29 Eylül 2013 Pazar

RETRO: Lux Occulta - Maior Arcana (The Words That Turn Flesh Into Light) (1998)

İlk dinlediğim vakitlerde çiğ bir sounda sahip olmasından dolayı daha çok sevdiğim bu albümle ilgili duygularım şimdilerde biraz karışık. İlk dönem şarkılarını içeren toplama albümün prodüksiyonu ve miksajı tam da bunu kanıtlarcasına dinlemesi zor bir meydan okuma sunuyor. Love ya da Burn gibi klas parçalar bir miktar zamana yenik düşüyor. Hani iyi oyunculuk yapacağım diye idolünü taklit etmekten öteye geçemeyen b sınıfı aktörler gibi. Dinledikçe kendi öznelliğimde tekrardan ısınıyorum. Lakin grubun en iyi albümü olduğunu söylemekten imtina ediyorum.

8.0-/10

28 Eylül 2013 Cumartesi

Sonata Arctica - Ecliptica (1999)

Bilgisayarım anladığım kadarıyla mefta oldu. Bütün dinleme listesi oluştuduğum albümler şunlar bi de üstüne üstlük bunlar...İnşallah hard disk zarar görmemiştir. Kaldık mı kucak kompüteriyle başbaşa. Ne akıllı telefonlar ne de leptap müzik dinlemeye elverişli. Umut ediyorum ki bu ders çalışmama vesile olacak. İnanmıyorum ama... Grubun çıkış albümü, amatör kalıplardan uzak, enerjik Avrupa stilinin göbeğinde bir power metal icrası sunuyor. Keyboard arada neoklasik tınılarla arkadan arkadan müziği zenginleştiriyor. Kingdom For A Heart başta olmak üzere güzel besteler bulunmakla birlikte bestecilikleri henüz gelişmemiş bi aşamada. Daha ilk albümleriyle dikkatleri çekmeyi başarmalarının elbette bir sırrı var.

7.25/10

24 Eylül 2013 Salı

Ajda Pekkan - Ajda (1975)

Yine vakitsizlikten dert yanacağım. Yalan ama. Şu an mesleki bir sınav için geceli gündüzlü çalışmak yerine O Ses Türkiye gibi bir programla vaktimi harcıyorum. Hiç çekilmez Hülya Avşar'ın gitmesiyle ve bizim tayfadan Gökhan'ın katılımıyla gayet eli yüzü düzgün izlenesi bir şova dönüşmüş. İşin en bi fenomenolojik tarafı ise normalda tür ve beğeni olarak en uzağınızda duran şarkıyı dinlerken bile hislenebiliyor olmanız. Arabeskten değil de Türkçe sözlü hafif batı müziğinden ve divası Ajda Pekkan'dan bahsedeceğim. Televizyonlar felan şarkıcının süperstarlığını yerlere göklere çıkarırken hiç anlamamıştım. Bakıyorum etrafıma, cidden hiç umursayan yoktu etrafımda. Şu aralar anlıyorum ki Ajda Pekkan'ın güncelliği biraz da beyaz Türk seyirciyle alakalı gibi. Ben de beyazım ve Türk'üm, buna rağmen bana ulaşmayı beceremiyor o ayrı. Fakat hiç eleştirilemeyecek nokta ise özellikle 70'lerden günümüze artık anonimleşmiş pop şarkılarının bizzatihi seslendiricisi olması kendisinin. Şu ismini saydığım şarkıların hepsi Ajda Pekkan'a ait ve bu albümde yer alıyor. Best of gibim vallahi:
Hoş Gör Sen (On S'embrasse Et On Oublie) 
Kimler Geldi, Kimler Geçti (If We Were Free)
Palavra Palavra (Parole, Parole) 
Sana Ne, Kime Ne? (Megie Mele)
Sana Neler Edeceğim (Kan Izzaman)
E, parantez içindeki eciş bücüş anlamsız şeyler ne? İşte zurnanın zırt dediği yerdeyiz. Uyarlama bu şarkılar. Al başka ülkelerin bestelerini, yaz güzel lisanımızda sözler. Oldu size Türk pop şarkısı. Hemen hayıflanmayın yafu. Tarkan da yaptı aynısını hem de telif melif hak götüre. Neyse o dönem şarkılarında hem pastel renklere boyanmış bir nostaljiyi tatmak mümkün, hem de melodi-vokal zenginliğini duyumsamak da, bir de pohpohlanan bir iyimserliğin etkilerine maruz kalmak da sözkonusu. Bu yüzden her ne kadar eğlendirme kapasitesi yüksek olsa bile 3-4 dinlemeden sonrası değişik değişik müziklere aşina kulaklar için fazlasıyla basit kaçabilir. Polyanna'ya dönüşebilirsiniz. Manik depresif bir Polyanna.

7,0/10

21 Eylül 2013 Cumartesi

British Sea Power - Machineries of Joy (2013)

2000'lerde adadan çeşit çeşit grup türemeye devam etti. Bu gruplar ne bileyim bir Arctic Monkeys dışında çok da ses getirmedi, daha doğrusu ada dışında kısıtlı çevrelere ulaşabildiler. Halihazırda bu grupların üzerinde ortaklaştığı bir ekolün de bulunduğunu söylemek güç. Kimi garaj rock dedi eskiler dedi, kimileri brit-pop köklerinden esinlendi felan. Bu grupların arasında yer alan British Sea Power'ın son yani 6. , vayy o kadar olmuş mu?, albümünü sırf albüm kapağının iç gıcıklatan etkisi sebebiyle dinliyorum. Baştan söyleyeyim, aynı şeyi müzikleri için ifade edemeyeceğim. Bir kaç an dışında müzikleri vasatın biraz üzerinde, gayet unutmaya elverişli bestelerle seyrüsefer ediyor. Renksiz uygun bir sıfat olacaktır. Hani dinlerken hmm hmm dinlersiniz, stop tuşuna bastığınız esnada demin ne dinlemiştim ben yafu dersiniz, öyle. Genelde orta ve yavaş tempolu şarkıların, bir bariton vokalle örneklenen post-punk kuuulluğu ihtiva eden havasından uzak olduğu görülüyor. Alternatif rock daha uygun bir tanımlama olacak. Diplerde derinlerde vokal tizleştiği anlarda brit pop gruplarının da bunu yapmayı sevdiğini hatırlıyoruz. Ayrıca ara ara takıldıkları orkestrasyonun ya da uçsuz bucaksız denizin biraz da ürpertici atmosferini yansıtmada kullandıkları ambiyatik geçişlerin müziği vasatın üzerinde bir noktaya anca taşıyabilen unsurlar olduğu dikkat çekiyor. Aslında trompetin destek sunduğu melodiler daha şık duruyor. Artık 6. albümünü çıkarmış bir grubun profesyonelliğini sorgulayacak değilim. Demek ki bundan sonrası zevk meselesi.

6,25/10

19 Eylül 2013 Perşembe

Bear Mountain - XO (2012) EP

Plaj kenarında, kesinlikle kum üstünde ve güneş altında değil, yakın bir gölgelikte, takılırken dinleyebileceğiniz keyifli bir müzik icra ediyor bu genç grup. Yaptıkları bir yanıyla chillout müziğin daha sıcak bir versiyonu. Elektro sularında gezinen samimi, gürültüye boğulmamış, sentetik bir indie pop gibi bir şeyler. Mgmt olur, M83 olur değişik esintiler taşıyor müzik. Aynı zamanda bu karman çorman yapısıyla henüz oturmamış çok bir yeni başlangıç ürünü olması grubun zayıf yönünü oluşturuyor. Zaten 26 dakikalık çalışma ilkin internette grup tarafından doğrudan sunuluyor. Bu sene bir plak şirketiyle anlaşıp tekrar çıkarma imkanı buluyorlar bu kısacık albümü. Samplelar ve efektler haricinde de vokal tanıdık ve karakteristik sesiyle bennnce hoş. See You Through bu anlamda anlamlı bir şarkı. Synth ağırlıklı müziği hafifçene tribal soslara bulamayı seven Mgmt ya da Empire of the Sun (yıllardır dream tv niye bunların kliplerini gösterir bilmem) ayarında şarkıları Congo'yu hemen arkasından ondan çok daha iyi bir versiyonu olan remiksi ile birlikte ardarda dinleyeceksiniz ki keyif de bir üst level atlasın. Bu tarz şarkıların remiksleri cidden bazen akıl alabiliyor. Zaten belli bir sentezin ürünü olan bir şarkıya latin dansını da ekleyin, sert baslar da eksik kalmasın.
gib gib gib gibbyyy
Sorun şu, diğer şarkılar vasat ve grup henüz amatör. Alır o fikirlerini geliştirirlerse biraz da kendileri olurlarsa Allah yürü ya kulum der, söylemesi.

6,75+/10

18 Eylül 2013 Çarşamba

Ursula K. LeGuin - Yanılsamalar Kenti

Yazarın eski dönem eserlerine geri döndükçe benzer bir hikaye örgüsünden vazgeçemediğini görüyoruz. Zaman geçtikçe derinlik ve yetkinlik açısından şüphe götürmez bir seviyeye yükseliyor bu yönelim. Ve her seferinde de bu eserlerine kendine özgü, karakteristik değişiklikler katarak okutmasını biliyor. Yine bir kendini keşfetme yolculuğuna eşlik ediyoruz. Fakat burada mecazen değil hafızasını silinmiş kahramanın kendini bulma yolculuğu sözkonusu.
Bir çiftlik evinin yakınlarındaki ormandan hafızası silinmiş orta yaşlarda gözbebekleri sarımtırak bir adam çıka gelir. Ona sahip çıkarlar, Falk adını verirler, göreneklerini öğretirler. Çiftliğin kızı Parth ile yakınlaşır. Ama hep bir yabancıdır ve yola, uzaydan gelip dünyada şehirlerin kurulmasına ve teknolojinin belli bir seviyeye yükselmesine müsaade etmeyen uzaylı istilacıların kentinde sonlanacak bir yolculuğa çıkması gerekmektedir. Shingler öldürmeyi yasaklamalarına rağmen (ölmekten korkarlar çünkü) manipülasyon ve baskı yöntemleri ile dünyayı yönetmektedir. İnsanlar öyle söylemektedir. Hatta onların bir zamanlar yaşadığı yerlerdeki hayvanlar bile öldürmeme yasasını hatırlatır avcılara. İnsanların bir kısmı yamyamlaşmış, vahşi kabilelere bölünmüş, sapkın dini tarikatlar etrafında kümelenmiş, en kötüsü de Shinglerin kentinin çeperinde yaşamaktadır. Her şeyi arkasında bırakan Falk, göz renginden dolayı ve düşman korkusunun yarattığı derin yabancılaşma ve güvensizliğin neticesinde yolculuğu esnasında dövülür, alıkonur, nihayetinde bir kabilede kendisi gibi esir tutulan Estrel'in yardımıyla tekrar yolculuğa başlar. Neticede kente varır. Kadının yönlendirdiği saray kompleksine girer girmez bayıltılır. Uyandığında yanında onu tanıdığını söyleyen bir gençle tanıştırılır. Ona, 6 sene önce kendi gezegenlerinden dünyaya, atalarının gezegenine yaptıkları keşif uçuşu esnasında asiler tarafından vurulduklarını ve sadece kendisinin Shingler tarafından kurtarılabildiğini söyler. Shingler de asilerin zihin silme tekniklerini ona uyguladıklarını ve 6 senede oluşan kimliğini yoketmeyi kabul ederse hafızasını geri kazandırabileceklerini ekleyerek iknaya çalışırlar. Ormandakilerin uzaylı teorisini iletince, aslında bunun bir hikaye olduğunu ve insanların federasyonun çöküşü esnasında kendilerini koruma amacıyla böyle bir hikaye uydurduğunu ve toplumun bir kısmının kendini Shing olarak adlandırıp bu yalana ortak olduğunu öne sürerek itiraz ederler. Bu arada Shingler özellikle yalan söylemenin imkansız olduğu zihinsel konuşmada üstattırlar. Fakat Falk huylanır, bir yanda ormandaki insanlar arasında olmaktan memnun olmuştur diğer yandan kendinin kim olduğunu merak eder. Tıbbi operasyonu kabul eder. Yine de Falk kimliğini kendine hatırlatacak bazı hatırlatıcı çapalar hazırlar. Operasyon neticesinde tıpkı çocuğun belirttiği eski haline geri döner. Fakat gezegenlerinin, güneşlerinin evrendeki eski ortak dilde ismini bile üst seviye inisiye haricinde gizleyecek kadar savunmacı bir toplumdan geldiği için zihinsel kontrolü de çok yüksektir. Yavaş yavaş Falk kimliği de uyanır, ikisini uzlaştırmayı başarır. Shinglerin aslında tam da insanların düşündüğü gibi istilacı bir kavim olduğunu ve tam anlamıyla bunu keşfedemeyişinin sebebinin zihinsel konuşmada yalan söyleme yetisini bulmaları olduğunu farkeder. Gemileri sayıları gittikçe azalan Shingler tarafından düşürülmüş, çocuk ise yetiştirilmek üzere numune olarak sağ bırakılmıştır. (Büyük ihtimal diğerlerinin zihni silinip doğaya bırakılmıştır) Zaten kendi gezegeninin disiplin yollarını kaybetmiş ve alıştığı uyuşturucu ve rahatlığın etkisiyle Shinglere hayrandır çocuk. Fakat Shingler tehlikenin belirdiği bu gezegenin yerini çocuktan öğrenememiştir. Bu yüzden Falk ne yapılır edilir bulunur, Estrel sayesinde şehre getirilir. Bir dönem aralarında satranç benzeri manevralar geçer kahraman ve Shingler arasında. Bir gemi verip bunları gezegenlerine geri gönderme ve gezegenin koordinatını elegeçirme planlarındadırlar. Sonunda Shinglerin baş mühendisi gibi bir tanesi zihinsel olarak Falk'ı gevşedip koordinatları almışken mevcut iki kimliğin etkisi altında donar ve kitlenir. Falk da onu yönlendirerek bir gemiyi çocukla birlikte kaçırır. Kendi gezegenlerine yola çıkarken O, Werel'dekilere dünyayla ilgili öyküsünü anlatır, sen kendininkini anlatırsın, ben de benimkini anlatırım. Her zaman gerçeğe giden birden fazla yol vardır der çocuğa. Kapak olsun diye herhalde.

17 Eylül 2013 Salı

Heretoir - Heretoir (2011)

Dizüstüne alışamayan biriyim, teknolojiyi bir noktaya kadar takip ediyordum ki bir baktım hiç durulup dinleneceği yok. Nereye kadar dedim, bıraktım. Eskilere sarıldım. Şu aralar power supply'dan olsa gerek bir çalışıp bir çalışmayan masaüstü bilgisayarım gibi. Üflüyorum püflüyorum bir tarafı her daim açık kasanın içerisini temizliyorum fişleri takıp çıkartıyorum bir yandan RAM'i okşuyor diğer yandan fanları seviyorum. Kısacası ne yaptığımı hiç bilmiyorum. Yine de faydası yok değil, ara ara çalışıyor meret. Çalıştığı anlarda da Heretoir gibi Alcest taklidi bir grubu yorumlamaya çalışıyorum. Depresif minvalde black metal kısımları daha yoğun. Depresif minvalde shoegaze kısımları daha bir solgun. Yani albümün bir yere gittiği yok. Boğuntularda döne döneee dönüyoruz. Tek heyecan yaratan anları Weltschmerz esnasında sergileniyor. Azimle duvara gümleyen bateri sayesinde bir uyanıp kendimize geliyoruz. Bu parça da zaten grubun en ayrıksı en Heretoir olmayan parçası. Zaten biz de Ankara'nın en çok İstanbul'a gelişini seviyoruz.

5,25+/10

14 Eylül 2013 Cumartesi

Wayne Shorter - "Speak No Evil" (1965)

Bir türlü tam anlamıyla benimseyemediğim, buna rağmen enerjisi ile cezbeden güzel bir klasik, bip bop hop hip hop caz albümü. Üstelik göklere çıkarılan Infant Eyes ismindeki cazbaladda bile öyle mest olmadım. Hem berrak kayıt kalitesi, kesin yeniden remaster filan bir versiyonudur, hem de o renkli enerjisiyle tanımlayamadığım bir bağımlılık yaptığını tekrardan vurguluyorum. Klasik demişken her bir enstrümanın kendi hünerlerini gösterdiği ama sanatçının doğal olarak ön planda trompetine asıldığı bir çalışma. Klasik işte yafu. Bu sayede caz musikisinde beğenilerim biraz daha billurlaştı. Biraz daha ağır, biraz daha gece mavisi, biraz daha smooth ve mümkünse kadife bir vokal.

7,0/10

13 Eylül 2013 Cuma

RETRO: Black Sabbath Kırkbeşlikleri

Paranoid / The Wizard (1970)

Süt ve kahve gibi mükemmel bir kombinasyon. Eziyor geçiyor. Hani ilkokulda bir arkadaşla dans eder gibisine elele tutuşur tamamiyle kötü niyetle kızların üzerine ezerim geçerim gibi saçma sapan tekerlememsi çığırışlarla yürür idik. Burada biz o kızlarız ve bu iki şarkı elele tutuşmuş iki tır şoförü amcamız. Uzun süredir yollarda yalavuzlar. Benden uyarması. Yani fevkaladenin fevkinde.

10/10


Iron Man/Electric Funeral (1971)

Paranoid'i geçtim Iron Man'i de hadi geçelim Elektric Funeral gibi bile artık bir marş olmuş şarkılar yazılamıyor günümüzde. İşin acıklı tarafı bu şarkılar yanında Electric Funeral marş bile sayılmaz. Geleneksel doom havası hissi kablel vuku değil direkt kulakta yani. Melodiler bitti galiba, okeye dönüyoruz uzun süredir.

8,50+/10

Back Street Kids/Rock'n'Roll Doctor (1976)

Olayın yönünü eğlenceli rockınroll havalarına çevirdikleri bu ortalama single bile piyasadaki pek çok kişiye toz duman yutturacak cinste. Tabii ki de bir yere kadar.

7,25/10


11 Eylül 2013 Çarşamba

Florence + The Machine - Lungs (2009)

Böyle albümler beni hasta ediyor. Çünki tek başına dimdik ayakta duran tam radyoda dinlemelik şarkılar arka arkaya dizildiğinde değerli bir inci kolyeyi meydana getirmenin tersine terskombo hareketler ediyor dinleyiciye karşı. Elbette bu parçalardan bazıları fersah fersah diğerlerinden önde: You've Got The Love, Dog Days Are Over ve Rabbit Heart gibi şarkılar indie müzik ile popüler anaakım arasında o ince detayı yakalayaraktan başarılı olmuş şarkılar. Fakat ters bir sinerji etkisi neden oluyor şimdi ki ne? Böyle albümlerde grubun en önemli öğesine bakmak gerekir. O güçlü öğenin abartılı kullanımı genellikle mahvededer bu güzel havaları. Burada da cam değil çerçeve çatlatan vokale sahip ablamızın sesi, ardarda şarkıları dinlerken insanı yoruyor, doğruya doğru şimdi. Bir de cilalı ultra temiz modern kayıt kalitesini de ekleyince negatif etki büyüyor. İşin garibi albümün genel soundundan ayrı duran düz ve çiğ yalınlığı sebebiyle eleştirilen Yeah Yeah Yeahs benzeri punkımsı şarkı Kiss With A Fist ile hemen onu takip eden Girl With One Eye en azından benim damağımda ayrı bir lezzet bıraktı. Bu yüzden prodüksiyonun daha yalın ve akustikvari durduğu bonus CD'yi dinlemek bir miktar daha keyif arzediyor efenim. Dengeli sound demişken altseslerde özellikle şarkı düzenlemelerinde diğer popüler isimleri hatırlatan atraksiyonları duymak da mümkün. Benim kulağım bir kez Rihanna, bir kez de Björk dedi 2 kere Yeh bir kere Yeahs'e ek olarak. Bakalım siz kimleri bulacaksınız?

6,75/10

10 Eylül 2013 Salı

Cemil Meriç - Jurnal Cilt 1 1955-65

Tüyap'ta yine yaşadığımız bir baş dönmesi ya da göz kararması neticesinde herkesçe saygı gösterilen Cemil Meriç'in en bilindik eseri Bu Ülke yerine en özelini teşhir eden notlarıyla dolu günlüğünü almış bulunmaktayım. Neticede artık dersimi aldım, kitap fuarına daha çok seyirlik gideceğim, listem de hazır. İnternette aynı vakitlerde yapılan indirimler neticesinde kitaplar çok daha hesaplı ve nakliyesi zahmetsiz oluyor. Tabi ki standlar arasında dolaşmak, sayfaları karıştırmak ayrı bir zevk. Ama her kitap öneren satıcıya da aaa öyle mi canım at çantama al buyur kredi kartımı tuzağına da düşmemek lazzım, değil mi?
Yani, hem sağın hem solun sevdiği lakin sağcıların hürmeti daha hürmetli ki Tanrı ile ilgili yazdıklarını okudular mı acaba diye insana merak geliyor,  en azından entelektüel tanımını dibine kadar hakeden orta yaşın arefesinde görme yetisini kaybetmiş Cemil Meriç'e başlangıç kitabı olarak bu eseri seçmenin hatasına düşmeyin azizim. Çünkü karşınızda eleştirinin dozajını sık sık kaçıran, sadece gözlerini kaybetmenin etkisiyle değil fakirliğine, sevgisizliğe, hem kişisel hem aydın olarak yeterli itibar görmediği düşüncesine istinaden girdiği buhranın neticesinde etrafına büyük bir hınçla saldıran, huysuz, kuruntulu, ağzı bozuk bir adamla karşılaşınca şaşırabilirsiniz. Ki önceden  hocanın dilinin dikenli olduğunu duymanız bile pek bir şey farkettirmiyor. Kıvırmadan tavrını belli ediyor, tam da sözünde bir adam diyenlere kulak vermeyin, zira seviye bazen bayağı bayağı yerlerde. Yine de kişilikler ürünleri benim nezdimde etkilemez. Dolayısıyla bu ülkenin sayfalarını illa bir ara karıştıracağız.
Namık Kemal, Saint-Simon, Marx, Proudhon gibi farklı yerlerde duran tarihi kişiliklerin isimlerini anmaktan sakınmayan kalemi kuvvetli yazar bende de bir istihza uyandırdı. Acziyyeti vurgulayan romantik sözlerinden ziyade kendisini betimleyen ve/ve ya yaşadığı toplumun analizini yapan satırlarına yer vererek bir parantez de ben ekliyorum.

Bir kısım insanların düşüncesi etraflarını yansıtan bir aynadır, onlar başkalarının kaydettiklerini bıkmadan tekrarlayan plaklar gibidirler; ruhları yoktur, üstün zekalı hayvanlardan pek az daha mükemmel mekanizmalardır, dünyaları vücutlarıyla sınırlıdır ve vücutlarıyla beraber yok olurlar. [Bu laf en bir yakınım babam için gelsin, maalesef öyle.]

Realiteyi görmemek için dini, sanatı aşkı yaratmışız [yaani]

Doğu, dış dünyayı değiştiremeyeceğini çok çabuk anladı, esrar dumanlarından ördüğü has bahçede şarkılar söylemeyi, kaderle boğuşmaya tercih etti. [yazarın devamında söylediklerinin tersine batı bunu başardı, gerçekten de gün batıda bitiyor]

Politikanın kurtarıcılığına inanmıyorum. İşçi sınıfına karşı beslediğim sevgi de platoniktir, tanımıyorum onları... [ben de]

Yahya Kemal neden Tanrılaştırıldı? Beklenileni, alışılanı verdiği için. Biçim denenmiş, incelmiş, sevilmiş. İçindeki bilinen, belki bilinenin güzeli, ama bilinen. Yahya Kemal'de kemal var, ihtilal yok.Uçmuyor, yürüyor....İçinde bir şey yok. Bir mermerin göğsü, daha doğrusu mermerden bir göğüs. Orhan Veli de öyle. Onun da sevilen şiirleri alışılanlar ve Hüseyin Rahmi nesrinden bir arpa boyu ileri gitmeyen en güdük zekalıların kolayca içine girebildikleri. Orhan'da da yeni yok. Yenilik küçüklüğünde şiirin. "Bir elinde cımbız, bir elinde ayna. Umurunda mı dünya" Herhangi bir hizmetçi kızın idrakine seslenen bir nükte. Orhan'ın nesli şirin kanatlarını kesti. Toprakta sürünen sevimli bir hayvan haline getirdi. Sevimli ama gülünç ve zavallı.. Fikret'in, Hamid'in hatta Haşim'in kanat çırpınışları yok onlarda. [diğerlerini bilmiyorum da Orhan babaya ters yaotın bak burada]

Yahya Kemal hayranları belki cüce, ama sıhhatli birer cüce. Ümit Yaşar'ınkiler hadım. [gol? evet evet gooool!]

Hayatını alınteri ile kazanan ve araba izinden uzaklaşmayan küçük insanların şuuraltı yok. Bir çorba ve bir kadın. Ancak başkalarının sırtından geçinen, her istedikleri kolayca gerçekleşen mutlularda gelişiyor şuuraltı. Göbeğine bakıp Tanrı'yı görmek gibi bir şey bu. [ben olsam günlük işlerin içinde kaybolan insanların bırakın değişim yapacak kudret göstermelerini bu yönde bir vizyon dahi besleyemeyeceklerini belirtirdim. ama öyle bir an gelir ki!!! sonra her şey aynı tas aynı hamam olur da şimdi o başka bir merhale..]

İşveren ağanın şehirlisi. [ bir kaç saniye düşününce, hakkatten yafu!]

Tarihin manivelası zeka değil sabır. [bunu da düşünelim, evet dooru]

Zavallı kalabalık! İnsanlık hep o mağara adamı, hunhar, habis, yılışık ve sarsak. Mussolini'i bacağından asanlar yıllarca t.ş.klarını yalayanlardır. Kamçını unuttuğun gün canavar boğazına sıçrayacaktır, hep tekmeleteceksin bu kaz sürüsünü, yalanla doyuracaksın, sofra artıklarını domuzlara atacaksın. O hakaretle zilletle doyurur kendini, tasalanma. Her diktatör bir vahşi hayvan mürebbisi ama kendisi de hayvanların en vahşisi. Çoban kazdan daha az sevimli. [Kaddafi diyorum misal]

İsyan bir ümit çığlığıdır. Ölü isyan etmez. [geziyorum öyleyse umutluyum]

Şairler olmasa yıldızlar bu kadar güzel olur muydu?[ucuz ve hala karın duyuran bir söz]
Sosyalizm her zıpçıktının tasallut edebileceği sahipsiz kelimelerden değildir. Kanla, gözyaşı ile şimşekle yazılı bir kelime bu. Sosyalizme toplumculuk demek sosyalizmi inkar etmektir. Suyu bulandırmak, sosyalizmi sosyalizm yapan tarihi muhtevayı boşaltmak, kelimeyi boşalmış bir akümülatör, bir hacı baba oyuncağı haline getirmektir.[söyleyen de sosyalist olsa..]

Bir zaman Promote'nin bütün Tanrılara düşmanım sözünü benimsemiştim, şimdi bütün Tanrılara inanıyorum. Yani Tanrı biziz. Istırap çeken insanlar. [ckkk]

Halkçılık halkın sırtına binen bir avuç aydının uydurduğu bir mit. Oğlancı gibi. [günlüklerde hiç elitizme rastlamıyoruz]

Polis, kravatlı sadistlerin emrinde şuursuz bir harem ağası. şuursuz ve dilsiz. Asırlardan beri zulmetmek için yaşayan mesuliyetsiz ve bedbaht bir sürü  [ben değil vallahi Cemil Meriç diyor. En iyisi yasaklayalım bu kitabı, yakalım, örgütsel döküman felan ilan edelim, neyse ki savcılar için bir şey söylememiş Meriç]

İnsan gorille göbek bağını ilmi bir tecrübe yapmak için kesip atmadı. Mecbur kalınca dünyanı yaratıyorsun. [evrile devrile geldiğimiz nokta neresi]

Zaten tefekkürden büyük günah tanımaz teokrasi. Düşünmeye teşebbüs edenin adı kafirdir. [ya düşündüğünü eyleme koyana ne demeli]
Din vaktiyle en basit jestlere kadar bütün insan hayatını düzenlemeye kalkışmıştır. İçki içmeyeceksin, domuz yemeyeceksin, zina yapmayacaksın. Osmanlı bunların hepsini yaptı. Ama gizlenerek, korkarak ve şuuru yaralandıkça yaralandı. Hayır uyuzlaştı. İkiyüzlü bir hayvan oldu Osmanlı. Tanrıyı ve kulu aldatan bir panayır gözbağcısı. Elinde tesbih, evinde oğlan, dudağında dua. Biz de öyle değil miyiz? Değişen ne? Herkes Atatürk'e sövüyor ve Atatürkçü. Demokrasiye inanan yok. Herkes demokrat. [paragrafın nesnelliğine can kurban, bir İslamcı, bir Kemalist, bir liberal hepsi altına imza atar]

Mustafa Kemal kafanın yalnız dışını değil içini de tanzime kalkıştı. Batı şapkaydı. Şapka ve itaat. Kalabalığın yerine şef düşünecekti. Kur'an rafa kalktı. Nutuk çıktı ortaya. Bir nutuk ve bir fırka. Bir lokma ve bir hırka. Önder önüne gelenin kellesini vurdurdu. Fırka hiç bir zaman ağzını açmaya cesaret edemeyen kalabalıkların ağzına vurulan kilide bir yenisini daha ekledi. Sonra yenildi içildi. Ve hazret sirozdan kıvrandığı yataktan bir Tanrı olarak kaldırıldı. Bir Tanrı veya bir şeytan. Atatürkçüyüz. Atatürkçülük asil cumhuriyetin resmi bir dinidir. Mitosu olmayan sığ, dalsız budaksız bir din. Tam robot dini. Bu gidişle bütün dünyanın Atatürkçü olması gerekecek. yaşasın Atatürk, ulan biz Atatürkçüyüz. İbadet ve iman bu üç hecede başlayıp bitiyor. [o dönemin koşullarına ve maddi altyapıya göre değerlendirdiğimde daha iyisi olamazdı, eleştirmekten başka bir şey yapamayanların kabul etmek istemedikleri şeyi söyledim işte]

Tahsin Yücel, İlhan Selçuk'a çatıyor. İnsan ortadan olacağına faşist olsun, komünist olsun daha iyi diyormuş. Ama Selçuk haklı. Orta, uyuyan milyonların yan geldiği sedir. [bu da doğrulardan biri]

Yani dilimle, zevklerimle, heyecanlarımla, yarımla Büyük Doğu kadrosundanım. Düşüncelerimle, inançlarımla Yön'e yakınım. [bu cümlenin takdirini okuyucuya bırakıyoruz]

Ben eminim ki Türk harfleri, gerçekte Türk harfleri Arap harfleridir, değiştirilmeseydi okuma bilenlerin sayısı %70'e çıkardı. [Latin alfabesine geçtik, okuma bilenlerin oranı neredeyse %100, kendi dillerini birkaç bin yıldır aynı alfabeyle yazan Arap ülkelerine bakmak lazım bir de]

7 Eylül 2013 Cumartesi

Burzum - Sôl austan, Mâni vestan (2013)

İlk dinlediğimde o kadar da kötü değilmiş tepkisini vermekle beraber 1 saatlik dalga dalga ful yavaş ve minimal ambiyans istilası karşısında kendimi yorgun bıkkın boğulmuş hissetmemem zor oldu. Hayır defalarca dinledim ve üstelik minimalizmi severim, melodilerin birbirini tekrar etmesine takılmam. Hele bir coşku anını biriktiriyorsa bu tekrarlar deymeyin keyfime. İşte öyle bir şey yok burada. Dınn fışş dınn dınn fışş aynı nakarat aynı tempoyla süregidiyor. Buradaki müzikte sadece albüm kapağının Poseidon mu ki lan o, folk tınısını değil Mortiis'in uzaysı temasını da duymak mümkün. Ama kurtarmıyor. Olmadı yar. Başka sefere ...
Vasatın üzerine çıkan melodiler Rûnar munt þû finna , Feðrahellir, Sôlbjörg

 5,50/10

China Mieville - Perdido Sokağı İstasyonu

Yeni dönem fantastik kurgu okurunu bile şaşırtıcı zenginlikte bir dünya sunan yazar sosyalist fikirlerinin de etkisiyle fantastik kurguya egemen olan bazen de maksadı aşan rahatsız edici klişeleri yıkmak için çaba gösteriyor. Bir kere dünyamıza egemen olan şehir devleti Yeni Crobuzon, demiryolları hatlarının kestiği farklı mimarilere sahip mahallelerden oluşan multietnik bir yerleşim yeri. Sadece şehir değil bu kentte azınlıkta olan kafa olarak bokböceği vücuduna sahip geri kalan uzuvları ise insana benzeyen dişi Kepriler, tatlı sudan bir günden fazla uzakta kalamayan insansı kurbağa Vodyanoiler, insansı ve sokak bitirimi kaktüsler, kuş adam Garudalar'ı da eklersek steampunk öğeleriyle bütünleşen grotesk çizgileri de daha iyi anlamış oluruz. Elbette mahkemelerde ceza olarak vücutları makinelerle ve hatta başka canlılarla birleştirilen tekrar yapımlara da tanık oldukça bu ırkların doğuşunda da böyle bir tetikleme mekanizması var mıdır, insan merak ediyor. Bu şehrin hükümeti sadece yüksek vergileri ödeyen oligarşik bir seçmen kümesi tarafından belirleniyor. Böyle bir ortamda üniversiteden dışlanmış bilimadamı Isaac ile tanışıyoruz. Lin ismindeki bir Kepri ile gönül ilişkisini, kızın rahat sanatçı çevresi tarafından kabul görse bile tutucu bilim çevrelerindeki itibarını düşünerek gizli tutuyor. Arkadaşları David ve Lublamai onların köpeği ve robotu ile birlikte paylaştığı bir atölyede hem kalıyor hem de çalışarak günlerini geçiriyor. Lin ise Alaca diye bilinen bir mafya patronundan heykelini yapması teklifini alıyor. Acımasız Alaca onlarca uzuv ve organ birleştirilerek oluşturulmuş bir tekraryapım ve bu halinden mutlu görünüyor. Bir gün Isaac'a kanatları ceza olarak güneydeki yurdunda kesilmiş olan bir Garuda başvuruyor. Al bolca para beni tekrar uçur der. Yagarek'in gelişiyle enerji dönüşümü üzerine teorik çalışmalarında ilerleme kaydetmeden önce yeraltında bağlantılara sahip Lemuel sayesinde atölyeyi yüzlerce uçan mahlukat, tırtıl ve koza örmesi muhtemel her bir şeyle doldurur. Enerjiyle ilgili fikirlerindeki sıçrama sonucu hepsini serbest bırakır biri hariç. Büyük ve renkli bir tırtıldır bu. Hiç bir şeyle beslenmez, ta ki hayalsalgısı adıyla satılan bir uyuşturucuyu sevdiği kazayla keşfedilene kadar. Neticede o da koza örer kendine. Bu tırtıl hakkında kimsenin bir bilgisi de yoktur bu arada. Çiftimizin en yakın arkadaşlarından Derkhan ise Başıboş Şiddet ismindeki muhalif ve devrimci illegal bir derginin editörüdür. Neyse, atölyeye bir gün geri geldiğinde Isaac devinimsiz yatan Lublamai'yi bulur. Ve kozanın kafesi kırıktır, kozadan yaratık çıkmıştır. Ejderhaya benzeyen bu yaratık avlarının rüyalarını hayallerini ve aklını yiyerek beslenmektedir. Süt olarak da aslında hayal salgısının daha damıtılmamış halini üretir. Kozadan çıkan yaratık şehirde tutsak tutulan daha büyük 4 akrabasını Alaca'nın üssünden kurtarır. Alaca devletin savaş makinesi olarak yetiştirip kontrol edemediği için ona sattığı Islak Pervane denen bu yaratıklarından hayalsalgısı mahsul etmektedir. Kısaca şehirde dehşet saçan 5 yaratık uçmaktadır. Geceleri insanların üzerine de kabus çöktüğünden huzursuzluk artmaktadır. Belediye başkanı Rudgutter, önce cehennemdeki zebanülerle irtibate geçer. Onlar bile bu yaratıklarla karşılaşmak istememektedir. Sonrasında dev örümcek fiziğinde görünen boyutlar arasında dolaşarak ağları tamir eden yaratık tarafından yardım istekleri kabul görür. Tabi ki bu örümcek de kontrol edilemez bir egzantrikliğe sahiptir. Hiç olmazsa insanları hipnotize eden pervane kanadına karşı bağışıktır. Hükümet de halktan gizli ters aynalı miğferli askerlerle birlikte müdahil olmaya çalışır. Diğer yandan Isaac önce durumu anlamaya çalışır, sonra ise bu yaratıkları yok etmek için kendi mücadeleye atılır. Arkadaşı David tarafından ihanete uğrar. Atölyenin robotu tarafından uyarıldıklarında henüz bilmedikleri bu yapay zeka karşısında dilleri tutulur. Bu arada Lin, Alaca tarafından ele konur ve işkencelere tabi tutulur. Alaca da Isaac'in peşindedir. Hükümet Vodyanoi liman işçilerinin grevini bu süreçte kanlı bastırır, derginin diğer editörünü işkenceyle katleder. Derkhan da artık kaçak durumundadır. Atölye'ye yapılan baskından kaçtıklarında  Dokuyucu da denen dev örümcek gelip gruba yardım etmiştir, bu esnada hem hükümet milislerinin hem de grubumuzun birer kulağını da kesivermiştir. Isaac, Derkhan, Yag, Lemuel ve ev temizlik robotu kendilerini şehrin lağım sisteminde bulur. Sonunda robot onları çöplüğe götürür. Burada ölü bir adamı kendine kabloyla bağlayarak iletişim kuran dev bir robot daha doğrusu ana kumanda merkezine götürülürler. Yapay zekaya sahip bu ana bilgisayar virüsnü kendisine tapan bir kaç yüz insan ve insansı sayesinde diğer robotlara da geçirmektedir. Isaac'in kokusunu vurgulattıran bir mekanizmayı kafasına bağlar, zorla . Kokusunu alan ufak Islak Pervane geldiğinde robotları öne sürer ve vinçle onun ezilmesini sağlar. Pervaneler biyolojik akla sahip olmayan robotlar karşısında savunmasızdır. Tabi ki hükümetin varlığını öğrenmemesi için robotların katkısı gizli devam ettirilmelidir. Kendine Robot Konseyi diyen bu varlık Isaac'in dönüşüm makinesine ihtiyaç duyduğundan yardım etmektedir. Öyle bedava değil. Ekibimiz pervanelerin yuvasının kaktüs insanların mahallesi Cam Ev'de olduğunu öğrenir. 3 paralı fedai ile birlikte gizlice giriş yaparlar kente. Yuvalarındaki yeni yumurtaları yok etmeyi başarsalar da pervanelere zarar veremezler. İlk önce fedailerin ikisi ölür, kaktüsler de saldırının kendilerine yapıldığını zannederek Lemuel'i öldürürler. Sonuçta robot konseyi ile birlikte yeni bir plan geliştirilir. Metrelerce döşenen kablolarla şehrin merkezi Perdido Sokağı İstasyonuna tertibat çekilir. Yaşlı bir adam kurban olarak seçilerek bu teçhizata bağlanır. Dokuyucu da onlara katılarak kendi zihnini, robotun ve bu kurbanın zihniyle birleştirir. Bu lezzet fırtınası karşısında pervaneler teker teker konarak adamın aklını yalayıp yutmaya başlar.Ortada şöyle bir sorun vardır. Robot ile dokuyucunun zihni insan ve insansılardan farklı olarak besleyici değil şişiricidir, doymak bilmeyen bir iştahı tetikler sadece. Sonuçta pervaneler birer birer şişkinlikten patlayarak ölür. Sonuncusu da tam ölecekken milisler saldırır. O kaçar kurtulur. Bu sefer de yardıma şehirdeki kötüleri avlayan tekrar yapım kanun kaçağı Jack Peygamberdevesi yetişir. Bu arada Dokuyucu yine ekibi alır oradan kaçırır. Vardığı yer ise Alaca'nın karargahıdır. Çünkü pervane de oraya gitmiştir. Isaac Lin'i bulur ama yaratığın saldırısında sevgilisinin aklının yarısı uçar gider. Sonrasında zihni bir çocuktan farksız hale gelir. Alaca'nın özel ekibi yaratığı öldürmeyi başarır. Ekibimizden geri kalanlar Isaac, Derkhan, Yag ve Lin şehri kurtarmıştır kurtarmalarına ama gizli gizli kuytu köşelerde saklanmaktadır. Derkhan'ın buradan artık gidelim çağrısına Isaac, Yag'a verdiği sözü tutarak dönüşüm makinesini çalıştıracağı itirazıyla karşı koyar. Ancak bu kaçak yokluğunda parçaları bile tamamlaması çok güçtür. O esnada başka bir Garuda gelerek Yag'ın suçunu anlatır ve ona yardım etmemesini ister. Yag tecavüzcüsüdür. Isaac düşünür taşınır ve Yag'a olmadığı sırada mektup bırakarak ona yardım etmeyeceğini belirtir ve orayı terkederler. Yag ise işlediği suçun utancını zaten bütün benliğiyle hissetmektedir. İhanet karşısında tuluklarını yolar, gagasını bile kırmaya çalışır. Jack Peygamberdevesinin kendine katılma çağrısını reddedip kalabalığa kendini insan sanarak katılmasıyla kitap sona erer.
Kitap yavaş temposu ve tuğla hacmiyle hızlı bir okuma sunmaktan uzak. Konusu ve çizdiği arkaplan manzarası dehşet ilgi çekici olmakla birlikte bir koşuşturmanın bile ortasında durup mekanların ısrarla ve detayla anlatıma tabi tutulması ve bunun pek çok kez yapılması sürükleyici engelleyen unsurlar olarak göze çarpıyor. Zaten kafamızda karanlık bir şehir öğesi belirmişken aşırıya kaçan fazla tasvirler okuyucu bunaltacaktır. Diğer yandan Tanrının eli denen olguya bura da sıkça başvurulduğunu görüyoruz. Alışılmışın dışında gerçekçiliğe yakın çizdiği kompozisyonla bu tarz yapımları tercih eden okuyucu mest olacaktır. Diğer
taraftan karakterlerin hikaye kaldıracak kadar bir kuvvete sahip olmadığını da söyleyebilirm. Yine de iyi bir başlangıç olarak düşündüğüm bu kitabın ardından yazarın aynı evrende geçen diğer kitaplarını da gözlüyor olacağım.

6 Eylül 2013 Cuma

Fugazi - The Argument (2001)

Grubun kökleri hardcore'a uzanabilir. Ancak burada yapılan iş sertcene bir indie rock. Aslında 80'lerin çocuğu zannederek dinleme listeme aldığım albüm, Refused ile gayet kardeş kardeş bir ikili oluşturdu, böyle ardı ardına. Gayet leziz gitar işçiliği bir yana, ısınamadım o ayrı. Yine de neden on yılın en muhterem albümü listesinde kendine yer bulabildiğini anlayabiliyorum. Biraz muhalif, anlamlı sözler, çeşitliliği sağlamakla beraber bütünden kopmayan bir atmosfer, ortaya konan samimiyet ve indie bestecilik. İlginçtir yaylıları derinden derinden kullandıkları an böyle GY!BE tadı almadım da değil. Ya da ben uyduruyorum şimdi. Strangelight, kentsel dönüşümlere ithafen yazıldığı belli Cashout, Ex-Spectator hoşuma giden parçalar. Tarif edemediğim bir hazımsızlığım da var, genelde bazı anlarda vokalin ses rengiyle ortaya çıkıyor. Ya da popüler anlamda besteler yine bazı anlar fazlasıyla tanıdık bir sounda kayabiliyor. Tarz meselesi, zevk ve renk gibim...

7,0/10

The elected are such willing partners
Look who's buying all their tickets to the game
Development wants, development gets
It's official
Development wants this neighborhood gone 
So the city just wants the same 
Talking about process and dismissal
Forced removal of the people on the corner 
Shelter and location
Everybody wants somewhere 

2 Eylül 2013 Pazartesi

RETRO: Lux Occulta - Dionysos (1997)

Bu hafta ne kadar zaman bulabileceğimden şüpheliyim. O yüzden hızlıca bu güzel albüme de tekrardan bir kulak verip ayrılayım. İlkine göre atmosferin dozajının azalmakla beraber hala okült bir tavrın sahiplenildiğini sadece soundda değil şarkı isimleri, sözleri ve albüm imajıyla da görebiliyoruz. Hem duyuyor hem de görüyoruz, bir de okuyoruz... Ritimlerin hızlanıp sıkılaşması, bir miktar daha kompleks bestecilikle birleşince vokalin de görece yırtıcı bir davranış kalıbına girerek müziğe uyum sağlayacağını bekleyebiliriz. Netekim öyle de oluyor. Tabi ki hep vazgeçemedikleri senfonik ahval devam ediyor. Blessed Be The Rain de artık borazanlar felan ötüyor gümbür gümbür. Yine de ilk albümün çıtasını aşamayacağına dair kanaat getiriyorsunuz ki Nocturnal Dityramb başlıyor. Bir zelzele bir küçük kıyamet...İşte o parça var ya dünyanızı şaşırtır, feleğinizi ağzı açık bırakır. Black metalini nasıl isterseniz sorusuna ahan da bunun gibi cevabımdır efendim. İlk albümle üç aşağı beş yukarı aynı seviyeyi böylece yakalayabiliyor grup. Bir de sürpriz bir şeyler duydum. Grup yeniden mi toparlanıyor ki ne?

http://luxocculta.bandcamp.com/

Avangarttlığı abartıp metal dışı bir kulvara yönlendirdikleri bu yeni şarkıları bana pek sinmedi doğrusunu söylemek gerekirse.

8,50-/10

1 Eylül 2013 Pazar

Fatboy Slim - Better Living Through Chemistry (1996)

90'larda oldukça revaçta olan big beat'in önemli temsilcilerinden biri Fatboy Slim'i hep Modjo hayır Mono hayır Moby evet ile karıştırageldim. Hatta ikisini bir süre aynı şahıslar zanettiydim. Şişko mu zayıf mı olduğuna karar veremeyen arkadaşın ilk albümü ile bu karışıklığın arkasına hayır önüne geçeceğim evelallah. Moby'nin ilk albümlerini ise uzun süre önce dinlemiştim zaten. Sanatçı melodi olarak çok yoğun olmasa da Abd'nin güneyi Missisippi mi desem New Orleans mı desem oralardan besleniyor. Benzer havayı Moby'de de fazlasıyla ve daha mistik bir perdenin arkasından duyumsuyorduk. Yalnız burada ritimler daha hızlı. Dans temalı, dum tıs vidi vidi dum tıs heyo! Anladınız siz onu. Fatboy Slim'in diğer albümlerini dinlemeden bile farkına varıyoruz ki bu çıkış albümü adamımızın en iyi yapıtı değil. Enerjisi, artık yükselen burcuyla ne kadar alakalı bilemiyorum, yüksek olmakla birlikte Give The Po Man A Break'a kadar özel bir şeyler hissetmiyorsunuz. Bunu dediğime şaşıyorum ama bu şarkıyı güzelleştiren en bi güzel şey funky ritmin gücü. Ve tabi ki en bayağı teknoya bağlaması, tekrar ve tekrar. Sevdüğümüz gibim. Aynı formül First Down üzerinde de uygulanarak ikinci bir zirveyi dinleyiciye tattırılıyor. Biz zirveleri tırmanmayız genelde tadar yalar yutarız. Yani iki şarkı ve diğerleri.

6,75/10