrim için bir silaha dönüşebilir, bu cihette savunma hattı olması durumunda ilericiyken egemen bir ulus haline gelir gelmez hakim bir güce dönüşerek devrimci  niteliğini yitirir. Zaten devlet, ulusal kurtuluşun zehirli hediyesidir. Diğer deyişle, Post-kolonyal ulus-devlet kapitalist piyasanın küresel örgütlenmesi içinde asli ve tabi bir unsurdur.) İmparatorluk, merkezsiz ve yersizyurtsuzlaşmıştır. Yine de ABD ayrıcalıklı bir konumda yer almaktadır. Emperyal dönüşümün fikri ve maddi altyapısı bu topraklarda doğmuştur.
Aslında imparatorluk, çokluğun özgürlük arzusuyla yürüttüğü sınıf mücadelesine karşılık modern iktidar makineleri tarafından verilen karşılıktır. Yani imparatorluk, çokluğu öncelemez. Nasıl burjuva devrimi feodaliteye monarşiye karşı atılmış ilerici bir adımsa bugün anti-emperyalizm adına ulus-devletin yeniden canlandırılması için yapılan gayretler karşısında imparatorluk ilerici bir adımı temsil eder. Yerelliği savunma yönündeki sol strateji, bir çok durumda emperyal makinenin gelişimine yardımcı olan yerel kimlikleri destekleyerek zarar verici bir role bürünür. Yani emperyal makinenin yürüttüğü küreselleşme ve yersizyurtsuzlaşma süreci ile yerelleşmeyle çelişmez.
Emperyal otorite modeli, iki koordinat tarafından belirleniyor: İstisnai durumlara hükmetme amaçlı tüzel güç ve polis kullanma kapasitesi. Yani global ölçekte temel adalet değerlerine gönderme yapılarak haklılaştırılan sürekli bir acil ve istisnai durum yaratılarak polislik hakkı meşrulaştırılıyor. Los Angeles ve Granada'dan Mogadişu ve Saraybosna'ya, her emperyal savaş bir iç savaştır, bir polis eylemidir. Emperyalist, emperyalistler arası ve anti-emperyalist savaşlar bitmiştir. Emperyal düzenin öncelikli müdahale araçları STK lar ise diğerleri de medya ve dini örgütlerin olduğu diğer ahlaki araçlardır. Bu araçların arkasından askeri müdahale ya da pratikte  uluslararası onay almış polis eylemlikleri gelir.
Günümüzde Foucault'un tezleri doğrultusunda disiplin toplumundan kontrol toplumuna bir geçiş sözkonusu. Bu süreç biyo-politik olarak tanımlanıyor. İktidar da bu doğrultuda biyo-iktidar olarak isimlendirilebilir. Kontrol toplumu rizom ağ şebekelerinden oluşmaktadır. Hayatın kendisi artık iktidarın bir nesnesi haline geldiğinden direnişler de bu ağ şebekeleri aracılığıyla toplumun tümüne yayılacaktır. Mücadele artık en zayıf halka gibi coğrafyalarda kısıtlanmayacak,  imparatorluğun her noktadan saldırılabilir olduğunu gösterir şekilde yaygınlık ve etkinlik kazanacaktır. 
Öznellik önceden verili ve kökensel olmayandır, en azından belli bir oranda toplumsal kuvvetler alanında oluşur. Özne, dönüşlü bir biçimde, bizzatihi kendi eylemleriyle işlenir. Kurumlar öznelik üretiminin yapılacağı özel bir yer sağlar. Emperyal dönemde ise öznellik üretimi bu özel yerlerle olan sınırlılığı aşar.
Biyo-politik komuta makinesi tarafından inşa edilen bu yeni düzen aslında her zaman kriz ve bunalımlara gebedir. Bu onun doğasıdır. Kendini vareden küreselleşmenin yaratıcı gücü çokluğun devinimleri,örneğin sınır göçleri, bir yandan sistemi beslerken diğer yandan kontrol dışı unsurların çoğalmasına sebep olur. Ve her isyan sistemde bir şok dalgası yaratır. Diğer deyişle çokluğun yersizyurtsuzlaştırıcı iktidarı, imparatorluğun sürmesini sağlayan üretken bir kuvvet olduğu kadar onun yıkılışını talep eden ve zorunlu kılan bir kuvvettir de. Yeni mücadele figür ve özneleri de konjonktür içinde belli olur.
Emperyal stratejinin sloganı; içine al, farklılaştır, yönet olarak olarak özetlenebilir. Moderniteden emperyal egemenliğe dönüşüm göstergeleri şunlardır: halktan çokluğa, diyalektik muhalefetten melezlik idaresine, modern egemenlikten İmparatorluğun yokyerine, krizden çürümeye geçiş. Bu geçiş ilk ABD den kaynaklı hiyerarşik çizgilerle paralel olarak dünya piyasasının yeniden biçimlenmesini sağlayan kolonilerin özgürleşme süreci, üretimin aşamalı olarak merkezsizleşmesi ve birbirini izleyen evrimler yoluyla disiplinci üretim  rejimini ve disiplinci toplumu  dünya çapında yayan uluslararası ilişkiler çerçevesinin oturtulması gibi aşamaları izlemiştir.
Yazarlar, ortodoks Marksizm'den farklılıklarını şöyle ortaya koyarlar: Kapitalist sömürü ilişkileri her yere yayılarak fabrikayla sınırlı olmaktan çıkış ve bütün toplumsal alanı işgal etmiştir. Öte yanda, toplumsal ilişkiler toplumsal üretimle ekonomik üretim arasında herhangi bir dışsallığı imkansız hale getirerek üretim ilişkilerini tümden sarmıştır. Üretici güçlerle tahakküm sistemi arasındaki diyalektiğin artık belirli bir yeri yoktur.Emek gücünün nitelikleri (fark, ölçü, belirlenim) artık kavranır olmaktan çıkmıştır, aynı şekilde sömürü de artık yerelleştirilemez ve nicelleştirilemez. Aslında sömürü ve tahakkümün nesnesi artık özgün üretici faaliyetler değil, evrensel üretme kapasitesi, yani soyut toplumsal faaliyet ve onun kapsayıcı gücü haline gelmektedir. Bu soyut emek yeri olmayan bir faaliyettir, ama yine de çok güçlüdür. Ortak şekilde çalışan kafaların ve kolların, zihinlerin ve bedenlerin bütünüdür bu, hem ait-olmamadır, hem de canlı emeğin yaratıcı toplumsal yayılışıdır, hareketli ve esnek işçilerden oluşan çabası ve arzusudur, aynı zamanda entellektüel enerjidir ve entellektüel  ve duygulanımsal emekçiler çokluğunun dilsel ve iletişimsel inşasıdır.
Buradaki kilit kavramlar açıklanmalıdır. Maddi olmayan emek, hizmet üretimine dayanan ve çoğunluğunca enformasyon ve bilgi alışverişi üzerine kurulan emek türüdür. Bilgisayar ve iletişim sektörleri yoğun bir örnek ise diğeri de insani ilişki ve etkileşime dayanan duygulanımsal emektir. Sağlık ve eğlence endüstrisi örneği verilebilir. Bilgisayar ve iletişimle ilgili işlerin dayanıklı malların imalatını dönüştürecek bir etki yaratacak işler haricinde rutinleşmiş simge manipülasyonuna (veri girişi ve operasyon sektörü gibi) dayanan emek türü ile birlikte maddi olmayan emek üç türde somutlanabilir.
Emperyal yönetimi belirleyen dört öğe üne sürülür: Politik amaçların yönetimi, bürokratik araçların yönetiminden ayrılma eğilimine girmiştir. Yani monolitik bürokrasiler farklılık temelli ve çoklu araçsal mantığa göre değerlendirilir. Bu yüzden emperyal yönetim (2. ilke) bir dağıtma ve farklılaştırma mekanizması olarak çalışır. Modernitenin evensellik ve herkese eşit muamele ilkeleri terk edilmiş olunur. Yönetsel eylem asıl olarak stratejik değildir ve meşruluğunu heterojen ve dolaylı araçlardan alır. Son ilke ise yerel etkililiktir. Yerel otonomluk emperyal rejimin gelişmesinin olmazsa olmaz nitelikli temel koşulunu oluşturur. Bu bilgilerin ışığında emperyal düzende de yönetim sorununu gerçekte komuta sorunu olarak değerlendirme zorunluluğundayız. Bu komuta bomba, para ve ether kavramlarıyla simgeleştirilen üç metod sayesinde sağlanır. İlk ikisi gayet açıkken etheri anlayabilmek için  radyo dalgalrının iletimini sağlayan madde tanımını yapmak yeterli olacaktır.
Biyo-politik unsur arzu açısından ele alındığında, somut üretimden ve eylem halindeki insan birlikteliğinden başka bir şey değildir. Bu üretim, insani yeniden üretimdir, meydana getirme gücüdür. Çokluk, kendi tekilliğini olumlar, emeğiyle her bir küresel ilişki noktasında insan gruplarının biyo-politik tekilliklerini öne çıkarır. İmparatorluğun yok-yerinde yeni bir yer tespit eden bir tekillik, ortak faaliyetle üretilen, dilsel cemaat tarafından temsil edilen ve melezleşme hareketleri tarafından geliştirilen bir gerçeklik konusundaki bir tekilliktir. Biyo-politik öz örgütlenmedir.
Bize sunulan çıkış yolu şudur: Öznenin ontolojik anlamda yerinden edilmesi. Göçerlik ve ırksal karışma...
Çokluğun talepleri küresel yurttaşlık ve kendi hareketini kontrol hakkı yani göçlerin yasallaşarak göç hareketlerinin kendisi tarafından kontrolü ,olup olmayacağı, nereye ve nasıl olacağına karar verme gücü gibi. Diğeri ise herkes için toplumsal bir ücret ve garantili bir gelir. Son talep ise üretim araçlarının yeniden sahiplenme hakkıdır. Günümüzde bu talep, bilgi, enformasyon, iletişim ve duygulanımlara özgür erişim ve onlar üzerinde kontrole dayanmaktadır. Nasıl geçmişte profesyonel işçi ve kitlesel işçi figürleri öne çıktıysa bugün kendi değerini kendisi biçen, esnek ve göçebe tarzı üretici toplumsal alanında faaliyet gösteren toplumsal işçi figürü başat konumdadır.
Herhangi bir -izm ile kendimi sınırlamayan biri olarak bu saptamalar güncel kanıtlara sahip olmakla beraber başta reddedilen emperyalizmin varlığı ve hadi emperyalist demeyelim de güçlü ülkeler arasındaki rekabet ve işbirliği ilişkilerin, ulus-üstü sermaye ile ABD ve ulus-üstü sermayeile ulus-üstü politik yapı AB arasındaki son krizde ortaya çıkan ilişkilerin eksikliği beni rahatsız eden noktaları teşkil ediyor. Spinoza'dan beri bilinmekle beraber Çokluk terimiyle ilgili güçlü imalar (tanım demekten kaçınıyorum) daha sonra kitap yazma ihtiyacı gerektirecek derecede zayıf olduğu aşikar. Söylenmekten kaçınılan şey  küreselleştirme karşıtı sosyal hareketlerin eylemlilikleri de gözönünde bulundurularak Kıvılcımlı ve İbni Haldun görüşlerindeki durağan toplumsal yapılara barbar müdahalesinin ilericiliğini konu alan tezlerin uyarlanması gibi duruyor. Bu noktada batı işçi sınıfı ile göçmenler arasındaki çelişki hakkında da pek bir şey söylenmiyor. Kendi arasında tanım gereği heterojen olan çokluk neden ortak hareket etsin? neden sistem karşıtı arzuda ortaklaşsın? Maaşı  tam da yukarıda söylendiği gibi standart ya da adil bir ücretlenmeden uzak, işyeri içinde BİR tarafını oluşturduğu taktiksel oyun sayesinde , yani iş becerilerinin oyun becerisinin sadece bir parçası olduğu bir masada belirlenen beyaz yaka bir çalışan nasıl iş arkadaşlarıyla bir kader ortaklığı kursun? Çokkültürlülük ve çokkültürlü varoşlaşmanın atomizeliğine meyleden Londra çokluğun neresine düşer? Kısacası modern daha doğrusu post-modern zamanların önümüze getirdiği sorular en azından çözüm aşamasında hala havada asılı duruyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder