İngilizlerde çok görgülü bir millet canım. Ama burada başka bir şeyden bahsediliyormuş: ampirizm. Hobbes, Locke ve Berkeley gibi düşünürler ana başlıkları oluştursa da başka diğer dönem felsefecilerin de görüşlerine mukayeseli olarak yer verilmekte. Filozofların dışsal cisimlerin bizde yarattıkları duyu-izlenimleri ile böyle izlenimlerin anıları ile başlamasıyla Hobbes da görgücü akıma dahil edilebilir.Düşünür, etkileri bilinen nedenlerden ve nedenleri bilinen etkileri saptayarak uslamlamaya başvurur. Bilim de imgeleri üreten görüngülerden faydalanmaktadır. İmgeler sözcüklere çevrilmekte ve bunların konuşmadaki bağıntıları bilimi olanaklı kılmaktadır. Hobbes'un felsefesi cisimlerden başka hiçbir şeyi dikkate alıyor olması manasında özdekçidir.(materyalist) Dolayısıyla Tanrıyı felsefe konusu olmaktan çıkartır. Yine de Tanrının kavranamazlığı kararına varır. Hobbes maddeleri doğal olmasına ve insanların istenç ve anlaşmalarından yapılmasına göre ikiye ayırır. Felsefesinde sıkça kullandığı ikincisini commonwealth olarak isimlendirir. Düşüncemize hiç bir bağımlılığı olmaksızın uzayın bir parçası ile eşdüşümlü yada eşuzamlı olan şeyleri cisim olarak tanımlar. Duyu da dış tepki ve çaba tarafından duyu örgeninde yapılan, nesneden içe doğru bir çaba tarafından yaratılan ve az çok belli bir süre boyunca kalan imgedir. Böylece renk, koku, ses,tat .. görüngü dünyasının parçalarını teşkil eder.
Hobbes'a göre saltık bir değeri olmayan iyi ve kötü göreli kavramlardır. İyi ve kötüyü ayırt etmenin kuralı bireye bağlıdır. Bununla birlikte commonwealthde onu temsil eden şey kişidir, diğer deyişle neyin iyi yada kötü olduğunu belirleyen egemendir. Tutkuları tarafından güdülen bireyler topluluğu, kendi devim biçimlerine bağlı olarak kendi ölçütlerini geliştirir. Doğal olarak bedensel ve ansal (zihni) yeteneklerde insanlar eşittir. Fiziksel olarak eşit görünmeyenler bir komplo ile, hile ile kısaca beyinlerini kullanarak avantajlı duruma geçebilir. Ve bu doğal eşitlik insanların ereklerine ulaşma konusunda da eşit bir umut yaratır. Her bireyin kendi güvenliğini ve kendi gönencini arıyor olması olgusu yarışmacılığa ve başkalarına güvensizliğe götürür. Bu doğal savaş durumu toplumun örgütlenmesi ve commonwealthin kurulmasına dek devam eder. Bu noktadan sonra barış ve uygarlık başlar. Doğal savaş durumu evrensel olarak varolmuş bir dönemi değil, hipopetik bir kavramı temsil eder. Burada zorunlu olan şey cezalandırma gücüne sahip bir hükümetin varlığıdır. Bireyler çokluğu, güç ve kuvvetlerinin tümünü tek bir insana, ya da tek bir insanlar meclisine bırakmalı ve bu da tümünün istencini, seslerin çokluğu yoluyla tek bir istence indirgeyebilmelidir. Bu kişi egemen geri kalan herkes onun uyruğudur. Yetkesini Tanrı'dan alan kral görüşünden radikal bir kopuştur. Egemen uyruklarının yansıması olduğu için bir egemeni cezalandırmak, öldürmek vs.., kendi eylemleri nedeniyle bir başkasını cezalandırma ile eştir. Hobbes açısından özgürlük de bireylerin değil commonwealthin özgürlüğü olarak değerlendirilir. Eski Atina'da bireyler temsilcilerine karşı direnme hakkına sahip değillerdi, temsilcileri başka halklara direnme veya onları istila etme özgürlüğüne sahiptiler. Yine de bireyin varlığını tehlikeye atan konularda egemenin kuruluş amacını boşa çıkarmamak kaydıyla bireyin boyun eğmeyi reddetme hakkı doğabilir."Uyrukların egemene karşı yükümlülüklerinin ancak onun uyruklarını koruyabilme gücü sürdüğü sürece sürecek olduğunu kabul ediyoruz"
Hobbes'tan sonra Hristiyan ahlaksal yaşam için bir temel olarak tinselci bir evren yorumunu savunan belli başlı Cambridge Platonisti felsefeci irdelenmektedir. Locke ise doğuştan gelen düşünceleri reddetmesiyle bilinmektedir. Çocukları ve aptalları örnek vermekle beraber doğal eğilimlerin doğuştan gelen düşüncelerle karıştırılmaması gerektiğini vurgular. Tüm düşüncelerimiz duyumdan ya da derin düşünmeden türer ve bu ikisi görgülenimi oluşturur. Locke'un Tanrının varoluşuna kanıtı ise şöyle bir uslamlama izler: Kendi özvaroluşumun sezgisel bilgisi bana en azından tek bir şeyin varolduğunu göstermektedir. Sonsuzluktan