Yirmibeşinci Saat (Tahir Abacı)
Yirmibeşinci saatte sarp suların sesiyle
Saatler kollarda bir eriyiğe dönüşmüşken
Ateş edenler silahlarını saklayıp sevecenleştiler
Selamladılar kendi izini şaşırmış kalemi
Oradan biri seslendi, belirsizliği çok önemli sözler söyledi
Kendince bir kelime eşliğinde: Kavlimce
Kavlince siperler defne tohumu doldurularak kapatılmalıymış
Ki gülüştü herkes
(Ve gülüşten oluşmuşlardı)
Biri dedi ki, "Güneş altında bu işleyen paslı bir eğedir"
Ardıç ağacının altında sayısız kitap yığmış olan
Kurşun gibi ağırlaşmış başını kaldırdı, ekledi
"Aydınlanmacılar kördü zaten, güneş ışığı onların neyine"
Biri, saçları bigudili bir hünsa
"Kenger dili! Çiğdem dili! Nevruz dili!"
Diye inledi kendince bir yerlilikte
Ki hepsi muhalif, hepsi yapısökücü, hepsi haklı
Derken eşkenar bakışlı bir kadın belirdi
Elindeki değneği yere vurdu, ne dediyse dedi. Kavlince
Hiç biri cevap veremedi. Önlerine baktı hepsi...
Veda (Aydın Şimşek)
Kanlı geçmişte büyüyen çocuk, uzun nefesler özlenir
Dal ağacı tutunmak içindir, aranır içeride su
Toprak değil midir gövde, çöl de insanın aynası
Avutur acısını varlıkta...
Acı karaokuldur göğün göğsünde, sin
Kapısını açınca susarak konuşan tebessüm
Davet eder emel'in çölüne, kal burada
İnsan acısını da avutur kendini erite erite
Büyük ovalar akarsular geçtin ömrüm, dağın
Göremediği yine bir dağa kaldın,
Sevişsen o boşluğa, yankılanır iki zaman
Geçmiştir insan, geleceğe inen acı
Vedadan yapıldı kalbimiz ki yol da
Yer değiştiren yolcunun gümüşü,
Yansısı çoğalıyor yeniden sözün
Bir çöl ve aşk yurdumdur avutur gövdemi
Göğün Altında (Selami Karabulut)
II.
ah dağların arasında sıkışıp kalmış zaman
yeşil çalı kümeleri ve saatimin tekdüze tıkırtısı
uçmaya hazırlanan yavrular gibi çırpınıyor
yağmurdan kanatları ıslanmış üveyikler
rüzgarın esmeye başlaması, bu beklenti her yerde
ve ben salyangozlara basmadan yürümeliyim
öğlen sıcağına doğru git gide seyrekleşiyor
yapraklarından su damlaları dökülen palamutlar
sürüsüne seslenen çoban, ve bir traktör sesi
aradığım yanıt boğula boğula öten horozda
beni geçerken bile ürküten bu ıssızlığın ötesinde
yaşayanlar varmış, bu mahcupluk bana yeter
ah zamanın ötesinde donup kalmış yaşam
sokağın kini yok (Ömer Turan)
sonra, güz inmiştir sözün üstüne
bir zaman çocuklara, öyle bakıp geçiyor
gittim geceyi kilitledim, bir bulutun
ucundan alıp geldim seni buralara
güzellenmiş iki dudak üst üste
hiç akdeniz göğü görmemiş bir bulut
de ki, yaşamın damarında var
fırtınaya karşı kesmişler göbeğimizi
sonra, bağdaş kurmuştur taze yapraklar
ters dönmüş bir ağaca, öyle gülüp geçiyor
el kadardım, annem uzun bir cümle dokudu
bana, ölümü de alıyor içine
ve seninle hiç konuşmadık bunları
sesin bu yüzden ömür boyu çocuk kalacak
de ki, bir masalı yaşıyoruz
zaman, iki yaz ile yolcu arasında
şimdi bir adım ötemiz keder eşiği
dudağının kenarına yaklaştırıyorum lodosu
tuzlanmış yaralar iç içe
hiç yeryüzü gezmemiş bir göz
dedim ki, sokağın kini yok, sokağın kini yok
yol soğuk, devlet geçmiştir diyor
sonra, toprak doymuştur acıya sevgilim
ölülerimizi kuşlar kaldırıyor
Tüh (Gonca Özmen)
-Kumlu sesini yay üstüme altıma
Dal basıyor gövdemi
Karadutlar basıyor onun gövdesini
Hu diyenler basıyor onun gövdesini
Tuz basıyor onun gövdesini
Har basıyor onun gövdesini
-Kumlu sesini savur üstüme başıma
Yol basıyor gövdemi
Ayvalar basıyor onun gövdesini
Vah diyenler basıyor onun gövdesini
Yel basıyor onun gövdesini
Sır basıyor onun gövdesini
-Kumlu sesini dağıl üstümde altımda
El basıyor gövdemi
Sazlıklar basıyor onun gövdesini
Eh diyenler basıyor onun gövdesini
Gam basıyor onun gövdesini
Ter basıyor onun gövdesini
-Kumlu sesine bata çıka aşağıda yukarıda
Sel basıyor gövdemi
Uzun-Uzak (Anıl Cihan)
pimi çekilmiş
bir yeryüzü şarkısı söyledim içime
bilirsin bazı ölümler yalnız yelesinden sevilir
patlamaya hazır: dörtnala
kendi eğimine kapanmış gün boyu gitmeler var nasılsa
hiç çalınmamış kapılar ve temmuzun orta yeri
işte düpedüz ağustos bu dedimbırakıp elimde ne varsa
tuzlu alınganlık. kalbim usanmadığım şeylerin bükülmüş gök gürültüsü
üzülme, acının sinir uçlarından başladım bir ömrü örmeye
üzülme, ama hep o okyanıs diliyle ağlıyordu birileri
yükte ağır pahada hafif bir hayatı koşuyoruz kentli gömleğimizle
çölüunut, buzu sayıkla, gülmelere zaten uzun-uzaksın
aşk olsun ovada ilk kesiği atan insana
bu gece bütün atlarını vurulup öldük tanrım
ellerimizin yeri çiçekler mezeler hep tamam babalardan kalmak yapılır evlat (Eşref Yener)
kahveye şöyle bir selam vermişiz gibi gelişiyor gün
sözgelimi kahveden meyhaneye geçmiş de içiyoruz babamla
evlat bak şimdi diye başlıyor söze
konuştukça avluyu aşan seslerimizde hatırlıyoruz birbirimizi
kapalı kentlere gidip gelmiş gırtlaklarımızın kısıklığını biraz da
böylece bazı kadınlar ağlamış belli resimler anılmış oluyor aramızda
hesabı yine o ödüyor kıvrımızın yüklendiği elleriyle
şimdi düşünüyorum da babama da feci uzundu akşam
feci uzun ve kaçak rakılarla
ama şaşırmadım intiharsızdı benim babam
bu ilginç doğrusu
babamı incelemem
Güneşe Düştü Tohum'dan (Fatma Aras)
Karanlığı karanlığınıza gömdüm
Suskuyu suskunuza
Yüreğimde bir dağ çöktü yankısız
Basmakalıp'tan (Hüseyin Akın)
Bir çocuk tek başına ağlıyorsa doğrusu şudur:
Göç yollarını unutmuş kuşlar bir şarkıyla gelirler
Kış Hazırlıkları'ndan (Salih Aydemir)
ışığa gerek yok
sabahı döndürüyorsunuz karanlıkta
sessiz bir gezinti hali içinde yaşınızla
La La Landın'dan (Neslihan Yalman)
bitmeyen bir günahtı insan
çoğalarak ödeyen kefaretini
Arayış'tan (Fatih Akça)
eh yeter be
tanrıya bakmaya gidiyorum!
İdefix tarafından yayınlanan kitap değerlendirme ağırlıklı aylık dergi haziran sayısında Müzisyen Romancılar dosyasını barındırıyor. Öncelikle belirteyim, kitap eleştirisinin kısa tutulmasını savunuyorum. Yazarı, konusu, türü, hitap ettiği kitle ve amaçladığının ne kadarı başarıldığı konusunda bir kaç kelamın yeterli olduğunu düşünürüm. Baskı kalitesi, kapak gibi öğelerin de bahsi geçiyorsa pek ala, pek güzel. Bir tüm sayfayı ya da sayfaları dolduracak bir yazı ise edebi kaygı etrafında şekillenir ve ben bu durumda kendimi sadece sayfaları çevirir bulurum. Burada da farklı gerçekleşmiyor. Dosya yazısında anlıyoruz ki kitap kaleme alan müzisyenlerin sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor ve de yapıtların çoğu otobiyografik ya da oradan besleniyor. Dergiyi benzerlerinden ayıran orta sayfadaki okuma grafiğinde olduğu gibi müzik tarihi, türleri üzerine yazılan kitapların irdelendiği bir yazı daha fazla ilgimi çekerdi doğrusu. Değişik bir şey ise Kalben söyleşisi oluyor.
Ancak 5. sayısıyla keşfedebildiğim Cazkedisi, Halim Yazıcı yönetiminde İzmir'den okuyucularını selamlıyor. Desenleri ile birlikte oldukça hoş bir mizanpaja sahip. Baştan sona periyodik olma kaygısıyla samimiyetini kaybeden emsallerinden farklı bir izlenim veriyor. Sürüsüne bereket şiirin yanısıra, yazılar ve söyleşiler (Haydar Ergülen ve Özgür Balaban) sayfaları şenlendiriyor. Adnan Satıcı üzerine Hüseyin Alemdar'ın kaleme aldığı Güzel Ankara,Adnan Satıcı ve Blues Vakti isimli makale, Hüseyin Peker'in kaleminden genç kalemler'den öteki'ne başlığını taşıyan makale, Aysun Kara'dan öyküye sızan şiir başlıklı yazısı, Devrim Dikkaya'nın esin kaynağı Mozaik müzik topluluğunun Sappho ile Konuşma adlı çalışması olan yazısı, M. Mahzun Doğan'ın günlüklerinden seçkisi, Ayşe Özgür Aydoğan'ın Paris'te Gece Yarısı'nı konu alan sinema köşesi, Fatih Akça'nın Türk şiirinin ilk dizesinin arayışındaki yazısı, Şevket Toker'in T. Ayhan Çıkın'ın şiiri üzerin yazdıkları gibi.
iyiyim (Hidayet Karakuş)
iyiyim
efendim
hastanedeyim
yatıyorum
durmadan yalan söylüyorum
iyiyim diye
belki
sözcüklerim iyileştirir
ağrılarımı
göğsümde
ötüp duran bülbülü
dinliyorum
aralıksız
telefon çalmadığında
türkçe söylüyor
ne hikmetse
türkülerini
beni merak etme
iyiyim
sancılarımı bekliyorum
başkasına gitmesin diye
kekeme kuyu (Melih Elhan)
öksüz
bir bahçeyi
gösteriyor penceresi
mevsim
sıyırıp atmış
gömleğini
kesik
bir limon ağacı,
yok gövdesi
gölgesi var,
keskin
kokusu
ağzını
taşla doldurmuş
kuyu
özlüyor
konuşmayı,
sabırsız
toprağı
deşen
bir demet
koku
güne
eşlik
ediyor
görüntü
makası kör terzi gibi bir tanrı'dan (hüseyin korkmaz)
Makası kör bir tanrı biçti beni
gülüşüm eğik durur yüzümde
sigaramın türküsü (Aslan Kocaman)
1.
yalnızlık
boyum kadar çocuk
annemin gözlerinde
bilirim, tufandır bu:
gözleri gözlerime değince
bi yağmur başlar, soluğumda
çocukluğumu filizleyen bir hürriyet
2.
zaman meçhul bi yolculuktur
mesela akşamüstlerinde
bi kaldırımda
gölgemle geceye doğru yazıldığım
3.
satırlarımda biriken
ve çokça söylediğim
sigaramın türküsü:
ben sigaradan bi adamım
külün mürekkebinden rüzgârın seyir defterine
4.
içimde bi halk biriktirdim, ağıtların sesiyle
dört mevsim bahardır bu yüzden
-ah ile karılmış-
karanfilin ömrüne:
gül günden güne kanamakta
yarına ve her şeye
5.
çünkü kaostan beslenir insansoyu
çok soylu bi kentin kılcallarında biriken iltihap içinde
6.
bağışla kendini
vicdanına
çünkü yaşamak bi şiirdir
mesela halk parklarında
kuşların kanat sesleriyle!
mutluluğa benzer bu
tebessümü kırılan bir ayna gibi
deliliğin kahkahasında
durma, bağışla kendini
besmeleyle başla
kana, bedenine işlenen insanlık yarasına
yorgun düşersen de uçurumlara fırlat at
bumerang bir yarındır yaşam hep bi yerde
7.
soluğunun dokuz düğümünü iyice ilikle
çünkü yürümek çetin bi kavga
10. sayı ise Afşar Timuçin'in Geç Zaman Tutkuları isimli öykü kitabının hayli kapsamlı irdelendiği bir yazıyla açılıyor. Sinema üzerine yazılıp çizilenler Camdan Kalp isimli unutulmuş bir doksanlar filmi üzerine yazılan makale ile sınırlı kalmayıp Reha Erdem'in son filmi ile de devam ediyor. 5 soru 5 yazar köşesinde konuklar Hanife Altun, Nalan Barbarasoğlu, Özlem Akıncı, Suat Duman ile Tunç Kurt. Arka Bahçe sanat programnı yayına sokan ekiple yapılan söyleşi fotoğraflarla güçlendirilmiş. Dokuz daha iyi gibiydi sanki, ne dersiniz?
Oscar Wilde'ın Bülbül ile Gül ismini taşıyan öyküsünü okumanın imkanını Nisyan'ın 14. sayısıyla erişebilmek oldukça mutluluk verici. Bir de Refik Murad Münekkid, Fatma Cavidan Hanım'ın etkisiyle seller gibi akıyor, bülbül gibi şakıyor, müthiş keyifli. Reşad Ekrem Koçu'dan İstanbul'un ayaklı meyhanelerini okuyoruz. Gerçekçi aynı zamanda mistik öğelerle yüklü Esrar Aleminin Yüce Papazı keyif veren bir öykü.
inanın karanlık çok derin boğuluyorum
karanlık çok konuşuyor, susturamıyorum
karanlığın ismi yok, neyle çağırayım ben onu?
Daha dazla dergi, fanzin almamaya karar verdiğim anda tam da tersini yapmışım. Ama illaki ilgimi çeken bir şey buluyorum. Fak Fanzin'de olduğu gibi. Çizgi ağırlıklı fanzin diyor ki: fak isim eskimiş Arapça fahh, isim Tuzak, kapan. Aklınıza yanlış şeyler gelmesin. Düzyazı olarak the Clash, biliyorsunuz punk'ın dev ismi, üzerine bir yazı öne çıkıyor. Aslında düz ve yamuk (şiir olsa gerek) neyse diğer yazıların çizgiye göre oldukça zayıf olduğu söylenebilir. Bu vesileyle çizerleri sayalım, Sami Berk Tokaç, Yarkın Sakarya, Furkan Ömer Akhan, Hakan Başaran. Çizgi sanatı bir miktar gazete köşelerinde yer bulmuş bantları hatırlatıyor. Çizerlerin bir kısmı ise ilüstrasyonlarla sayıya destek vermiş. Biraz daha ağırlık vermeye çalıştıkları alana ağırlık verirlerse üzerine kaymak olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder