18 Nisan 2012 Çarşamba

Michel Foucault - Büyük Kapatılma

Kitabı özetlemekten ziyade Ferda Keskin'in önsözüne kısmen de olsa yer vermek çok daha anlamlı olacaktır.
'..Foucault, akıl hastanesi, hastane ya da hapishane gibi modern kapatma kurumlarının 17. yüzyıla kadar var olmadığına dikkat çeker. Üstelik deliler, hastalar, suçlular ve çalışamayacak durumda olan ya da çalışmak istemeyenler başlangıçta hiç bir ayrım gözetilmeden aynı yere kapatılmışlardır. Foucault'ya göre bu büyük kapatılma sürecinin arkasında doğrudan doğruya ekonomik ve siyasi bir neden vardır...Focault böylece kapatılmanın ikili bir işlev yerine getirdiğini söyler. Böyle bir ekonomik kriz anında aç kalan işsiz ve aylak kesimin başkaldırması tehlikesine karşı güvenli bir önlem almak ve kapatılmış olanların kriz geçtikten sonra ucuz ve kolayca denetlenebilir bir işgücü oluşturmasını sağlamak...Foucault'ya göre bu döneme kadar (17.yy) pratik anlamda hapishane diye bir kurum olmamıştır. Suçluların kapatıldığı hücreler kendi başına bir cezalandırma aracı değil, bir tür mahkeme bekleme odası olarak işlev görmüş; insanlar hücrelere başka bir şekilde cezalandırılmayı ya da özgürlükeelrine kavuşmayı beklemek üzere kapatılmıştır. Etkin bir önlem olarak kapatmaya ancak kapitalizm el emeği, işsizlik gibi sorunlarla karşı karşıya geldiğinde ve on yedinci yüzyıl Avrupa toplumları büyük isyanlarla tanıştığında başvurulmuştur. İsyanları bastırmak için bir ordu göndermek, insanları katletmek, yakıp yıkmak gibi eski yöntemler, aynı zamanda büyük toprak sahiplerinin vergi toplamasını da engelleyen genel bir ekeomik felakete yol açacak önlemler haline geldiğinde daha ekonomik ve etkili bir önlem ve cezalandırma tekniği olarak hapishaneye başvurulmuştur; çünkü hapishaneler nüfusun tehlikeli bir bölümünü feci ekonomik sonuçlara yol açmadan elemeye imkan tanımıştır. 17. yy da başlayan bu kapatılma pratiğinde 18. yy sonu ve 19.yy başında yani Fransız devrimi döneminde önemli bir değişim daha meydana gelmiş ve kapatılanlar içinde ayrım yapılmaya başlanmıştır: akıl hastaları tımarhaneye, gençler ıslahevlerine, suçlular hapishaneye...Ancak Foucault'ya göre başlangıçta bu tür bir ekonomik tasarruf işlevi görmek üzere geliştirilen kapatma teknikleri ve kurumları giderek daha pahalı ve verimsiz hale gelmiştir...Çalışamayacak durumda olan veya çalışmak istemeyenlerin tedavi ya da ıslah yoluyla çalışabilir hale getirilmesinin ekonomiye olan katkısı, bu amaçla yapılan harcamaların altında kalmaya başlamış; üstelik yapılan her türlü reforma rağmen bu kurumlar görünür amaçlarını gerçekleştirmede de ciddi başarısızlıklara uğramıştır.(Bu kurumlarda) ısrarın nedeni Foucault'ya göre kapatma pratiğinin güçlü bir toplumsal denetim sağlamak ve kapitalizmin ihtiyaç duyduğu işgücünü üretmek için görünürden çokdaha ince ve etkiki bir işlev yerine getirmesidir...Bu yeni teknik Foucault'ya göre kapitalist üretim biçiminin gerektirdiği disiplin ve uysallığın insanlar tarafından benimsenip içselleştirilmesine ve gönüllü olarak uygulanmasına dayanır...Bu iktidarın uysallaştırma ve verimli hale getirme yöntemi ise şiddet ve bedensel zorlama değil, insanlara belli öznellik biçimleri dayatılmasına dayanır....Büyük Kapatılma başlığı altında toplanan yazılar Foucault'nun ..(özneyi kendi içinde bölen ve başkalarından bölüp ayıran pratikler anlamındaki) ikinci nesneleştirme kipi üzerine yaptığı çalışmaların kapsamına giriyor...Deli ile akıllıyı, hasta ile sağlıklıyı, suçlular ile iyi çocukları bölüp birbirinden ayıran sınıflandırmaları örnek veriyor. Kuşkusuz bu pratiklerde sözkonusu olan delilik, hastalık, suç gibi belli varlık veya davranış biçimlerinin sorunsallaştırılarak özel bir deneyim haline dönüştürülmesidir.(İnsanların onlar üzerinden tanımlanmış deneyim biçimlerini kendilerine dair hakikatler olarak görmesi ise bu deneyimlerin öznesi olmayı kabullenmeleri anlamına gelir. Böylece insanlar öznesi haline geldikleri deneyimlerin içerimlediği bilimsel, ahlaki, hukuki, siyasi normlara göre hareket eder ve kendini sınırlar).. Yani modern kapitalist toplumun ihtiyaç duyduğu disiplini içselleştirecektir...İnsanların delilik yada benzeri kavramlar altında tanımlanan varlık veya davranış biçimlerinin 18.yyın sonundan itibaren bir yandan psikiyatri, psikoloji vb. bilim alanlarına dönüşecek söylemsel pratiklerin, diğer yandan daha sonra akıl hastanesi adını alacak olan kurum çerçevesinde söylemsel olmayan pratiklerin nesnesi haline gelmesinin ve bu süreç sonunda deliliğin akıl hastalığı deneyimi olarak yeniden kurulmasının bir tarihidir...(Bu) aynı zamanda akıl ile akıl-olmayan arasında derin bir yarılmanın, deliliğin dışlanıp, kapatılıp, sessizliğe itilmesinin ve aklın akıl-olmayan üzerinde tek yanlı bilimsel (psikiyatrik, psikolojik) doğruluklarla bezeli ve normatif bir monolog üretmesinin de işaretidir.
Akıl hastalığının sakin dünyasının ortasında, modern insan artık deliyle iletişimde bulunmuyor.Ortak dil yok, daha doğrusu artık ortak dil yok..Aklın delilik hakkındaki monoloğu olan psikiyatrinin dili ancak böyle bir sessizlik üzerinde kurulabilirdi
..Foucault'ya göre hapishanenin asıl işlevi suçluları ıslah etmek değil, suçu sorunsallaştırarak suça eğimlilik adı verilen bir öznel deneyim kurmak ve iyi çocukları bu yeni ve bilimsel olarak tanımlanmış deneyimin içerimlediği normlara göre koşullandırmaktır. Foucault 19.yy Avrupasına özgü bu disiplinci ütopyanın eksiksiz biçimini Panoptikon kavramında bulduğunu söyler. İngiliz filozof Jeremy Bentham'ın ideal hapishane olarak tasarladığı Panoptikon, halka biçimli bir binadır, ortasında bir avlu ve avlunun ortasında bir kule vardır. Halka hem içeriye hem dışarıya bakan hücrelere bölünmüştür. Bu küçük hücrelerin her birinde, kurumun hedefine uygun olarak yazı yazmayı öğrenen çocuk, çalışan bir işçi, ıslah edilen bir mahkum, deliliği yaşayan bir deli vardır. Merkezi kulede bir gözetmen vardır. ..gözetmenin bakışı tüm hücreyi kat edebilir,..sonuç olarak bireyin yaptığı her şey gözetmenin bakışına açıktır, ..(gözetmen) kimsenin kendisini göremeyeceği şekilde panjurlar, yarı açık bölme pencereleri arasından gözlemde bulunur. Panoptikon aslında bir toplum ve iktidar türünün ütopyasıdır. Panoptikon'da gözleyenin kendisi gözlenenler tarafından görülmediği için gözlenenler tam olarak ne zaman gözlendiklerini bilemezler. Bu yüzden her zaman sanki gözleniyormuş gibi hareket etmek ve davranışlarını sınırlandırmak zorundadırlar...Kapitalizmin ihtiyaç duyduğu disiplin, hapishanede ve benzeri kapatma kurumlarında geliştirilen bu teknik ve prosedürlerin tüm toplumsal kurumlara yayılmasıyla mümkün olmuştur...Büyük kapatılmanın gerçekleştiği asıl mekan insan ruhudur...'

Derrida ile tartışmaya girdiği Descartes okumalarının, Descartes'ın metninin de kitapta yer almamasına bağlı olarak oldukça havada kaldığını itiraf etmeliyim.Gövdem, bu kağıt, bu ateş isimli bu makale üzerinden özne inşasının temelleri atılıyor bir anlamda.
 'Delilik, kuşku duyan özne tarafından kuşku duyan özne olarak nitelenebilmek için dışlanmıştır.'
Konuyu somutlaştırmak için ilkel (ve o kadar uzağa gitmeye gerek yok köyleri ve köy hayatını şehre taşıyan küçük mahallelerdeki köyün ya da mahallenin delisi rolündeki insanlara gösterilen hoşgörüyü ve sahiplenmeyi düşünün) toplumlarda delilerin dışlanmanın tersine şamanist statülerle tanımlanarak pozitif anlamlara bile büründürebildiğini ekliyor Foucault. Bu eserde aynı zamanda Foucault'nun entellektüelizme takılıp kalmadığını özellikle toplumdan yalıtılıp bağları kopartılan güç koşullardaki Fransız tutukluların yaşamlarının iyileştirilmesi için kampanyalara aktif şekilde destek verdiğine tanık oluyoruz. Polis gibi iç güvenlik kurumlarının temelini burjuvazinin taşınmaz mallarını yağmacılara karşı korumak için tuttuğu adamlara kadar götürüyor Foucault. Ve sistemin hapishanelerden çıkan plebler ile işçi sınıfı arasına ayrımcılık tohumları ekerek hükümlüleri kendi sistemini koruyan adamlar haline dönüştürdüğünü ekliyor. Diğer yandan karşısına grev kırıcı , polis muhbiri, fedai olarak çıkarılan eski hükümlülere istinaden, işçi sınıfı bak uysalca çalışmazsan, aylak gezersen, kanunlara uymazsan sende hapishaneye düşersin ve sonun böyle olur tehditiyle sistem içine çekiliyor, burjuva ahlakı benimsetiliyor.
Oedipus tragedyası'na getirdiği çözümleme ile farklı bir noktayı öne çıkaran Foucault, sözkonusu metnin enseste dayalı libidal kompleksden ziyade iktidar hukuku konusundaki değişimi sergilediğini düşünüyor. İlkel toplumlarda kişisel anlaşmazlıkların sınama (bir yemin karşısında tereddüt gibi basit bir alamet bile olabilir) yoluyla çözülme tekniğinden sorgulama tanık gibi öğelerin başat önem kazandığı modern hukuka evrildiğini bu metinde izlerini görebiliriz der. Roma Hukuku ile ilk olarak sistematikleşen günümüz hukukunda kişiler arasındaki anlaşmazlıklar artık yukarıdan dayatılan bir adalete teslim edilir. Kendi dışlarında bir iktidarın çözümüne boyun eğecektir taraflar. Diğer yandan kurbanın yerine geçen savcı yoluyla siyasi iktidar bu sefer de masum kurban rolünü oynayacaktır. Kişilerin haksızlığa uğradığı düşüncesiyle ortaya çıkan anlaşmazlıklar soyut yasalara dayandırılıp yasa ihlali uğranılan haksızlığın önüne geçecektir. Dolayısıyla cezalandırma artık kurbana ya da yakınlarına yapılan suçu telafi etmenin ötesinde, devlete ve yasaya karşı işlenen saldırının  telafisini ister konumuna gelecektir. Panoptikon dönemiyle birlikte soruşturmayı da geride bırakıyoruz. Artık toplumun gözetlenmesi, incelenmesi, potansiyel yasa ihlallerin engellenmesi işlerlik kazanan kavramlar haline gelmiş durumdadır.
'Emeğin insanın somut özü olduğu, bu emeği kara dönüştürenin, aşırı-kara ya da artı-değere dönüştürenin kapitalist sistem olduğunu varsayan geleneksel Marksist analizin doğrudan kabul edilebileceğini sanmıyorum. Aslında, kapitalist sistem varlığımıza çok fazla nüfuz etmektedir. 19.yyda inşa edildiği şekliyle bu rejim, insanın çalışma gibi bir şeye bağlandığı siyasi teknikler, iktidar teknikleri bütününü hazırlamak zorunda kalmıştır; insanların bedeninin ve zamanının çalışma zamanı ve işgücü haline geldiği ve aşırı-karın olabilmesi için alt-iktidarın olması gerekir. İnsanın varoluş düzeyinde bile, mikroskobik, kılcal siyasi bir iktidar örgsünün,insanları üretim aygıtına bağlayarak, onları üretimin failleri, emekçiler yaparak oluşmuş olması gerekir.İnsanın çalışmayla bağı sentetik, siyasidir; bu, iktidarın yaptığı bir bağdır. Alt-iktidar olmadan aşırı-kar olmaz. Alt-iktidar diyorum; çünkü biraz önce tanımladığım iktidar söz konusudur, yoksa geleneksel olarak siyasi iktidar diye adlandırılan değil; ne bir devlet aygıtı, ne de iktidardaki sınıf sözkonusudur, bu, küçük iktidarlar, daha alt bir düzeye yerleşmiş küçük kurumlar bütünüdür.'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder