16 Temmuz 2016 Cumartesi

Semih S. Umar - İnsan ve Evren

Tüm Türkiye'ye geçmiş olsun. Sinirden ellerim titrerken çok kısa bir şeyler karalamaya çalışacağım. Bu darbe girişimi bende iki ana his uyandırdı. Korku ve Tedirginlik: Dün akşam aniden polislerin sokaklardan çekildiğini gördük, kanunsuz bir 'doğal ortam' meydana geldi. Bizim gibi bir ülkenin bir gecede Suriye gibi iç savaş ortamına nasıl çekilebileceğini öğrenmiş olduk. Bir kaç gün içinde işimizden olmuş durumda kaçacak bir delik arar bulabilirdik kendimizi. Tek bir şart yeterdi bunun için. Güçlerin aşağı yukarı eşit olması koşulu. Bununla bağlantılı olarak üzüntü ve tiksinme: Neyse ki güçler eşit değildi. Bu girişimde bulunanların askeri bürokrasi ve hükümet arasında zımni bir anlaşmanın varlığı veri iken ellerinde bu kadar cılız bir güçle hiç bir elde tutulur aksiyon planı olmadan böyle bir kalkışmada bulunması tam bir çılgınlık. Ne darbe ne de darbe girişimi bu. Tıpkı Ergenekon gibi her şeylere çare paralel yapı propagandasına karnım tok ama şu an için mantıklı/geçerli başka bir sebep de bulunmuyor. Olabilir. Yalnız en çok ne olduğunu anlamadan halkla karşı karşıya getirilen erata üzüldüm, içim içimi yiyor. Ve korkulan oldu, linçler başladı. Ak trol tabirini duymuştum lakin ak barbar diye de bir şey varmış. Erlerin boğazını kesecek kadar vahşileşen IŞID zihniyetli bu şahıslar ak orospu çocuğu tabirini hak etmiyor da ne? Tabi ki bu katliamı yapanlar ve savunanlar için söylüyorum. Yüzlerce vatan evladı birbirini öldürmüşken bayram havasında kutlama yapan ak yavşaklara ne demeli? Öldürülen sivillerden bahsediliyor, ne kadarı demokrasiyi korumak için meydanlarda ne kadarı içlerindeki potansiyeli ortaya çıkarmak için can atan cani ak barbar, sorgular hale geldim. Bu vahşilerin en kısa sürede yakalanarak hak ettikleri cezaya çarptırılması toplumsal barış yönünde mütevazi bir adım olacaktır. Zira birbirimizi boğazlamaya ramak kaldı. İlk şarta geri dönersek bu eylemlerden sonra elini güçlendirerek çıkıp otoriter devlet yönünde bir adım daha atacak bir hükümet ve onların sokaklarda linçlere başlayan, meclis basan destekçileri yüzünden korkum bir kat daha artıyor. Umarım siyasiler de bu üzüntü verici olaylardan bir ders çıkarır ki tarihimizde belki de ilk kez gerçekleşecek toplumsal bir uzlaşının başlangıcı olur. Temennim budur. Bu akşam içeceğim, ağlayarak içeceğim, Anadolu'nun değişik yörelerinden gelip vatani görevini yaparken öldürmek ve ölmek zorunda kalan erler için. Yani bir bakıma Anadolu cephesinde yeni bir şey yok...
Belki de Semih Sumar'a kulak vermeliyiz.
Vücudumuzdaki karbon,hidrojen,azot vb atomların çok özel ve çok karmaşık bir takım dizgeleşmelere girişerek bize soyut düşün yeteneği verinceye değin örgütlenişini sürdürmesi, bizi onlardan koparmamış, tam tersi, bize onları anlama, onlarla olan ilişkimizi belirleme yetisini vermiştir. Söylemek istediğimiz, bir başka deyişle, özdeğin (özdek=madde) insanda bilinç sahibi olduğu, kendi kendisinin varlığını bilinçli olarak bilme ve öğrenme aşamasına erişmiş bulunduğudur. Bohm'a göre akıl ve özdek, ne akıl ne de özdek olan daha yüksek bir gerçeğin birbirini saran uzantılarıdır. Bütün insansal nitelikler, çok ilksel bir biçimde, atomun ve atom-altı parçacıkların davranışlarında görülebilmektedir. İnorganik özdek için ölü veya yaşamayan sözcüklerinin kullanılması, bu sözcüklerin çok kısıtlı bir anlamıyla olasıdır ve sadece biyolojik olmayan demek istendiği takdirde geçerli olabilir. Tüm kimya bilimi, atomsal parçacıkların bir tür bilinçlenme sonucu, karşılıklı bir etki-tepki ilişkisi içine girildiğini göstermektedir. Bu bilinçlenme (yani çevresinden topladığı izlenimler yoluyla bu çevrenin atomda yarattığı içsel görüntü) atomun taşıyabileceği ölçülerin dışına taşacak yoğunluğa çıkınca olmalıdır ki atomda, başka atomlarla birleşerek daha yüksek düzeyde bir birim yaratma eğilimi doğar (veya daha doğrusu, zaten var olan bu eğilim bu biçimde harekete geçirilmiş olur) ve ayni etki-tepki işlevi bu kez daha yüksek bir düzeyde yinelenir. Moleküller işte bu tür kimyasal etkileşimlerle, daha büyük molekülleri ve bunlar da, binlerce aminoasit molekülünün birleşmesinden oluşan organik özdeği yavaş yavaş ortaya çıkarır ve iş, insan beyninin o görkemli örgütlenişine kadar varır. Bugün bilimin en çözülmez bulduğu en önemli gizlerden birisi, atom düzeyinde organik özdekle inorganik özdek arasındaki farktır. Bir elmas parçasında bulacağınız bir karbon atomuyla bir insan vücudunda rastlayacağınız bir karbon atomu arasında görülebilen ve bilimsel olarak belirlenebilen hiç bir fark yoktur.
Görüleceği gibi bir çok temel gerçeği görmemizi önleyen antroposentrik (=insan merkezci) yaklaşımı bıraktığımız takdirde bütün çıplaklığıyla görmekten kaçınamayacağımız büyük gerçek, insan denen o karmaşık, akıllı ve bilinçli varlığın, fiziksel Evrenin içinde, fiziksel Evrenin saptadığı koşullara göre kendiliğinden oluştuğu ve bu fiziksel Evrenin ayrılmaz bir parçası olduğudur. Yani organik özdeğin ortaya çıkmasından itibaren bu özdeğin tüm gelişimleri, bizce bilinmeyen herhangi bir dış ajanın müdahalesi olmadan, bu gelişime herhangi bir şey eklenmeden ve görebildiğimiz kadarına göre herhangi bir dış öğenin veya öğelerin katılması veya bazı öğelerin çıkarılması gerekmeden, fiziksel Evrende çok olağan görünen bir dizi yasalara ve koşullara göre kendiliğinden olmuştur.
İnsanın akılsal niteliklerinin, görünüşe göre, bir takım özdeksel işlemlerin sonucu olarak ortaya çıktığı gerçeğinin bilimsel yöntemlerle kanıtlanması, aklı çok karmaşık bir özdeksel alet durumuna indirmez; sadece özdeğin bir tinsel yanının bulunduğunu veya, daha doğrusu, bizim özdek olarak gördüğümüz şeyin, esasta, belirli koşullar altında birleşerek bizim bildiğimiz gibi insanı ortaya çıkaran ve en iyi biçimde özdeksel ve tinsel diye tanımlayabileceğimiz bir takım öğelerden oluştuğunu gösterir.( Yazar bunlara fakülte diyor, şöyle sıfatlandırıyor: ezelden beri var oldukları, hiçbir şeyden yaratılmadıkları ve hiçbir biçimde ortadan kaldırılamayacakları..yani fakülte düzeyinde Evrenin hiçbir biçimde başlangıcı ve sonu yoktur ve bu anlamda fakülteler Evrende tek ölümsüz varlıklardır )
Herşeyin bir eşi, karşıtı veya koşutu vardır ve Evreni oluşturan da bu ikilikteki temel ilişki veya iletişimdir. Bu yüzden Evrende herhangi bir şeyin veya bir gelişimin anlaşılabilmesi için o şeyin veya gelişimin altında yatan ikiliğin bulunup çıkarılması ve bu ikiliğin ne tür ilişkilere yol açtığının bulunması gerekmektedir. Örneğin doğal ayıklama ilkesinin anlaşılabilmesi için bu ilkeyi ortaya çıkaran ve sürdürülmesini sağlayan ikiliğin bulunması ve bunun da ta gerilere yani inorganik özdekteki etki-tepki ilişkilerine kadar geriye götürülmesi gerekmektedir. Yani doğal ayıklama, inorganik özdekten biyolojik yaşama geçen etki-tepki ilişkisiyle bunun yarattığı anımsama ve bilinçlenme yeteneklerine dayanmaktadır ve bu etki-tepki ilişkisinin altında yatan güç de tüm varlığın benliğindeki ikiliktir. Özdek ötesi kozmosun niteliğini belirlemede insanın en büyük yardımcısı, kendisiyle bu kozmos arasında iletişim kurma hususundaki büyük yetisi olmuştur: ki bu yeti, kendisinin özdeksel ve tinsel fakülteleriyle tüm varlığın en temel içerikleri olarak kozmosun yapısında varolan fakülteler arasında doğal olarak ve kendiliğinden meydana gelen bir rezonanstan dolayı ortaya çıkmaktadır.
Bizim anladığımız gibi Tanrı, Evrenin dışında veya üstünde bir Varlık değil, tümüyle Evrenin içinde, Evrenle her türlü rezonansa sahip Evrensel Akıldır. Varlığını ileri sürdüğümüz, Spinoza ve diğerlerinin mantıksal kurguları gibi (ki bu kurguların kendileri de aslında Tanrının varlığının kanıtıdır) sırf metafiziksel bir varlık olmayıp, Evrensel boyutlarda Saf Akıl deyimiyle anlatabildiğimizden başka bizim insan olarak kavrayabildiğimiz hiç bir şeye benzemeyen, gerçek varlık sahibi bir yaratıktır. (ki yazar bu tanımı İslam içinde değerlendirmektedir)

7

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder