ama ebe olmuştuk bir kez körebe olmuştuk kör olmuştuk
Kitabın önemli bir bölümü kısacık hayatıyla şiir dünyasına damgasını vuran Arkadaş Zekai Özger'in arkadaşları tarafından kaleme alınan anma yazılarına, şairin dergilerde yer bulmuş metinlere ve mektuplaşmalarına ayrılmış. Hayattayken bir kitabı olmadığından dergilerde, günlüğünde yer alan şiirlerle birlikte bu yazıların birlikte basılması genç şairin şiiri ve hayatını bütünlüklü bir açıdan anlaşılır kılıyor. Üstelik fotoğrafları da sayfalara ileştirilmiş durumda. Arkadaş'ı yad eden isimler Ramiz Bilgin, kızkardeşi Şükran Tekin, Sina Akyol, İsmail Uyaroğlu, Orhan Alkaya, Veysel Çolak, Tahir Abacı ve Cavit Kürnek. Bu yazılar sadece anılara, anektodlara yaslanmıyor, aynı zamanda Arkadaş'ın şiirlerine yorum kapısı da açılıyor. Ama belki de en çok mutabık kalınacak şey, bireycilikten toplumculuğa salınan bir çizgide tarzının henüz oturmamış olmamasıdır. Bununla birlikte ne türe meylederse meyletsin, şiirlerinin samimi, çocuksu, saf bir tarafı vardır ki her birinde ortaktır ve canınızı acıtır. Uzun lafın kısası paranıza kıyın da satın alın.
pencere
pencereyi kapama
gök dolabilir içeri
sen neyi görebilirsin
ıslak bir bulutun ağışını mı
pencereyi kapama
kuş dolabilir içeri
sen neyi taşıyabilirsin
kırık bir dalın yükünü mü
Pencereyi aç
Soluğun çıksın dışarı
sen büyütmedin mi ciğerinde onu
Kokusu hayatı yıkasın diye
Pencereyi aç
Sesin sarsın dünyayı
Duyulur elbet ta ötelerden
Yürek kendini tanır
güzleme
ucuz ve kolay dizelerin sıvandığı bir dünyayla
yaslanıp şiirin pisliklerine
üşütüyorum kendimi baharlara yazlara
direnemiyorum soyut somut ne varsa
uyuz bir kedi gibi kaşınıyor edebiyat
bulup işlemenin yolunu yordamını
duvarları o çok yüksek duvarları ıslatıyorum
diyorum kan irinsiz güzel değil
bir rahibe ancak bu kadar ihanet edebilir kendine
şiirler okuyorum şiirler şiirler
tutup o şiirlerin şairleriyle yatıyorum
çünki bir rahibe ancak bu kadar ihanet edebilir kendine
bordo diyorum bordo bir renktir
kan pıhtılaşınca bordoya
ölüm uzadıkça bordoya çalar
çünki nerde bir böcek bir çiçeğe konsa
döllenme dullanmış bir kızın bordo çiçeği olur
kan pıhtılaşınca bordoya
ölüm uzadıkça bordoya çalar
çünki nerde bir böcek çiçeğe konsa
döllenme dullanmış bir kızın bordo çiçeği olur
yaşlanıyorum böcekler ölüyor
şiirler şiirler bir ömrün çiçekleri
soluyor, herşey soluyor. çiçekler ve güller ve güller ve güller
ölü bir böcekle çiftleşiyorlar
renksiz bir gül oluyor döllenme
yaşlanıyorum. çiçekler çiçekler renkler ölüyor
gözaltlarım kırışıyor gözlerim kırışıyor
kızı ayrı görüyorum kendimi ayrı
geçkin bir kız bulup orasından öpüyorum
çünki böcekler yaşlı bir kızı ancak bu kadar mahzun bırakabilir
yaşlanıyorum. çiçeksiz renksiz. bordo
bir daha bir daha çünki diyorum
çünki bordo bir intihara ancak bu kadar yaraşır
tamirat
ne kadar üstelesem yanlış bir değişimi
bir proleterin oğlu olduğuma inandıramıyorum kimseyi
inandıramıyorum babama bir proleter olduğunu
babam çok eski bir partizan
kötü bir halk partisinin kalıntısına yamamış nefretini
acıyı ve bir dönemi benden iyi biliyor
ne zaman içki içsek bir cuma gecesi ertesi
açlığı ve yoksulluğu benden iyi anlatıyor
benim bir abim iki abim varmış
açlık ve yoksulluk kötü bir şefin döneminde
ikisine de almış
çünki dönem o dönemmiş
ablalarım kalıntı toplarmış pazardan
ağabeylerim buz satarmış
babamsa memur ayakkabılarının tamiratına
nefretini yamarmış
annem bir sabır küpü
annem bir acı küpü
acıyla beslemiş yüreğini
yoksulluğu ve açlığı acıyla doyurmuş
ve acıyla büyütmüş bebeğini
acıyla doğurmuş
ben işte eksik bir birikimin tortusuyum
geçmişlerde yoğrularak çocukluğum
bana hep acıyı ve hüznü öğretti
ezilmişliğin kompleksiyle büyüdüm böyle
yaşıyamadığım günlere özlemli
yaklaşmak istedikçe burjuva özentilerine
sınıfım çekiyordu utandırarak beni
yaklaştıkça üşüyen damarlarımdaki hınç
çekildikçe yanıyordu sınıfımın ateşinden
ben işte bunun için
bir burjuva kuklasıyım, korkak
ve acemi bir militanım
hüzne ve yalnızlığa yakın
gördüm ki bir cuma gecesi ertesi
babamın eskimiş bürokrat ayakkabılarının tamiratına
nefretle vurduğu örsü ve çekici
öfkesini köseleden ayırdığı bıçak
açılmış bir gül gibi duruyor önümde
vur gülüm vur gülüm vur gülüm
vur sen de burjuva ayakkabılarının altına
artık ne soğuk damarlarımdaki ne sıcak
sadece bıçak gülüm sadece bıçak.
kadercinin / kendine tapmadan önceki
son -ya da sona yakın- öfkesinin
bir dünya görüşünün yorumuna
başlangıç olan/ çelişkili kötü şiiridir
açtık çok açtık çok çok açtık
ekmek istedik kadın istedik tanrı İstedik
ve oturup ağladık niye
ve niye hiç görmemiş gibi sanki
oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
ona şaşıyorum biz sanki hiç ekmek görmedik
yemek için
hadi hiç görmedik diyelim / çok doğru /
sanki hiçbir şey de mi yemedik
bak biz helva yedik güneşe karşı
/ şapka alıcak paramız yoktu / helva yedik
sonra güneş yedik yüz derece sıcaklıkta
şart değildi biliyorum güneş yememiz
güneş onlarındı biz hırsızız hem valla hem billa
biz toprak yiyorduk o zamanlar katık olsun diye
güneşi de yedik yüz derece sıcaklıkta hırsızız valla
bak biz daha neler yedik
inanamıycaksınız ama hem valla hem billa
eylüllerden tutun da nisanlara kadar
göğün saralı günlerinde yağan yağmurlarda
ve de vıcık vıcık çamurlarda
ve de dizboyu karlarda
ve de en bi fena havalarda
/ biliyorum inanmıyacaksınız ama /
ayaz yedik soğuk yedik hem valla hem billa
yağmur yedik çamur yedik kar yedik
ve de eylüllerden nisanlara kadar
umut yedik umut yedik memetler gibi
hadi hadi söyletmeyin biz daha neler yedik
yüzüne tükürülmez adamlardan tekme yedik valla
çelme yedik tokat yedik alışkınız acımayın bize
o yüzüne tükürülmez adamlar var ya
onlar bile hep bizden yediler
yediler kollarımızı ellerimizi tırnaklarımızı
yediler gücümüzü terlerimizi
güç deyip ter deyip önemsemeyin
bizim günboyu kullandığımız şeyler
ama biz yiyemedik oh deyip
kollarımızı ellerimizi tırnaklarımızı
ve de gücümüzü terlerimizi
hadi hadi biz daha neler yedik
ot yedik et yedik
bok yedik/
açtık çok açtık çok açtık
kadın istedik tanrı istedik
ve oturup ağladık niye
ve niye hiç görmemiş gibi sanki
oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
ona aşıyorum biz sanki hiç kadın görmedik
biz galiba hiç kadın görmedik / çok doğru /
biz iş gördük güç gördük kadın görmedik
zaman mı bulamadık ne/ biz kadın görmedik
ve bir kadın aldık çarşıdan birşeyler umarak
kadın dediler soy dediler soyduk
giysilerini soyduk kadının ve şeylerini
ve salt kadın dediler salt kadındı şimdi o
salt erkek bekliyordu şimdi biz salt erkeğiz
salt erkeğiz ve çok açız dayanamadık
soymayı sürdürdük kadını gözlerimizle
ve soyduk giysilerini kadının ve şeylerini
ve soyduk saçlarını dudaklarını ve gözlerini tardıeu gibi
ve soyduk birşeyler umarak derilerini etlerini
ama hep birşeyler umarak soyduk herşeylerini
ne çıktı karşımıza biliyor musunuz sonunda
salt kadın yerine salt kemik
ve kemikler arasında kirli bir yürek
çirkin korkunç bir iskelet
oysa hep başka düşlemiştik kadını
en iyi en güzel ve sıcacık
ve de temiz yürekli / yani kadın
yani kadın /
biz çok açtık kadın istedik
yani kadın yani sevgi yani aşk
ama en iyi en güzel ve sıcacık
ve de temiz yürekli
yani kadın
açtık çok açtık çok çok açtık
tanrı istedik
ve oturup ağladık niye
ve niye hiç görmemiş gibi sanki
oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
ona şaşıyorum biz sanki hiç tanrı görmedik
hadi hiç görmedik diyelim / çok doğru/
tanrı da mı hiç görmedi bizi
hep bilinen şeyler gibi yinelemek
ama yalnız yinelemek hep yinelemek hep umarsız
-sen n’apıyorsun orda sen n’apıyorsun
-hiç sigara kutusu topluyorum yerden yakıcam
-bak bir odun düştü arabadan alsana
-yok onu öteki alsın o çok yoksul
-kamyona geleyim mi abi kamyona iyi taş taşırım
-beş liradan fazla vermem bak hava cok soğuk
– manton yok mu senin bu kış kıyamette
-hırkam eski biraz ama olsun yündür tutar gene
çıplaklıktan iyidir
-bu adam deli mi ne yırtık gömlekle bu soğukta
-ben karı iki beş de çocuk yedi bir de tanrı sekiz kim
ısıtacak bizi kim doyuracak bizi
-‘inandığımız tanrı -da- yalnız bıraktı bizi’
bağışlatıcı olmuyor ey bagışlatıcı olmuyor
bilmem nerelerdeki özgürlük şarkıları
bizim özgürlüğümüzü bunca kısıtlamışken
tutsaklığımızı sürdürürken ezerken ezdirirken
kurdukları düzende kayırdıkları güçlere
kayırdıkları güçlere sanki biz insan değiliz
gökyüzüne uzanmaktan yoruldu ellerimiz
ne isteriz ne isteriz bilseniz
bilseniz inanca karşı gelmek ne zor
bilseniz ekmek yemek su içmek ne zor
bilseniz mutluluk ah mutluluk
mutluluk çok ötelerde şimdi
nedensiz isteksizliğiyle vermekten kaçındığı bizlere
bizlere yani kendi yarattığına
/ ne gülünç kendi yarattığına /
mutluluk çok büyük ve çok ötelerde şimdi
tanrı kadar
ulaşılmaz
bir ulaşsam bir ulaşsam yok mu ya bir ulaşsam
kimselere bırakmıycam kimselere bırakmıycam
ama gücüm ama gücüm ama gücüm kısıtlı
valla bıktık billa bıktık yaşamaktan
ben insanım dedik günahkâr olduk
ben tanrıyım dedik günahkâr olduk
ben günahkârım valla
ben günahkârım valla ve de tüm günahlarını insanların
topladım omuzlarıma/ ben günahkârım valla
bir hafifledim bir hafifledim ki sormayın
günâhlar ne hafif şeyler öyle ve de ne güzel
ben hep tanrıyı düşündüm tanrıyı sevdim
ben hep tanrının dediğini yaptım günahkâr değilim
baktım hiç düşünmedi tanrı beni hiç sevmedi
baktım tanrı hiç yapmadı dediğimi
töbe töbe ben günahkârım valla
kaynattım üç tencerede üç ayrı aşı
ekmeği kadına kadını tanrıya tanrıyı ekmeğe üleştirdim
aşkla sana
alnını
dağ ateşiyle ısıtan
yüzünü
kanla yıkayan dostum
senin
uyurken dudağında gülümseyen bordo gül
benim kalbimi harmanlayan isyan olsun
şimdi dingin gövdende
uğultuyla büyüyen sessizlik
birgün benim elimde
patlamaya sabırsız mavzer olsun
başını omzuma yasla
göğsümde taşıyayım seni
gövdem gövdene can olsun
söyle bana ey
ölümün açıklayıcı pervanesi
hangi yavru tek başına yiğittir
hangi yangın bir başına söndürülür
ah herkes susuyor
hiçkimse bilmiyor içimin yangınını
ah herkes mi susuyor
kalbimi kalbine bağladım dostum
ah herkes mi susuyor
kalbi kalbimize benzeyen dostlar
bir çarmıh gibi bırakıyorken kendini dünyaya
hayatın ateş renkli kelebekleri
bir bir tutuluyorken korkunç koleksiyonlar için
ah herkes mi susuyor
bağırsam içimdeki dehşeti
hırsım deler mi toprağı
beni
acısıyla onduran
dostumu
aşkla vurduran hayat
sana
yaşananla harlanan bağrımın sevdasını akıttım
dünyanın yeni baharına
çatlarken kadim güneş
bağrım delinirken fidanların kanıyla
anamın doğurgan karnıdır diye
sevgilimin sütlenecek göğsüdür diye
dostumun üretken gülüdür diye
sana bağlandım
sana sarıldım
beni umutsuz koma
tarihle avutma beni
çünki aşkla sınanmışım sana
sana yangınla, suyla, ateşle
ölümle, yaprakla, şiirle sınanmışım
ey yaşarken kanayan acı
şimşekli gök, tufan, kan fırtınası
uçurum kıyısında hızla büyüyen ot
yapraksız bir ölümün anısı için
körpecik kuzuların derisi için
beni tarihle avutma
umutsuz koma beni
akıtsam deliren sevdamı
köpürür mü hayatı besleyen su
ey benim
yedi başlı kartalım
her başını
bir dağ başlangıcında koyanım
senin
böyle diri bir akarsu gibi kıvrılan gövdendir
bizim aşkımızı solduranların korkusu
çünki elbette bir su
kendi akacağı toprağın sertliğini bilir
ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak
artık ırmak mı ne denir
işte devrim
ona benzer bir akışın hızına denir
yarın ne olur bilirim ben
bahar gelir, otlar büyür
ölüm de yapraklanır
bir dağ bulur uzun uzun bakarım
bir çam ağacı gölgesi
güzel kokular veren
bir damla güneş görünce
sana da gülümseyeceğim yarın
şimdi senin uzanıp yattığın otlarda
yarın yeni bir yeşillik büyüyecek
sevdadır
Göğü kucaklayıp getirdim sana
kokla
açılırsın
solmuşsun
benzin sararmış
yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün
öyle bükük bakma bana
çam kolonyası getirdim sana
kentli dağlıların haklı sevdasını
bolu ormanlarından çarpan bir koku
sanki köroğlunun ter kokusu
aman kokusu, billah kokusu
canlarım, canım benim
üzme kendini bu kadar
sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var
bak yeryüzü ne kadar geniş
ne kadar dar
Dur
akıtma gönlüm yaşını
gözünden öpecek bir yer bırak
oy bana en yakın
bana en uzak
sevgili yar
Hasretine vur beni
Giyecek çamaşır getirdim sana
adettir diye değil, sevdim diyedir
bağışla, eski biraz
bedenim uygundur diye bedenine
elimle yıkadım, ütüledim
elma ağacında kuruttum
Günler sarmal bir yay gibi
bunu unutma
Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir
bunu unutma
Seni ben her yerinden öperim
bunu unutma
kadere inansaydım
sana inanırdım
Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben
öyle kırık bakma bana
Caddeler nasıl da genişliyor
sana bunu söyleyecektim
Bileyli bir makas vardı yanımda
sana bunu söyleyecektim
Hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri
sana bunu...
Oyy nasıl söyleyebilirim
deliren sevdamızın kısrak huyunu
Elimi tut
tuttururlar, o kadarına izin verirler
kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu
Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız
sen içerde
Ben dışarda...
Oyyy mahpusluk mahpusluk...
hüzün mevsimi'nden
ben doğma büyüme evciyim göç benim harcım değil
hasret bana çabuk dokunur yalnızken karanlıktan korkarım
şiirler'den
acı yaşamak
bizim en eski çağlardan kalma yanık türkümüz
öylesine kısık ki sesimiz
ne duyurmasını ne söylemesini biliriz
her şey tekrardır biraz'dan
diyorum bir acıyı ikiye bölmek
bir elmayı ikiye bölmek kadar güçtür
beyaz ölüm kuşları'ndan
sonra bir gün anneler de ölür
böcekler ve kertenkeleler ölür
boşalır suyu havuzun kum seddi yıkılınca
sivrisinekler ve kağıttankayıklar ölür
sonra o gün çocuklar da ölür
biz hepimiz önce küçük bir çocuktuk
sonra büyüdük hepimiz çocuk olduk
...
sesi nemli yine elleri yine soğuk
hayat sığmıyorsa gövdene yüreğini sığdır çocuk
nemli bir sesi sığdır o gittikçe nemlenen
çocuk çocuk sana bir dost gerek
...
ama şimdi kim kandırabilir sizi
bir ölünün hayat kokan ağzını öpmek için.
kan reçetesi'nden
kan kendini aldatmaz
kan kendini aldatmaz
...
Kalbim!
elimden tut
elimden tut
sensiz birşey yapamam
gezgin'den
dün geldim
geç kalsam da bağışlanır
bir bahar bozumuydu yola çıktığımda
yüzümde suçlu bir merak
kalbim heyecandan telaşlı
gözlerimde ısırgan bir hüzün vardı
hüzün: hep bilinir
bir afyon çiçeğidir önceleri
dalayan bir ısırgan yoncası olur sonra
dalayan ve uyandıran o afyon uykusundan
dün geldim
acı sırtımda tabiy
yolum uzundu
yanımda hiç resim yoktu
dağlara baktım: dağıldım
yollara baktım: yoruldum
gece ayışığı içtim, dudaklarım kurudu
gündüz böğürtlen yedim, dilim buğulandı
siz görmeliydiniz o kanı
bir dağ çiçeği sevdasına bin arı öldü
tam ordan geçiyordum, gördüm diyebilirim
aman nasıl petekti öyle
nasıl baldı
böğürtlen gibi kırmızıydı
kan gibi saydam
bir garip kokuydu, onun kokusuydu
dayanamadım, eli titrekti ama
yedim yedim kalbim çatladı
sevdam o dağ çiçeğinde kaldı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder