29 Ocak 2015 Perşembe

Andrew Kaufman - Sugeçirmez İncil

Yazarın boş sayfalara döktüğü o yaratıcı kurguyu , kaleminin kıvraklığını okuyunca insan kendini daha iyi olabilirdi demekten alıkoyamıyor. Bir kere beklediğimden daha fantastik olması beni ayrı bir şaşırttı. Post-modern gerçeküstücülüğe niyetlenmişken içinde mitolojisi ve tarihiyle suyun içinde yaşayan insanlarından karakterleri de anlatacak kadar fantastik kurguya bulaşması, bulaşmakla kalmayıp kaleminin kuvvetini bu sahada gösteriyor olması nedenselliği ve mantığı sallantılı (olabildiğince) gerçekçi tarafına nicelik olmasa bile kalitatif anlamda baskın geliyor. Romanda konu alınan fazla sayıdaki karakterin artık sıkmaya başlamış olan, başınıza gelen şeyler ve dertler ve felaketler basit bir tesadüf değil daha büyük bir planın bileşeni, hadi utanmadan söyleyelim, büyük bir iyiliği yaratan parçasal sebepleri olabilir, düsturunu izleyerek farkında olmadan apayrı kulvarlardan kesişip birbirlerinin hayatlarını ve çevrelerini değiştirmesi anlatılıyor. Elbette bu yaşamlar acı çekiyor, yalnızlar, arayış kimi zamanda kaçış içindeler. Sonuca yaklaştıkça bölümler bir kaç sayfaya indirilerek okuma temposu arttırılmaya çalışmış. Bu fazla sayıda ve egzantirik huylara sahip olan karakterler ne kendileriyle özdeşleşme yaratabiliyor. Ne de tam anlamıyla yaratamıyor. Ehl-i dünya, bu farklı davranış ve huyları ya da ne bileyim yeşil tenli solungaçlı insanları yeterince garipsemiyor. Açıkçası hipster indie bir anlayışın edebi uyarlaması, yine ister istemez aklıma Amelie filmi geliyor, gibi bir şeyler hissetmedim değil. Bir anlamı var mı emin değilim ama yazar aynı zamanda Kanadalı. Bundan gerisi spoooiler.

Rebecca var. Duygularını etrafındaki insanlara UFO soğuksavar gibi yansıtan bir tip. Ablası Lisa ölmüş. Cenazesine ablasının eşi ve aynı zamanda müzisyen Lewis ile giderken arabalarına yeşil tenli bir kızın sürdüğü araba çarpar. Lewis cenazeye gitmeyip uçakla sefer sefer Kanada'yı gezer. Yüreğinin dur dediği bir yerde bir otele yerleşip iyice depresyonun kucağında kıvranmaya başlar. Kendisini Tanrı olarak tanıtan ama günlük işinde gücünde bir kadınla tanışır. Kadına göre dünyada hiç bir sebep yoktur, mana anlam yoktur. Diğer yandan da Lisa'nın halüsinasyonları rahatsızlık vermeye başlamıştır. Kör ve sağır olur en sonunda. Rebecca ise geçmişi ile bağlantısını kaybetmeye başlar. O güne kadar büyüttüğü yaşattığı duygularını kaybeder. Artık hissiyatsız ve kararsız biri haline gelmiştirve ardından silinerek yok olmaya başlar, bildiğin saydamlaşır kadın yafu. Kocası Stewart ise onu terketmiş, kimsenin uğramadığı bir otelde resepsiyonist olarak işe girmiştir. Hiç neden yokken bir ilhamla ovanın ortasında tekne inşa etmeye başlar. Karısı ile telefonda görüşerek ona destek atarken geri dönme umudunu hep içinde barındırır. İşvereni ise garip davranışlı erkeksi bir kadındır: Margaret. Denizlerin dibinde solungaçları, parmakları arasındaki perdeleri ve yeşilimsi renkleri dışında toprakta yaşayan insanlardan çok da farklı olmayan insanlardan biridir. Kendilerini Tanrı nezdinde daha üstün gören bu ırkın ruhban sınıfındayken görüşlerini terkedip kızını kocasını bırakır ve bir nevi lanetlenip yeryüzüne çıkar. Boş bulduğu bir oteli de tamir edip işletmeye başlar. Romanın başlarındaki ufak kazaya sebebiyet veren kızımız ise Margaret'ın kızı Aby'dir. Annesini o topraklarda ölüp lanetlenmekten kurtarmak gibi bir misyonu sahiplenmiştir. Gelenekleri, efsaneleri, dilleri ve kültürleri ile oldukça detaylı bir anlatımla kitapta yerini bulur bu deniz halkı. O kasabada ise kuraklık hüküm sürmektedir. Ve birbiriyle dargın baba oğul yağmur yağdırıcılar otelin terasında çalışmaya başlar. Yağmur yağdırma seansı Nuh tufanı benzeri bir sele sebebiyet verecek derecede başarılı olur. Annesini zorla alıkoyan Aby, sonunda pes eder ve ömrünün son demine gelmiş olan annesini otele geri götürür. Tekne yağmur yağdırıcıları ile birlikte Steward'ı kurtarır. Onlar da diğer insanları ve tesadüfen orada buldukları Lewis'i. Bir sinema salonunda insanların duygularını paylaştıkça gözleri tekrar açılan Lewis Rebecca ile de görüşerek onu yok olmaktan kurtarır. Margaret ise kızına bırak kuru bir yerde öleyim, biliyorum bunun bir nedeni var, kaderim bu der. Kızı dayanamaz otelin tepesine çıkarır. Ölürken mavi bir ışık saçar. Derler ki bu deniz insanları aziz-azize olduğunda mavi bir ışıkla bulutlara çıkarmış ruhları. Bu ışık sayesinde tekne sürüklenmekten kurtulur ve şehrin yolunu bularak insanları kurtarır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder