25 Temmuz 2016 Pazartesi

Yabani #1 #2 - Plüton #3 - Hiç #6 - Düşünbil #53

Küçüçük içi dolu fıçıcık bilimkurgu fantastik korku çizgi roman dergisi Yabani'nin ilk sayısını arayp bulamamışken mahalle arasında kelalaka bir marketin dergi rafında görünce kapağın yırtık olup olmamasına bakmaksızın, ki yırtıktı demek ki takılmışım bu mevzuya, satın aldım. Başkaları, işin duayenleri öykü öykü kare kare dergiyi anlatmış zaten. Bu sebeple hoşuma giden ürünlerin ismini anacağım. Ergene'de Yaz ve Misafirler'in çizimleri,sadece çizgisiyle değil öyküsüyle de Kralına İsyan ve süper öyküsüyle Bebek Fabrikası. İkinci sayıda da devam eden Şeytanın Gölgesi biraz hit and miss olmuş. Hikayenin aktarımı kesik kesik, kopuk kopuk ama iyi bir hikaye. İlk sayının tanıtım sayfalarını internette inceleme fırsatı bulmuştum. Basılırken karanlık ve belirsizlik hakim olmuş sayfalara. Kısacası basım kalitesi sorunlu. İkinci sayıda Şeytanın Gölgesi sonlanıyorken Kralına İsyan şenlenerek devam etmekte. Öykülerden Açık Artırma korku öğesini öne çıkartıyor. Yazarı Giddar'dan tanıdığımız Erbuğ Kaya. Yolcu ise fantastik kurgu güzelliğinde. Devrim Kunter'in hem çizer hem de hikayeci olarak desteği tam gaz devam ediyor. Baskı kalitesinde gözle görülür iyileşme, kendilerini geliştirerek daha iyiyi hedeflediklerinin bir işareti. Kapak pek bir şık. Çizerlerin birbirinden farklı yönelimleri sayfaları zenginleştirmekle beraber tartışmaları tetikleyebilecek riskler de alınmış durumda. İnşallah böyle devam maşallah.


Plüton dergi, şık tasarımı ile iddialı bir duruş sergiliyor. Katı ve fasit bir daire içinde hapis kalmayan bunun yanında sağlam bir politikaları oldukları izlenimi veriyorlar. Üçüncü sayılarından itibaren takip etmeye başladığım için ve manifesto tarzı bir yazılarını görmediğimden dolayı şimdilik bu saptama izlenim seviyesinde. Sadece şiir ya da öykü yok, film ve dizilere, sergilere, kitaplara, müziğe ve fanzinlere de yer verilmiş. Diğer yandan çizimler de es geçilmemeli. Dünya yazınından Mayakovski ve Anders Olsson da sayfalarda yer bulabilmiş. Şiirlerine yer verilen isimler Cüneyt Eşberk (mevsimlerden ki çay tadındadır her ayrılık/ raf raf boş bardaklar her biri hatıra dizili/ kırılacak kalbim gibi elinde bekleyen...), Bengi Nur Güvenç (Atılan her çentik artık daha kararlı.), Mikail Burak Özkar, Batuhan Perker, Emrah Sağlam,Onur Budak, Umut Köksal, Tozan Alkan (acı:yeraltı ırmağını/göğe taşıyan gözyaşı.), Pesimist Münzevi Adam, Toprak Şems Özcan (sevgi denen şey/güzeldir süveyda'm/sarılmakla elimize yüzümüze/bulaşabilir gerçi), Fırat Kadaganlı. Öykü, deneme ve diğer düzyazılarda ise Bora Aşık, Ali Oktay Özbayrak, Reyhaniye Kaya (bu sayıdaki favori öyküm), Eric Rose, Burcu Meltem Tohum, Kürşad Gürses, Hakan Keskin,Hasan Uğur Gür, Hazal Battaloğlu veYusufcan Artunal'ın imzalarına rastlamak mümkün. Bir eleştiri, yaptım ettim'li lirik şiirler sıkmadı mı?



Meksika Açmazı (Mikail Burak Özkar)


Hakan'a....



tüm meksika için bıyığımdaki romantik amerika!


birinci tutulan tabanca:

-burdayım!-
taşıdığı yükten habersiz bir hamal serseriliğinde
okyanus tıpası açılışını bekleyerek
tüm mumları dikip kalbime
us'lu köşemde

portakalları
ankebutla soyuyorum
kaç liraya aldığımı unuttuğum bu merdiven çıkarmıyor beni allah'a
bir balık olmamak için sudan çokça korkuyorum
ibrahim'in odunlarına mı çevirir beni bu şaşkınlığım, bir balığa....
kendini göğe bırakmaklardaki o kanaviçe kırgınlık
sevgilinin konuşturulması için yalvaran bakışlar
yahut etini durmadan çiğneyen yamyam
gibi bir şey
-se
 çaresizlik
ağzıma düşen payı üfleyerek duraksadığım bütün günlerde bulabilirim.
kûn fe yekûn
dilim sürçse, seni sevdiğimi söylesem sana

hiç beklenmedik bir anda gelen muştuyla
kalkıp
bitmeden atılan sigara izmaritlerinin yüreğimizde
göstere göstere çaldığı minareler
ve o minarelerin sırtımızı dayadığımız gölgeleri
kaçacağım tutuyor, hayatta olduğumu bilmesen inanıyorum aslında



ikinci çekilen tabanca:

şimdi öyle bir susmalıyız ki bütün dilsizlere inat olmalı bu duruşumuz
ve kurtarılacak bir şey kalmalı hayattan
ardına bakmadan gitmeli ve dönüp hiç gitmediğimiz yerlerde
daha önce hiç kimse aşık olmamışcasına
bağırarak şarkılar söylemekten vazgeçmeyerek....
ki ben bütün hayal kırıklıklarımı devletin ellerine bıraktım, umarım onları da yerler
inandım çünkü devletin kanının kuruduğuna!
seni her gördüğümde kendi ölüm ilanına rastlamış bir serçe gibi
ürken kalbim.

kendi romanına kahraman olarak doğan ve
bi' başkasının hikayesine nokta olarak bitenlere
bir paranteze alma işlemidir yaşamak
ki insan yaşadığı müddetçe ölümle tehdit olunur.
kaç kere daha kaybetmeli bir kere daha kaybetmek için
hep beni mi bulur o kurşun?

çünkü
bir gün ben bir japon olsam, hiroşima'ya gitsem
ibretler yüklesem zırhıma yine de bir baltaya sap olmam
çünkü bir gün ben bir japon olsam
yine de seni sevmeyi
düzenli hayata
sabah dokuz akşam altı mesailerine
refah yaşam seviyesine, borsanın hepçe kazandıran dalgalı kuruna
ve ya çokca seyehatlere
ve bir kere olsun kapadokya'yı görmeden ölmemeye
tercih etmem.



üçüncü çekilen tabanca:

dünyaya geldim, kimse nezaketen kolonya tutmadı
peygamber'in halid nerede sorusu üzerine medine'ye koyulan halid aceleciliğiyle
geçtim sudan görüntülerinizden
kitaba, kitaba
ve kitaba!
sığınmaktan başka bir çare bulamadım.
ağlamak, değil dindirdiğinden.
kalemimdeki kemiği durmadan kanatan ve durmadan dindiren
bir yerden bir yere hep yürüyüş mesafesindeki bu küçük şehirde
senin sokağın uzakta bir ülke gibi kalırdı.

kalbim çarpıyor, bir yerlere....
"korkma ya ebâ bekir, allah bizimle!"


Eyersiz ve Atsız (Anders Olsson)

fırlatıp atma güneş yılını
omzunun üzerinden
eyerim yok diye
atım yok diye
süvarinin gülüşü
dik tutuyor seni
boşluk
ayakta tutuyor
tomurcuğun içinden
yeni fışkıran yaprak
solup giden yaprak
kazandığın her şey
kaybettiğin her şey
dik tutuyor seni
herkes için ya a hiç kimse için
yağan yağmur ve
sofora ağacının dansı
ayakta tutuyor seni
sevdiğin her şey
dik tutuyor seni

Herkesin şair, herkesin yazar olduğu bugünlerde Hiç dergisi'nin önemli bir eksikliği giderdiğini daha önce belirtmiştim. Abdülhak Şinasi Hisar, kimin aklına gelirdi? Elif Sarıaslan ve Büşra Şengül'ün kaleme aldığı doyurucu dosya yazısının bayağı bir mesai aldığını tahmin etmek zor olmamalı. Ayrıca yazarın anılarından bir derlemeye de yer veriliyor. Bununla kalmıyor, dergi Cemil Kavukçu ile yapılan bir söyleşiye, iki sayfalık Oğuz Atay değerlendirmesine, Charles Dickens'ran Georg Eliot'a yazılan hayran mektubuna, Halit Ziya Uşaklıgil sempozyumuna, sahafçılık üzerine inceleme yazısına da sayfalarında yer ayırıyor. İki öykü, iki deneme, Muhsin Bey'den Gönül Yarası'na Şener Şen, kitap ve film kritiği ve bir şiir ile sayı sonlanıyor. Arka kapağı ise Ahmed Arif, Nazım Hikmet ve Orhan Kemal alıntıları süslemekte

Düşünbil dergisi benim gönlü nazarımda biraz dalgalı bir seyir izliyor. Sayılarında bazı ilginç yazıları basmakla beraber sayıları, sayfa dolduran gereksiz makalelerin de işgaline uğruyor, gibi geliyor bana. Foucault dosyasını içeren bu nüsha da çok farklı değil. Foucault'nun kendisinden ziyade diğer felsefecilerle mukayesesi, dolayısıyla eleştirel bir okuma dikkati çekiyor. Foucault ve Lacan: Üstat Kimdir?, Foucaultçu Queer Teorisine Lacanyen Bir Eleştiri, Marx ve Foucault'yu Birbirine Bağlayan Entelektüel Soyağacı, Feminist Teori ve Michel Foucault gibi başlıklara bakmak bile yeterli. Bir duruşu sergileyen bu tavır elbette sağlıklı. Ama içeriğin biraz daha doldurulması gerekmez mi? (ki bazı makaleler elbette kesinlikle boş değil) Cogito'nun özel sayısı ya da Madan Sarup'un Post-yapısalcılık ve Postmodernizm'i geliyor aklıma. Dergi ayrıca Yücel Dursun söyleşisine ve Felsefe'nin neden Türkiye'de bir meslek olarak seçilemeyeceğine dair güncele yönelik vurucu bir yazıya yer veriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder