ağustos böceğinin sesi mi
yoksa sala mı?
birine versem kulağımı
çözülecek gibiydi hayat
***
üzerimde iyi durmuyormuş
hayatmış, varsın durmasın
***
açtım pencereyi
aman bir seher
ben hep çırağım usta, sessiz bir körüm terazin yoksa.
***
iki yüzü vardı, biri ter içinde
kalırdı diğeri veda etmeden gidince
çok dil toplamıştı, biri vermişti
ötekine, o an kürt olmuştu hem çingene
biri giyindikçe soyunmuştu diğeri
soyunduğu yeri ağzıyla yalamıştı masum gece.
çıplak olan paylaşmıştı saydam tenini
eklemişti: neye yarar aysız devrim, dudaksız ülke.
birinin üzerine ruh konmamıştı, ötekinde bir ağırlık
vuranlara sırtını açmıştı, onun ve aşkının zinciriyle.
ne yüzünü gizledi tükürükten ne de kalbini
artık ağlayabilirdi yalan ve gerçek sarılıp birbirine.
iki yüzü vardı, biri ter içinde öteki kan
birini bir peygamber öpmüştü de bırakmıştı ötekine
***
herkesin kalbi kadar benim kalbim de atlas,
tüm şehirler gövdeme dahil
çarptıkça yıpranır biraz.
yalnız tek bir şehir
denizden yeni çıkmış bir balık
gibi şaşkın çaresiz,
acıtır beni.
siyasi ve fiziki
kalbimde artık bitmiştir yaz.
***
...
biz geldik, okuduğumuz hayatın arasına bir ayraç koyup: "her
şiir biraz yalanla başlar"
biraz kehribar, biraz sedef ve biraz mercanla geldik, gülün
güle fısıldadığı bir dikenle
mesela aşk yalansa aşkla geldik , deniz kuşlandıysa kanatla
geldik hüzünle ve kötü bir saatte
ağacın ağacı aradığı, suyun suyla iyileştiği, elması bir geceye,
geceyi bir geyiğe bırakıp da geldik gabriel
...
***
iki şiir söyle kendine
oturduğunda masaya
masayla bardağı ayıran çizgiden
iki şiir dile
geçerken bir tren
rayların üstündeki ıslığı dinle
filen dolmasa da olur
iki şiir
ve bir tren sesiyle dön evine
iki şiir iste
gazete satan
arı kanatlı çocuktan
çünkü çocuklar sevmez haberleri
haber vermez hiçbir gazete
evde saklanan düşlerin yerini
iki şiir ayır kendine
akşam dönüşü
iki ekmek gibi
götürmek için evine