9 Haziran 2013 Pazar

İhsan Oktay Anar - Yedinci Gün

Yazarın beklentileri karşılamayan son romanı elbette duygusal bir eleştiri sürecine tabi tutulmalı. Çünkü belli ki böyle bir kitap, başka bir yazarın magnum opus'u bile olabilirdi. Her ne kadar anlattığı hikayeler arasında kopukluk ağır bir dille birleşince okuma zorlaşsa da; her ne kadar yakın dönemi politik bir gözlük arkasından okuması,  idealleştirdiğimiz (bizzat yazar tarafından önceki işlerinde dimağmıza kazınan post-modern bir emir cümlesine istinaden) hayal dünyamızı acıklı bir tarzda sarsarak uyanmak istemediğimiz dünyaya gözlerimizi aralatsa da; tam da bu noktalarda kaleminin hala kuvvetli olduğunu görüyoruz. Kitabın başlangıç aşamasında birbirine geçen mizahi hikayeler (Karaköy vampiri misal) ya da bütünsel açıdan sorunlu hissedilmekle (özellikle hissiyat) beraber tekvinhane örneğinde daha da parlayan yaratılış mitolojisinin yeniden okunması ya da yediuyurların cumhuriyet bürokrasiyle ilişkilendirerek uyandıran bir vazife görmeleri. Sarıkamış, dini bulan Paşazade'nin obsesyonu, hiç anlamayacağımız Osmanlı mühendislik dilinin tam da kastının tersine şiirselliği, satranç oyunu (evet son galibiyet tam bir hayalkırıklığıdır)  ve demirminareler üzerinden teknolojinin etkisi. Kısacası  iktidar ve post-modernizm turnusoluna tutulmuş sufizm gibi öğeleri başat tutmuş bu kitap rengarenk bir okuma sunuyor.

Elif Tanrıyar konuyu çok güzel özetlemiş.

Bu kez yüzeydeki ana hikaye -adı verilmese de- 2. Abdülhamid dönemi İstanbulu'nda geçiyor. Her zamanki gibi Anar'a özgü, Osmanlı minyatürlerini andıran çok çeşitli tiplemelerle karşılaştığımız uzun bir turun ardından, asıl kahraman olan İhsan Sait'e yoğunlaşıyoruz. Evet, bu romanın da ana kahramanı İhsan adını taşıyor. Son derece zeki ve kurnaz biri olan İhsan Sait, kısa zamanda talihinin de yardımıyla küçük bir servete sahip olduktan sonra, yolu tesadüfen, sonradan imanı seçen, ancak asıl olarak bilim âşığı bir paşazadeyle kesişiyor. Paşazade'nin bir tür camiyle bir tür radyo istasyonu arası tuhaf mekanını ele geçiren İhsan Sait'in asıl macerası ise gelecekten kendisine gönderilen bir aşk mektubuna iliştirilmiş fotoğraftaki Prenses Döjira adlı gizemli bir kadına âşık olmasıyla başlıyor. Kahramanımız, aşkına kavuşabilmenin tek yolu olan, mektubun ekinde planları bulunan, tuhaf aletin yapımı için zorlu bir maceraya girişiyor. Bu arada yolu sık sık kendisinin oğlu olduğunu iddia eden, kendisininse zerre kadar ilgilenmediği Ali İhsan adlı saf ve temiz bir gençle de kesişiyor. Romanın 1930'larda geçen son bölümünde ise İdris Amil adlı yeni bir karakter daha çıkıyor karşımıza. Evet, gördüğünüz gibi Yedinci Gün'de de yine İhsan Oktay Anar'ın kendine has masal ve söylentivari diliyle biçimlenen, tarihin içinden kopup da gelmiş hem çok tanıdık hem de çok farklı bir İstanbulla ve çok sayıda renkli tiplemeyle karşılaşıyoruz. Ve yine okurlarının aşina olduğu tuhaf icatlardan biri daha var bu romanda. Anar, bu kez havacılığa merak sarıyor ve İhsan Sait'e gelecekteki sevgilisiyle kavuşabilmesi için bir tür zeplin inşa ettiriyor. İhsan Sait'in bir tür zaman yolculuğuna çıkmasına da yardımcı olacak özel bir düzenleme eşliğinde... Romanın görünürdeki hikayesi bu olsa da, bilindiği gibi Anar'ın romanlarında hep 'bir ben vardır bende, benden içeri' misali, birden fazla katman yer alır. Görünen hikayenin ardında saklı duran çok güçlü bir ya da birden fazla hikayenin aktığını ve romanın asıl kimliğini oluşturduğunu görürsünüz. Yedinci Gün'ün bütününde de asıl olarak, adından da anlayabileceğiniz gibi, alemlerin ve insanın yaradılış efsanesi anlatılıyor. Şeytana kanan insanın cennetten kovulmasıyla başlayan macerasının dünya tarihi boyunca gelişimini hızla seriyor gözünüzün önüne. Öte yandan üç ana bölümden oluşan romanın Baba, Oğul, Hayalet adları verilen bölüm başlıkları da bir diğer ipucunu veriyor bize. Farklı bir okumayla, kendi bencilce zevklerinin peşine düşmüş baba İhsan Sait'i Osmanlı İmparatorluğu'nun, ilgilenmeyip savaşlarda yok olmasına göz yumduğu oğlu Ali İhsan'ı yıkılmakta olan İmparatorluğun halkının ve kısa bir zaman yolculuğu sonrası 1930'larda karşılaştığımız Osmanlı'nın hayaletini ise yeni oluşturulmaya çalışılan Türk milliyetçiliğinin, İdris Amil'i de merkezdeki tipik Türk insanının yerine koyduğumuzda, karşımıza bambaşka bir hikaye daha çıkıyor. Cumhuriyet'in kurulmasıyla birlikte, Osmanlı'dan kalan hayaletten, ideal ve mükemmel bir Türk kimliğinin yaratılma çabasının bir tür parodisini okuyoruz. İhsan Sait'in yani bir diğer okumayla Osmanlı'nın kavuşmaya çalıştığı, gelecekte bekleyen Prenses Döjira'nın neyi simgelediğini ise size bırakıyorum. 

http://www.sabah.com.tr/Cumartesi/2012/08/18/yedinci-gunun-kapagini-araladik

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder