27 Mayıs 2012 Pazar

Philippe Corcuff - Bireycilik Sorunu: Stirner, Marx, Durkheim, Proudhon

Yazarın mensubu olduğu Fransız Alternative Libertaire grubunun kongresine sunduğu ve Liberter Sosyal Demokrasi olarak isimlendirdiği tezleri için bireycilik ve özgürlükler sorunu gibi sınırlandırılmış bir boyuttan hareket etmesi ne kadar kapsamlı ve tutarlı, tartışılır. Ama ben de bu kısa kitapçığı özetlerken yazarın kronolojisini takip edeceğim.
İlk olarak birey figürünün aydınlanma/modernleşme ile birlikte Batı'da öneminin arttığı hatta narsistik taşkınlıklara kaynaklık eden kutsallaştırılmış bir nesneye döndüğü tespiti yapılıyor. Biz'in eski tiranlıklarının yerine Ben'in yeni tiranlıkları ekleniyor. Ayrıca bireyselleşmeye olumlu ya da olumsuz atıflarda bulunan faklı sosyolojik akımların varlığı ortaya koyuluyor. Marx'ın  bireyi toplumsal varlık olarak tanımladığı cümlesi alıntılanıyor. Kollektif ilişkilere karşıt değil, kolektif ilişkilerden örülü olan ve fakat kendini başka bireysel kümelere indirgenemez bir küme olarak ortaya koyan bir  bireysel tekillik teması altında toplumsal ilişkilerin düğümü olan birey vurgusu ile birlikte. Pratikte ortaya çıkan reel sosyalizm örneklerinin tersine kapitalizm, bireysel potansiyellerin gerilemesi pahasına kolektif araçların büyümesini sağlayan bir düzenek olarak eleştiriliyor Marx tarafından. Dolaysııyla Marx aslında ne dar anlamda öznelci bireyci (narsist) ne de bütüncül kollektivist (katı toplumcu) ama ikisinin arasında sentetik bir ilişkiyi ortaya koyar. Özetle, toplumsal ilişkiler birincil, kollektif varlıklar ikincil gerçeklik olarak işler. Bireysel tekilliklerin gerçekleşmesinin amaç, bireylerin özgür birliğinin araç olduğu ortaklaşa bireyci bir çerçeve çizilir. Marx'ın sert bir şekilde eleştirdiği Stirner'in çizgisi ise narsist bireycilikte somutlanır. Toplumsallaşmanın önünde gelen Ben için etik-politik çizgide egoizm önerilir. Toplumun karşılığı ise egoistlerin birliği olacaktır bu durumda. Post-modern tezleri önceleyen bu görüşler bireyi toplumun dışında hatta kimi zaman karşısında konumlandırır. Ancak Stirner'in dolaylı da olsa bu tartışmaya bir katkısı vardır. Marx'ın Hegelden fazlasıyla etkilendiği sentez diyalektiği yerine modern gerilim/çatışma tekniğinin birey ve toplum arasındaki ilişkiyi daha anlamlı tarifinde baz alınmasının yolunu açmasıdır o da.
Hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığım Durkheim ise egoist bireyciliğin yerine toplumsallaşmış insanı öne çıkarır. Aslında her insan kendi içinde bu iki tür insanın gerilimini taşır. Egoist bireyciliği sınırlayıp ahlakileştirecek unsur toplumdur. Marx'ın tersine işbölümü ve uzmanlaşmanın ahlaki bireyin oluşmasında katkıda bulunduğunu ileri sürür. Diğer yandan da cemaatleşmenin zincirleri kırılmış olunur. Anarşizmin önemli isimlerinden Proudhon'un görüşleri mülkiyet kavramı üzerinden ele alınır. Proudhon erken dönemde kısa ve net biçimde mülkiyeti hırsızlıkla eşdeğer tutmuşken sonraları devletin ortaya koyduğu riskleri (totaliterizm) dengeleştirici bireysel mülkiyeti savunabilmiştir. Mülkiyet, siyasal işlevi kamusal gücü dengelemek  ve bireysel özgürlüğü güvence altına almak olan bir kavram haline dönüşecektir.  Liberter sosyal demokrasi diye adlandırdığı görüşlerini inşa ederken cumhuriyetçi (Fransız cumhuriyetçiliği: laiklik, eşitlik, halkçılık vs.) ve sosyalist geleneklerden beslenen günümüzün alternatif küreselleşme çizgisinde çoğulcu ve bireyselleşmeciliği reddetmeyen yazar, özellikle sosyal-refah devletinin yadsınmamasının altını çiziyor. Ekonomik belirlemecilikten sıyrılmanın etkisiyle devletin otoriter yanını daha rahat tespit edebilen anarşizmin devlet kurularının koruyucu da olabileceğini gözardı ettiğini ekliyor. Ve neo-liberal saldırılar karşısında daha da yakıcılaşan  sosyal güvenlik, taşeronlaştırma, işsizlik, esnek çalışma gibi sorunların çözümünde devletin oynadığı/oynayabileceği olumlu rol sayesinde bireylerin kişisel özgürleşme potansiyeline sahip olabileceğini öne sürüyor. Bu bağlamda toplumsal ilişkilerin tümünün ekonomik anlamda sermaye etkisine indirgendiği bir Marksizm yerine Fransa ve dünyada zulüm biçimlerinin çoklaşıp içiçe geçtikleri bir yapıda ve özgürleşmenin sadece anti-kapitalist değil, feminist ekolojist, homoseksüel, kültürel ve siyasal vb.tarzlarda çoğullaştığı bir dönemde görüşlerinin güncelliğini ortaya koyuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder