6 Mart 2016 Pazar

Katharine Burdekin - Swastika Geceleri

Hala bu kitabın 1937'de ilk kez basıldığına inanamıyorum. Hitler diktatörlüğünün dört senedir ülkeyi istediği gibi yönettiği bir dönemde takma isimle de olsa böyle eleştirel metnin basımı doğrusu yürek ister. Bugün bu topraklarda buna cüret edebilecek kaç kişi var acaba? Daha doğrusu eleştiriyi estetize edebilecek, kayıkçı dövüşünden kurtarabilecek diye açmak gerekli soruyu. Dünyanın Almanya ve Japonya arasında bölüşüldüğü yedi yüz yıl sonrasına kadınların durumu ağırlıklı bir sosyolojik bakışı içerir disütopya çalışmasıdır Swastika Geceleri ve kıvılcımlanan bir umut ateşiyle sayfaları sona erer. Kendi içinde feminist mesaj kaygısı edebi süreci hafiften törpülese de ve mantıksal kuşkulara sahip olsa da (kadınların indirgenmesinin vardığı ekstrem sonuç, kadınları ev kadını olarak yücelten Nazi politikası ile ne kadar bağdaşıyor) bir olmasa bile bir kaç çırpıda okuyup bitirebileceğiniz bir okuma sunuluyor. Zaten unutulup, yeniden keşfedilmenin tadıyla tanıtımının ve övgüsünün ne ölçülere vardığını biliyorsunuz.
Almanlar büyük zaferden sonra Hitler'in tanrılaştırıldığı bir dinin yüceltmesiyle birlikte toplumsal yapıyı  asil kan şövalyeler ve Alman Naziler ile bağlı uyruklar ve piramidin en altında kadınlar olmak üzere katı hiyerarşik bir şekilde kurmuşlardır. Hala inançlarını yarım yamalak da olsa sürdürmeye çalışan Hristiyan köylüler bu piramitin dışında olmakla birlikte yazar, onların gözüyle de kadınları karşılaştırır ve Hristiyanları da bir nebze eleştiriye tabi tutar. Diğer disütopyalarda olduğu gibi kitaplar yakılmış; tarih, galipleri medeniyetin inşacıları olarak selamlayarak baştan yazılmıştır. Topluma erkek çocuk vermek dışında hiç bir rolleri olmayan kadınlar toplumdan tecrit edildikleri kamplarda birarada yaşarlar. Saçları kazanmış, tek tip elbiseleriyle çirkinlik abideleridir. Erkek evlatlarına da sadece bir kaç sene baktıktan sonra erkek gibi yetiştirilmeleri için Nazilere teslim ederler. Durumlarını sorgulayacak zihinsel kapasitelerini bile zaman içinde yitirmişlerdir. İster istemez homoerotizmin yükseldiği bu toplumda kadınları kurtaracak olan da onların dışından bir müdahaledir. Bu müdahalenin başlangıç kaynağı ise sistemin içinden olmalıdır. Alfred ismindeki muhalif bir İngiliz'in eski arkadaşı Herman'ı da ziyaret ettiği Almanya'daki hac yolculuğunda yüzyıllardır aile mirası olarak yazılmış bir kitabı ve Hitler'in gerçek fotoğrafını saklayan şövalye Von Hess ile tanışarak onun himayesinde kalıtları gizlice teslim alması o ilk kıvılcımı oluşturmaktadır. Von Hess'in şiddete başvurmayarak gizlice örgütlenip yayılmaları tavsiyesini gözardı ettiği tek anda hem kendisi hem de çelişki dolu karakter Herman hayatını kaybeder. Ama kız çocuklarına yönelik değişen yargısını ve kalıtları büyük oğluna geçirmeyi başarır. Sekiz buçuk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder