Efsane albümlere nasıl yaklaşacağımı bilemiyorum. O yüzden bugünün pencere pervazından değerlendireceğim ki bir yandan bu da haksızlık. Çünkü bu albüm tam da dedikleri gibi tonlarca gruba ve türe ilham vermiş bir yapıt. Böyle ata baba bir albümü torunları ile kıyaslamak yanlış, biliyorum. Ama 80'lerde müziğin ne olduğunu bile anlamayan bir veled idim daha, büyük ihtimalle böyle bir musiki duyduğumda da vereceğim tepki avaz-ül avaz ağlamak olurdu. Grupları saymayayım, ama bu albümün içerdiği türleri sıralarsam: thrash, geleneksel doom, geleneksel olmayan death doom, gotik metal, black metal.. Unuttuğum bir şey var mı? Black metalimsi bölümlerin leziz punkımsılığı? Neyse alttürlere inmeyelim.Yani neymiş, 85 yılına göre çığır açan gürül gürül bir albüm. Şimdi gelelim bugüne, bir kere ben bu albüme damgasını vuran heavy metal türevi doom'u pek tutmuyorum. Dinliyorum, dinleyebiliyorum. Lakin bağlanamıyorum, bir aşk sevgi doğmuyor aramızda. Bu da normal, her şeyi favorilerime ekleyeceğim diye bir şey yok. Bununla birlikte ekstrem metalin doğumunda ebelik yapan albümlerin arasında belirtilmesi de herkesin üzerinde mutabık kaldığı bir tespit. Atalar babalar atabarlar ne yapmış, görebilmek için güzel bir fırsat.
7,75/10
31 Temmuz 2011 Pazar
30 Temmuz 2011 Cumartesi
Rage - Trapped! (1992)
Daha önce pek kullanmadıkları egzotik etkiler , Shame on You misal, ve yer yer inandırıcılıktan uzak funky (dedimse tam funky değil elbet, ama vokalin ham işlenmemiş söyleme tekniğine bir türlü yakıştıramadığım melodik yapıdır kastettiğim) öğeler ile değişik bir yerde duruyor bu albüm. Her ne kadar kaba ham vokal ve kaydı terketmeseler de daha bir modernleştiklerini en azından bir ruj bir rimel sürüp makyaj yapmaya başladıklarını söyleyebilirim. İşte bu eski ve yeninin karması dinleyicileri mutlu mesut etmiş ve grubun en bilindik en bi sevindik albümlerinden biri olmuştur Trapped!. Ama enerjik ve thrashtan ödünç rifleriyle, melodik ve canlı nakaratlarıyla beni ikna edemedi. Keyifle dinlediğim albüm nihayetinde çok da anlamlı akılda yer edici bir fonksiyona bürünemiyor. Dolayısıyla hala favorim albümüm grubun Perfect Man yapıtı. İlginçtir daha önceki albümlerinde de Metallica'yı andırır girizgahlar pasajlar duymuştuk. Bu sefer bir şarkıda Megadeath geldi aklıma.
7,75/10
7,75/10
29 Temmuz 2011 Cuma
Çelik - Yaman Sevda (1996)
Artık yavaş yavaş olgunlaşma dönemine giren Çelik'in bu üçüncü albümü Yaman Sevda ve benim için özel Bu Şehirde gibi parçaları ile pek sevilmişti. Zorunlu kamp döneminde bir yandan geceleri Anatolia ile geçirirken gündüz de nedendir bilinmez, belki karşı kıyıda görünen kasabanın ışıkları aklıma geldiğindendir, Bu Şehirde'yi dinlerdim, galiba kapalı devre çalarlardı. Neyse sonuöta bu parça bana hep bir nostaljiyi ifade eder. Tabi şarkıcı bu şarkılarda makyaj niyetine de olsa elektro gitar kullanmıştı, gençliğimizde bu da anlamlıydı.
Propaganda parçalarını pop müziğe hiç yakıştıramıyorum. Önceki albümdeki şarkı çok kötü değildi, lafını bile geçirmedim o yüzden. Fakat buradaki facia. Bir yandan çocuksu synth tonu, diğer yandan artık şarkıcı üzerinde markalaşan bir enteresan söz yazımı, diğer diğer yandan Ukrayna'ya Örovizyon kazandıran Ruslana mıydı neydi onun parçasındaki gibi hey hey gazcılığı, diğer diğer diğer yandan vokalde sınırların keşfi... Ayrıca bu albümde Çelik yayvan ve uzatarak şarkı söyleme tekniğine de daha sık başvuruyor. Genel olarak aşağı düşüşün başladığı bu albüm o dönemin trendinden belki de çok farklı değil. Zira aynı yıl bir Şebnem Ferah Kadın'ı yayınlamış,kişisel beğenimin de başka bir yöne yavaş yavaş evrildiği dönemin ipucunu içeriyordur her halde bu bilgi. Ama 90'lar Türk Pop'unun samimiyetine inanan biri olarak bu albümü en derli toplu şöyle eleştirebilirim: Parçalar düzenlemelerinin, özellikle synth bazlı altyapının elinde can çekişiyor.
6,50/10
Propaganda parçalarını pop müziğe hiç yakıştıramıyorum. Önceki albümdeki şarkı çok kötü değildi, lafını bile geçirmedim o yüzden. Fakat buradaki facia. Bir yandan çocuksu synth tonu, diğer yandan artık şarkıcı üzerinde markalaşan bir enteresan söz yazımı, diğer diğer yandan Ukrayna'ya Örovizyon kazandıran Ruslana mıydı neydi onun parçasındaki gibi hey hey gazcılığı, diğer diğer diğer yandan vokalde sınırların keşfi... Ayrıca bu albümde Çelik yayvan ve uzatarak şarkı söyleme tekniğine de daha sık başvuruyor. Genel olarak aşağı düşüşün başladığı bu albüm o dönemin trendinden belki de çok farklı değil. Zira aynı yıl bir Şebnem Ferah Kadın'ı yayınlamış,kişisel beğenimin de başka bir yöne yavaş yavaş evrildiği dönemin ipucunu içeriyordur her halde bu bilgi. Ama 90'lar Türk Pop'unun samimiyetine inanan biri olarak bu albümü en derli toplu şöyle eleştirebilirim: Parçalar düzenlemelerinin, özellikle synth bazlı altyapının elinde can çekişiyor.
6,50/10
28 Temmuz 2011 Perşembe
RETRO: Katatonia - Jhva Elohim Meth... the Revival (1993) EP
Introsu ve outrosu çok şık olan bu demodan bozma EP doom ve black metal arasında gidip gelen soundu ile dikkat çekiyor. Grubun ilk dönemine bir türlü ısınamamış olmamın sebebini yıllar sonra tekrar dinlediğimde çözebiliyorum. Henüz oturmamış ama potansiyeli yüksek besteler, kekremsi vokal ve zayıf, cılız, ince artık prodüktörler meslek erbabları nasıl adlandırıyorsa öyle kayıt tonları. Hani biraz daha tok olsun istiyor ya insan, kulağım doysun. İşte burada öyle olmuyor.
6,0+/10
27 Temmuz 2011 Çarşamba
RETRO: Dark Tranquillity - Trail of Life Decayed (1991) Demo
In Flames'in diskografisini tamamlamışken sıraya daha da pek sevdiğim Dark Tranquillity'yi almam şarttı. Demolarda kayıt kalitesine normalde hiç kafaya takmam. Lakin, hadi güzel introyu esgeçelim, son şarkıdan ki üçüncü oluyor, hiç bir nane limon kabuğu anlamadım. Boğuk, fosurlaşan death vokal. Kayıp bir şarkı resmiyetten. Amma yukarıda Allah var, diğer iki şarkı , özellikle ilkinin gayet mihrabı yerinde. Henüz Gotenburgen soundundan doğal olarak fersah fersah uzaktalar. Yine de miyop gözlüklerimizi takdığımızda demonun o kadar da brütal olmadığını hatta yer yer melodinin sızdığını görebilmek mümkün.
6,0/10
25 Temmuz 2011 Pazartesi
Deafheaven - Roads to Judah (2011)
Tiremolo tiramitsu atakları, blast beat üstüne krem şanti, müzikten bazen ayırtedilemeyen klasik bilek vokaller. Ne getiriyor aklınıza? Başağrısı mı? Dooort! Yanlış cevap, ana kucağı, mübarek. Bu kaosun ortasından huzur doğuyor, nostaljik duygular yeşeriyor. Huzur metalde, kardeşim. Elbette shoegaze black metalin en sert versiyonu olarak nitelendirebileceğim bu albümle pek çoksaat serviste uyumuşluğum var. Bırakmak mümkün değil. Bu ilk adımları, yürüyecek daha çok yolları var. Ama bu hali bile yeterince etkili.
8,0+/10
24 Temmuz 2011 Pazar
Beirut - The Flying Club Cup (2007)
Her ne kadar albüm ilk şarkıları ile birlikte dinleyiciyi sımsıcacık kucaklasa da Beirut'un bu çalışmasına alışmam biraz vakit aldı. İşin aşikar yönü bu yapıt bir Gulag Orkestar değil. Bunda hüzünle aksiyonun buluştuğu Balkan ezgilerinin azaltılarak Fransız bestelerine ağırlık verilmesi sebep oluyor kanımca. Yine de karşımızdaki albümün kendine has vokali ve kendine has ağır aksak ritimleriyle gönülde taht kuran Beirut'a ait olması aramızdaki bu yabancılaşmayı hemencecik kaldırıveriyor. Ve bir süre sonra albümdeki favori parçalarım belirgenleşmeye başlıyor. Balkan brass band öğelerinin kullanıldığı bu parçalar In the Mausoleum ve St. Apollonia. Elbette vokalin yer yer Antony and the Johnson ve Hercules and Love Affair'den tanıdığımız aykırı kişilik Antony'nin ses rengine yakınlaştığı Cherbourg'u unutmamak lazım.
Hülasa, bu yaşta artık hiç bir grubun fanı olmamakla birlikte her albümünü takip etmeye çalıştığım isimler arasına törenlerle Beirut'u da katıyoruz.
8,0/10
Hülasa, bu yaşta artık hiç bir grubun fanı olmamakla birlikte her albümünü takip etmeye çalıştığım isimler arasına törenlerle Beirut'u da katıyoruz.
8,0/10
23 Temmuz 2011 Cumartesi
This Will Destroy You - Tunnel Blanket (2011)
Drone teknikleri ile yapılan bu post-rock çalışması kulağa fantastik gelse de yükselen beklentiyi karşılayamıyor. Bazılarının yaptığı post-rock etkisinde drone albüm tanımlamasını ise ben pek makbule geçer bulmuyorum. Parçaların kendi içinde kuruluşuna bakınca post-rock inşa teknikleri ağır basıyor. Mırıl mırıl keyboard, tabi drone kışırtıları eşliğinde, ardından gümbür gümbür kreşendo... Beklentilerin karşılanmaması durumu burada devreye giriyor. Zira bu iki türün birleşiminden daha uçuk bir şeyler umuyorken gayet konvansiyonel bir yapıt ortaya çıkmış. Bununla birlikte albümün ağır atmosferi ve coşku anında kullandığı derinlerden gelen ve zilin eşlik ettiği tomtom tonton bateri vuruşları etkileyici. Ancak unutulacak albümler arasında yerini almaktan da uzaklaşamıyor.
7,25/10
22 Temmuz 2011 Cuma
Björk - Crystalline (2011) Single
Volta'daki elektronik çizgisini eski albümlerdeki vokal performansı ile birleştirerek en basit tanımıyla art pop sınırını yeniden çizen bu şarkı özellikle sonlarda sert beatlarle dinleyiciyi bombardımana tutarak Portishead'in son albümündeki vurucu şarkıyı, ismini sormayın şimdi aklıma gelmez ama Machine Gun'dı galiba, anımsatıyor ve güzel bir süpriz yapıyor. Ancak şu an yaratılan fanfaraya bakarak çok da göklere çıkarılacak bir parça olmadığını söyleyebilirizl. Yine de parça, belki biraz Björk'ü özlememizden belki parçadaki taze prodüksiyonu duyumsamaktan olsa gerek bünyeyi beklentilere sokup yeni albümün heyecanına ortak etmede de başarılı.
7,25/10
21 Temmuz 2011 Perşembe
Hammerfall - Masterpieces (2008)
Bir türlü ısınamadım bu albüme. Bir kere buradaki şarkıların tümü veya çoğu zaten öyle böyle önceki albümlere girmiş parçalar. Her ne kadar kayıt kalitesi canlı olsa da aynı ruhu enerjiyi hissetmek mümkün değil. Bazı parçalarda Cans mı ki bu? bu dedirtecek cinsten değişik vokaller duysak da asılların taklidinin ötesine geçemiyor. Albümde yer alan parçaların bir kısmı Judas , Helloween, Accept, Loudness gibi grupların ünlü besteleri olsa da (bu arada Breaking the Law, I Want Out, Head over Heels, Crazy Nights, demin bahsettiğim konuya örnek şarkılar), benim şahsen çok bilmediğim şarkılar (grupları bilindik olsa bile;Skid Row, Rainbow, Europe, Riot, Twisted Sister) ile hiç duymadığım Stormwitch, Picture gibi grupları da barındırıyor albüm. Çeşitlilik bol yani. Ama ne bileyim, dinleyip sevdiğim şarkılara bakınca orjinaline pek bir şey katmamış olduklarını görüyorum. Tür dışına bile çıkılmamış. Hiç mi sevmezsin Britney Spears Madonna felan, değil mi ama?
6,50+/10
20 Temmuz 2011 Çarşamba
Plan B - The Defamation of Strickland Banks (2010)
Pop müzikte konsept bir albüme rastlamak pek olağan değildir. En basit tabir ile böyle bir albüm iddialı olmalıdır. Mahkemede geçen klibi ile She Said ve daha da etkileyici mapusanede danslı isyan teması ile Prayin böyle bir iddiayı sunuyor neyseki. Ayrıca Recluse'u da bu gruba dahil edebiliriz. TV ekranında şarkıların defalarca gösterimine dayanarak çok tarif-i tarz'a girmeyeceğim. Bir yandan şu aralar İngilizland'da pek popüler orkestralı nostaljik pop diğer yandan modern düzenlemeler ve rap pasajlarıyla moderen musiki. Arada soul müziğin namelerini duymak da mümkün. Kaliteli genizden azcık hüzünlü vokalin kalitesi de es geçilemez. Diye düşünüyorken Jay Leno'da rastgeldiğim canlı performansı beni hayal kırıklığına uğrattı. Albüm yine de dinlenilir.
Konsept konu ise akıl uçuracak bir orjinalliğe sahip değil. Şarkıcı arkadaş geceyi geçirdiği kız tarafından tecavüz suçlamasıyla mahkemeye verilir. IMF Başkanı misali. Hapiste kafayı sıyırmama çabası, nefsi müdafaa birini öldürür, başkası üstlenir felan. Serbest kalıp kalmadığı belli değil. Yalnız Prayin gerçekten güzel bir şarkı.
7.50/10
19 Temmuz 2011 Salı
RETRO:Amon Amarth - The Arrival of the Fimbul Winter (1994) Demo
Bu sene hava sıcak diye ağlamayacağıma söz verdim, ağlamıyorum dimdik ayaktayım, yanıyorum, ahh içim yanıyor, kötü kayıt kalitesi felan takmıyorum da, Keynes abinin dediği gibi, beklentiler, beklentiler, işte demo işte hendek, şarkılar ise ki 3 tane var klasik güçlü Amon Amarth tarzı,yıllardan beri değişim diye üç milimlik bir esneme gösteriyorlar, olsun, böyle de güzel, hep güzel, Amon amarth güzel.
7,25+/10
18 Temmuz 2011 Pazartesi
Rage - Beyond the Wall (1992) EP
Vokalin musiki yoluna attıkları o ilk adımın ardından fersah fersah yol gittiği belli oluyor. Oluyor da grup bestecilik anlamında vasatın üzerinde çok nadir performans gösteriyor.
6,50+/10
17 Temmuz 2011 Pazar
Erik Satie - Piano Works (1986, Aldo Ciccolini; Gabriel Tacchino)
Sadece romantik ve melankolik Gymnopedies ile Gnossiennes isimli çalışmalardan, hatta dönemin (19.yy sonları-20yy.başı) dans ve kabare müziğine refere eden kıvrak melodilere sahip La Belle Excentrique'den oluşsaydı bu albüm mükemmelliğin somutlandığı bir örnek olurdu. Piyano eserlerinden oluşan bu derlemenin sonuçta bestecinin daha az bilindiği, ki işin aslında benim son bir seneye kadar böyle bir besteciden haberim bile yoktu, şarkıları da içermesi gayet normal. Embryones Desseches, Sonatine bureaucratique, Avant dernières pensées, Véritables préludes flasque, Cinq nocturnes ya da Trois morceau en forme de poire pour piano à 4 main misaleni. Saydığımız gibi aslında oldukça kapsamlı bir derleme bu, yaklaşık 70 dakika sürüyor. Besteler genel hatlarıyla özellikle Gymnopedies ile Gnossiennes'de büyük bir naiflik incelik gösteriyor, melankolik yapı minimalizm ve basitçe notaların birbirini takip edercesine sıralandığı dizilimle vücut buluyor. Elbette tüm besteler aynı özelliğe sahip olmamakla birlikte bu çalışma klasik müzik içinde impressionism yani izlenimcilik alt türüne ait gösteriliyor. Ki bu ifade bize özellikle doğa unsurlarının insan üzerinde duygusal etkisini tuvale dökmeye çalışan resim akımından dolayı yabancı değil. Bazı bölümlerde bir piyanonun çıkarabileceği en yüksek sesi duyabiliyoruz ki bu haliyle de dinleyiciyi şaşırtarak kurulu değerleri sarsmaya açalaşan modern klasik eserleri akla getiriyor.
Kişisel hazzımın üst noktaya vardığı parçalar üzerinde ortak bir kanının oluştuğunu söylemek mümkün: Gnossiennes I ve IV ile Gymnopedies I.
8,25/10
16 Temmuz 2011 Cumartesi
The Meads of Asphodel / Mayhem - Jihad / Freezing Moon (2002) EP
Şu cümleyi kurmak bile şaşırtıcı: Bu split EP'de Mayhem'in varlığı albümü mükemmellikten uzaklaştırıyor. Yani bariz bariz Mayhem'in gruba desteği müzikal olarak kösteğe dönmüş, tabi benim için bu böyle. bkz. hayattaki en klişe tümceler kılavuzu madde13 # renkler ve zevkler tartışılmaz.
Avantgart black metal olarak tanımlanan İngiliz grubunun black metal ile alakası sorgulanabilir, işin aslı müziği ne kadar ciddiye alınabilir bu bile şüpheli. Nasıl anlatayım: Intro helikopter efekti, çarpık konuşma sample'ı ve makine tüfek sesleri arkasına döşenmiş requiem tarzı klasik müzik korosundan oluşuyor. Ardından muhteşem Jihad-The Grisly Din of Killing Steel basit ve etkileyici bir punk rifini izleyerek erken dönem kirli black/heavy tarzında yine kirli ve müziğe uygun vokaller eşliğinde kelalaka bir noktaya varıyor. Ezan sesi, darbuka ile oryantal beat, klasik müzikten Carl Off'un ünlü parçası, Arapça İngilizce samplelar. Bu orta bölümün ardından tekrar şarkı başa dönüyor. Bu eklektizm şaka gibi. Ama eğlenceli. Ve cihattan bahsediyor. Ölümden, intihar saldırısından. Olabildiğince alaycı. Tiksinsem mi keyif mi alsam? Kısacası şarkı mühhhtiş.. Takip eden Paradise da çok farklı değil. Aynı tür metal müziğe durmaksızın irrite edici tonda oryantal keyboard melodisi eşlik ediyor. Normalde hoşlanmamam gerekli. Ama bu da muhteşem. Doom ritmiyle benzer bir formül izleyen 3.parça daha da muhteşem. Another God in Another Place de diğer şarkılar gibi orta aşamalarda konuşma kısmıyla bir duruluyor. Tabi burada müziğe eşlik eden keyboard melodisi tüyler ürpertici. Ayrıca parçanın zurna benzeri bir enstrümanın yönlendirdiği kreşendo ile sonlanmasının da yarattığı etki üzerinde bir payesi var. Tanks in Holy Land isimli çalışma gürültü eşliğinde İsrail apartheid rejimi üzerine haber alındısından oluşuyor. Grubun son parçası ise Hawkwind'in Assasins of Allah adlı çalışmalarının yeniden yorumu. Kayıt kalitesi çok düşük olmakla birlikte ekstrem müziğe ait olmadığı her ne kadar sertleştirilirse sertleştirilsin çok aşikar. Sonra Mayhem'in Carnage ve Freezing Moon isimli parçaları devreye giriyor. Bu sefer gayet klasik black besteleri dinliyoruz. EP'nin tür olarak tutarsızlığı bu. Meads of Asphodel'in kara mizahi çalışmasının ardından bu kadar ciddiyet kaldırılamıyor ki Mayhem'in bu şarkıları ve bu albümdeki yorumlarının oldukça güçlü olmasına rağmen bunu söylüyorum.
9,0/10
15 Temmuz 2011 Cuma
Long Distance Calling - Long Distance Calling (2011)
İlk albümdeki benzer formülayı devam ettiriyor grup, metalik post-rock çizgisi olarak ifade edebileceğimiz şarkılardan biri yine bir vokal misafir ediyor. Bu sefer Katatonia gibi naif bir örnek değil daha modern metal tarzda katkıda bulunan kişi aynı zamanda Armored Saint'in bestelerini de seslendiriyor. Tıpkı ilk albümdeki gibi keskin sound, modern kayıt, canalıcı ritimler albümün başat unsurları. Yanlış anlaşılmasın hala bu grubun yeterince ilgi görmediğine inanıyorum, her zaman başımın üstünde yerleri var. Ancak rifler belirli bir tekrardan sonra soluyor mu ne? Şarkılar dinledikçe ilgi çekiciliğini kaybediyor mu ne? Öyle öyle, yani aldığım keyif dozaj olarak bir alt seviyeye inmiş durumda.
7,75+/10
13 Temmuz 2011 Çarşamba
Ch'aska - Pururauca (2009)
Saksafonlu hardcore gibi uçuk bir türe sahip olduğunu okur okumaz yüklediğim made in Peru albümü hoş bir süpriz sunuyor. Galiba miyop derecem üjbeji bulduğundan olsa gerek tamamiyle yanlış okumuşum. Karşımızda dimdik dikilen bu yapıt And dağlarından folk melodileri ve daha da önemlisi flüt benzeri yerel çalgıları getiriyor. Melodik death ile harmanlayıp masaya servis ediliyor. Folk ve metal müziği birbirini rencide etmeden cılkı çıkarılmadan çok güzel sentezlenmiş durumda. Bu sebeple aklıma Amon Amarth geliyor, Rotting Christ geliyor, Orphaned Land geliyor, Wintersun geliyor. Aslında tarz olarak benzemiyorlar ama dinlerken aynı şeyleri hissettim aynı hazzı tattım. Üstelik riflerde ve özellikle sololarda görebileceğimiz gibi hafif thrash etkileri de mevcut. Her şey bu kadar mükemmel değil. Sonuçta arkadaşlar Güney Amerika'nın enbi gariban ülkesinden çıkmışlar. Evet Bolivya değiller ama Brezilya Arjantin de değiller. Dolayısıynan amatörlük özellikle sözlerin basitliğinde sık karşılaştığımız bir özellik. Her ne kadar death vokaller kopartsa da aynı şeyleri clean vokal için söyleyemeyeceğim. Çok göze batmamakla birlikte daha iyi olabilirdi.
Bu arada Katari isimli şarkı akustik Comandante Che Guevara gibi başlayıp, nargilecilerde çalan sufi ney new age şarkılarına dönüşmesiyle hayli bi ilginç.
En nihayetinde toparlarsak son vakitlerde dinlediğim en iyi folk metal yapıtlarından biri, duyargası açık olan herkese tavsiye.
8,50+/10
12 Temmuz 2011 Salı
Çelik - Benimle Kal (1995)
Çelik'in güzel şarkılar seslendirdiğive gerçekten de şarkı söyleyebildiği dönemi hatırlar mısınız? İşte o dönemin ikinci albümü Benimle Kal adını taşıyor. Neden Ateşteyim ile dinlememi başlatmadım, onu bilmiyorum. Olsun bu albüm de Hercai gibi her zaman hit kalacak baladıyla, safiyane sözleri masumane ritimleriyle Nazına Ölüyorum, Benimle Kal, Sevemem, Dilberim ya da çocuksu Sevemem gibi şarkılarıyla 90'lar Türk Pop'una damgasını vuruyor. Yalnız saçma Sevdalı Çiçek ile birlikte albümde bir yalpalamaya tanık oluyoruz. Eee olsun dedim ya...
7,25+/10
10 Temmuz 2011 Pazar
RETRO: In Flames - Live in Gothenburg (1999) Bootleg
Sadece best of kıvamında hem de orta dönem ağırlıklı konser kaydı olması değil soundun sonraki In Flames'in tersine sert tınlaması sebebiyle de çok sevdiğim bir kayıt olmuştur. Bootleg sonuçta, kalite fazla aramamak lazım. Ama konser albümlerinin amaçladığı gibi o enerjiyi atmosferi dinleyiciye geçirmede başarılı olduğu da bir gram inkar edilemez. O yüzden 999.
9,0/10
9,0/10
9 Temmuz 2011 Cumartesi
Hammerfall - Crimson Thunder (2002)
Gittikçe tizleşerek sevmediğim bir tarza geçen vokalden mi bahsetsem, banalliğin dibini vuran ucuz besteleri mi söylesem, kötü Rising Force cover'ından mı sözetsem, bilmiyorum. Lakin balçıkla sıvanamayan bir gerçek var. Nasıl yapıyorlarsa yapıyorlar, özellikle nakaratlar sololar üzerinden eğlenceli bir dinleti sunabiliyorlar. Hatta Hero's Return ne bileyim, Crimson Thunder sayesinde önceki albümünden de iyi diyesim geliyor ve diyorum. Garip bir çekiciliğivar bu albümün. İşte bu aşamada Hammerfall'u dinlemeyi bırakıyorum, dur diyorum kendime. Sadece diğer metalcilerin şarkılarını yeniden yorumladıkları Master Pieces'e kulak vereceğim, o da meraktan.
Pulp fiction romanlar gibi, zevkle heyecanla okuyorsunuz ama bir o kadar da değersiz, o anın hoşluğu dışında unutulmaya mahkum...
7,25/10
6 Temmuz 2011 Çarşamba
Tim Hecker - Ravedeath, 1972 (2011)
Bir yandan drone'u diğer yandan ambiyans müziği biraraya getiren bu albüm çeşitli katmanlardan oluşuyor. Üstte hafif arada sırada devreye giren piyano gibi esintiler, bir altında durduraksız synth nağmesi, en altta ise flu ve kışır hışır drone cızırtıları. Sound ne bu tür avangartlığın kullanıldığı metalde olduğu gibi ürkünç , ne de indie-pop ürünlerdeki gibi dreamy bir huzur içeriyor. Bunların yerine bir gizem, bir nostalji, nostalji demişken öyle bir kalemde geçmeyin: geçmişe özlem var, geçmişteki anılara sahip olmanın memnuniyeti var, geçmişteki anıların bir daha yaşanamayacağına dair acısı var, karışık işler bunlar, merak cezbeden bir esrar havası hakim. O yüzden de derinlemesine bakmanız gereken bir çalışma. Bu tarzları tanımak istiyorsanız türün özbeöz dinleyicileri tarafından da olumlu eleştirilere tabi tutulan bu albüm birebir ilaç olacaktır.
Gel gelelim, negatif eleştiri kısmına: Zaten sözsüz olan parçaların birbirinden ayırtedilemezliği albümü masif bir engele dönüştürebiliyor. Bu yüzden yüzeydeki temiz su içinde debelenerek diplerdeki şahaneliğin farkına varamayan çoğunluk içinde olma ihtimali hayli fazla. Böylece deneyimimiz sadece hoş bir muud hoş bir atmosfer dinletisinin ötesine geçemiyor. Ve bu nedenle de albümü dinleyecek uygun ortam, uygun psikoloji, uygun hal, uygun ışık gibi kriterlerden oluşan rassallık içinde debeleniyor durumda buluyoruz kendimizi.
7,0/10
5 Temmuz 2011 Salı
Trainspotting 2 - Soundtrack (1997)
İşin aslı bu albümün varlığından bile habersiz yüklemişim. İlkinin altında kalmadığını görmek sevindirici. İlk albümdeki sanatçıların bir çoğunun bu albüme yine katkıda bulunduklarını söylemek mümkün. Passenger hiti ile Iggy Pop gibi. Artist Ewan McGregor'un PF Project ile yaptığı çarpıcı çalışma Choose Life, albümün süprizi favori parçam Night Clubbing (Baby Doc Remix) gene Iggy Pop'dan, Sleeper yine güzel bir indie poprock parçasıyla yer alıyor. Dans parçaların ağırlığını daha bir hisettirdiği bu albümdeki diğer enteresan parçalar, hoşlanıp hoşlanmadığımın bilgisi bende kalmak üzere, Carmen operasından Habenera, David Bowie'den Golden Years ve efsanevi post-punk grubu Joy Division'dan karamsar Atmospher. Yorgunluktan lafları toparlayamıyorum.
Entry, bit!
7,25/10
3 Temmuz 2011 Pazar
Barış Müstecaplıoğlu - Perg Efsaneleri IV: Tanrıların Alfabesi
Serinin sonuna geliyoruz. Baştan spoiler:
Kahramanlarımız bir vasıta ile kendilerinin geleceği müjdelenen Dernat isimli diyara ayak basar. Aslında Dernat Öte Diyarların bir başka köşesidir. Dev bir büyü kalkanı altında korunan bir kalede Zeron ve Yueken isimli tılsım efendisi tarafından karşılanırlar. Yani kadim tanrılardan kalma tılsımları vücutlarında taşıyan ve sadece bu tılsımın gücünü kullanabilen büyücüler Merderan'ın zamanında dünyaya yayılmış tılsımları öte diyara getirip orada onları korumakla yükümlüdürler. Ve en büyük tılsım ise kahramanımız Guorin'in eline işlenendir. Grubumuzun yanında getirdikleri ağır yaralı burfen tılsımların biriyle bir güvercine dönüştürülür. Aslında içlerinde onları temsilen ne tür bir yaratık varsa onlara dönüşebiliyor bu ağır yaralılar. Örneğin hunsıb diye ortalarda gezinen küçük yaratıklar ise çocukların metamorfozu. Durumu ağır olmayanlar ise sağlıklarına kavuşuyorlar ve bedel karşılığı tılsım efendilerini korumak için gönüllü öte diyarlarda kalıyorlar. Bu yüzden ayda bir burfenlerden yaralı kişileri teslim alıyorlar. Peki bu kamptan kimden korkuyorlar? Yıllardır kampı kuşatıp suikastler yapan yamyam hurg kavminden. Aslında tanrıların savaşından beri hapis kaldıkları öte diyarlardan Perg'e geri dönme sözü karşılığında Geryan isimli bir büyücü tarafından yönlendirildikleri gerçeği mevcut. Yazar hurgların da dünyasına, düşüncelerine, fedakarlıkları ve kahramanlıklarına kapı açarak farklı bir perspektif sunuyor. Bununla birlikte hala ağır didaktik tarz, iyi-kötü klişesinden kurtulurken iyi-(ama sebebi var) kötü klişesi yaratması gibi faktörlerin eşliğinde tatmin etmeyen sonu da unutmamak lazım. Konuya dönersek: Geryan ismini ilk kitaptaki büyücünün ismi olarak hatırlarız. Aslında kahramanlarımız onu öldü diye biliyordu ve daha önemlisi iyi biri olarak. Tılsım efendileri ise onun tılsımları elegeçirmek ve Perg ile öte diyarın efendisi olabilmek uğruna planlarını yürütebileceği kaotik ortamın zeminini hazırlayabilmek için Savaş Tanrısını uyandırıp Perg'in başına saldığını öğreniyorlar. Tabi büyük bir şaşkınlık O.o Neyse, büyülü kalkan zayıflamaktadır. Prom Nume kendi ırkdaşlarından bir ordu bulmuştur ve kaleyi korumak için ordunun başına geçer. Süvarilerin başında ise süper kadın savaşçı Ferian bulunmaktadır. Bir mucitle birlikte buzlu bir ovanın ortasına Geryan'ın kulesine Leofold ile sevgi tomurcukları Nela ile Guorin sefere çıkar. Bu aşamada iki hatta üç hat boyunca hikayeyi izleriz. Hurglar, Prom-insan ordusu ve kule. Kule gerçekte erdem tanrısına ait olup Geryan tanrıyı öldürecek kadar güçlenerek el koymuş. Bizim grup en sonunda kulenin en tepesine büyük yüzleşme için varırlar. Kalede ise promun planı işe yaramıştır. Hurg ordusunun bel kemiğini oluşturan 10 dev ki aslında kendilerini bir kaç gün yaşayabilen bu yaratıklara gönüllü şekilde dönüştürerek büyük fedakarlık gösteren savaşçı hurglardır, kazılan büyük çukurlarla ekarde edilir. Tabi öncesinde sihirli kalkan dağılmış ve ordular meydan muharebesi için dizilmişlerdir. Devler aradan çekilince süvariler hurglara saldırıya girişir. Ancak oklarla telef olmaları kaçınılmazken sihirli kalkan süvariler üzerine yerleştirilir ve hurg okçuları dağıtılır. Tabi bu kalkanı oluşturan tılsım efendisi son gücünü harcadığı için hayata gözlerini sımsıkı yumar. Neyse sonuçta huglar dağılır. Ama Nume sağ kalanların esir alınmasını ve kaçanların peşine düşülmemesini sağlar. Kulede ise grubumuz sonuna büyücü ile karşı karşıya gelir. Büyücü bunların kafasını çelmeye çalışır, sonunda keskin sarmaşıklara dolar, öte diyarlarda zaten büyü gücünü kaybetmiş Nela hariç. Nela'ya sulanmaya başlar edepsiz. Ama öncesinde her romanda olduğu gibi kendi hikayesini anlatır. Kendisi aslında ilk kitapta Geryan diye bildiğimiz büyücünün çırağıdır. İkisi birlikte öte diyarlara gelmiştir başka bir büyücüyü durdurmak için. Orada bir canavar karşısında ustası onu öte diyarda bırakıp kaçar ve yıllar boyunca bu canavarın elinde eziyet çeker. Ağır yaralanır, iyileştirilir ve tekrar işkence görür döngü şeklinde. O an tüm insanlığa kin besler ve güçlü olmaya karar verir. Hatta ilk işi onu kurtaran tılsım büyücüsünü öldürmek olur. Anlaşılır ki ilk kitaptaki büyücü pişmanlığını Geryan'ın ismini alarak ve hayatını iyiliğe adayarak hafifletmeye çalışmış. Bizimkiler biz de acı çektik, hiç bir şey insanın kötü olması için haklı sebep olamaz ilkesini nafile benimsetmeye çalışır. Tatmin etmeyen son gelir. Geryan karşısındakine acı hissettiren büyüyü Nela'ya yapar. Bu büyünün yan etkisi acının az bir kısmının kendine de yansımasıdır. Ama kızımız acıların çocuğudur, kendisi bitap düşer ama acının yan etkisinden yamulan Geryan'ın da yanına sokulabilir, kılıç saplayacak kadar yakınına. Sonra Nela ile Guorin ölür, Merderan gelir Leofold'dan aga herşey bir sınav sayenizde kadim güçler Perg'i yoketmekten vazgeçti, insanlık o kadar da kötü değilmiş he mi ? der, Guorin ile Nela geri döner yaşama. Kamptaki hanım kızımız Ferian'ın ise Leofold'un yıllardır aradığı yavuklusu olduğu ortaya çıkar. Tabiki bu arada Leofold dünya yakışıklısı bir adama dönüşmüştür. Yazar belki bir gün seriye geri dönerim düşüncesiyle Perg'de federasyon ve dağılmış avcılar arasındaki gerilim üzerinden kitapların son cümlelerini bitiriyor.
Elwing - War (2005)
Sözkonusu epik heavy metal olunca kredi kartı gibi bonus puan saçmaya başlıyorum. Gümbürtülü erkeksi vokal, fantastik sözler, sımsıkı sıkı sıkı rifler, cehennemden çıkmışcasına tekmelenen bateri tertibatı, doomy atmosfer, savaş naraları, kimi zaman yakılan ağıtların gönüldeki izleri felan filan. Yönümüzü çok uzağa değil komşuya çeviriyoruz emsal bir grup bulabilmek için. Grubumuz Elwing maalesef bu son albümleri ile 2005'ten beri bir durgunluk içinde. Belki kendi ülkelerinde konserlere çıkıyorlar, son krizi protesto gösterilerinde boy gösteriyorlardır, boş durmuyorlardır. Ama karşı kıyıdan öyle görünmüyor maalesef. Destansı Blood on y Hands ya da Marching to Glory ve Stormlord gibi şarkıların varlığı genel olarak albümdeki etkileyici bestelerin azlığı yönündeki eleştirimi bir noktaya kadar ekarte edebiliyor. Uzun lafın kısası besteler konusuna biraz daha çalışmaları lazım. Onun dışında türü sevenleri ihya edecek keyifli bir çalışma.
7,75--/10
2 Temmuz 2011 Cumartesi
Blut aus Nord - 777 - Sect(s) (2011)
Grubun geçen sene çıkardığı albüm hiç beenilmemiş olacak ki varlığını bile yeni öğrendim. Vakit geçirmeden 777 adını taşıyan bir konsept projeye başlayan grup bu senede ilk ürünlerini yayınladılar. Talihleri daha yaver gitmiş görünüyor. Belli ölçüde olumlu tepki aldılar. Endüstriyel etkilerin atmosferi oluşturduğu post-metalik tarzında icap edilen besteler geleneksel black metalin içine hapsolmuyor. Basılmadığı için sözler konusunda bir şeyler söyleyemeyeceğim. Enstrümantalların ağırlığı göze çarpıyor. Bateri ise kanlı canlı olmamasından kelli yapay, rahatsızlık verecek kadar suni. Grup hemşerileri Deathspell ile kıyaslanılmaya ve bu kıyası kaybetmeye mahkum görünüyor. Sert ve somut öz ve töze sahip değiller ne yazıkki. Kısa süre sonra unutulacağının dinlerken farkındasınız. Her ne kadar son parça muhteşem olsa da riflerin amaçsız tekrarı can sıkabiliyor, bağlan arkadaşım bir kreşendo ol bir zirve yap gel dememek mümkün değil. Genel bir amaçlıksız hakim grubun bu son yapıtına. Şimdi olumlu yanlarına geçiyorum. Onlar Blut aus Nord ve Fransa'dan çıkma ekistrem bir grup.
7,75/10
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)