bu yana varolmadığımı ve bir başlangıcım olduğunu bilirim. Ama bir başlangıcı olan bir şey başka bir şey tarafından üretilmiş olmalıdır, kendini üretmiş olamaz. Öyleyse sonsuzluktan bu yana varolmuş olan bir şey olmalıdır. Dolayısıyla insan kendi varlığını sezgiyle Tanrı'nınkini belgitlemeyle bilir. Bu manada ahlaksal düşüncelerimiz de yalın düşüncelerde sonlanmaları gerektiği anlamında görgülenimden türemiş olmalıdır. En azından onları oluşturan öğeler duyum ya da derin düşünmeden türemiş olmalılar. Locke iyi ve kötüyü haz ve acıya gönderme üzerinden tanımlar. İyi anda (zihinde) ya da bedende hazza neden olmaya ya da onu arttırmaya yatkın olandır. Ahlaksal iyi,bununla birlikte , gönüllü eylemlerimizin bir yasaya uygunluklarıdır ki böylelikle iyi bize yasa-vericinin istencine göre gelir ve ahlaksal kötülük de uygunsuzluklarından oluşmaktadır ki böylelikle kötü yasa yapıcının istenç ve gücünden üstümüze gelir. Locke doğa durumu ile savaş durumu arasında ayrım yapar. Yeryüzünde aralarında yargıda bulunma yetkisiyle donatılı ortak bir üstleri olmaksızın birarada us ile uyum içinde yaşayan insanlar sözcüğün gerçek anlamıyla doğa durumundadırlar. Zor, haksız olarak uygulandığında bir savaş durumu yaratır. Hobbes için doğal yasa güç, zor ve aldatma yasası demekken Locke içinse Tanrı ve hakları üzerine, insanın Tanrı ile ilişkisi üzerine ve tüm insanların ussal yaratıklar olarak temel eşitlikleri üzerine düşünen insan usu tarafından bildirilen evrensel olarak bağlayıcı bir ahlaksal yasa demekti. Doğa durumu insanlar üzerinde hiçbir ortak yetkenin bulunmadığı ortak bir koşulu anlatıyor olmasına karşın, Tanrı insanı zorunlu, uygunluk ve eğilim gibi topluma itecek güçlü yükümlülükler altına koyuyordu. "İnsanlar, yaşamlarının, özgürlüklerinin ve yurtluklarının ki bunları genel mülkiyet adıyla adlandırıyorum, karşılıklı olarak korunması için toplumlarda birleşmektedirler." Locke çoğunluğun topluluğu temsil etme hakkının aşağı yukarı kendiliğinden açık olduğunu düşünmekle beraber çoğunluğun azınlık üzerine tiranlık uygulayabileceğini idrak edemiyordu.
Güvenilir bir yolda deney üzerine dayandırılan küçük bir bilgi birikimini bile doğrulanamayacak geniş felsefi dizgeler kurma işine göre yeğ tutan Robert Boyle, fiziksel bilimin metafizikten arındırılmasını savunan ünlü fizikçi Newton, sonraki bölümde konu edilen düşünürler oluyor. Newton'un Tanrıyı makineyi çalışır tutmak için etkin olarak işe karışan bir figür olarak tanımlamasıyla dinsel sorunlar ayrı bir başlık altında incelemeye tabi tutulur. Samuel Clarke ve Psikopos Butler bu başlık altında Shaftesbury, Mandeville, Hutcheson, Butler, Tucker, Hartley, Paley törebilim başlığı altında listelenir. Mandeville Hobbes'a yakın bir isimken iyiliksever dürtülerin de insanlara doğal olduklarını savunan Shaftesbury ile Hutcheson zıt kutuplarda yer alır. Mandeville bencilliğin ortak yarara hizmet ettiğini savunusuyla Hobbes'tan da bir noktada ayrılıyordu.
Ayrı bir başlık altında incelenen Berkeley, özdeğin-maddenin varoluşunu yadsıyan biriydi. Asıl öne surduğu şey, duyulur bir şey yada cisme ilişkin olarak onun varolduğunu söylemenin onun algılanmakta yada algılanabilir olduğunu söylemek olduğudur. Algılanmak bir algılayan üzerine bağımlılığı imler. Varolmak ya algılamak yada algılanmak demektir. Duyulur şeyler yada cisimler tam olarak onları algıladığımız yada algılayabildiğimiz gibidirler ve bu fenomenler düşünce olarak adlandırılmaktadır. Berkeley Locke'u takdir etmekle beraber özdeksel töz görüşünü çürütme uğraşı içine girmiştir. Tanrının varlığını ise şu şekilde kanıtlamaya çalışır: Doğal şeylerin bana bağımlılıkları tek boynuzlu bir at imgesinin bana bağımlılığı ile aynı değildir. Öyleyse içinde varoldukları bir başka an olmalıdır. Yine insanlar genellikle tüm şeylerin Tanrı tarafından bilindiğine yada algılandığına inanırlar, çünkü bir tanrının varlığına inanırlar, oysa öte yandan ben bir Tanrının varlığını dolaysızca ve zorunlu olarak çıkarsıyorum, çünkü tüm duyulur şeyler Onun tarafından algılanıyor olmalıdırlar.
7
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder