Beşeri kurtuluş açısından bakıldığında, Aydınlanma modernizmi hala saygın bir gelenek olarak yerini koruyor. Bu tarz modernizm, savunmaya olduğu kadar geliştirmeye de değer nitelikte. Ama anti-kapitalist sınıf diyalektiği bu tarz modernizmin içerdiği karşıtlıkları neredeyse görünmez kılmıştı; bu anlamda, Aydınlanma modernizminin modernist olmayan madun direnişi ve ekoloji ile ilişkilerinin de gözden geçirilmesi gerekiyor. Marksizm, Lenin ve Leninizm aracılığıyla küresel bir ideoloji haline gelmişti. Ama MArksizm-Leninizm'in sürdürülebilir bir modernizm olmadığı ortaya çıktı. Avrupa merkezcilikten uzaklaşmış günümüz dünyasında Marx taraftarları bunu kabul edip ona göre pozisyon almak, getirdiği seküler sınıf vurgusuyla Marksizmin derinlikli bir Avrupa tarzı hareket olduğunu hesaba katmak zorundadır. Artık sosyalizm-ötesi bir perspektifle düşünmeye düşünmeye başlamanın, kapitalizmin ve kapitalist girişimlerin beraberinde getirdiği lükse dayalı küresel servet/sefalet denkleminin ötesinde bir düya tahayyül etmenin zamanıdır. Sosyalizm-ötesilik , sosyalizmin stratejileri ile tarihsel kurumlarının, işçi sınıfı ile emek hareketinin merkezi aktörlük rolünün, kamu mülkiyeti ile büyük ölçekli kolektif üretim planlamasının olmazsa olmaz öneminin ötesine bakan bir sosyal dönüşüm perspektifidir...Sosyalizm-ötesilik engin sosyalist hareketin ve onun yaratıcılık ve şevk, direngenlik ve mücadele, güzel rüya ve umutlar, yanısıra gaf, hüsran ve yanılsamalarının, kısaca zaferleriyle birlikte yenilgilerinin kabulünü de başlangıç noktası alıyor. [post-sosyalizm ile farkını bu oluşturuyor]Bu sözlerden anlaşılacağı üzere Marksizmin eksiksiz olarak gelişmiş bir modernite yaratmak düşüncesiyle moderniteyi savunan bir çizgi izlediğini öne sürüyor Therborn. Entelektüel anlamda Marksizm, öncelikli tarih-yazımı olarak ve sonrasında sosyoloji olarak, ve doğrudan ekonomik olmaktan çok sosyal dolayımlı bir ekonomi-politik eleştirisi olarak kendini yenileyip gelişmiştir. Marksizmin artık elde hazır çözümlere sahip olmayabilir belki ama bu eleştirel yanların ille de körelmiş olduğunu anlamına gelmez, diyor. Eleştirel diyalektikçilerin kimi zaman bütün engellere rağmen düşünü kurduğu, sömürü ve yabancılaşmanın bulunmadığı özgür bir toplum, belki de geçmişin başarısızlığından çok, henüz gerçekleşmemiş bir umuttur. Fakat sosyal bilim, siyaset ve felsefeden oluşan Marksist üçgenin kırılmış olması modernizme meydan okuyan post-modernizmin güçlenmesine sebep olmuştur.
Marksist diyalektik, liberal projelerin modernite temelinin unsuru olarak kısıtladığı bireyselleşmeyi
atomizasyon ve yabancılaşma , üretkenliğin gelişimini sömürü ve bölüşüme dayalı kutuplaşma, kapitalist yayılımı proleteryanın güçlenmesi ve küreselleşmeyi anti-emperyalist isyanlar zemininde çatışma ve çelişki unsuruna dönüştürerek anlamı genişletiyor. Post-modernizm ise bu diyalektiği tümüyle görmezden gelir. Devletsiz bir yerküreye odaklanmaktan hiç de önemini yitirmemiş olan yirmibirinci yüzyıldaki devletlerin küresel analizi gözden kaçırılır. Yine de her türlü anti-kapitalist pratik ya da ideolojik duruştan sakınıp, hala Marx'ı kapitalizmin içgörülü ve entelektüel anlamda aydınlatıcı analisti olarak görmek mümkündür. Cımbızlarcasına alıntılarak yaparak yazarın teorik cihette fikirlerine ulaşmaya çalışırken göndermelerde bulunduğu yayınlar hakkında sarfettiği sıfatları da veri olarak bohçamıza dahil ediyoruz. Sıfat: çığır açan, Yayın: Laclau&Mouffe-Hegemonya ve Sosyalist Strateji.
Her ne kadar altında yatan bağıntıyı bilmesek de yazarın imparatorluk tabirini emperyalizm ile birlikte kullanılması Negri'yi ya da sosyalist iyimserliği Zizek'i hatırlatsa da neo-marksist olarak nitelendirdiği bu isimleri de eleştiri oklarına hedef yapıyor.
Aşağıdaki sözleriyle de Osmanlı ve Türkiye'yi de dahil ettiği için tartışılmaya değer bir yorum ortaya koyuyor:
Modernleşmenin dışarıdan taşındığı ülkelerde, Marksizmin kıyıda kalan bir varlığı olduğunu, iktidarda bulunan modernleştirici grup tarafından sindirildiğini ve iktidar sahiplerinin moderniteye sürüklediği halk kitlelerine büyük oranda yabancı kaldığını kabul etmek gerek. Öte yandan aynı süreçte yaşanan fikir ithalinin açtığı kapıdan, iktidarda bulunmayan modern öncesi gruplar tarafından Marksizm ile diğer radikal düşüncelerin de gecikmesizin bu alanlara taşınmış olması gerekir. Bu iki eğilim, doğal olarak, modernleşmenin sürekliliğine ve baskının yoğunluğuna bağlı olmuştur. Bir başka deyişle bu iki unsur bu alanda ne kadar yoğun yaşadıysa Marksizm de o ölçüde az gelişmiştir.