31 Ocak 2015 Cumartesi

Kadebostany - Pop Collection (2013)

Caddebostanı'nın ismi aslında cadı bostanı'nın zaman içinde halkın dilinde değişime uğramasıyla oluşmuş. Cadı bostanı isminin nereden geldiğine dair ise farklı rivayetler var. Kervanlar'ın medeniyete ulaştığı son noktadan - İstanbul ve medeniyet?-  hemen öncesinde baskın yapan haydutların sığınağı olmasından tutun cidden cadı gibi bir kadının yaşamış olmasına dek farklılıklar gösteriyor. Bir müddet The National Fanfare of Kadebostany ismiyle faal olsa da kısa sürede fanfarlı grubun ismi kurucusu Kadebostan'ın iyeliğine indirgeniyor, bu haliyle bilinir oluyorlar. Halbuki öne çıkıp cilayı parıl parıl gösteren mikrofonu da elinde tutan hoş bir telaffuza sahip bacımız ablamız Amina. Güzel yurdumuzda Castle in the Snow parçasıyla hakettikleri ilgiyi bulan grubun müziği olağanı-bilindiği alıp ters yüz ederek 360 derece bir dönüş ile tekrar sunmasına dayanıyor. Meksika havalı Balkan brass (trombon olur, saksafon olur, klarnet olur) band ekolüne ya da hip hop ve dans müziğine ait tanıdık melodiler sökülüyor, yapılıyor ve yine popüler müzik aracılığıyla beğenimize sunuluyor. Pop yani. Dinledikçe eskime gibi bir sorunsalı emsalleriyle paylaşmakla beraber böyle bir popu alır popuduk popuduk sineme sararım. Can yani. Düzenlemeler muhteşem olmasa bile farklı etkileri taşıması sorunuyla, albümde akustik gitarı da kemanı da misal duymak mümkün, başarıyla baş edilmiş.

7,75/10

29 Ocak 2015 Perşembe

Andrew Kaufman - Sugeçirmez İncil

Yazarın boş sayfalara döktüğü o yaratıcı kurguyu , kaleminin kıvraklığını okuyunca insan kendini daha iyi olabilirdi demekten alıkoyamıyor. Bir kere beklediğimden daha fantastik olması beni ayrı bir şaşırttı. Post-modern gerçeküstücülüğe niyetlenmişken içinde mitolojisi ve tarihiyle suyun içinde yaşayan insanlarından karakterleri de anlatacak kadar fantastik kurguya bulaşması, bulaşmakla kalmayıp kaleminin kuvvetini bu sahada gösteriyor olması nedenselliği ve mantığı sallantılı (olabildiğince) gerçekçi tarafına nicelik olmasa bile kalitatif anlamda baskın geliyor. Romanda konu alınan fazla sayıdaki karakterin artık sıkmaya başlamış olan, başınıza gelen şeyler ve dertler ve felaketler basit bir tesadüf değil daha büyük bir planın bileşeni, hadi utanmadan söyleyelim, büyük bir iyiliği yaratan parçasal sebepleri olabilir, düsturunu izleyerek farkında olmadan apayrı kulvarlardan kesişip birbirlerinin hayatlarını ve çevrelerini değiştirmesi anlatılıyor. Elbette bu yaşamlar acı çekiyor, yalnızlar, arayış kimi zamanda kaçış içindeler. Sonuca yaklaştıkça bölümler bir kaç sayfaya indirilerek okuma temposu arttırılmaya çalışmış. Bu fazla sayıda ve egzantirik huylara sahip olan karakterler ne kendileriyle özdeşleşme yaratabiliyor. Ne de tam anlamıyla yaratamıyor. Ehl-i dünya, bu farklı davranış ve huyları ya da ne bileyim yeşil tenli solungaçlı insanları yeterince garipsemiyor. Açıkçası hipster indie bir anlayışın edebi uyarlaması, yine ister istemez aklıma Amelie filmi geliyor, gibi bir şeyler hissetmedim değil. Bir anlamı var mı emin değilim ama yazar aynı zamanda Kanadalı. Bundan gerisi spoooiler.

Rebecca var. Duygularını etrafındaki insanlara UFO soğuksavar gibi yansıtan bir tip. Ablası Lisa ölmüş. Cenazesine ablasının eşi ve aynı zamanda müzisyen Lewis ile giderken arabalarına yeşil tenli bir kızın sürdüğü araba çarpar. Lewis cenazeye gitmeyip uçakla sefer sefer Kanada'yı gezer. Yüreğinin dur dediği bir yerde bir otele yerleşip iyice depresyonun kucağında kıvranmaya başlar. Kendisini Tanrı olarak tanıtan ama günlük işinde gücünde bir kadınla tanışır. Kadına göre dünyada hiç bir sebep yoktur, mana anlam yoktur. Diğer yandan da Lisa'nın halüsinasyonları rahatsızlık vermeye başlamıştır. Kör ve sağır olur en sonunda. Rebecca ise geçmişi ile bağlantısını kaybetmeye başlar. O güne kadar büyüttüğü yaşattığı duygularını kaybeder. Artık hissiyatsız ve kararsız biri haline gelmiştirve ardından silinerek yok olmaya başlar, bildiğin saydamlaşır kadın yafu. Kocası Stewart ise onu terketmiş, kimsenin uğramadığı bir otelde resepsiyonist olarak işe girmiştir. Hiç neden yokken bir ilhamla ovanın ortasında tekne inşa etmeye başlar. Karısı ile telefonda görüşerek ona destek atarken geri dönme umudunu hep içinde barındırır. İşvereni ise garip davranışlı erkeksi bir kadındır: Margaret. Denizlerin dibinde solungaçları, parmakları arasındaki perdeleri ve yeşilimsi renkleri dışında toprakta yaşayan insanlardan çok da farklı olmayan insanlardan biridir. Kendilerini Tanrı nezdinde daha üstün gören bu ırkın ruhban sınıfındayken görüşlerini terkedip kızını kocasını bırakır ve bir nevi lanetlenip yeryüzüne çıkar. Boş bulduğu bir oteli de tamir edip işletmeye başlar. Romanın başlarındaki ufak kazaya sebebiyet veren kızımız ise Margaret'ın kızı Aby'dir. Annesini o topraklarda ölüp lanetlenmekten kurtarmak gibi bir misyonu sahiplenmiştir. Gelenekleri, efsaneleri, dilleri ve kültürleri ile oldukça detaylı bir anlatımla kitapta yerini bulur bu deniz halkı. O kasabada ise kuraklık hüküm sürmektedir. Ve birbiriyle dargın baba oğul yağmur yağdırıcılar otelin terasında çalışmaya başlar. Yağmur yağdırma seansı Nuh tufanı benzeri bir sele sebebiyet verecek derecede başarılı olur. Annesini zorla alıkoyan Aby, sonunda pes eder ve ömrünün son demine gelmiş olan annesini otele geri götürür. Tekne yağmur yağdırıcıları ile birlikte Steward'ı kurtarır. Onlar da diğer insanları ve tesadüfen orada buldukları Lewis'i. Bir sinema salonunda insanların duygularını paylaştıkça gözleri tekrar açılan Lewis Rebecca ile de görüşerek onu yok olmaktan kurtarır. Margaret ise kızına bırak kuru bir yerde öleyim, biliyorum bunun bir nedeni var, kaderim bu der. Kızı dayanamaz otelin tepesine çıkarır. Ölürken mavi bir ışık saçar. Derler ki bu deniz insanları aziz-azize olduğunda mavi bir ışıkla bulutlara çıkarmış ruhları. Bu ışık sayesinde tekne sürüklenmekten kurtulur ve şehrin yolunu bularak insanları kurtarır.

25 Ocak 2015 Pazar

Winterfylleth - The Divination of Antiquity (2014)

Atmosferik black metal grupları albüm kapaklarına orman, dağ resimleri koyuyorlar ya bitiyorum. Hüzünlü sonbahar havalarının pompalandığı bu albümlerde doğanın sesini yinelediklerini zannetmelerine de. Siz hiç bir ormanda kayboldunuz mu ya da tabi boyunuzun yettiğince kısa olması ya da çocuk olmanız şartıyla bir mısır tarlasında yönünüzü kaybettiniz mi? Hüzünlü bir huzur felan hissetmeyeceğinizden emin olabilirsiniz. Kontrol altına alınamadığında panik seviyesine yükselecek korkudur hissedeceğiniz tek şey. Doğa korkutucudur. İnsanoğlunun, modern insanoğlunun ötekisidir. Blok blok sitelerle ya da açılan yeni tarlalarla ormanı yani doğayı eksiltmemizin en önemli sebebi rant ve para olsa da işin neredeyse düşmanlık seviyesine varan bir de psikolojik tarafı vardır ki binyıllarca önceye, yerleşik yaşama geçiş dönemine geri götürebileceğimiz bir tarihsellikten de beslenmektedir. Dolayısıyla ne zaman bu tarz bir black metal dinlesem arzulatılmak istenen atmosfer ile hiç de bütünleşemem.  Yine de Winterfylleth'in son albümü beni şaşırttı. Önceki albümdeki eh işteleri cilalayıp parlatmışlar, ileriye doğru bir adım daha atmışlar. Türün içinde yapılabilecek en iyi noktaya varmış görünüyorlar. Albüm müthiş harmoniler içeriyor. Kaydın uzunluğu ise hala dikkat dağıtıcı bir faktör. Bundan sonra ne yapabilirler ki düşüncesindeyim artık.

8,0/10

24 Ocak 2015 Cumartesi

RETRO: Iced Earth - Burnt Offerings (1995)

Iced Earth beni kararsızlık çemberine sokan gruplardan biri. Piyango çekilişlerinin yapıldığı yuvarlak zabazingolar gibi grubun albümleri hakkında bir karar vermeye çalıştığımda elime sadece baş dönmesi geçiyor bir de mide bulantısı, dönüp durup başladığım yere geri dönüyorum. Bu kürelerden çıkan sonuçlar bir kaç kişiyi zengin, mutlu mu?, yapıyor ama ben o talihlilerden olmadığım ve olmayacağım için o tek pozitif, mi?, fırsat da benden epey uzak. Bu sefer mikrofonun başına geçen ismin Matt Barlow olmasıyla vokal kalitesinde beliren iyilik güzelliğin inkar edilemediği bu albüm de genel itibariyle progresif ve thrash metal etkisindeki amerikan stayl power metal yani karanlık heavy metal mecralarındaki gezintiyi devam ettiriyor. Şarkılarda özellikle bazı dehşet anlarda akıl alan performanslar, vokal ve müziğin o güne kadar hiç olmamışcasına uyumu sayesinde öne çıkıyor. Metallica ve biraz da Nevermore'u akla getiren bu çalışma da yine rastladığım teyatrallığın soğukluğunu taşıyan gruuvi düşmanı (parçanın bütününü düşündüğünüzde) aksak ya da progresif mi desek tavır beni rahatsız ediyor. Tam da bu yüzden çok da takdir ettiğim bu grubun yapıtları benim için tam da olmuyor.

7.75+/10

22 Ocak 2015 Perşembe

Yann Tiersen - ∞ (2014)

Fransa'nın kuzeybatı ucunda kalmış farklı bir kültüre ev sahipliği yapan Bretagne'den kuzeye İzlanda'ya doğru gelgitli bir yolculuğa davet ediyor bu albüm bizi. Bana göre biraz abartılı bir sounda sahip olan pek ünlü Amelie albümünden sonra yerelliğe ve yalınlığa yönelinen bir albüm elbette farklı bir yerde duruyor. Akustiğin öne çıkarılmasına rağmen bilgisayarda yapılan elektronik müdahaleler ise bence albümün Aşil topuğunu oluşturuyor. Bretonca seslendirilen An Maen Bihan bu anlamda müthiş bir dinleti sunarken albüm soundunun tersine bu tarz bir manipülasyon her zaman bırakın aynı etkiyi bırakmayı, ister istemez olanı da bozuyor. Hayalperest ambiyans ise salınımlı melodiler sayesinde bizzatihi besteci tarafından sekteye uğratılıyor. Yalnız farklı dillerin, Bretoncanın yanısıra İzlandaca ve Faroe dili, şarkılarda ses bulması ve yukarıda bahsini geçirdiğim Aşil topuğu etkisi albümde olumlu yönde iz bırakıyor. Grønjørði ve Steinn gibi. -yor'suz biten kısa ve öz bir cümleden sonra titreyip kendime dönüyorum ve ekliyorum: Albüm kapanırken İskoç İngilizcesi gibi kulağa enteresan tınlayan bir dialektin şairane okuması ile sonlanıyor.

7,25+/10

20 Ocak 2015 Salı

Yat-Kha - Yenisei-Punk (1995)

Tuva müziğini Huun-Huur-Tu aracılığıyla dinleme imkanı bulmuştuk. İsmiyle ve albüm kapağıyla farklı bir duruşu sergileyen Yat-Kha ile kıyaslandığında önceki dinlediğim grup çeşitliliği yansıtan daha köklerden beslenen bestelerle öne çıkıyor. Burada ise yeraltının karanlık tanrısını dinliyoruz. Yerel müzik elbette grubun temeli. Hatta  4 ya da 5. parçaların epik aydınlığı hoşuma giden bir demet örnek kabilinden, bu temelin bariz altını çiziyor. Albümün açılışının hiç de marş gibi durmayan bir sovyet güzellemesi ile yapılması ise grubun ilginçliklerinin ilk göstergesi. Ama vokalin karaşın sesi her halükarda "keyif" kaçıran cinsten. Öne çıkarıldığında akıl hoplatıcı tonlardaki gitar ki markasını merak etmedim değil, da eklenince ancak ortaya atabildiğim pankımsı kirli bluesy bir füzyon gibi anlamsız bir tarif ile ilginçlik daha doğrusu kulağa yabansıllık mı desek zirve yapıyor. Yani anlayacağınız 11 dakikalık son şarkıda da gözümüze kulağımıza sokulduğu üzere geleneğin bile kıyılarında konumlanan vokalin kayıt içindeki ağırlığı hissediliyor. Son parçada ise dağlardan mağaralardan ormanlardan kurtlar, kuşlar, hortlaklar çıkıp ovaları basıyor ve itiraf ediyorum ki iki defa dinleyebildim bu parçayı. Ve iddia ediyorum ki en brütal avantguarde death metal vokali kaçırtacak cinsten bu vokal performansı. Ve...bu...iyi...bir...şey...değil.

7,50/10

18 Ocak 2015 Pazar

RETRO: Beseech - Black Emotions (2000)

Güzel, çok güzel. Grup neyin kendilerine yakıştığını görerek aksiyon almış. O vokale de işin doğrusu başka ne giderdi bilemiyorum. O da Lake of Tears tarzı ritmik gotik metal. Fısıltıyla kim ne derse desin benim için bizzatihi gotik rock'ın kendisi. Şarkı ismi saymaya da gerek yok. Hepsi iyi. Elbette türün gereksinimi kadar bir karmaşa var. Yani yok gibi. Basit ve şablon besteler, benzer uyarlamalar neticesinde albümün derinliğini ölçmek için mezuraya ihtiyacımız olmuyor. Böylesi bir müzikle karşı karşıyasam ölçme derdine de girme ihtiyacını da hissetmiyorum aslında. Gerenk yok.

8,25/10

15 Ocak 2015 Perşembe

Metin Alparslan - Eski Anadolu'da Ticaret (M.Ö. II.Binyol)

Popüler Diziden çıkan diğer kitapçıklardan kısmen sönük olmasının sebebi daha önce de Anadolu'da yaşanan Asur ticaret kolonileri çağı üzerine pek çok yazıyı okuma fırsatı bulmamdır. Hitit medeniyeti öncesindeki beylikler döneminde yaygın olan bu ticaret esnasında her ne kadar para henüz tedavülde olmasa bile direkt değiş tokuşun yerine sıklıkla gümüş gibi diğer değerli madenlerin ortak mübadele aracı olarak kullanıldığı , diğer bir deyişle işlevsel ama standardize olmayan ağırlık birimleriyle ticaretin kitapta bahsi geçtiği ölçüde sofistike yani anlaşmalar, vergiler vs., dahilinde detaylı bir sistemle işlediğini öğrenmem ise yeni bir şey. Asur ile Kaniş arasında bir kervan ise bu yolu 45 gün sürede alıyor. İçerdiği resimleri, rekonstrüksiyonları, haritaları, fotoğrafları düşününce 50 sayfayı bile bulmayan bu kitap, hayır hayır tüm seri hayli tatmin ediyor.

14 Ocak 2015 Çarşamba

Cem Karaca- Nem Kaldı? (1975) Comp

60'ların sonlarından yayınlandığı yıla kadar Dervişan, Apaşlar ve Moğollar gibi gruplarla birlikte kaydettiği şarkıların bir araya getirilmesiyle oluşturulan bu derleme, farklı dönemleri kapsaması sebebiyle sadece prodüksiyon anlamında değil ama tarz olarak da tutarlılığı tam anlamıyla sağlayamıyor. Çimento harcı ise büyük oranda devasa sesin omuzlarında. Aile arasında tekçalar da dediğimiz singlelardan müteşekkil olmasından kelli bu albüm vasıtasıyla çok büyük şarkılarla kulaklarımızın pasını siliniyor. Namus Belası burada, Kendim Ettim Kendim Buldum burada. Tüylerimi diken diken eden daha az bilinir ki bırakın öyle kalsın Unutamadığım burada, Tabi ki sufi folk tatlarda fevkalade O Leyli ki Türk müzik tarihinde en sevdiğim besteler arasındadır, hakeza burada. Başta sözünü ettiğim çeşitlilik oldukça enteresan yönlerde kendini belli ediyor. Oy Babo yorumu caz rock sularında gayet akıl uçuruyor örneğin. Namus Belası'nda da org harika bir iş çıkarıyor dostum. Amma  bu şarkılardan en acayibi ecnebi birini dahi wtf durumuna sokan (okudum bunla ilgili bir yazı da oradan biliyorum) İhtarname olsa gerek. Daktilo tıkırtısı ve politikacılara oto sansür lenmiş gibi tınlayan sözcüklerle (yeni Türkiye=epeski Türkiye) giydiren kısa bir nutuk ardından rock'n roll ardından çok kısa düğün zurnası melodisi ve rakı kadehleri tokuşturulurken bir meyhane nakaratı sonra western filmlerinde barda çalınan ritmik piyano melodisi ve  "de lan!". Bir noktadan sonra baş dönmesinden kendini de şarkıyı da kaybediş. Yani istemeden progresif olan bu çalışma canavar gibi bir sese sahip olan Cem Karaca'nın başarısı ile sınırlı değil. Arkadaki grupların da icralarını dinlemek çok keyifli.

8,75-/10


yıkılacak yanlış giden

11 Ocak 2015 Pazar

Spoon - They Want My Soul (2014)

Yuhh adamlar neredeyse müzikal kariyerlerinden emekli olacaklar, ben bu sekizinci albümleriyle yeni dinleme fırsatı bulabiliyorum. Bunda esnaf lokantası tadında ismi ve albüm kapağında da görebileceğimiz gibi mıymıy türevli hayal aleminde gezen gruplara benzeyen imajlarının katkısı büyük. Evet ana akıma yaklaşan bir rock terennüm etseler de hala indie rock kulvarındalar. Şarkıları genelde orta tempolu olsa da gitarın, genelde akustik, tellerine vurmaktan çekinmiyorlar. 70'lerden esinlenmeli britpop tavrının etkisi, ki Kooks'un ilk albümünden aldığım keyfin hatıraları aklıma üşüştü, albümü coşturan bir unsur ise diğeri de yer yer çatallaşan duygulu ve bir kaç yerde bluesy vokalin performansı. Bununla da kalmıyor aslında basit olan besteler ki o bestelerin hemen hemen hepsi akılda kalıcı melodik çeşitliliği ve zenginliği ile birbirinden ayırt edilebiliyor, ufak ufak rütuşlarla takviye edilmiş durumda. Bir şarkıda bir kaç saniyelik kaotik piyano vuruşu, diğerinin altyapısına lirik müdahale, ve yahut bir ıslık gibi, bu şarkılar baharat benzeri ekstra tat katıyor şarkılara. Bu anlamda yine albümde mütevaziliğiyle öne çıkan Outlier, elektronik ve alternatif rock tınısı ile benim en sevdiğim şarkıları oluyor.

8,25/10

,

10 Ocak 2015 Cumartesi

Burial - Rival Dealer (2013) EP

Tüh sakalıma tüküreyim. Bu kısa albümün varlığına çok geç farkına vardım. Burial kusuruma bakmasın. Burial her ne kadar şıp diye anlayabileceğiniz kendi tarzını yaratmış olsa da bu sınırlar içinde değişik şeyler yapmayı seviyor. Üç şarkı içeren bu yapıtı ise kendi tarzı dahilinde sınırları zorluyor, genişletiyor. Bu parçalar arasında bazı ortak öğeler var ve bu öğeler diğer bestelerine göre farklılıkları oluşturuyor. Belirgin melodiler, cut copy samplelara verilen ağırlık ve o kendine özgü ambiyansın sadece yavaş arkafon müziği olmasının ötesinde çimento harcı göreviyle katman katman mutasyona uğratılması, temponun hızlanması, vokal samplelara ki bayan seslerin müziğine ne kadar iyi gittiğinin bilinciyle diyelim, fazlasıyla başvurulması gibi. Şimdi, bu arayışlar çok iyi sonuçlandığı gibi, 1. parça gibi, kafada soru işaretleri de oluşturabiliyor, 3.parça misali. Ortadaki su şişesi ise geçiş görevini yapıyor,  üzerinde durmayalım pek. Albüme ismini veren 10 dakikalık açılış parçası son şarkıda olduğu gibi alt bölümlerden oluşması sebebiyle kompleks bir yapı izliyor diyebiliriz. Özellikle endüstriyel tekno janrına yaklaştığı söylenebilir ki Burial'a pek çok yakışıyor. Böyle hareketleri yine yeniden ileride de görmeyi ailecek tercih ederiz. İkinci şarkıyla birlikte popidik melodilere yer verildiği görülüyor. 13 dakikalık Come Down to Us ilginç bir melodi ile açılışı yapmakla birlikte 80'lerin pop şarkılarını andırır bir yöne kaymasıyla üstüne üstlük ürkünç konuşma samplelarının da eklenmesiyle kontrastı yüksek bir seyir izliyor. Diğer bir deyişle iç dengesini kaybediyor. Burial konser veriyor mu bilmiyorum ama hazır yağmurlar başlamışken atmosfere uyacak bir şekilde hangar benzeri metruk bir yer de bulmak zor olmasa gerek. Böyle bir yerde ve elbette atmosferi bozacak seyircinin elendiği bir şartla bir konser vermeyi kabul ediyorsan beni çok memnun edersin. Sakalımı keserim hatta. Halihazırda üç günden fazla sakal uzatmadığımı bilmesin ama. Sanırım fedakarlığım hafif kaçtı.

8,75-/10

8 Ocak 2015 Perşembe

Steven Brust - Jhereg : Bir Vlad Taltos Macerası

Pern serisini okuduysanız orada ejder binicilerinin yanısıra daha ufak kardeşlerinin de varlığını hatırlayacaksınız. Orada hayatta kalmaya çalışan insanların sportif hareketlerde bulunmakta ısrar eden iplikçiklere karşı savunma ve bir süre sonra fedakarca saldırıya geçtiklerini okumuştuk. Elbette bürokratik anlamda içlerinde zorluk çıkaran tipler yok değildi. Ancak adlandıramadığım bir rahatsızlık daha doğrusu tatminsizlikti yaşadığım bu kitapları okurken. Oldukça ilginç biyolojik bir saldırı ve yine kahramanca davranışlar. Şimdi bir de şöyle düşünelim. Binlerce yıl yaşayabilen elf benzeri bir ırk var diyelim. Değişik hayvanların isimlerini taşıyan bir düzine civarında aile içinde örgütlendiklerini de. Ve bu aileler belli karakteri paylaşıyorlar. Jheregler dışlanmışların ailesi olarak bir nevi mafya tadı verirken, bir diğeri askeri disiplini, onuru önde tutuyor veese. Doğuda bir yerde insanlar da var. Bunlardan bir baba esnaf lokantası işletiyor bu agaların şehrinde. Kazandığıyla da oranın vatandaşı oluyor. Öldüğünde genç oğlu Vlad, kirli işlere adımını atmakla kalmıyor, hitman oluyor yanında ekürisi ile birlikte. İnsanlara özgü cadıcılık yeteneği bir cebinde. Kitabın kapağında da resmedilen jhereg ise br omzunda . Yalnız kiralık katil olmak başka tür işliyor bu dünyada. Öldürülenler büyüyle engellenmediği, büyülü ruhyiyen silahlarla deşilmediği ya da cesedi tahrip edilmediği sürece Dragaera'lı büyücüler tarafından tekrar canlandırılabiliyor. Dolayısıyla cinayet bir nevi en büyüğünden bir gözdağı vermek.Yalnız bu ruh yiyen büyülü silahlarla da adam öldürmüşlüğü var sarkastik ve kendiyle eğlenebilme yetisine sahip arkadaşın. Günlerden bir gün bir iş alır ve işler karışır. Bu noktadan sonra da hikaye bir gizemi aralama etrafında dedektifimsi fantastik unsurlu bir kara filme dönüşüyor. Güzel geliyor kulağa değil mi? Şu ana kadar aklıma gelen esintiler, Unutulmuş Diyarlar'ın kara elf kitapları, 50'li yılların kırışık pardesülü dedektiflerin üşüştüğü film ve kitapları, Pern serisi, Saberhagen'in kılıçları, Belgariad. Büyü sistemini oluşturma konusunda Brandon Sanderson'dan fersah fersah uzak bir yazar Steven Brust. Bunun yanında bol keseden büyücülük (Dragaeralılar) ve cadıcılık (insanlar) örneklerine başvurmaktan da kaçınmıyor. Telepatik iletişim, ışınlanma, gırla gidiyor. Ufaktan ufaktan ipin ucunu biraz kaçırmış demeye çalışıyorum. Yine de birinci tekil şahıs yazım tarzı, alaycı ve eğlenceli dili, sayfa sayfa düşünce analizi ya da tasvire girmemesine rağmen aksiyona dayanarak oluşturduğu gerçekten çok iyi ve dengeli fantastik dünyası, çözülmeye çalışılan gizemin ve aksiyonun sürükleyiciliği, yarısı ifşa olunan mitolojisi çokpekçok keyifli bir okuma imkanı sunuyor.
Konunun devamı şöyle, spoiler yane: Ejder ailesinin güvenlik şefliğinin yanısıra tabi olduğu Jhereg ailesinin de mafyatik,işte haraç, kaçakçılık zartzurt ve tabi ki cinayet, işlerini yürüten Vlad'a teklif Jhereglerin konsey üyesi büyükbaş İblis'ten geliyor. Mellar ismindeki başka bir konsey üyesi paraları çalıp kaybolmuştur. Başkaları öğrenmeden hayata geri dönmemecesine öldürülmesi gerekmektedir. Zaman kısıtlı yani. İşin ilginci Mellar yaptığı bir iyilik sebebiyle Ejderlerin lordu tarafından kendi evinde 15 günlüğüne misafir edilmiştir. Ve lord Morrolan, sözüne sadık olduğu için onu korumak zorundadır. Kızkardeşi Aliera ya da yüzbinfelan yıl yaşamış olan Sethra da Vlad tarafındadır ve lordu ikna edememektedir. İblis ise geçmişte ülkeyi felaketlere boğmuş olan Ejder-Jhereg savaşının tekrar çıkmasından çekinmemektedir. Hatta lorda ihanet etmesi yönünde verdiği imaları anlamadığı için Vlad'ı öldürtmeye bile çalışır. Kısacası Vlad hem Ejder lordunun itibarına zarar vermeden hem de İblis'i daha fazla üzmeden Mellar'ı haklamalıdır. Diğer yandan Ejder-Jhereg savaşını da önlemelidir. Ki İblis Ejder lordunu kaçırtıp öldürmekten imtina etmez bile. Neyse ki Vlad ve Aliera nekromansır Sethra'nın yardımıyla onu canlandırıp Mellar'a karşı yapılmaya çalışılan suikastı önler. Fakat bu Mellar kimdir? Dzur ailesine girmek için en iyi ustalardan silahşörlüğü öğrenmiş ve oradan da ayrılıp Jhereg ailesinde hızlı bir şekilde yükselmiş olan bu adamın her hareketi yıllardır ince ince işlediği bir plana dayalıdır. Yanındaki korumaları onun öldürülmesini önlemek için değil Jhereg haricinde birisi tarafından öldürülmesini önlemek için yanındadır. Kendi ölümüyle birlikte asıl istediği aileler arasında bir savaştır. Çünkü böyle bir olayda kendi babasını kaybetmiştir fizamanında. İntikamdır amacı. Çünkü o Dragargaryan toplumunda statüsü insandan bile aşağı olan bir melezdir. Farklı ailelerin soyundan gelmiştir. Vlad ortağı Kragar, akıllı ejdercanı Loiosh, karısı Cawti, psişik Daymar, hırhız Kiera, ejder ailesinin acımasız güzeli Aliera ile birlikte bir plan yapar. Anlatayım efenim: Kiera gizlice Mellar'ın hançerlerini değiştirir. Adi çelikten yerlerine ruhyiyen ölümcül bir çift hançer alır. Ayak üstü akşam partisinde Aliera sarhoş nomerosüyle Mellar'a saldırır. Korumalar da diğerleri tarafından oyalanır. Vlad da ilüzyon büyüsü ile adamın yanına sızar. Müthiş silahşör Melar çelikten hançerle Aliera'yı öldürdüğünü sanırken, onun rahatlığındayken ki ejderlerin sarayında düellolar, ölümler e yeniden diriltimler sıradandır, bir bakar ki ebediyen ölüyor Aliera aslında. Dolayısıyla misafir olduğu ejder ailesinin koruması da kalkar. O panikle aklını yani kaçırdığı paraların yerini Daymar'ın zihin okumasına açar ve bir koruması ile birlikte kaçış büyüsü yapar. Yanlarına Vlad da yapışır. Bir ormanda bulurlar kendini. Korumayı öldürür ama Mellar'ı alt etmesine imkan yoktur Vladımızın. Aldığı yaralarla sersemlemişken son bir cadıcılık aksiyonuyla olmadık bir şey yapar ve bir jhereg'i daha kendine çağırır. Bu sefer dişi ve genç yetişkin olanı gelir, Mellar'a saldırır. Boğuşmayı da Vlad kazanır. Mellar'ın cesedini yeni jheregimiz kemirir. Arkadaşlar bir araya gelir. Aliera'nın ruhu büyülü kılıncı Yönbulan tarafından korunduğu için yok olmamıştır. Paralar geri döner, İblis senden çok memnunuz çekirge der Vlad'a. Yeni gelen jhereg de Loiosh ile bir nişan bir balayı felan. Herkes mutlu yani.
Kafama takılan troçkist olan yazarın ırklar konusunu işlerken uzlaşma ve uyum sürecini öne çıkaran Vlad'ın yanında durması. Mellar'ın hareketlerini fazla yıkıcı ve anarşik bulmuştur belki. Kesinlikle takip edilmesi gerekilen bir seri.

7 Ocak 2015 Çarşamba

Coleman Hawkins - Body & Soul (1996) Comp.

Bu müziği özümseyebilmek için kafamıza yerleşmiş müzikal kalıpları bir sola yetmez, bir sağa sallayıp sarsmamız lazım. Balyoz da işe yarar. Türün erken dönemlerine uzanan eğlenceli bir müzik sunuluyor bizlere. Cazın da sınırları zorlanıyor swing vessair, hızlı tempolu dans müziklerine göz kırpılıyor. Diğer yandan Parisyen romantik baladlar da yok değil. Şarkılar ortalama 2 dakika, kısa ve öz. Tak tak melodiyi sunuyor ve diğer şarkıya geçiyor abimiz. Derleme olduğundan dolayı ister istemez şarkılar arasında uyumsuzluk var. Bununla kalmıyor parçalar arasındaki ansızın geçişler baş döndürebiliyor. Bu yüzden özellikle başlarda sık sık akademik bir çalışmaya dönmüş yüzümüz gibi hissetmekten kaçamıyorsunuz. Çaresi var, denenmiş ve onaylanmıştır: İki arjantin sulu bira. Bir miktar moda giriyorsunuz vallahi. Bu soğuklarda içiniz ısınsın.

7,25+/10

6 Ocak 2015 Salı

RETRO: Iced Earth - Night of the Stormrider (1991)

Önceki yazımda her ne kadar yok aysd örst böyle yok aysd örst şöyle dediysem de hiçbir vakit hayranları olmadığımı da belirtmeden geçemeyeceğim. Yine kısa bir süre grupta yer alacak yeni bir vokalle bu ikinci uzunçaları kaydetmişler, vokal performansın bir kaç adımlık atılım yaptığı ve albümün gereksinimlerini karşıladığı söylenebilir. Trashy tatlarda icra olunan power metal şarkıları yer yer şık riflerle yer yer de atmosfer yaratan bayan vokal ve synth efektleri ile zenginleştirilmiş durumda. Düzenlemelerin progresif metali andırması bir ölçüde temanın da konsept olmasından kaynaklanıyor. Albümün hoşlanmadığım tarafı boğuk gitar tonuyla kalmayıp klasik müziğinden bayağı devşirme seviyesine düşen introsuyla da tastamamlanıyor. Desert Rain ve Pure Evil isehoşbeşlediğim şarkılar arasında.

7,50+/10

4 Ocak 2015 Pazar

Belkıs Dinçol - Eski Önasya ve Mısır'da Müzik

Yer verdiği duvarlardan alınma fresk görüntüleri ya da vazolardaki resimlerle birlikte müziğin tarihi konusunda okuyucunun zihnini açıp bayağı bayağı bir şeyler öğretebilen bir kitapçık olmayı başarıyor bu çalışma. Burada çift obua olarak geçen çift flüt'ün eski Yunan'dan çok daha öteye giden bir tarihe sahip olduğunu biliyor muydunuz? Müzik ile dinin içiçe geçen tarihini? (zaten misal Amazon ya da Avustralya yerlileri için seküler hayat diye bir şey yokken müzik dinden neden bağımsız olsun?) Müzisyenliğin genelde tapınaklarda öğretilen ve yüksek prestijli bir meslek olduğunu? Arp ve lir arasındaki farkı ki büyük ihtimal kısa bir sürede unutacağım? Saz benzeri bir çalgının tarihinin çok çok eski olduğunu, Sümerler dersek? Mısırlıların tıpkı neye benzeyen bir çalgı eşliğinde çalıştığını? Çivi yazılı bir tablette yer alan notaların çözülebildiğini ve youtube'da old song diye aratılınca bulunabilen dünyanın bilinen haliyle en eski ezgisini dinleme fırsatı yakalayabileceğinizi biliyor muydunuz?

3 Ocak 2015 Cumartesi

Johann Johannsson - The Miners' Hymns (2011)

Saf olduğumu inkar edecek değilim. Pek çok muhabbette olmayacak konuşmalara inanıp ortamda madara olmuşluğum vardır. Benim için atılan oltaları hiç kaçırmam yani. Bir de konuşmalarda göndermeleri asla takip edemem. Bir dakikalık bir sessizlikten sonra tekrar bahsi açılan konudan bile koparım, o derece. Bu albümü de bütün saflığımla avrupanın eski maden işçilerinin söylediği türküler üzerine etnografik bir çalışma varsayımıyla yüklemiştim. Ohara! Öyle bir şey olsaydı ne kuul olurdu değil mi?Alakası yok arkadaş. Modern bir ambiyans çalışması. Bir kaç enstrüman dolayısıyla klasik müziğin modern bir yorumlaması olarak bile addedilebilir. Yaklaşım tamamiylan minimalist. Birkaç melodi öne çıkıyor, cılkı çıkana kadar tekrarlanıyor. Müzik ise içe kapalı ve bir miktar boğucu. İçine girdiğimiz tabutun içe bakan kısımları beyaz parlıyor. Şimdi dikkat ettim de gaz lambalarının aydınlattığı maden tünelleri gibi. Bir geldi de geçti öyle, anımsar mıyım biliyorum.

6,25+/10

1 Ocak 2015 Perşembe

Kesintisiz Şeyleri Kesmenin Tam Sırası (Heves I-X)


Onur Gülbay - Eskiçağ'da Tuvalet Kültürü

Akademisyenler haricindeki kitleye hitap etmeyi amaçlayan popüler arkeolojik/tarihi seriye ait bir kitapçık bu. Eski medeniyetlerdeki günlük hayatı merak edenlerin ilgisini çekecek bir çalışma. Ve konu itibariyle oldukça boktan şeylerden bahsediyor. İllaki yazacağım yani, kendimi durduramadım. Arkeolojik kalıntılar dolayısıyla daha çok Roma dönemine eğilmekle birlikte diğer kültürler de incelenmiş. Roma'nın yıkılışıyla birlikte girilen orta çağda hijyen konusunda kaygıların hatta farkındalıkların gerilemesi ile birlikte insanoğlu kanalizasyona bağlı umumi tuvaletleri terkedip binyılların geleneği çanak çömleğe geri dönmesi pek bir enteresan.

RETRO: Beseech - From a Bleeding Heart (1998)

Yeniyıl yeniyıl yeniyıl herkeslere kutlu olsun. Ya yaşlandık, ah eski bayramlar diye hayıflanan huysuz ehtiyarlara dönüşmeye başladık ya da hakikaten her gelen yeni yıl bir öncekini aratıyor. Umut, yine de umut diyoruz. Ve yaşamaya devam ediyoruz.
Allah aşkına biri şu adama bir boğaz pastili felan versin, hem şeker kız Kendi'nin sesi güme gidiyor hem de Lake of Tears'a yaklaştığı anlarda parlayan şarkılara vah yazık. Her şarkı ,elbette bu kulvarın içine dahil edilemez. Hatta ürün, gotik doom metalin son demlerine yetiştiği için biraz köksüzlük hissi veriyor. Ama yine de iyi iş çıkarıyorlar. O güçlü rüzgarın dinmesiyle beraber değişik eklektiklerdeki arayışlardan sonra nice grup gibi sessizlikte yitiyorlar. Rainbowman, Moonride gibi şarkılar bahsettiğim benzerlikten dolayı öne çıkıyorlar. Kemanın iç edildiği romantizmden ziyade keyboard tempolusu parçalar daha çok hoşuma gidiyor doğrusu. Tabi ki neyi unutmuyoruz, vokal. Vokal kötü ve çok şeyi alıp bilinmeyen, bilmek istemeyeceğimiz yerlere götürüyor.

6,50+/10