Şiir Defteri 2013 diğer antolojilerde olduğu üzere oldukça kısıtlayıcı bulduğum dergilerden sadece dergilerden öne çıkan şiirleri derliyor. En önemli artısı ise genelde şiir üzerine ve onu tamamlayıcı makalelerle geçen seneye atılan bütünleyici bir bakışa da yer vermesi. Şeref Birsel ve Cenk Gündoğdu giriş mahiyetindeki yazılarında özellikle kimi antolojilerin yayımını durduracak raddeye yükselen eleştirilere cevap veriyor. 70 milyonun doğuştan şair olduğu bir ülkede emeğini ve terini veren şairlerin kendilerini bulvar gazetelerin sayfalarındaki örneklerden ayırmak istemelerini anlamamak mümkün değil. Aynı zamanda inkar edilemeyecek boyutlardaki şair egosunu da anlayabilmek... Zaten en büyük şairin kim olduğunu bilmiyoruz, çünkü o, bence Kafka misali, şiirlerini hemen yazdıktan sonra ya da ölmeden önce yırtıp yakan, imha eden, edemese de vasiyet eden kişidir. İsim yapmak için yapılacak şey değil bu. Parayı geçtik de ün ve çıkar ilişkilerine savrulmak cidden üzücü. İşin garibi ufacık bir çevrede böyle dolaplar dönüyormuş, dönüyor da ayyuka çıkıyormuş artık. Aynı yazıda şiir üzerine çok genel bir değerlendirme politik ahvalin özetlenmesiyle birlikte sonlandırılıyor. Ardından sanatın da muhafazakarlaşması üzerine çeşitli şairlere sorulan bir anket çalışmasına verilen cevaplar yayımlanıyor. Şairlerden beğendikleri çalışmaları da örneklendirilmesi isteniyor. Dergilerde yayımlanan şiirlerin ve dergilerin değerlendirildiği Mehmet Can Doğan makalesi, 2012'de yayımlanan şairlerin ilk kitapları hakkında Ali Ayçil dosyası, Poetik kitapların listelendiği Cihan Oğuz makalesi ve internetteki fanzinlerdeki şiir dünyası hakkında Özcan Erdoğan yazısı ile kitabı sonlandırıyoruz. Tabi ki arada seçilmiş şiirler yer alıyor. Edanın ritmin unutulduğu bireysel iç sıkıntıların ilişkisiz imgeler denizinde boğulduğu politikanın lirizmden romantizmden uzak bir vulgarlıkta işlendiği modern şiiri sevmediğimden dolayı bir kalemde çoğu şiiri maalesef geçebiliyorum. Bu sayede örneklendireceğim şiirlerin sayısı azalıyor. Ama öncelikle sözkonusu dergide kapak konusunu temsilen yayımlanan Rıfat Ilgaz'ın şiirine yer verelim ki farkın farkına daha bir varalım.
Aydın mısın?
Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun
Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol
Tam çağı ise başlamanın doğan günle
Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden
Her satırında buram alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol
Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol
agos'a gidelim
Leyla Şahin
Agos’a gidelim. Bir güvercin bekliyor bizi, gök-
yüzünün kendi var onda kanadının tuzu var.
Agos’a gidelim. Çiçeklerin buğusu var orada
henüz açmamış dalların, rüzgarlanmamış yaprakların sesi var.
Agos’a gidelim. Ayrılığın hicranını yaşamış bir adam
külün kilidini açmış bir adam
çocuklara adres soran adres bulan bir adam
uzanmış yatıyor güneşin avlusuna.
‘ nar mürekkebiyle yazıyorum bu sözcükleri:
” kimse yok mu
burada?” ‘
Agos’a gidelim. Bir çarşı sessizliği var orada,
ve her kalabalıkta bir hain kurt dişler canımızı.
Agos’a gidelim. Kimseden bir şey beklemeyen bir adam
göğün kilidini açmış bir adam
herkesten ne kadar çok alacaklı şimdi
‘nar mürekkebiyle yazıyorum bu şiiri:
atımı bağladım kar ağacına’
şehirde enkaz var
Salih Mercanoğlu
gözlerimizin içine basa basa geçiyor arabalar, yaralı kuşlar, mutlu böcekler
ağzından şiir akıyor gecenin, gökdelene oturmuş, oturmuş da bir ürkü tutturmuş,
kayacak yıldızların kuyruğuna tenekeler bağlıyor, sonra ağlıyor çocuk gibi ağlıyor
zaman geçiyor, hızla geçiyor, ağlayarak geçiyor, biliyor artık sandviç arası bu hayat
bir lokma hava, iki karış su, üç dirhem ağaç, kafamızın parmaklarımıza tahammülü yok!
vakti de yok ki kaşısın, kafatasımızı ters çevirip oturtuyoruz otobanlara, ırk dileniyoruz
geçenler türk atıyorlar, arada bir rus ah bu günlerde çok moda bir de çin, zaman geçiyor
yüksek gerilim hatlarına çocukluğumuzu geçirip kurutuyoruz ve yetişkinlerle başlıyor şehir
işte böyle başlıyor üniversite, kendini öldüren akademi, işte böyle bilimin küflü dikiş iğnesi.
anne yok,egzoz borularından doğuyor çocuklar, elleri ahize metal iskeletlerle konuşuyor
mrb diyor, nsl walla iii senden nbr, işt nolsun aynı hadi kçtm ben kib yrn. grş, by by cnm
baba sevmiyor, hiiiç sevmiyor, ah! değişen hayat hiç mi hiç ara vermiyor ki sevsin
ne yapsın, baba kafası işte hala zweig'da , bir biyografiden koşuyor ötekine, en son balzac
ve tekleyen kalbini onun gibi soylu sanıyor, kendi yaşamına uygun bir kalbin peşinde
oysa babaya da gerek yok, alkol, kaldırımlar, otel odaları, parklar dururken bir babadan mı?
babalar sevmez kızım, kendilerine ait olmayan bir dizeyi geçirip boynuna asarlar
ama usul usul da yüzdürürler şiirlerini, üzmeden kimseyi, belli etmeden sözün bittiği yerde
yani o müthiş denizde, belki çocuklar döner diye bu enkazdan, suya serper onca kelimeyi.
kır kapattı kepengini, şehre sürdü bedbahtını, ağasını, karınca duasını, yoksulunu, pezevengini
merhametini esirgemedi allah, şadırvanlardan hâlâ akıyordu su, çünkü türbelerde hâlâ bir telaş
ve şehirler kendinden büyük şehirlere biat ediyordu, iyiyle kötü, çokla az, yalanla gerçek gibi
sadece çocuklar biliyordu, şehrin bir oyundan doğduğunu, oyunun kokusu:sümbülteber
demek ki geceleri, elsiz ayaksız kaldırımlarda kokuyordu, ay tozu altında hayaletler ve cinler
ve evler birbirine sarılıyor, parklar havlıyor köpeklerine, köprüler suya iniyordu demek ki gece
yalnız kaldığında şiirler topluyor, onları yan yana, onları üst üste, onları balık istifi sabaha
ve sabah şiir kokuyordu, asılmış insan yüzleri, katledilmiş arzular, burçlar, yıldızlar ve nazar
kalabalık kokuyordu, demek ki kendi nefesiyle besleniyordu canavar, demek ki şehirde enkaz var!
melankoli 2012
Osman Konuk
halksız şehirler değil kris, şehirsiz halklar
çok halklar, çok şehirsizler, çok moral bozucu
son günlerde çok kelimesini çok kullanıyorum
her yıl yeni modelleri çıkıyor melankolinin
içimden bir ses gelmiyor, hayır bazen geliyor
içimden bir ses, sesin dışarıdan geldiğini söylüyor
-iki saray odası alana bir saray odası bedava
o montu almam iyi oldu, çok iyi oldu, çok evet
kırışıklıkların geçer, beni seviyorsundur, ama böyle çok ölürüz
nihanka kızılderili bir kızın adı değil, çok değil
radikaller duygusal açıdan sağcı oluyorlar nerden aklıma geldiyse
aşk, sivilce, direniş, kitaplar ve çay ocağı işletmesi:
-yanlış
hormonlar, atkılar, kitap kokusu parfümü ve sütlü neskafe:
-doğru
böyle muhalif şeyler yazıyorum ve bana ödeme yapıyorlar
çok değerli insanlar binalara doluyorlar, çok değerli
her şeyden kolay etkileniyorum, belgeseller çok acıklı
çarpıcı bir şey yazmak istiyorum, aklıma bir şey gelmiyor
ne zaman aklıma bir şey gelmese, içimden bir ses:
start tabancasıyla intihar eden adamı düşün
son günlerde çok kelimesini çok kullanıyorum
ışıklar açılmıştı, mikrofonlar, herkes çok şık
kahramanca evlerinden çıkıyorlar, vampirlerden korkmadan
kırmızı kravatlar takarak ve birbirlerine katılarak
çok değerliler, çok konuşuyorlar, az ölüyorlar
iki ayak, kırk ayakkabı; az ayak, çok ayakkabı
tek madonna kırık kürk, çok manto tek yalnızlık
çok saray, hiç prenses, prensessiz kadınlar ve kuralları
zayıf kadın sahneye çıkmadan opera bitmez
-şişman kadın işten kovuldu-
son günlerde çok kelimesini çok kullanıyorum
hadi ben kalktım, saçınız güzel olmuş, çok evet
kendi yeniden başlatmamı başlattım, bir şeye benzemedi
çok cehennem, üç saray, yedikule ve can yayınları berbat ciltler
bir hemşirenin adının cecile olması çok acıklı,
başka bir arzunuz var mı dememeli garsonlar
böyle şeylerden çok etkileniyorum, belgeseller çok acıklı
hizmet sektörü, çok hizmetçi, az patron, çok zamirsiz
zamirsizlik kimsesizliktir, şahıslar çok zamir az
katil her zaman uşak, yazarlar çok kötü kalpli
mutfak kapısını açık unutmuşum, kumrular içeri girmiş
ıslak ekmek koymayı unutunca balkona.
kapsül
Ayşe Nâlân
hür bir ağacım, rüzgarın yaladığı
bacada kükürt, bacada cıva
üstü kırmızı bulut
ne bilsin kuş, gitmiş yapmış yuvasın
biz hepimiz her gün azalan saçlarımızdan
yıkıyoruz yağmuru, tarıyoruz
asit kokuyoruz ve sevgili köpeğim
çok mutluyuz göğüs kafesimizde
boşalırken kalplerimizin pilleri
dün sabah kırlara koştum
hepsi bir boy otlarla ulaşamadım hızına
geç solsunlar her gül dibine bir şırınga
kopyaladık işte kendimizi Dali, Doli kim varsa
ah göktaşım içimin çekirdeği
sen hâlâ sabun yapılabileceğine inanmadığından
insanın, seviyordun beni kesik kesik.
orda mısın -buradayım küçüğüm
-ışıldaklı yalancı -hiç yoktum
göğsüme gümüş bir kafes taktırıyorum
baktıkça kimse unutmayacak kendini
seversin diye düşündüm Hiroşima'ya iki bilet
ben de öyle bir kadınım sevgilim -serpintili
radyoaktif ve zamanın eksilttiği bir organ gibi
boşaltacağım kendimi...
ne güzel kazıyorlar toprağı tarih sökücüler
bir göçten yeni dönmüş kuş sürüsü
iki şahane pilot, iki gökdelen
üç elma, üç prenses bolca cadı süpürgesi
dört grev sözcüler, işçiler, makineler
bizi bulduklarında hâlâ kaygılı olacağız
kapsülüm tek kişiliktir!
onu okuyacak bir android'dir.
saydam bir ev yaptırıyorum kendime
müthiş bir malikane uykusuzuz hepimiz
gecelere kum taşıyıp cam eritiyoruz
sevişirken herkes bizi izleyecek
yut canım hapını serotonin diple
ellerin böyle titreyince insana benziyorsun
bacada kükürt, bacada cıva
üstü kırmızı bulut
außer mir
Hakan Şarkdemir
I.
Bir Alman'dı Katalanları önüne katan
Bir Alman'dı laf dinlemez kumandan
Bir Alman'dı İstanbul'a çağrılan
Ceneviz'i boğazlayan, Rumları soyan
7 yaşından beri korsancılık oynayan
Bir Alman'dı , kırmızı, çiçek
Bir Alman'dı, hırsız ve mürtet
Bir haçlıydı, bir tapınak şövalyesi
O beyaz bir tiran
Don Kişot'un dedesi
Soyluydu belki de sülalesi
Arması Sforzalar kadar çiğ
Bir Alman'dı
Filadelfiya'yı alan Germiyan'dan
Onun canını alan da bir Alan
Bir Alman'dı bir Alman
Anem alli a fer carn!
Les feres tenen fam!
II.
Volkswagen'da çalışırdı babam
Bir Alman'dı o, Alman'dan sayılmayan
Dans etmeyi bilmeyen,
Bodur ve
İtaatkar bacaklarıyla bir Alman
Her şey bir somunu sıkmak kadar kolaydı ona
Mesele değildi uzaklarda olmak
Mesela bir somun ekmek kadardı hürriyet
Ve somuttu somun somuttu ekmek
Güzel olan şeyler gibi
Hakikat somuttu
Unuttuğu ya da söylemeye zorlandığı kelimeler
Tutunduğu bazı değerler
Ve gözünde tüten memleket
Onun için somuttu
Somutluk mutluluktu
Vardiyadan her çıkışta
Soluğu Alexanderplatz'da almadığı günlerde babam
Rogacki'den alırdı mutlaka peynirini
Köşedeki şarküteri açılmadan önce
Somonu Norveç'ten gelirdi
Sosu mutlaka Napoliten
III.
Güzeldi en azından
Lamarr kadar
Korlinsky'di fırçasının tüyleri
Dürer'in tavşanı gibi
Öyle Uysal , ürkek samur
Dişi mi dişi
kızılca sapı gürgen
Ne küt
Ne homur homur
İdi dans edişi
Tütün çiğner gibi
Ne de bakışları buğulu
Bir balerin gibi eğilirdi
Güzel diyebilirdik ona elbette
Bu yanık amber, bu altın okre
Gelip yerleşmese de
O terli kakülüne
Yoktu bir benzeri
Bir Alman'dı ama yine de
Hiçbir Alman güzel değildir
Onun kadar güzel değildir hiçbirisi
IV.
Dünya,
Bir zindandır muhakkak
Her kendini bilene;
Her kendine kapanmış,
Her kendiyle yaralı
Kendine hayran adam,
Katlanamaz dünyada
Kendiyle kalmaya da,
Yoksun kalmaya da kendinden...
Hele de bir Alman'sa
Ve vazgeçmişse sonsuza dek
Bir başkası olmaktan
...
Zira "insan
katlanabilir bir şey değil"
diye düşünebilir bir Alman.
Bir Alman bile katlanabilir bir şeydir halbuki
"Bilgelerdir ancak, bilgeleşen" diyen iflah olmaz bir Alman,
Bir Alman bile,
Şereflenebilir bilmekle
...
Sonsuzlukla dolu bir an
V.
Sevseydim
Bir Alman gibi Sevseydim
Bir Alman'ı sevseydim
Dar gelirdi dünyalar
Gök kubbeler yıkılırdı başıma...
Farketmezdi bir şairle
Kara Orman'da yahut Dalyan'larda gezinmek
Ne Macar Dansları ne la Campanella
Alamazdı beni benden
Gönlün acısı taşımazdı Büyülü Dağ
Ne Charlotte'un gözleri
Ne de ona küçük ismiyle seslenmek
O en hızlı, fırtınalı günlerde
Bir Alman gibi ipi hırsla göğüslemek
Ve bir Alman gibi ölmek
İstemezdim
Bir Alman gibi sevseydim
Bir Alman'ı sevseydim
Sevebilseydim
gereklilik kipi
Soner Demirbaş
bahçeyi büyütmek istiyorsan
tohum gibi kadar küçülmen gerek
ormanı büyütmek istiyorsan
ağaç gibi kadar sabretmen gerek
gökyüzünü büyütmek istiyorsan
kuşlar gibi kadar çoğalman gerek
dünyayı büyütmek istiyorsan
düşler gibi kadar paylaşman gerek
kitabı büyütmek istiyorsan
yaprak gibi kadar okunman gerek
şiiri büyütmek istiyorsan
kelime gibi kadar arınman gerek
tohumu büyütmek istiyorsan
bahçe gibi kadar derlenmen gerek
kuzum
Gonca Özmen
Said devrim diyor. Benim saçlarım topuz.
Said'le ikimizin ağzı aralık. Sesler alıp sesler veriyoruz.
Sümeyra'ya inanıyoruz. Benim saçlarım topuz.
Yanına kıvrılana git demiyor hiç Said. Kuzum diyor.
Yanıma kıvrılana git demiyorum hiç ben.
Jar Evin. Jar Evin.
Yunacak su bulsam su bulsam ben yunacak
Saçlarım böyle topuz. Böyle fersiz. Böyle derli toplu.
Biri kurban olayım deyince korkuyorum ben.
Ben korktukça gövdemin çanları bir başka çalıyor.
Ben korktukça tekeler çiftleşiyor bağır çağır.
Kuzum diyorlar bana-kuzum diyorum onlara.
Said katliam diyor. Benim saçlarım topuz.
Said'le ikimizin ağzı karanlık. ölümler alıp ölümler veriyoruz.
Süleyman'a inanıyoruz. Benim saçlarım topuz.
Kanacak yar bulsam yar bulsam ben kanacak
Saçlarım böyle topuz. Böyle dilsiz. Böyle fer fecir.
Bir kaç da mini mini alıntı. Bu vesileyle bu sene de yine ölüme takıntılı olduğumu anlamış bulunuyoruz.
hayat tek bir mevsimse eğer illaki sonbahardır (başka, A.Hicri İzgören)
nar tanesinden dökülen söze hiç kanmadım (bahçem, Mehmet Sadık Kırımlı)
söylediklerinde inan
ağlamadım hiç...
dondum kaldım sadece (kanser bey'in sevda güncesi, Mehmet Müfit)
ben unutma sanatını
kendi üzerimde denedim
kimse yoktu, suyu öptüm
yalnızlığım acıdı (şubat, Tuğrul Tanyol)
her erkek ve her kadın bir aşkı ve bir devrimi başlatan ve bitiren (adı hayat ve ben, Enis Akın)
gidip yeryüzündeki cinayetleri üstüme alacağım dedim
ne kadar insan öldürürsem hayvanlar o kadar güzel (taşrada bir aile faciası, Küçük İskender)
müminler kardeştir
işte bu yüzden öldürürler birbirlerini
...
yaşamak varlığın kanıtı değildir (trapezin elleri, Bülent Parlak)
Biraz daha çürük elma ye de kustur kendini
duble bardakla içtiğin o son sevinci de , e mi (korkulacak bir şey var, Mustafa Köneçoğlu)
Dünya bir cücenin misketiymiş eskiden (gülü gülden silince, Nilay Özer)
Gerçi hiç gizemli değilim, nasıl farkına varacaksınız ki benim.
Sokak lambalarına kendimi asmak gibi bir huyum yok.
Yani modern bir biçimde hiç intihar etmedim. ( dikkat köstebek çıkabilir!, Ali Özgür Özkarcı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder