11 Ocak 2017 Çarşamba

Didem Madak - Pulbiber Mahallesi

Şair'in son kitabının yeni baskıları aynı zamanda dergilerde yer alan şiirlerin yanısıra Ardından başlığı altında özel bir bölümle birlikte yazdığı son şiir 128 Dikişli Şiir'i de içeriyor.
Arayış içinde sorguladığı, hayatını çözümlediği bir dönemden sonra şair, İstanbul'un olsa gerek kenar mahallelerinden birine yerleşiyor. Yurtlanıyor artık. Önceki eserlerinden bildiğimiz üslubu daha derinleşiyor, keskinleşiyor. Sözcükler artık ele avuca sığmıyor, kanatlanmaya yer arıyor her fırsatta. Uçmak için değil belki, zemin yönünde tahmin edilebilir sona doğru...Bu yüzden sükuneti daha fazla seven benim için de ardarda sıralanan mısraların ve deyişlerin takibi zorlaştığından Pulbiber mahallesi, içeriğiyle olmasa bile üç eseri arasında en az hoşlandığım oluyor.

6,5

PULBİBER MAHALLESİNİ TANIYALIM


Mahallemizde devamlı darbuka çalıyorlar
Erkes nedense asan'dan amile
Düm-tek çocuklar doğuracak kadınlar bahara
Burada aşklar fena şehla, şahane aşkları
İncesinden sosyeteye bırakıyorlar.
Acı yok bizim mahallede sanki hiç olmamış
Yalnız şarkılara fazla pulbiber atıyorlar.
"Kimbilir" çocuklar doğacak bahara
Babası "canı cehenneme" çocuklar
Pulbiber taneleri yapışmış dudaklarına
Saate bakıyorum düm-tek-düm-tek ilerliyor
Pulbiber kavanozunda bir akrep buluyorum kimsesiz
Küfrediyor yelkovana: Bensiz ne cehenneme gitti bu hayta!
Karaköy vapuru bize uğramadan gitmiyor asla
Bir elma tıkıp ağzına yolluyoruz, çok bağırmasın maksat
Sebepsiz kederlerdeyiz Leman'la
Bağırıyoruz esasında sustuğumuzda
Düdüğüz biz, düdük, valla billa!


İki yaşlı ve iki başlı iki gövel ördek gibi
Gölümüzde yüzüyoruz kanımızdan canımızdan
Mahalleli pulbiber ekiyor suyumuza
Nilüferler gibi açılıyor pulbiber taneleri
Güzel ve ağırdılar diyecekler
Oysa paytak ve kırmızı kanatlıyız
Bizim familya uçar, uçarıdır, uçacağız..


Yanlış da olsa fiiller için çekici bir kadınım


Pulbiber Mahallesinin düm-tek tarihinde
Acıdan sızlarken burnumuzun direği
Morarmış çarşaflarımızı bayrak diye asardık
Dokunsalar dağılırdı iyi pişmiş kurabiyeler gibi kalbimiz
Kıtırdı ve çıtırdı
Nedense iki kuşun ismine benzerdi kalbimiz
Biz böyleydik işte, lezzetimiz de böyle.. böyle.. böyle


Bu mahalleye ben Cenevizlilerden kalmışım.
Bir elli altı santimlik bir kule olarak
Ferman tarihinse
Göğe doğru uzanan bu beden de bizimdir icabında..


***
İstanbul'un kargaları İstanbul kadar kocaman
Bağırmak denen bir adam saltanatını kurmuş burada

***
Çünkü sahibini örmediği sesleri şiir sanır insan.

***

Turistlere inançsız dönen dervişler

***

Bazı geceler uyanıp sigara içiyorum karanlıkta
Odamdaki aynada yanıp sönen küçük kırmızı bir yıldızım
Musevi bir kadının ruhu dolaşıyor evde, ya da Müslüman
Ya da ateist bilmiyorum
Gelip yamuk tabloları düzeltiyor, biraz çorba içiyor mutfakta
Sanırım yağmuru yapısalcı bir yaklaşımla karşılıyor
Saçma bir kadın, anlaşılmaz
Ama iyidir saçmalamak dostlarını satmaktan
iyidir adanmak, yalandan
Bir çocuk romanı olarak anlaşılmışım artık.


VİRAJ
                                         Kara Panter'e, Leyla Teyze'ye

Öldüğünü kimseye söylemedim
Kırık dişli bir gülümsemeyle yalnızca yıllardır
Başka bir kadının hayatını taradım
Çocukluğumda yüzüme yarasa çarptı
Uzayan saçlarım karanlık façamı saklar mı?

İyilik dolu akşamlarım olsun istemiştim.
Başım bir kristal avizeye çarpmış gibi şıngırdasın
Şimdi bazı akşamlar kırmızı çiçekli başımı
İşten yeni dönmüş yorgun yastığımla karıştırıyorum.
Bira içiyorum aslanlı ve ejderhalı olanlardan
Senin resmin var mı orda, teneke kutularda bakmıyorum
Yalnız kalıplardan vurarak çıkardığım buz parçalarını
Bazı akşamlar kalbimle karıştırıyorum.

Öldüğünü kimseye söylemedim
Oysa inanmıştık aşkın bedelsiz kamulaştırdığı hayatımıza
Evimizin ortasından geçen baharat yoluna,
Tarçın koklar, salep olurduk
Küpelerimi sallasak dönmedolaba binmiş gibi olurdu insanın başı
Senin ruhun hep seslenirdi içerden
Siyah buluttan şapkana şimşekten broşunu takmayı unutma.
"İyi bir şeyler olsun artık hayatımızda" dedi geçenlerde Burcu
Kahvaltılarımıza esmer ay çörekleri doğmayacak mı artık?
Kaç zamandır yapay uydulardan umutsuz şarkılar yayıyorum
Öldüğünden beri yüzüme bir kere bile
Sarı yaldızlı çerçevesi Leyla aynasıyla bakmadım.

Öldüğünü kimseye söylemedim
Kırmızı oduncu gömleğinle, İnci Pastanesi'nin önünde
Kalbinin kapakları küçük yelpazeler gibi titredi, sonra kapandı
İçinde yakası açılmadık küfürler, ayıpçı Roman havaları kaldı.
O an mahallemizde kız çocuklarının neşeli evcilik tenceresine
Büyük bir futbol topu çarptı.
Kuru üzüm taneleri saçıldı havaya
Bu sebeple iyi olduğunu düşündük orda, şerbetli ve tatlı
Ama düğünlerde sen gibi güzel oynamaz kimse artık.
Orda kimsesiz bir mantar ile sohbet ettiğini
Bir gün zehrini bize tercüme edeceğini
Esmer bir kesinlikle biliyorduk
Orda tertipsiz bir melek gibi yoklamada
Buruşuk kanatlarını poker masasında unuttuğunu söylediğini safça
Ve tanrının sana gülümsediğini
Tekinsiz bir kesinlikle hissediyorduk.
Bir tek senin şiirin bu yüzden son dizesiz kaldı.

AĞRI

                                        -ağrımı anlattığım insanlara,
                                             alihsan'a, işıl'a, ayhan'a-

sonbaharların kralı gelirmiş meğer istanbul'a
ciğerlerimin filmini çektiler
ciğerlerim artiz oldular icabında
akut alevlenmiş kronik bir sonbahar gibi bakıyordu
sigara figüran falan.
ben kırmızı bir yaprağı oynuyordum esas kız olarak
uçuşuyordum, uçuşmakmış meğer benim anlamım
ben bunu geç anladım.
senin için şiir yazacaktım istanbul
ismini ağrı koyacaktım.
oysa bir şiir niyeydi sanki
yer içer sevişir miydi sanki bir şiir
hamsi ısmarlar mıydı mesela bir şiir insana?
fotoğraf çektirebilir miydi mesela hipodromda atlarla?
rakı içebilir miydi samatya'da
bir şiir uyur muydu kuş gibi
başını alıp da kanatlarının altına?
oysa bir şiir neydi sanki
ben seni ciğerimin köşesindeki arıza kadar sevdim
bir şiir seni bu kadar sever miydi sanıyorsun istanbul?

bağırdım sokaklarına kartondan postlar sermiş ayyaşlara
bana kerametinizi gösterin
kermatenizi gösterin bana!
bir dikişte içtim bir şişe geceni
yıldız komasına girmek istiyordum,
istiyordum dolunay çarpsındı beni
kurt adamlarım serbest kalsındı icabında
kimim fazladan puştluğu varsa bir sigara sarsındı bana
kin kusulsundu, öç alınsın
icabında modern kadındım, ne zaman şişmanlasa ruhum
hemen yarın yeni bir intihara başladım.
ben fazla yemesem diyorum baylar yani
bu kadar hınç bana fazla.
icabında bir allah bir allah daha
çok tanrılı bir din ederdi
bırak müridin olayım istanbul

sen beni hep bir şiir sanıyordun istanbul
oysa çakmaktaşları gibi kıvılcımlıydı gözyaşlarım
ağlamaktan kızaran bir örnek burnum ve gözaltlarımla
bu şiiri ben yaralı bir panda vaziyetinde yazdım
canım yandı
bu şiiri ben bir yangın vaziyetinde yazdım
şimdi bırak sana kedilerime süt getiren eski günlerimi anlatayım
kapıma gül bırakan adamları
ben de icabında bir hafıza mağduruyum
cumartesi günleri gayri annemlerle birlikte
sokaklarında eylemler yapayım.
benim ne sakal yanığı günlerim oldu
guruba bak ve beni an
öpüşmekten yorgun ve kızıl
bir şiir sana bunları söyler miydi sanıyorsun?
yağmurlarında yıkanan kırmızı banklarına baktım
bütün allar bir gün solarmış
ben bunu geç anladım
yağmur meğer tanrının zulmüymüş istanbul.
ağrı neydi, neremdeydi, neresiydi ağrı
kim bana kalbimin menzilini soracaksa sorsun artık
ağrıdurmadanağrıdurmadanağrıdurmadan
ağrı benim durmadan doruğuna tırmandığım
meğer yüksek bir dağmış.

üstümü ara
cebimdeki şiiri usulca kaydırayım senden tarafa
ellerimi de kaldırdım bak
hazırım tutkumu tutukla.
şiirsizim
bu şiir senin ismini ağrı koyar mıydı sanıyorsun istanbul
ben bu şiiri kusarak yazdım.

ekim 2002, yakında kasımpatları da çıkacaktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder