28 Eylül 2014 Pazar

Jane Rogers - Jessie Lamb'ın Vasiyeti

Kitabın kapağında kazandığı ve aday gösterildiği ödülleri okuyunca bu işler nasıl oluyor arkadaş diye iç geçirmemek elde değil. İyi bir okuntu mu, bariz zayıflıklara rağmen pişman olmazsınız, ödül kazanacak kadar iyi mi, dur düşünelim biraz. Hayır. Klişe bir konuya farklı bakış açısıyla yaklaşan bir ölçüde güzel bir girişim. 16 yaşlarındaki kızımız bir odada elleri ayakları hapistir. Dur der beni bu duruma düşüren hikayeyi size anlatayım, diğer yandan da hapis olduğu odada zaman yavaş yavaş geçer ve hikayesiyle bir noktada kesişir. AÖS isimli bir virüs dünyaya yayılmıştır ve doğum yapan her kadında aktif hale gelip bebekle birlikte anneyi de öldürür. İnsanlık tükenme tehdidi altındadır. Babası genetik araştırmalarla iştigal eden Jessie Lamb bu konulara önce duyarsızdır. Sonra arkadaşları ile politik aktivist gruplara girer, çıkar. Dünyanın bu duruma gelmesinde yetişkinlerin sorumluluğu vardır felan. Arkadaşlarının bir kısmı laboratuvar çalışmalarında hayvanları kurtarmak için HKC ki ALF ismiyle gerçekte de faaller, grubuyla sabotajlara katılır, en yakın arkadaşı ise hayvanlara deney yapılarak genç gönüllü kızların projelere katılmasını engellemeye çalışan EKI isimli feminist grubun üyesi olur. Elbette bu kaotik ortamda dini kisvette Nuh'un çocukları tarikatının ortaya çıkması kaçınılmazdır. Jessie'nin çocuğa hasret teyzesinin acıklı hikayesi bu tarikata girip oradan reddedilmesiyle Jessie'nin negatif bir kopyası hüviyetine bürünür. Bu yapıların anlatımı maalesef inanılmayacak derecede mekanik.
Kızımız babasından bu salgın öncesi saklanmış olan embriyoların virüse karşı aşılanarak dirençli hale getirildiğini öğrenir. İhtiyacı olan sadece komaya girerek onları doğuracak genç kızların gönüllülüğüdür. Onlar ne kahramandır! Buradan sonra Jessie'nin kayıtsızlıktan fedakarlığa kişisel dönüşümünü konu olarak temel alıyor aslında kitap. Henüz olgunlaşmamış hikaye örgüsü, ustalaşmamış yazarlık, derinleşmemiş karakterler okuyucunun gözünden kaçmıyor. Sonlara doğru ise hikayenin çözümleme aşamasına gelmesinden kaynaklı bitirme ihtiyacı olumlu bir mahiyette bünyeyi sarıyor. Anlıyoruz ki bu projeye gönüllü olan kızımızı ailesi vazgeçirmeye çalıştıktan sonra başarısız olunca, onu hapsetmiştir. Başkalarının kızı insanlığı kurtarmak için ölüme yatınca kahramandır ama kendi kızları olunca durum değişir. Anlaşılmaz bir şekilde arkadaşları kararını sorgulamakla kalmaz, soğuk karşılayıp gerekli ilgi alakayı göstermekten acizdirler. Burada yazarın inandırıcılığı sağlayamadığı aşikar. Ama yazarın kitaba hakim olan soğuk ve yalnız atmosferi cıvıklaştırabilecek hadiselerden bilinçli uzak kaldığını düşünüyorum. Sonunda babasını yaralamak zorunda kalarak ev hapsinden kaçar. Ve hedefe ulaşır. Son sayfalarda artık erkek olursa Ray kız ise Rae ismini verdiği müstakbel çocuğuna yazdığı hayat hikayesi olduğu ortaya çıkar tüm kitabın. Böylece kazandığı artı puanla romanı bitiririz.

Sunless-Sans Soleil filminden alakasız bir alıntıyla bitirelim entrimizi.
He wrote me: coming back through the Chiba coast I thought of Shonagon's list, of all those signs one has only to name to quicken the heart, just name. To us, a sun is not quite a sun unless it's radiant, and a spring not quite a spring unless it is limpid. Here to place adjectives would be so rude as leaving price tags on purchases. Japanese poetry never modifies. There is a way of saying boat, rock, mist, frog, crow, hail, heron, chrysanthemum, that includes them all. Newspapers have been filled recently with the story of a man from Nagoya. The woman he loved died last year and he drowned himself in work—Japanese style—like a madman. It seems he even made an important discovery in electronics. And then in the month of May he killed himself. They say he could not stand hearing the word 'Spring.'.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder