30 Kasım 2009 Pazartesi

RETRO: Summoning - Minas Morgul (1995)


Grubun karakteristik sounda adım attığı ilk albüm Minas Morgul epik atmosferini klavye ağırlığı ile gerçekleştiriyor. Destansılığa ağır ve ekolu soundu ile drum-machine katkıda bulunuyor. Vokaller tam black metal, önünüzde sözleri bile takip etmek zor. Gitar ise cızırtının ötesine pek geçmiyor. Özelllikle albüm klavyenin amatörlüğü sebebiyle eleştiri alsa da keyboard ağırlıklı The Passing of the Grey Company bu sayede farklılaşıp öne çıkıyor. Fakat 1 ve de buçuk dakikalık Orthanc'ın Zeki Alasya-Metin Akpınar filmlerinin müziği gibi tınladığını kabul edebilirim.
Dinlerken hobbitlerin yeşil yemyeşil Shire yöresini zihnimde canlandıramıyorum. Onun yerine savaş yorgunu askerlerin evlerine geri dönüşü geliyor aklıma. Zafer şarkıları değil yenilgi ağıdı söylüyorlar yol boyunca.
Mızıka tadında girişiylen Legend of the Master-Ring, üstteki şarkı, Marching Homewards bence öne zıplayan parçalar. Grubun sonraki dönemde birbirine benzer şarkılardan oluşan albüm konseptinden (epikk ve sıkıcıı) klavye zenginliği ve değişken dinamik yapısı ile bir miktar farklılaşması albümün dinlenirliğini arttıran önemli bir ö ö öge.

8,50+/10

29 Kasım 2009 Pazar

Robert Jordan - Zaman Çarkı 3: Yeniden Doğan Ejder

Hatırlayalım ikinci cilt nasıl bitiyordu? Grup dağılıyor sonra Tümentepe denilen mevkide birleşip Rand'ı yeniden doğan ejder ilan ediyorlardı. Bu kitabın konusu ise grubumuz dağınık şekilde Tear denilen şehirde birleşiyor ve Rand yeniden doğan ejder ilan ediliyor. Tanıdık geldi mi? Farklar elbette var. Rand artık bu kimliği kabul etmiş gözüküyor. İlginçtir bu cilt Rand üzerine odaklı değil. Ayrıca kızlarımızın , Nynaeve, Egwene ve Elayne'in (ayrılmaz üçlü olduğu için bundan sonra kızlar diyeceğim sadece) Tar Valon'da oynadıkları dedektifçilik de ilgi çekici. Mat'ın uyuzlukları ise devam ediyor. Üstüne Egwene'nin salaklıkları ekleniyor. Bir de bu maceranın uzun bir süre bırakın sonuçlanması, virgül bile atılmayacağı kafama dangırdanak edince açıkcası aldığım zevk bir miktar daha azalmış durumda.
Karamsar da olmamak lazım. Seyahatler arttıkça gezip gördüğümüz yöreler de artıyor. Ve yazar ustamızın fantastik ulus oluşturmada önceki kuşaklara göre daha becerili olduğunu görüyoruz. Misal kuul Aieller çölde yaşamaları, kabilelere bölünmeleri, savaşçı olmaları, savaşmadan önce yüzlerini peçeyle kapatmaları gibi sebeplerle bedevileri andırırken kadın erkek ilişkilerinde bu kültürün kısıtlayıcılığını taşımaması ya da kızıl-sarışın görünüşleri itbariyle başka bir yerde duruyorlar. Yazarımız Slavları da örnek aldığını söylemiş Ailleri oluştururken. Misal Tear ülkesinin bayrağı üç hilalden oluşuyor. Hasır şapkaları, genelde çamurlu sokaklarda yaşamlarını idame ettirmeleri, kılık kıyafetleri ise bayraktan kaynaklı beklentilerimizin aksine Vietnam gibi Güneydoğu Asya milletlerini akla getiriyor. Zengin tabakanın çizgili felan kıyafetleri bende bir şey uyandırmadı ama bloglar İspanyol etkisinden sözediyor. Demek istediğim halkları oluştururken gerçek hayattan sentezleme yoluna giderek birebir özdeşleşmeden kaçınılmış. Barbar, katil gibi özcül etiketler kitlesel bir yapıştırma işlemine tabi tutulmamış. Çok uzattım , kaçın spoiler.
Okumamın üzerinden biraz zaman geçtiği için ve uzun uzadıya yazma isteğim kaçıverdiği için kısa geçeceğim. Rand yeniden doğan ejder olsa da destekçilerinin yetersizliğinden dolayı Moiraine onları bir vadide büyüyle korumaya başlar. Kışı beklerler. Bu arada kızlar ve Verin hançerin lanetini kaldırmak için artık kendini kaybetmiş Mat'i de alıp Tar Valon yollarına düşer. Kızlar büyücülerin kentine varınca 13 adet kara ajahın cinayet işleyip bazı sihirli eşyaları alarak kenti terkettiklerini öğrenirler. Dolayısıyla diğer aes-sedai'ler kızların da Liandrin ile gitmesinden dolayı şüphelenmektedir. Amyrlin makamı gizli bir toplantı yapar kızlarla. Tek güvenebileceği kişilerin onlar olduğunu söyler ve kulede hala kara ajah olup olmadığını araştırma görevini verir. Hatırlayalım bu başbüyücü, Moiraine ve Verin diğer büyücülerden gizli ayrı bir kumpas içinde Rand'a destek veriyorlardı. Neyse büyücülerin sarayında kızlar suikastten felan kurtulurlar ve esrarengiz bir kişinin ki daha önce Rand'a da yardım eden güzel kadın ki kimliği artık açığa çıkar, yardımıyla kara ajahların Tear'a gittiklerini öğrenirler. Bu güzel kadın karanlık varlığın yardımcılarından eski aes-sedai Lanfear'dir. Bu arada kızlar diğer büyücüler şüphelenmesin diye amelelik yapma cezası alırken Egwene ve Elayne büyü güçleri arttığı için bir kademe daha yükselmişlerdir. İyileşen Mat'in içinde ise başka bir güç doğmaya başlar. İki nehir'in yıkılmış efsanevi kadim devleti Manatharan, mantaran, menteran, Mehteran (ne haltsa artık hatırlamıyorum) ile ilgili sayıklamaya başlar. Elindeki değnekle iyi savaşabildiğini keşfeder. Bir de şansa bağlı kumar oyunlarında aşırı şanslı olduğunu. Sanırım bu ülkenin son kralının ruhunun reerkarnesi o da. Kızlar Mat'a Elayne'in annesi Cairhien kraliçesine gönderilmek üzere mektup verir ve Tear'a yola çıkarlar. Zira Elayne'in ortadan kaybolması neticesinde Tar Valon'la ittifak olan annesi bu ittifakı bozmuş yanındaki kızıl ajahı geri yollamış ve kimsenin bilmediği bir adamı yardımcı almıştır kendine. Sonradan bunun da karanlık varlığın bir hizmetkarı olduğu açığa çıkacak. Mat ise Tar Valon'da eğlenceye dalmışken yaşlı aşuğumuz Thom ile karşılaşır. Önceki kitaptan hatırlarsak aşığın sevgilisi öldürülmüştür ve artık kendini maceraya atmaya hazırdır. Onlar da Cairhien'e yola çıkar.
Şimdi Rand'a dönelim. Kamp kurdukları yer saldırıya uğrar. Rand büyü gücünü kontrol edememektedir, karanlık varlığın etkin olabildiği kabuslarla boğuşur. Ve efsaneye göre Tear'de dokunulmaz olan bir kılıcı eline alarak yeniden doğan ejder kendini ispat edecektir. Rand da rüyasında bu objeye kafayı takar, belki de kabul etmekte zorlandığı yeni kimliği için bir yargı noktası olacağı için. Herkesi terkedip tek başına yollara düşer. Ve kader diyebileceğimiz desen üzerinde o kadar güçlü iz bırakır ki, tabi farkına varmıyor, gittiği köylerde evlilik sayısı artar, kuyular sularla dolar, kuraklık olur, cinayetler artar. Böyle düzensiz olağanüstü olaylar görülür. Moiraine, Lan, Perrin ve Ogre arkalarında insanların kaderiyle ilgili imgeler görme yeteneğine sahip Min'i kampta bırakarak takibe başlarlar. Kurtlarla iletişimi iyice güçlenen Perrin kurtlaşmaktan tırsar artık. Taa doğudaki Aieller de kendi efsanelerine göre onları çölden çıkarıp karanlık varlıkla savaşacak seçilmiş kişiyi aramak için gruplarla batıya armaya çıkmışlardır. Kısacası onlarda Rand'da bihaberler. Perrin bir köyde esir Aiel görünce onu kurtarır ve grubumuz takipten vazcayarak direkten gemiyle Tear'a yola koyulur. Bu arada olayları gören ve kendini Valere borusu avcısı olarak tanıtan bir kız Faile gruba katılır. 2. kitapta ıllian ülkesinin geleneksel olarak boru avı düzenlediğini hatırlayalım. Bu ilk aşamalarda Rand, boru kısacası bu olağanüstü maceracılar hakkında bir bilgisi yoktur.
Kısaltayayım, Tear yolunda kızları kalabalık bir grup Aiel kurtarır. Ayrılırlar. Kızlar Tear'da kara ajahlar tarafından elegeçirilir. Karanlık Varlığın bazı yardımcıları , terkedilmişler, uyanmıştır.Ve biri Tear'ın lordlarından biri olmuştur. Kılıç odasında Rand'a tuzak kurarlar. Amaçları Rand'ın kılıcı eline alması ve karanlık tarafa geçmesi. Cairhien'de kraliçenin karanlık varlık hizmetkarları tarafından yönlendirildiğini öğrenen ve kızlara suikast planlarını duyan Mat de Tear'a kızları kurtarmaya gider. Moirane'nin grubu Illian hükümdarının da Ishmael adlı terkedilmiş (baş yardımcıları işte karanlık varlığın) olduğunu anlayınca hayatlarını zor kurtarıp Tear'a varırlar. Kente varan kalabalık Aiel sürüsü ile birlikte zaptedilmez Tear kalesine saldırır herkes. Bu arada Egwene elindeki sihirli bir yüzük sayesinde düşler evreninde gezinip olmuş olacak tehlikeleri sezer uykusunda. Heh zırt pırt yakalanmalarına engel değil tabi. Neyse sonunda Rand'da varır, kılıcı alır, karanlık varlık ile savaşır hatta öldürür. Çoğu kara ajah kaçar. Öldürdüğünün aslında karanlık varlık olmadığı Ishmael olduğu ortaya çıkar. Karanlık varlığı zindanında tutan mühürlerden birinin bu zafer neticesinde kırılmadığının farkına varırlar. Diğer müsabakalarda hep kırılmıştı. Kalede yeniden doğan ejder'in sancağı dalgalanır. Tüm Tear halkı galeyana gelip Rand! Yeniden Doğan Ejder! diye temaşa eder. Böyle işte, bu kadar.

Cranberries - Stars: The Best of 1992-2002 (2002)


Her ne kadar muhteşem parçalara imza atsalar da isminin yaptıklarının ötesine geçtiğine inandığım için Cranberries'in best of'unu dinlemek kafi gelecek inancındayım. 20 şarkıdan oluşan bu devasa derleme elbette Zombie, Linger, Dreams, Ode to my Family, Hollywood, Salvation, Free to Decide, Animal Instinct, Just My Imagination, Ridiculous Thoughts gibi hitleri içeriyor. Albüme ismini veren parça ile New York New York stüdyo albümlerinde yer almayan parçalar. Maalesef son albümden ekledikleri parçalar This is the Day haricinde bahsi geçen parçaların gücüne, duygusuna ulaşamıyor. Bu da derlemenin zayıf noktası. Pop-rock'un başarısı hit bestelere dayandığı için neredeyse iyiki dağılmışlar diyeceğim. Her halükarda Dolores'in solo çalışmaları da akılda tutulmalı tabi.
Sözleri bulun ve albümü dinlerken siz de eşlik edin. 90'lara nostalji turunda yerinizi ayırtın. İnanın çok zevk alacaksınız.

8,25+/10

28 Kasım 2009 Cumartesi

Anatolian Wisdom - Where the Iblis Dwells (2007)


İçlerinde ülkemizden göçme Hanephi isminde bir elemanı da barındıran Kanadalı grup, black metal mecralarında seyrediyor. Bu elemanın Türkiye'de başka projeleri de olmuş. Araştırmamacı gazetecilik örneği olarak ismini hatırlamadığım bu projeleri hatırlamaya çalışmayacağım. Googlela a canım googlela (mintaxla reklam cingılı melodisiyle okuyunuz). Bulursun cevabı 1 dakkada. Neyse üzmeyeyim kimseyi bayram hatırına, The Sarcophagus elemanıymış aynı zamanda.
Bu albüm ilginç olmayan ilginçliği ile beni deli etti. Bildiğin klavyesiz ortodoks genelde hızlı sert ancak atmosferi kaybetmeyen black metal. Etnik rifler birkaç parçada az ve yerinde kullanılmış. Prodüksiyon sorunları var. Kayıt iniş çıkışlı yapılsa, gereğinden bir santim daha ince olan ve ses aralığı yetersiz vokal ağırlığı azaltılsa, parçalar arasında farklılık yaratılsa, insanlar kardeş olsa, barış gelse dünyaya ne güzel olurdu. Aynı zamanda bazı komiklikler var. Misal bir kaç parçadaki Türkçe sözlerin ya da pasajların ecnebi bir vokale bırakılması gibi. Bu kadar ayrıntıyı da defaatlen dinlememe borçluyum. Çünkü ilk bir kaç dinleme sonucu grubun sıkıcılığına kanaat getirmiştim. İlginç olan şey ise yine dinledikçe farkına varılan müziğin ardında sankim gizli mesaj gibi yerleştirilmiş ezoterik içerik. Sadece his babında. His demişken parmakla gösteremeyeceğim bir pre-black heavy metal havasını duyumsamak da mümkün. Kısacası bu albüme gözükapalı ne iyi ne kötü denebilir. Sebat edip dinlenilir.

7,25-/10

27 Kasım 2009 Cuma

Hazy Hill - Torch-in' the North Pole (1995) EP

Yine eskilerden yerli bir thrash grubumuz. Çok meşakkatli yollar yürümüşler zamanında. Zorlamışlar piyasayı zorlanmışlar. Sonuçta 4 parçalı bu kısa EP'yi kaydetmişler.
Albümün en çarpıcı şarkısı "in your face" tavrıyla Bullet in the Gun. Buradaki bayan vokale olumlu yaklaşamıyacağım maalesef. En iyi şarkı ise güzel rifiyle Point Black, mükemmelliğe uzak kaçsa da konuşma tarzına yakın bölümlerin nakarata bağlanması ile hoş bir yarı balad konmuş ortaya. Suicide Pact gayet gayet gayet Metallica klonu bir parça. Son parça Mr. Sadface ile birlikte tarzına yeni bir şey katmadan vasatın üstü dinlenilebilirlik sunan thrash şarkıları arasında yerini alıyor.

6,75-/10

Walter Burkert - İlkçağ Gizem Tapıları


Daha önce en azından efsaneleri ve tarihi hakkında kitap okuduğum İsis, Anatanrıça Kibele, Mithra gibi gizemlerin akademik bir çerçevede daha ayrıntılı incelendiği bu kitap zaten bu kısımları bildiğimizi varsaymış. Bu gizemlerin sosyolojik karakteri, ritüelleri ağırlıklı işlenmiş. Özellikle Mithra tapısının diğerlerinden ayrık olduğunu, ritüelleri ve gizlici olması sebebiyle bir bakıma günümüzün abd üniversite kulüplerine benzediğini öğrendim. Hani vardır ya kappaomegakappa, alfabetagama gibi Yunan harflerini isim olarak benzeyen. Düşündüm de bizim ülkemize uyarlarsak elifbete, ayngayndal gibi bir şeyler çıkabilirmiş. Allah korumuş vallahi.
Ayrıca bu kültlere ait kaynakların oldukça kısıtlı olduğunu dolayısıyla hristiyanlığın bu kültlerden beslendiğine dair inancın en azınan şimdilik kanıtlanamadığını belirtir yazar. Dediğim gibi akademik özellikleri sebebiyle uzunca bir bilimsel makaleye benzemiş.
Sonuçta fena değil, 3 liralık bir kitaba göre fena değil.
Bir de kelalaka ama Cleopatra:A Queen's Destiny adında PC oyunu oynadım geçenlerde. Adventura türünde bulmaca çözmeye dayalı. Umduğumdan daha güzel çıktı. Yalnız çok kısa.

Zülfü Livaneli - İstanbul Konseri (1984)


George Orwell Büyük Birader'in tarihini yaklaşık 20 sene farkla kaçırmış olabilir. Yok bi yere bağlamayacağım. Sadece 1984'te çıkan bir albüm için lafını geçireyim dedim. Livaneli muhalif bir sanatçı diyip bağlasam tutar mı? Yok, neyse vazgeçtim.
Bir konser albümü için fazla oturaklı, belki de stüdyo rötüşlüdür. Çok enfes performans, şarkı bitiminde alkış. TRT korosunu andırıyor biraz. Onun dışında albümde yer alan efsanevi şarkıların çok daha yeni olduğunu zannediyordum ben açıkcası. Demekki klişe tabirle eskimeyen şarkılar bunlar. Gel vatandaş gel almadan geçme gibi oldu. Leylim Ley (asla sıkmıyor), Yiğidim Aslanım, Özgürlük, Karlı Kayın Ormanı, Merhaba, Odam Kireç Tutmuyor, Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz. Benim çok da bilmediğim ama dinledikçe tabi ya nidasına boğduğum Kardeşin Duymaz, Kız Çocuğu, Çırak Aranıyor ve tabiatıyla ruhuyla Bulut mu Olsam..
Metal ve rock ağırlıklı bir dinleme portföyüne sahip kişiler için biraz yavaş gelebilir. Ama 70'lerin progresif senfonik havasının çok hafif de olsa albüme orasınan burasından bulaşması belki bağlantı noktası oluşturabilir.

9,25+/10

26 Kasım 2009 Perşembe

RETRO: Gorgoroth - Incipit Satan (2000)

Albüm içinde farklılıkları seven ben bile bu albümü dinlerken ağzımı kapatamadım. Oldukça heterojen özelliğe sahip olan bir anlamda kimliksiz albüm, sadece eneski Gorgoroth tarzına uzak durmuş. Favori Gorgoroth parçalarımdan olan Incipit Satan ve A World to Win ile açılan albümün ilk kısımları melodik black death arası , gayet Gorgoroth karakteristiği dışına düşen parçalar. Yine de başarılı. Diğer şarkılara baktığımızda ritmik musiki eşliğinde epik viking hikaye anlatımına benzer bir tane var, Destroyer'daki kaotik tarza yakın var ki burada Gaahl'ın (tümüyle bu albümde ilk vokalleri üstlenmişti) insanlık dışı sanayi tipi makine çığlığına dönüşen vokal tekniğine şahit olıyoruz , martial industrial - elektonik ambiyans etkisi taşıyan özellikle son ikisi var. Bunlardan biri olan temiz vokalli When Love Rages Wild in my Heart çok hoş bir melodiye sahip. Ama bütünüyle parça çok daha iyi olabilirdi. Bu günlük bu kadar. Esenlikle sağlıcakla kalın. iyi bayramlar efenim.

7,75+/10

25 Kasım 2009 Çarşamba

Arctic Monkeys - Favourite Worst Nightmare (2007)


Benim de pek çok pek çok hoşlandığım ilk albümleri ile eğlenceyi, gençlik helecanını ve azcık da hüzün baharatını birleştiren grubun bu ikinci albümünden çıkan singleları izleyince başarılı çıkış yapan popçuların klasik hastalığına yakalandıklarını anlamıştım. Kendilerini çok daha ruhsuz ve sıkıcı bir tekrarı. Yine de içimden bir ses özellikle 3. albümleri Humbug'ın ilk klibi Crying Lightning'i izledikten sonra, bu albümde kendime özel parça bulabileceğimi söyledi. Ve haklı çıktı. İçimdeki ses benimle yaşıt olduğundan kelli beni iyi tanıyor olmalı. Üstelik içimde yaşıyor!
Önceki tarzına yakın şarkılar arasından kesinlikle Fluorescent Adolescent öne çıkıyor. Son klip parçasına yakın tınlayan, 60lar muudu, 70ler gitar soundu misalinde olduğu gibi, çılgın This House is a Circus, kara şimşek dizi müziğine benzer bir melodi üzerine kurulu Old Yellow Bricks ve albümün bence en iyisi romantik kokulu 505 güzel özel parçalar. Daha rife dayalı ve eğlenceli parçalar bunnar. Stop.

6,75/10

24 Kasım 2009 Salı

King Diamond - Fatal Portrait (1986)


Mercyful Fate'deki kanım müzisyenlik ve besteler konusunda olumlu, vokal konusunda olumsuz idi. Son yıllarda , dediğim 90lara denk geliyor, kapı gıcırtısı ciyaklamalarına ek geliştirdiği hırlama tekniği çok daha dinlenebilir olmakla birlikte King Diamond hakkındaki görüşlerim bu. Vakti zamanında adamın mp3 cdsini aldığım için şimdi de bir dizi elmas kral solo çalışmasını dinlemek zorundayım. Hiç olmazda RYM izerindeki yüksek rating ortalamamı dengelemiş olurum.
Daha sonra karakteristik özelliği haline gelecek teatral hikaye anlatımı konsepti doğrultusunda hep ama hep falsetto kavramını binbir parçaya ayıracak cıyak vokalleri duyuyoruz. Henüz hırlamalar yok. Açıkcası beste solo ve diğer atraksiyonlar olarak da ilgimi çekmedi albüm. Bazı parçaların girişleri güzel. Dressed in White ?

6,0/10

23 Kasım 2009 Pazartesi

Darkphase - Waning Moon, Setting Sun (1994)

90 başlarındaki yerli metal piyaasının önde gelen gruplarından Darkphase'in ilk albümü sound olarak yüzü heavy metal'e dönük thrash metal etrafında şekilleniyor. Şarkılar arasında gerekli farklılıklar yaratılmış görünüyor. Yani alt tür olarak parçaların hardcore'dan hard rock'a değişik etkiler altında olduğunu duymak mümkün. Yine de old skuul thrash'ın pek bir hayranı olmayan bendeniz üzerinde pek bir etki bırakamadı. Sanki risk almayan sığ sularda geziniyor gibi grup. Kayıt kalitesi kasetten çekim olduğu için beni bayağı bir zorladı. Bununla birlikte lead gitar pasajları dolayısıyla pek çok şarkının iyi anları da yok demek değil bu. Özellikle bayan vokalin yorumladığı, garip bir gitar tonunun ağır bastığı geleneksel şarkı formatı dışına düşen Last Wish adlı parça ilgi çekici.

6,75/10

22 Kasım 2009 Pazar

A Silver Mt. Zion - 13 Blues for Thirteen Moons (2008)


Godspeed You ! Black Emperor ile alakalı bir proje olan ve hemen hemen her albümüyle ismini abuk sabuk hallere soksa da genelde A Silver Mt. Zion adıyla bilinen post-rock projesinin son albümü geçen sene çıkmış olan ahan da bu albüm. Pek bir dudak bükme ile karşılandılar. Çünkü grubun beyni olduğunu zannettiğim , çünkü "istersen dinleme grup benim" anlayışı hissedilmiyor değil, vokalist şarkı söylemeyi çok seviyor. Banyoda söylesin de bunu kaydetmesin diyenler çoğunlukta. Şahsi görüşüm şu : ben vokalden nefret etmedim. Ama detonelikle lekelenmiş ince erkek sesinin yerinde vurucu ve duygusal şekilde kullanılması bir fark yaratacakken bu vokal tarzının aşırı şekilde kullanılarak enstrümanlaştırılması, ne yalan söyleyeyim o da fark yaratır. Bu iki fark arasındaki fark ise gece ile gündüz gibidir. Onun dışında albümü oluşturan uzun şarkıların (14+16+13+13 minitus; baştaki minimal enteresanlığı geçiyorum) muhteşem bölümleri yok değil. Fakat karşımızda potansiyelini harcayan çarçur eden bir tavıra karşı basit bir dinleyici olarak "he babam he"'den öte bir tavır da koyamayız.
Musiki olarak şöyle sakin bir şeyler dinleyeyim hayallere dalayım gibi bir fikriniz varsa uzak durun. İniş çıkışlı seyir izleyen melodiler sık sık sakinlikten gürültüye zayıf kreşendolar yapıyor ve bunu nicelik olarak abartınca da anlam yitimine uğruyor. Politik liriklerle desteklenen müziğin poetik bir tarztan kaynaklandığını da hissediyoruz, unutulmaya yüz tutmuş ve içinde zıtlık taşıyan bir kaynak. İşte bu gibi sebeplerle basitçe post-rock'tan etkilenmiş progresif deneysel rock adı altında albümü tanımlamak daha mantıklı.

7,50+/10

We will not sing at your damn parade

21 Kasım 2009 Cumartesi

Robert Jordan - Zaman Çarkı 2: Büyük Av


Hızlı bir okuma oldu. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Grubumuzu kuzeydeki sınır kenti Fal Dara'da bırakmıştık. Bu sırada kötülük de boş durmamakta, onlarca üst düzey ki Aes Sedai dahil destekçilerine emirler vererek büyük bir komplo hazırlamaktadır. Bu kişilerin kimliğini yavaş yavaş kitap boyunca idrak ediyoruz. Devam kitabı olduğu için ancak spoiler vererek anlatabilirim. Ama öncelikle bu cildin Yüzüklerin Efendisi tematiğini aştığı için daha zevkli bir okumaya sebep olduğunu söyleyebilirim. Zayıf yönü ise zaten belli olan neticeye ulaşana kadar çok yoruyor insanı ve sonlarda beklediğimiz sonuç oldukça doyumsuz kalıyor. Karakter sorunu devam ediyor. Rand'ın arkadaşları, özellikle Mat tam bir hödük.
Buradan gerisi spoiler
Ekip Fal Dara'da beklemekteyken 10 küsür Aes Sedai eşliğinde Amyrlin Makamı, yani baş büyücü, habersiz kente varır. Ehlileştirilmekten korkan Rand (yani saidine ulaşabilen erkeklerin bu gücü ellerinden alınır ve süreç içinde erkekler ölüme varan bir depresyona yakalanır) kaçma planları yaparken bu güçten haberi olmayan arkadaşlarıyla da tartışır. Amacı yalnız kaçmaktır. Ancak kaleden çıkışlar yasak olduğu için beklemye koyulur, Egwene sayesinde kalenin bayanlar kısmında saklanır. Fakat içten yardımla kaleye trolloc ve soluklar sızar. Hapisteki Faini yani köyün karanlık varlığa köle olmuş çerçisini kurtarırlar. Ataların ruhunu savaşmak için çağıracak ve yeniden doğan ejder'in son kez karanlık varlıkla savaşacağını söyleyen efsanenin gerçekleşmesi için gereken şartlardan biri olan Valere Borusu ile Mat'in bağlandığı kötücül Shar Lagoth (kafamdan sallıyorum umarım şehrin adı doğrudur) hançerini de beraberlerinde götürürler. Kargaşa kao yani anlacağınız. Sonuçta Rand Amyrlin makamıyla görüşmeye çıkar. Yanlarında sadece ilk ciltten hatırladığımız mavi ajah Moiraine ve bu ciltte ortaya çıkan bilgiye sevdalı kahverengi ajahlardan Verin vardır. Orada Rand'ın gerçek yeniden doğan ejder olduğu, kendi köklerinin doğudaki Aiel ırkına ait olduğu ve serbest bırakılıp zaman çarkının ve desenin kısaca mutlak kaderin ellerine bırakacaklarını söylerler. Rand bu kimliği kabullenemez. Aes Sedailerin oyuncağı olmayacağı yönünde salak salak sayıklar. Nynaeve, Egwene, Moiraine diğer büyücülerle Tar Valon'a geri dönerken Rand ve arkadaşları Ogierle birlikte 20 kadar Fal Dara askeriyle birlikte Valere borusunun peşine düşerler. Yanlarına kokuyla trollocları takip edebilen Hurinadında bir vatandaş katılır. Bunlar bayağı bi takip ederler, katliamlara tanık olurlar. Zira trolloclar insan yahnisini pek severler felan. Ogier, Rand ve Hurin bir gece uyurken kendilerini ayrı bir boyutta bulurlar. Aynı coğrafyada daha hızla yol alabiliyorlar. Burada esrarengiz bir kadının haytını kurtarırlar. Güye o da yanlışlıkla oraya düşmüştür. Ama boyut hakkında fazladan bilgiye sahiptir ve bu grubu yönlendirir. Bu boyutta trollocların izi aslında varacakları noktaları göstermektedir yani bu boyut gelecek zamana ait öğelerden müteşekkildir. Neyse ordan kurtulup trolloclara pusu kurarlar ve ellerinden boru ve hançerin içinde bulunduğu sandığı kaçırtıverirler. Dikatinizi çekerim kendini Cairhien kenti soylusu olarak tanıtan bu güzel kadın elbette güvenilir biri değildir. Bu sefer kovalananlar kovalayan olunca Ingtar'ın önderliğindeki Fal Dara askerleri ile buluşamazlar. Tam tersine Cairhien kentine yol alırlar. Ingtar'ın grubuna ise Verin yetişir ve onlarda kente doğru yola çıkar. Cairhien siyasi oyunların hırla gittiği bir kenttir ve orada Rand kendini bir lord olarak tanıtır. Kadın kaybolur. Aaşık Thom'un ölmediği ve bu kentte çalıştığı ortaya çıkar. Ama Rand'ın işine karışmamaya karar verir.Bukentte de trolloclarla ve soylularla uğraşır Rand, Hurin ve Ogier. Sonunda Verin, ıngtar, Mat ve Perrin ile askerler kentte onları bulur. Fakat hemen öncesinde Rand'ın kaldığı otel odası yanar, sandık çalınmıştır. Kraldan sonraki en büyük soylunun karanlık varlıkla çalıştığı ve Fain'i, ki gollum benzeri bir acizden zeki çevik ve bazen karanlık varlıktan bağımsız eyleme geçen kötü bir yaratığa dönüşmüştür, sakladığı ortaya çıkar. Rand lord olarak bu adamın villasında partiye katılır ve trolloclarla Fain'in batı kıyısında Tümentepe denilen mevkiye yol kapısından geçerek gittiğini ve kendisini orda beklediğini öğrenir. Fakat grubumuz "yollar" kirlendiği için yol kapılarını kullanamamaktadır ve en yakın Ogier yurduna yol alırlar. Orada boyut taşlarını kullanırlar.
Bu anlarda Işığın Çocuklarının ordusunun Tümentepe yakınlarında iki ülkenin ele geçirmek için savaştığı Almoth ovalarına vardığını ve sorgucu denilen istihbarat şeflerinin karanlık varlık taraftarı olduğunu öğreniriz. Üstelik önceki çağlarda insanları tek bayrak altında birleştiren Artur Şahinkanadının oğlunun efsanevi ordusunun ki batıdaki okyanus ötesine açıldığı efsanelerde aktarılmaktadır, Tümentepe'ye yakın yerlerde geri döndüğünü öğreniyoruz. Onlarda belli bölgeleri ele geçirip büyü gücüne sahip kadınları yularlara bağlayarak köle şeklinde savaşta kullanmaktalar. Bir yularlanan ve yuları tutan beyinden oluşan iki kişilik tim düşünün. Ayrıca garip yaratıklardan oluşan bir ordu. Amaçları tüm dünyayı ele geçirmek. Şimdi de Var Talon'a geri dönelim. Büyü eğitimi alan Nynaeve, Egwene , ilk kitaptan tanıdık Andor veliahtı Elaine ile insanların kaderini imgelerle görebilen Min arkadaş olurlar. Kitabın başından beri ara ara karşımıza çıkan kızıl ajah Liandrin bunları Rand'ın başı belada , Tümentepe'ye gideceğiz diye kandırıyor. Orada bu istilacı orduya teslim ediyor. Daha doğrusu istilacıların karanlık varlıkla ilgili fraksiyonuna. Çünkü bu istilacılar da aslında karanlık varlık karşıtı. Anlayacağınız Aes Sedailer, Işığın Çocukları, İstilacılar hepsi hem birbirine hem karanlık varlığa düşman ama içlerinde büyük karanlık komplonun parçası insanlar var. Neyse Nynaeve ve Elaine kurtulur. Egwene yular bağlanır. Min de köle hizmetçi olur.
Son aşama herkesin yolu Tümentepe bölgesindeki istilacıların egemenliğindeki Falme kentinde kesişir. Fain emanetleri istilacıların lorduna teslim eder ve oradan ışığın çocuklarının karargahına sızar. Nynaeve yular tutan istilacı kadınlardan birini bayıltır, kaçış için bir gemi ayarlar ve sonunda Egwene'yi ve Mini kurtarır. Rand ve ekibi de kasabaya sızar, lordun evinde emanetleri elegeçirir, iyi bir savaş ortaya koyar, kasabayı terkederken Egwene'yi ,yavuklusu ya, görür gibi olur, kasabayı terkeder de edemez. Bin kişilik ışığın ordusu da ovadan buraya sorgucuların emrine karşı gelerek intikal etmiştir. onlara göre istilacıların karanlık hizmetkarlardır. Kasabaya hücum ederler. Nynaeve ile Egwene de büyü güçleri ile kasabada çatışmaya başlarlar. Yine kaos yine kaos. Mat alır eline boruyu öttürür. Birkaç yüz eski savaşçı ruh gelir, Rand'a Lews Therin diye hitap edip ancak ejderin sancağı arkasında savaşacaklarını söylerler. Kitabın başında Rand'a Moraine bu hayatını kurtaracak diye kadim sancağı ulaştırmıştı. Rand'ın arkadaşları ve askerler şaşkınlık içinde (arkadaşları Rand'ın büyüyü yönlendirebildiğini daha önce öğrenmişlerdi ve delirip kendiyle birlikt bizi de öldürecek diye hep satış karakteristiği gösteriyorlardı şerefsizler) kalırlar. Ejder yeniden doğmuştur. Bu arada Rand da Karanlık Varlık ile savaşır. Yine ayrı bir boyut gibi bir şeyle ve yine onu yaralamayı başarır. Ve ejderin hikayesi bütün batıya yayılmaya başlamıştır.
la fin the end ende die einde نهاية fund В конце alla fine final τέλος

RETRO: Gorgoroth - Destroyer (Or About How to Philosophize With the Hammer) (1998)


Grubun tartışmalı bir albümüdür. Önceki tarzdan bir kopuştur. Sound olarak bütüncül değildir. Basitçe iki tarza ayrılırdır. Biri eski tarzlarına yakındır. Hala melodik rifler kulağımıza gelmektedir. Diğer kısım ise endüstriyele yakın gürültülü kaotik bir sound üretmektedir. Ancak hala primitif özelliğini korumaktadır. Eski dinlemelerimde daha fazla hoşlanmış olsam da hala güzeldir. Yanidir. Benim favorilerim eski sounda yakın şarkılardır. Misal Open the Gates'dir. Kapağa bakınca destroyerin üzerinde boyalı surat vardır. İlginçtir, kuuldur. Destroyer nedir? Ahh dünya savaşı ansiklopedileri okusaydınız bilirdinizdir. Gemidir savaş gemisidir.

7,75/10

20 Kasım 2009 Cuma

A Forest of Stars - The Corpse of Rebirth (2008)


İlginç bir isim ve yaratıcı bir logo, gökyüzündeki yıldız kümesine ulaşmaya çabalayan eller bir yıldız ormanına dönüşüyor. En basitiyle progresif black metal diye etiketlenen bir tarzda musikisini yapan britiş grubumuz hayli kafa yordukları belli olan bir albüm kotarmışlar. 1 saate 5 şarkı sığdırarak 10 ila 16 dakka arası değişen sürelere sahip şarkılara imza atan grubun bu ilk albümü "düşünen black metalcinin müziği" diye nitelendirilmişti. Bir bakıma öyle, şarkıları anlayabilmek için işinizi gücünüzü bırakıp konsantre olmanız gerekiyor. Ne kadar iyi bir şey bu tartışılır. Başta keman sonra flüt gibi bu tarz için alışılmadık enstrümanların haylice kullanıldığı albümün ilk şarkısı God geri kalan parçalardan ayrı bir yerde duruyor. Çok sevdiğim şizofrenik black vokali değil farklılık yaratan. Cenaze töreni havasını yansıtan ve başta yaklaşık 3 dakikaya varan keman ve tef (ya da tef benzeri bir şey) melodisi, sonrada ağırlıklı olarak keman, 16 dakikalık parçanın önünde ve ya arkasında devam ediyor. Böylece parçanın black kısımıyla bağlantıyı kurmuş olup majestik duygu patlamalarıyla albümün en iyi parçası God'ı bitirmiş oluyor ve büyük ihtimalle kendimizi parçayı başa sarmaya çalışırken buluyoruz. Tabiki parçaya eşlik eden flüt kısımlarını da unutmamak lazım. Maalesef diğer parçalar aynı yetkinliğe ulaşamıyor. Bir kere ani tempo değişiklikleri ve ara kısımlar arasındaki bağlantısızlık parçalara konsantre olup takip edebilmeyi önlüyor. Ve bir noktada, ki bu parçaların hoş bölümleri olsa bile, sıkılıyorsunuz. Female'in ilk bölümü deli bir adamın çığlıklarla acıyla yoğrulmuş histerik vokallerini içeriyor. Diğer yandan da kemanın çirkin bir tınısı işliyor. Bir süre sessizliğe yakın sakin bir kısımdan sonra deli adam daha da hiddetli sayıklamalarla geri dönüyor. Gitar tonu progresif bir yöne evriliyor. Felan filan. Bu arada modern black/post-black gruplarının aksine prodüksiyonun duvar yoğunluğunda gürültülü gitar tonunu kullanmadığını görüyoruz ki bu iyi bir şey benim için. Dinlemenin zaten zor olduğu anlara sahipken imkansızlaştırmaya gerek yok. Albümdeki ikinci favorim Male ise ismiyle tezat bir şekilde sakin ama içinde gerilim barındıran atmosfer üzerine bayan vokalle açılıyor. Uzayın dehşetengiz boşluğunu andırır synth ve gitar ikilisinin yer yer müdahalesini duyuyoruz. Basit bir black kısmı ve sessizliğin ardından muhteşem keman melodisi gitar ve bateriyle birlikte müziği ayinvari vokal ritimlerine taşıyor. Ayyyayayy gerisini anlatamıyacağım yoruldum. Sadece Earth and Matter'ın perküsyon ağırlığında tekdüze ve biraz da hipnotik bir parça olduğunu ve Microcosmos'un artık bizi şaşırtmayan bir seyir izlediğini söyleyebilirim.
Uzun lafın kısası bünyelerinde acayip bir potansiyel biriktirmiş grubun hesap kitap işini bırakıp ilk parça gibi melodiye sırtlarını yaslamaları ne de güzel olur demekteyim.

7,75--/10

19 Kasım 2009 Perşembe

Burial - Untrue (2007)


Oh mon dieu!
Var mı böyle bir şey? var var.. Biraz apokalptik, hışırtılı bir sound, atmosferik elektronik tüy titreştiren ambiyans güzel. Bunları yaparken deneysel yamacı gibi kesik kesik sentez yapmak yerine melodiyi basit beatler aracılığıyla koruma yolunu seçmişler. Bu sebeple gayet de trip hop havasında. Karanlık mı karanlık ama bu umutsuz depresif tonajlarda değil. Blade Runner filminde olduğu gibi sadece olanı beyan, arka fon. Dubstep diye adlandırılıyormuş tarzı. Kendime göre tarifi yaptım, anlamam dubstep felan diye. Yeter ki bu sound benzer albüm tavsiye edebilen biri olsun. Ki olacağını zannetmiyorum.
Intro'yu saymazsam ilk üç şarkı sol sağ ve sol kroşe şeklinde yüzünüzde patlıyor. Sonrasında yavaş yavaş sadeliğe hatta tekrara doğru yol alıyoruz. Sonlarda ise Homeless ve bittabi Raver gibi şarkılarla toparlanıyoruz. İlk üç şarkı ise Near Dark, Ghost Hardware ve albümün enn güçlü parçası Archangel adlarını taşıyor. Uzun süre dinlediğim ve bir süre daha mp3 player'ımda yer tutacak bir çalışma.

9,0/10

18 Kasım 2009 Çarşamba

Gebedöngünün çocukları bu toprakta ölür, diğerinde doğar

Nefes

ölüm mermileri yağıyordu kuş düşlerine
tenekeye bağlı kedi kuyruğu tıngırdıyordu hoyrat
zehrine saklı merhamet yokluğuyla horoz şekerleri
kırmızı
kan kırmızı
.
gebedöngünün çocukları bu toprakta ölür
diğerinde doğar

Sinematik açıdan kusurlar taşımakla birlikte insanı balyoz misali çarpmasını dahi anlamayacak insanların olması ne acı

Yetenekli Mr. Ripley

İlgi çekici bir konu ihtiva etmekle birlikte sonunu getirebilmek için bayağı bir zorlandım. Öldürdüğü adamın kılığına geçen birinin hala neden aynı çevrede kaldığını sadece sevgiyi aramasıyla açıklayabilir miyiz ki?

Six Days Seven Nights

Başrolünü Harrison Ford babanın üstlendiği şeker tatlı romantik film bunun ötesine geçemese de hoş bir seyirlik.

Polis Akademisi (1)

Serinin tek izlediğim filmi. Güzel güzel. 80'ler..

Transformers

İlk yarısında taşıdığı gerilimle beni şaşırtan sonrasında ise türünün alışıldık bayağılığına dönen efsanevi çizgi diziden uyarlama bilim kurgu filmini ilk yarısı ile hatırlamak istiyorum. Neticede bu tarz super hero filmlerinin ortalamasına göre biraz daha iyi

Howl's Moving Castle



Animenin mühim yönetmeni , tevazuyu bırakalım tanrısı diyelim, Hayao Miyazaki'nin bu filmini beğenmemek mümkün değil. Başyapıtı da sayılmaz. Howl adındaki büyücüye aşık olunca onu kıskanan bir cadı tarafından neneye dönüştürülen kızcağız Howl'un yürüyen kalesinde temizlikçi olarak çalışmaya başlar. Büyünün gereği lanet hakkında konuşamamaktadır. Diğer yandan acımasız bir savaş sürmektedir. Ve bu tarz filmlerde olduğu gibi herkes kendi problemlerini çözme yolunda sadece dışsal değil içsel bir maceraya atılır. Kaleye hapsedilen ateş iblisi, Howl'ın çırağı gibi müthiş yan karakterlerle tam bir seyirlik.

Bir Zamanlar Meksika'da

Bu filmi de TV'de izledim. Tarantino stiline oldukça yakın. Meksika'da Barillo uyuşturucu karteli sayesinde bir general öncülüğünde darbe planlanmaktadır. Johnny Depp'in CIA ajanı rolünde bu darbenin has planlayıcısı olarak görüyoruz. Antonio Banderas'da intikam uğruna bu komploya bulaşır. Ama darbenin aktörleri yönlendirildikleri bu plana sadık kalmayacak ve işler arap açına dönecek. Güzel bu da güzel.

2012

Gittik gördük pişman olduk. Felaket filmlerini takip eden biri olarak tüm klişelerin bayana kadar kullanıldığı ve üstüne üstlük 3 saate yakın süresiyle baymanın ötesine geçtiği filmde ufak farklılıkları da mevcut tabi. 2012'de dünyanın magma tabakası genişler ve tüm kıtalar harekete geçer. Hükümetler, zengin olanları tabi, dev gemiler yapaak bazı kişileri kurtarma planını yürürlüğe sokar. Bu sefer bilimadamı değil ama sıradan bir vatandaş, sadece doğru zamanda doğru yerde olan bir vatandaş, boşandığı eşi ve çocuklarını kurtarmaya çalışır. Yan karakterdeki tipler filmin başında ölmez tam tersine yararları dokunur, işte en büyük farklılık bu. Onun dışında aynı sevgi yumacıkları ve fedakarlık öyküsü, soluk soluğa saniyelerle yarışılan bir macera. Filme giderken yanınıza su , tatlı yiyecek, kalemtraş, yedek kalem felan almayı unutmayın. Zira uzun demiştim. Ama bence sokakta bulduğunuz bir taşı önünüze koyun ve üç saat boyunca izleyin. Daha fazla zevk alırsınız.
Evet çok aşırıya kaçtım. Çünkü felaket filmlerini pek izlemeyen ve efekt hastası genç kardeşler gayet memnun kalacaktır. Beni en çok üzen de Nataşa'nın ölmesi oldu, kimse de ardından üzülmedi :-(

A Beautiful Secret

Arjantin mi Meksika mı hatırlamadığım Latin Amerika filmi. Bir çocukcağız bir konakta yaşayan yaşlı bir kadınla tanışır. Bu kadın Picasso'yu, binbir sanatçıyı tanıyan ve o çevrenin ikiyüzlülüğünden sıkılarak münzevi bir hayatı seçmiştir. Çocuğa asıl kimliğini açıklamaz. Ve her insanoğlu insankızı gibi ölür. Ölmeden önce çocuğa bilmem kaç sene sonra açması şartıyla bir sanduka verir. Çocuk büyür, evlenir, hayat meşgulesi içindedir. Adam, artık, TV'de bu kadının ölüm yıldönümü ile ilgili habere rastlar. Bu kadın çok mööhim bir yazardır. Son kayıp kitabından bahsetmektedir proğram. Çocuk sandığı bir açar, o kitabın metni. Bunlar fasa fiso tabi. Filmin asıl konusu insanların iş güç için kendi karakterlerini değiştirmesi hakkındadır, film kravatlı ceketli yaşam formuna dönmesini eleştirir. Yavaş olmasına rağmen hoş bir filmdi vallahi.

Corto Maltese - La Maison Doree de Samarkand

Fransız canlandırma sineması. Kötü, çok kötü. Abdlilerin fransızlar hakkında küçümseme ve alay dolu tavırlarını yıllardır eleştiregeldim. İtiraf edeyim galiba haklılar.

Dark - Revolution (1999)

Seksi vampirlerin (ah ha ha) kapağını ele geçirdiği bu albümle Dark'ın diskografisi sona ermiş bulunuyor. Sound olarak Paradise Lost-Host dönemine evrilen grup (taklit etmişler diyemeyeceğim çünkü aynı seneye denk düşüyorlar) burada bestecilik manasında yine de birkaç güzel işe imza atmış. Özellikle Cradle of Darkness, Eyes Wide Open ve Spacedrift gibi parçalar türe yeni bir şey eklememesine rağmen güzel bir dinleti kümesi oluşturuyor. Tabi bir yere kadar ki biliyorsunuz vokal benim için en önemli unsurdur bir albümde. Ve buradaki vokal detoneliğin patikasında yürüyen ince bir erkek vokali. Arrghh!
Elektronik gotik rock türünde bir şeyler dinlemek isteyenler ve meraklılar için önerebilirim sadece. Albüm ayrıca U2'dan Pride cover'ı içeriyor.

4,75/10

17 Kasım 2009 Salı

M.I.A. - Kala (2007)


Sri Lanka etnik müziği+ elektronik+ amerikan modern hip-hop+ ingiliz çılgınlığı, bu garip birleşimin bu kadar popüler olacağına inanması oldukça güç. Ama oldu, bu da Maya'nın sanatçılığa varan müzisyenliğinin sihirli etkisi herhalde.
Belki bu albümün 2/3'ü çalındığı takdirde 3. kez diskoya gidebilir ve bu müzikal kültür hakkındaki tüm kanım değişebilir. Üstüne üstlük icat ettiğim edeceğim figürlerle, boş bakışlı adam figürü, eller yapışık zıplarken headbang yapma figürü gibi, dans bile edebilirim. Ahahha.. Peki neden 2/3? Albümün ilk yarısı muhteşem müthiş bomba gibim. İkinci yarısında ise ki diğer yarısı oluyor mantıken, pek sevemediğim amerikan modern pop müziği etkisini arttırıyor. Timbaland düeti var yaafu. Ayrıca bestelerin benzer bir formülü takip etmesi enteresanlığı öldürüyor. İnsanoğlu işte, her türlü garipliğe çabuk alışıyor.. Benim favori parçalarım ABBAvari girişi, accık ağır kaçan sözleri ile Jimmy, enercayzır nakaratı yüzünden Hussel, Missy Elliot hınzırlığında Mango Pickle Down River ile Mazda modelini andıran ismiyle XR2. Büyük ihtimal Boyz adlı şarkısıyla radyoda filan duymuşunuzdur. Ancak yukarıda bahsettiğim gibi çok daha fazlasını barındırıyor bu albüm.

8,50/10

16 Kasım 2009 Pazartesi

Metalium - Suffer (1995)


Türkiye'nin zamanında önde gelen thrash gruplarından Metalium'un etkileyici kapaklı bu albümü son ürünleri oldu. O vakitler Türk metalini sadece ismen bildiğim için o havayı teneffüs edememiştim. Zaten thrash'in öldüğü vakitlere geldiğinden sanki hafızamda bu albümün hakettiği ilgiyi görmediği gibi bir şey kalmış, tamamiyle yanılıyor da olabilirim.
Manalı kapağında Sırpların katlettiği bir çocuğun resmedildiği albüm yine bildiğim kadarıyla kaset formatını aşamadığından dinlediğimiz versiyonun kalitesi gözardı edilebilir nitelikte. Dediğim gibi thrash ancak özellikle yırtıcı scream brutal vokallerle death'e selam çakılmış ve parçalar speedy gonzalez kıvamında. Albüme adını veren parçada sadece melodik bir şeyler duyabiliyoruz ki aynı zamanda vokalin harmonisi felan parçayı the best yapıyor albümde. Thrash benim çok takip ettiğim bir tarz olmamasına rağmen türü dinliyorum diyenlerin ülkemizde vakti zamanında ne yapıldığına dair bir şeyler öğrenebilmeleri için dinlemesi şart bir yapıt olduğu fikrini ileri sürebilirim. Yalnız parçaların biraz mekanik ve kalıplarla sınırlındırılmış olması da albümün zayıf karnı. Yarım saat kadar süren kısa süresi sayesinde bu engeli de aşıp sıkılmadan bir dinletiyi tamamlamış oluyoruz. Ha vaktinde para verip bu kadar kısa bir ürün almış olsaydım belki de kızardım, o başka bir şey. Türe uzak olduğum için sadece dinlemiş olduğum bir kaç parçasına istinaden Sodom'a benzetebilirim. Bir de başkalarından erken dönem Kreator diye duydum. Ne kadar doğruysa artıkın.

7,50+/10

15 Kasım 2009 Pazar

Yeah Yeah Yeahs - Yeah Yeah Yeahs (2001) EP


Punk'ın hala rock olduğu günleri, garage rock'ı çiğ soundlarıyla geriye getiren gruplardan biri YYY's. Bayan vokalin yer yer çığırtkan yer yer durağan role büründüğü grup piyasalara sokaklara bu EP ile düşmüştü. Sadece 14 dakika süren EP'nin içine değişik tempolarda 5 şarkı sığdırılmış durumda. Tamamiyle bir mini albüm yani. Sonradan Cold War Kids'in sık sık kullandığı gitar tonu ile Bang'in açılışı, manik depresif tonlarda Art Star (böğür yavrım böğür!) ve tabiki albümün incisi birincisi Miles Away ilgi dolu dakikalrı oluşturuyor. Gıcık olmadığım bir şey yok mu? Arayınca çıkıyor efenim. 60'lar rock'n roll'una yapılan göndermeler örneğinde olduğu gibi.

7,75/10

14 Kasım 2009 Cumartesi

Robert Jordan - Zaman Çarkı 1: Dünyanın Gözü

İkinci kitabı okumaya karar verdiğim için ilk kitabın konusuna bir daha göz gezdirdim. Göz gezdirmek demişken 4 saatim gitti, öyle böyle değil yani. O zaman didim ki kendi kendime ilk kitabı bari özetliyeyim.
Ancak öncelikle sanırım 12 cilde varan ve pek çoğu dilimize de çevrilen bu kitaplar hakkında bir kaç saptamada bulunayım. Robert Jordan'ı sevenler genelde Tolkien'e, Tolkienciler de Robert Jordan'a imtinayla yaklaşırlar. Çünkü high fantasy'nin temelini atan Yüzüklerin Efendisi benzer kurgularla ve çok daha basitleştirilerek; hatırlarsınız yüzük kardeşliği gittiği her coğrafyada karşılaştıkları her insanda ayrıntılı konudışı hikayelerin kapısını aralardı, bize de okuyucu olarak büyük kafa karışıklığı düşerdi, seriyi biri genel hikaye örgüsü için hızlı diğeri de yavaş yavaş sindire sindire okumamıza sebep veren tatlı bir kafa karışıklığı; zaman içinde tekrar edilmiştir. Ne alakası var? Şöyle.. Belgariad ya da Shannara gibi kısmen basit high fantasy örnekleri ile Zaman Serisini karşılaştırırsak bu seri benzer kurguda olduğu kadar detayda da Yüzüklerin Efendisiyle yarışıyor. Yani iki seri birbiriyle ikame edilebilir. Basılışından itibaren on yılların geçtiği ecnebi diyarlardaki haliyle Yüzüklerin Efendisi ülkemizde çok daha yeni bir fenomendir. İlk çıktığı anı hatırlıyorum da.. Ahh eski günler. Demek istediğim bizde bu çelişki daha zayıf da olsa mevcuttur. Arada önemli bir fark var. Zaman Serisinde ayrıntısıyla anlatılan farklı büyü sistemi ki bu kitapta değiştirilebilir bir seçenek değil kurgunun belkemiğini oluşturuyor.
Ben Tolkien taraftarıyım. Önce onu okudum. Bu kitabın gücünü, zenginliğini hissetmekle beraber başta karakterler ilgimi çekemiyor maalesef. 8 puan verdim gitti.
Öyleyse konuyu anlatmak için izninizi istiyeceğim efenim.
spoilerrrrrrr
İki Nehir denen Allahın unuttuğu Shire benzeri huzurlu bir köy geleneksel festival için hazırlanmaktadır. Köy dışındaki çiftliklerinde babası ile yaşayan 16-17 yaşlarındaki Rand Al'Thor köyde en yakın arkadaşı hınzır Mat ve demircinin oğlu Perrin ile birlikte ayrı vakitlerde de olsa gölge benzeri birinin nefret dolu gözleriyle karşılaştıklarından hem fikirdirler. Köyün hanında ise alışılmadık bir biçimde (güzellik değil kalabalık) güzel bir kadın ve onun muhafızı bir adam ile birlikte Tom adındaki bir aaşık (ozan) 'ın olduğunu öğrenirler. Köyün çerçisi (gezgin satıcı) de hana uğrayıp batıda kendini yeniden doğan ejder diye nitelendiren birisinin ordu topladığını ve savaş çıktığını söyler. Zaten kışlık ve kıtlık üzerine uğursuz bir haberdir bu. Tam burada geniş bir parantezle Tek Güç denen büyü sistemini anlatalım. Kaynağını erkek büyücüleri için saidin kadınlar için de saidar denen özün oluşturduğu büyüyü kullanarak bu büyücüler (Aes Sedai) zaman çarkı döndüğü sürece Karanlık Varlık gibi adlarla tanımlanan ve bu seride hapis olsa da destekçileri sayesinde dünyayı etkileyebilen kötü tanrıya karşı mücadele etmişlerdir. Fakat kötülük erkeklerin büyü özünü yozlaştırarak eski çağlarda Lews Therin bilmemne adındaki büyük bir büyücüyü etkilemiş, bu büyücü de tüm ailesini çılgınlıkla katletmiş yaptıklarının farkına varınca da yaptığı son büyüyle dünyayı parçalamış coğrafyayı değiştirmiş. O günden beri yalnızca kadın Aes Sedailer Tar Valon adlı kentlerinde çeşitli renklere ait franksiyonlar şeklinde yaşamakta olup büyüye yatkın erkekleri avlamakla meşgüller. Ve bir efsaneye göre Lews Therin'in reerkarneleşmiş hali dünyaya"yeniden doğan ejder" olarak ki bu bir ünvan , yine insan olacak, geri dönecek büyük acılar neticesinde kötülük ilelebet yok edilecektir. Sonuçta bu kadın büyücüler sadece karanlık varlığın destekçilerine karşı değil sözde ejderlere karşı mücadele ederken büyüye yatkın erkek ve kadınları (onları eğitmek için) da yeryüzünde aramaktalar. Politik olarak Aes Sedailere saygın krallıkların yanısıra Aes Sedailer dahil her türlü büyüyü yok etmeye kendilerini adamış Işığın Çocukları gibi hareketler de mevcut Zaman Çarkı evreninde.
Konuya geri dönersek Trolloc denen yaratıklar başlarında soluk denen yüzüktayfı benzeri diğer bir yaratıkla köyü ve çiftliği basar. Handaki kadın Moiraine isimli Aes Sedai, Lan isimli muhafizıyla birlike köyü kurtarır. Yaratıklar bu üç delikanlının peşindedir. Sebebini öğrenmek için Tal Valor'a yolculuğa çıkarlar. Gruba saidar potansiyeli olan belediye başkanının kızı Rand'ın yanığı Egwene de katılır. Baerlon kasabasında gruba köyün hikmeti Nynaeve yetişir. Aes Sedailerden toplumun geneli gibi hoşlanmamaktadır. Ama içinde aynı büyünün gücü bulunmaktadır. Yaratıkların kovalamacası ardından Shar Lagoth adlı terkedilmiş kente sığınır grup. Bu kente troloclar bile girmeye cüret edememektedir. Çünkü daha büyük bir tehlike yatmaktadır bu şehirde. Matt bu şehirden bir hançer çalar ve içi çürümeye , zihni şüphelerle karışmaya başlar. Herşeye rağmen trollocların şehri istila etmesiyle büyük kötülük uyanır ve grubumuz üçe ayrılır. Rand, Matt ve aaşık bir gemiyle hayatlarını kurtarırlar, Beyazköprü denen yere aaşık kendini feda eder ve gençler binbir badire ile Caemlyn'e Andor krallığının başkentine varırlar. Perrin ile Egwene ise önce kurt sürüsü ile konuşan bir adama sonra da çingene benzeri bir kavme rastlarlar. Bu arada Perrin'in gözleri sarılaşır ve kurtlarla iletişim kurabildiğini anlar. Işığın Çocuklarının ordusuna yakalanırlar. Moiraine, Lan ve Nynaeve ise ayrı bir grup halinde bir yandan çocukları ararken diğer yandan Caemlyn'e yol alırlar. Öncesinde Perrin ile Egwene'yi kurtarırlar. Bu arada Rand Caemlyn'de yanlışlıkla kraliyet sarayının bahçesine düşmek gibi bir sakarlık yapar, prenses ve prenslerden birinin üzerinde iyi intiba bırakırken kraliçenin Aes Sedai danışmanı onun gücüne farkına varır ve kıl olur. Buradan kraliçenin emriyle çıkmayı başarır. Ve tüm grup kentte birleşir. Gruba Loial adına kitapsever bir ogier de katılır. Gizli bir geçitle en kuzeye varırlar. Oradan da büyülü dünyanın gözü denilen yere ulaşırlar. Karanlık Varlığın 2 yardımcısını öldürüldükten sonra burada Rand, Karanlık Varlığı öldürür ya da öyle sanır. Bunu yaparken dünyanın gözü denen ve aslında erkek büyü özü saidini ihtiva eden havuzdaki gücü çeker. Orada buldukları gizli kalıtlar eşiğinde de şunu öğreniriz, aslında Matt ve Perrin'den gizliyorlar bunu, Rand yeniden doğan ejderdir. Da dadadannnnnn

W.A.S.P. - Dominator (2007)

Eski grupların hala güzel iş çıkarabileceklerine iyi bir örnek. Mercy'nin Amon Amarthvari giriş rifi ile şaşırmışken albümün melodik ve çok tatlı riflerle, güzel sololarla dolu olduğunu görüyoruz. Vokalin bana göre aşırılıklarının törpülenmesi ya da Blackie'nin ses perdesinin daralması hiç de kötü bir etki yaratmamış. Uzun lafın kısası konserlerini büyük ihtimalle kaçıracağım grubun bu albümü melodik ve geçmişine göre daha yumuşak diyeceğim de "mellow" daha uygun bir kelime neyse, olması sebebiyle dinlemesi çok keyifli. Albümde iki versiyon şeklinde yer alan Heaven's Hung In Black albümün en iyisi. Şimdi kötü tarafına bakalım. Eskisi gibi hit diyebileceğimiz nakaratına eşlik edebileceğimiz rock marşı yok. Bununla birlikte şarkıların tümünün ustalık kokan kolay dinlenir, göreceli olarak, yanaklarından tutup sıkılası parçalar olduğunu söylemeden de duramayacağım.

8,0/10

13 Kasım 2009 Cuma

Terry Goodkind - Doğruluk Kılıcı 1: Büyücünün İlk Kuralı

Librarything adında kitaplarımı listeleyebileceğim puanlayabileceğim bir site buldum. Sevinçliyim heyu heyu felan. İyi de bırak bazı kitapların konusunu hatırlamayı bazı serilere ait kitapların hangisini okuyup okumadığımı bile hatırlamıyorum. Misal Pern serisi. Çok acıklı patetik bi durum. O yüzden romanların konusunu es geçmeyip özetlemek istiyorum bundan sonra.
Terry Goodkind fantastik kurgu okuyucularınca sevildiği kadar nefret edilen bir isim. Bununla birlikte toplamı sanırsam 8 cilde varan Doğruluk Kılıcı serisinin bu ilk kitabının "iyiliği" konusunda her iki kampın da anlaştığı bir gerçek. Ancak ne kadar iyi? Bi bakalım.
Temellerini Tolkien'in attığı high fantasy tarzı içinde yer alan bir çalışma. Genç bir adam gizli kimliğini keşfeder, dostları ile bir grup oluşturarak kötülüğü altetmek amacıyla uzun ve maceralı bir yolculuğa çıkar. Elbette farklılık yaratabilmek amacıyla değişik unsurlar kullanılmıştır. Ama işin özü budur. Bu tarz romanlarda sevdiğim coğrafi ve tarihsel genişliğe sahip dünyayı burada bulmak güç. Basitçe arada büyülü bir sınırın olduğu üç diyar çizilmiş haritaya. Büyünün işlemediği kahramanımızın yaşadığı Batı Diyar, Orta Diyar, kötülerin memleketi Dhara. Doğu diyar değil ama doğuda.. Yazarın önemli bir özelliği de maalesef dilinin çok yavan olması. Edebiyattan uzak yaklaşımı, kötü tasvirleri ve akıcısızlığı yazarın bazı cümleleri birbirini takip eden paragraflarda dahi tekrar etmesiyle aşılmaya çalışılıyor. Açıkcası bu basitleştirme ve mantıksal tartışmaların basite indirgenmesi beni çok fazla rahatsız etmedi.
650 sahifelik kitap kendi içinde bir sona sahip ve serinin devamını getirebilmek için de açık uçlu bırakılmış. Ve kitabın sonunun hiç de fena olmadığını da eklemem lazım. Yazarın özellikle iki bölümde etkileyici olduğuna inanıyorum. Öncelikle kötü bir büyücüyü destekleyenler ve halkı aslında kendilerinin iyi olduğunu ve barış için hareket ettiklerini düşünüyorlar. Kitapta da bir bölümü kötü büyücü Darken Rahl'ın ekseneninde görüyoruz. Yine bu bölüm gibi bir büyücü ile bir çocuğun ilişkisini anlatan ,Giller ile Rachel arasındaki bölüm de etkileyici. Amaç tamamiyle farklı olsa da bu bölümlerin özünde yatan psikolojik etkenler kitabın sonunda kahranmanımız Richard'ın işkenceci hatun şebekesine esir düştüğü bölümlerde en ekstrem koşullarda yüzeye tekrar çıkıyor. Özetle puan versem 10 üzerinden 7 ye denk düşecek, ileri fantastik kurgu okuyucuları için vasatın üstü, yeni başlayanlar için ise zevk alınası bir çalışma. Bunlar spoiler sayılmaz. Ahan da spoileeeerrrrr
Batı Diyar'da orman rehberi Richard babasının ölümünü araştırmaktadır. Orta Diyar sınırına yakın dağlarda bir ipucu bulduğu an bir kadının 4 izbandut tarafından takip edildiğini görür ve ona yardım eder. Bu kadın Orta Diyar'dan kaçıp kadim büyücüyü arayan ve İtirafçı kimliğini Richard'dan saklayan (Çünkü bu kimlik sonradan aşık olacağı Richard'la bir araya gelmesine engeldir) Kahlan'dır. Sonracığıma ikisi Richard'ın akıl hocası , dostu Zedd'in yanına giderler. Bu arada büyülü yaratıklar tıpkı babası gibi Richard'ın evini de talan edip tuzak kurmuşlardır. İkilimiz onları atlatır. Zedd'in aslında büyüden emekli olmuş büyük büyücü olduğu ortaya çıkar. Kahlan, Halkın Barış Ordusu adıyla sınırları ortadan kaldırıp dünyaları ele geçiren Darken Rahl'a karşı mücadele edebilmek için Zedd'den Doğruluk İzcisi'ni seçmesini ister. İlginç olan şeylerden biri de bu kötü büyücüyü motive eden şeylerden biri de Zedd'in babasını öldürüp çocukken kendisini de yaralamasıdır. Sadece hükümdar olmak değil intikam da vardır işin içinde. Neyse Zedd de elinin altında Richard olduğu için onu Doğruluk İzcisi ilan edip öfkeyle hareket eden güçlü Doğruluk Kılıcını ona teslim eder. Tabi aslında yıllardan beri Richard'ın izci olup olmadığını izliyormuş. Bu ilk bölümlerde can sıkıcı olan bir şey de tehlikenin çok abartılması, yani Darken bunları bulutlarla izleterek, sınırı geçerek, yaratıklarıyla felan hep peşinde gibi gösteriliyor. Sonra o şiddetteki izlenme hissinin paranoya olduğu ortaya çıkıyor. 3'ü yanlarına sınır muhafızı Chase'i de alıp sınırı geçmeye çalışıyorlar. Fakat bir saldırı neticesinde ikisi yaralanıyor, geriye kalan Richard ve rehberi Kahlan sınırı geçmeyi başarıyor. Amaçları 2'si çoktan ele geçen ve sonuncusunun nerede olunduğu bilinmeyen Orden kutusunu ele geçirmek. Bu kutuların talimnamesi iseRichard'ın zihninde babası tarafından ezberletilmiş durumda. Bu da onun sırrı.
Yolculukları boyunca ilkel bir kavim olan Çamur adamlarından yardım almaya çalışır ikili. Kayıp kutunun yerini bilen bir cadıya yönlendirilirler. Cadı bunları aptalca bir tuzakla elegeçirir. Yine de yardım eder. Yalnız bir kehanette bulunur. Richard yakınındaki biri tarafından ihanete uğrayacaktır. Dolayısıyla hep bi kuşku pompalanır yazar tarafından. Bu esnada son kutunun bir kraliçe elinde olduğunu ve kraliçenin Darken'le ittifak yapmak üzere olduğunu öğreniriz. Ufak bir kız son kalan başka bir büyücünün yardımıyla kutuyu saraydan kaçırır. İkili önce Zed'le sonra Chase ile buluşur. Richard'ın abisinin önderliğinde Batı Diyarı ordusunun da Orta Diyar'a yardım amacıyla girdiğini okuruz ama sınır nasıl ortadan kalktı, o kadar büyük bir coğrafya da Chase ve Zedd grubu nasıl buldu gibi mantıklı soruların cevabını bulmak zor. Zaten 500. sayfadan sonra işler hızlanınca mantığı yedeğe çekiyoruz. Richard'ın Dahlen tarafından yönlendirilen psikopat sadist mazoşist kadın tarikatı Mord-Sith'lerden Denna'ya esir düştüğüne tanık oluyoruz. Bu bölüm biraz fazla uzatılıp esnetilse de varacağı nokta açısından başarılı işlenmiş. Ne olmuş, ne olmuş? Günlerce Richard'a işkence, eziyet, sadist cinsel tacizlerle karakteri kırılıp köpekten aşağı seviyede bir köleye dönüştürülmüş. En sonunda Darken tarafından sorgusunda kutular için gerekli kitabın Richard'ın aklında olduğu öğrenilince serbest bırakılır. Zira Darken 3. kutunun kendisine getirildiğini, yolda olduğunu ve kafasına göre kutulardan birini gerekli talimatlar olmadan açmasının tüm insanlığın ölümüne yol açabileceğini dolayısıyla kış gelmeden (bir hafta var sanırım ya da öyle bir şey) kararını verip kendisine dönmesini ister. Dedikleri doğrudur. Richard'a da bir büyü yapar, onu gören dostları onu en kötü düşmanları imajında görecektir. Richard Darken'in ejderhasına yardım eder ve onun yardımıyla dostlarını arar. Darken yine doğru söylemiştir, dalgasını geçmiştir. Çünkü arkadaşları onu Darken kılığında görmektedir. Batı ordusuna eşlik eden abisine sadece onunla kendi arasında bir hareketi çekince tanıyabileceği olasılığıyla gitme kararı verir. İşin ilginci abisi onu richard olarak tanımıştır. Ahan da haini bulduk. Şaşırtıcı değil zira kitabın başından beri bir piçlik vardı bu adamda. Neyse arkadaşları da Richard'ı kurtarmak için ellerinde kutu saf saf D'hara'ya gitmekteler. Herşey Darken Rahl'ın planladığı gibim gelişiyor. İtirafçı Kahlan Darken'in adamları tarafından ele geçirince ve onlardan Richard'ın öldüğünü duyunca sonunda kendini öldürecek ama kendini o aşamaya kadar süper-itirafçı yapacak bir büyüyle, self-destructive bir büyü ile delirir. Saraya varırlar. Darken'i görürler ve itirafçı ona da büyüsünü yapar. İtirafçı büyüsü aslında tüm benliği yok edecek kadar kendisine aşık ettirecek kuvvette bir dokunma, seduction büyüsüdür. Gerçek Darken yan kapıdan çıkar. Chase ve Zedd zaten etkisiz eleman. Saraya geri dönüp İtirafçının etkisine giren Richard Darken, Kahlan'a zarar vermesin diye tüm kitabı aklından okur. Darken büyüsünü yapar, evet evet gücü hissediyorum muhahaha diye gülerken ters bir şey olduğu ortaya çıkar. Richard embesil gibi konuşmayı bırakıp "haha nasıl zokayı yuttun salak tüm kitabı okumadım ki he he" der. Darken ve Kahlan ise "ama ama" derler resmen dokundulduğunu dolayısıyla büyü altında yalan söyleyemeyeceğini söylerler. O da derki "ben zaten Kahlan'ı kalbümde şüphe olmayacak şekilde seviyorum, onun büyüsü ondan bundan şundan etkisiz, hadi anca gidersin şerefsiiiiz". D'hara ordusu da Richard'ı yeni Rahl kabul edip biat eder. Böyle roman mutlu sonla biter.
Ancak sonda aslında Richard'ın Zedd'in torunu olduğu ve annesinin aslında Darken Rahl tarafından tecavüzünün ürünü olduğunu öğreniriz. Yani yıkıcı Rahl soyu ile yapıcı Zedd soyu bünyesinde kombo yapmıştır. Ama Richard bunu bilmiyor şşş.

Melechesh - As Jerusalem Burns... Al'Intisar (1996)


Belki de grubun ilk albümünden başlamakla hata ettim. Çünkü bu albüm daha sonra karakteristiği haline gelip ünlenecekleri oriental black metal döneminden önceki bir aşamayı gösteriyor. Ecnebilerin banyoda kaydedildi muhaha diye eleştirdiği bir kayıt kalitesine sahip albümün, ki bu dinlediğim versiyonu birkaç bonus parçası içeriyor ve herhal yeniden mikslenmiştir, genel soundu ortodoks iskandinav black metale yakın bir hat etrafına şekilleniyor. Birkaç parçaya oryantallik sızsa da, etnik demiyorum bilerek oryantallik dedim bkz. Odious, orjinallik bulamayacağınız bir kriter olur burada. Yine de İsrail'den çıkıp Hollanda'ya kaçan bir grup vasfında , İsrail'in demokratik laik sosyal bir hukuk devleti özelliksizliğini tekrar hatırlatırım hah ha, Mardukvari sert hızlı tarzlarını Darkthronevari melodiler ile birleştirip dinlemesi zevkli bir yapıt çıkarabilmeleri ve satanik imajla piyasaya çıkabilmeleri etkileyici.
Sultan of Mischief başta gelmek üzere As Jerusalem Burns..Al Intisar, Assyrian Spirit, Desert Pentagram hoşlandığım parçalar oldu.

7,25/10

12 Kasım 2009 Perşembe

Todd May - Postyapısalcı Anarşizmin Siyaset Felsefesi


Neredeyse benim kutsal kitabım sayılabilecek postyapısalcı felsefe ile anarşizmi birleştirmeye çalışan (aslında yazarı büyük ihtimal bu sava karşı çıkacaktır çünkü hatırladığım kadarıyla post-yapısalcı felsefe anarşizmin özüne bir olacak kadar yakındır diyecektir) Bacunin'den Lacan'a bıdı bıdı isimli diğer mühim eseri okuduktan sonra içime bir ümitsizlik çökmüştü. Anlaşılması çok daha zor olan bu kitap ise en azından pratik seçenekler konusunda biraz daha somut bir yerlerde duruyor. Yalnız itiraf edeyim bir çok sayfayı tekrar tekrar okuyup es geçmek zorunda kaldım. Sebep olarak da şunları topladım.
a) ben gerizekalıyım
b) yazar kısıtlı bir çevreye felsefik bir tez sunduğundan dolayı akademik dil ve anlayışı indirgemek konusunda çaba göstermemiş. Zira beni hiç enterese etmeyen iletişim felsefesi üzerinden konusunu irdelemesi bu şıkla alakalı da etik felsefesi gibi ilgi uyandıran bir daldaki tartışmasından da pek bir şey anlayamamamın sebebi a şıkkı olsa gerek.
c) post yapısalcı feylesofları okumadan önce postpostyapısalcı postanarşist bir kuram oluşturmaya çalışanların yazdıklarını okumaya çalışmamın soyut kaçması ki burada da sorun benim ve a şıkkına dönebiliriz sanırım. Bu kitap örneğinde yazar sanki herkes Habermas'ı, Foucault'u,Deleuza ve Guattari'yi, Lyotard'ı ... tanıyormuş gibi direkt bu filozofların sonuç cümlelerini alıntılayarak ya da referans göstererek zaten öztürkçe terimlerle cebelleşiyorken sıradan bir okuyucuya pek katkıda bulunmuyor ki bu da b şıkkıyla ilgili olsa gerek.
d) hiçbiri
e) hepsi , derken d şıkkı da dahil olunca hem hiçbiri hem hepsi nasıl olacak, neyse felsefe mantık okumayı şu anda bıraktım.
Bir kaç satır da anlatılanları özetlemeye çalışayım:
Yazar siyaset felsefesini üçe ayırıyor: biçimsel, stratejik ve taktik. İlki, ya olması gereken ya da mevcut olan kutba bağlı olmasıyla kategorize edilir. Stratejik felsefeye örnek ise marksizmdir. Aradaki fark tek bir kutba bağlanmak yerine iki kutup arasındaki gerilimde yaşamaya doğru bir geçiştir. Benzer bir noktada duran taktik felsefe ise halkalardan ziyade birbiriyle kesişen çizgiler üzerinden açıklanır. Şöyleki marksizmde merkezi bir halka vardır, tarihin temel problemidir bu, proleteryanın savaşımı. Geniş halka ise diğer sorunları oluşturur, öz değişmez. Benzer şekilde iktidar ağırlıklı olarak tek merkezden yayılır. Taktik felsefe ise iktidarı ve dolayısıyla sorunları (ama her erk kötü değildir, ilginç geldi bu bana) çizgiler üzerinden açıklar. Bazılarının daha ağır olması kesişik, daha çetrefil çizgilerin üzerine denk gelmesinden kaynaklıdır. Buradan da stratejik felsefenin doğal çıkarımı öncü disiplinli bir mücadele örgütünün gerekliğine denk düşer. Anladığınız gibi dünyayı yorumlama ve onla ilgili olarak mücadele biçimlerinde postyapısalcılık yani taktik felsefe çok daha farklı şeyler sunacaktır ki aslında böyle bir dertleri (pratik mücadele) yoktur sanırım. Çünkü yazarımız anarşizm üzerinden ilkeleri belirli bir postyapısal siyaset felsefesi oluşturmaya çalışmakta. Eksik ki adam yapıyor değil mi?
Marksizm üzerinden stratejik felsefeyi tartışırken yazarın eleştirel kuramcı okula göndermelerde bulunması benim için öğretici oldu doğrusu. Kapitalist kültürün herşeyi şeyleştirdiği, metalaştırdığı fikri ana çizgileriymiş. Aydınlanma miti "ussallık adına tüm çağdaş toplumları ele geçirir ve kendisi dışındaki diğer toplumların tümünün usdışı olduklarını iddia ederek kendisini haklı çıkarır...Herşeyin uymak zorunda olduğu yeni bir totalizasyon doğar .. bedeli, yabancılaşmadır" Güncel tartışmalardaki taraflara bakınca ne kadar doğru. Eleştirel kuramcılar marksizmin eksenini ekonomiden kültüre taşırlar ve umutsuzdurlar. Bu esnada yazar Habermas'ın stratejik felsefenin dilbilimsel vektörlerle yeniden düzenlenebileceği inancından bahseder. Althusser ile Sartre üzerinde somutlaşan yapısalcı ve varoluşçu marksizmin birbirine zıt bir noktada konumlanışını öğreniriz. Sınır hattında ise otonom hareket ve Castoriadis yer alır.
Anarşizm başlığı altında genel ilkeleri tekrar ederiz. Merkeziyetçiliğin ve temsiliyetin reddinin sebepleri irdelenir.İlk yıllarda mücadele yönü aşağıdan yukarıya tanımlı iken post-yapısalcılığın etkisiyle ve erkin yukarıda-aşağıda gibi tanımlarla tarif etme imkanının yitimiyle merkezsizleştiği bahsi geçer. Başa dönersek eğer, erk ve direniş kesişen erk ağları görünümündedir. Dolayısıyla reformizm ya da devrimcilik gibi tanımlar da anlam kaybına uğrar. Anarşizmde devrim "toplumsal alanın pek çok kısmında değişimlere yol açarak etkileri topluma yayılan bir değişim ya da bir dizi değişimdir." Çözüm ise federasyon'dur ama erk ve temsiliyet gibi kavramların tartışımı ile içeriğinin doldurulması şarttır. Ve literatürde bireyselcilikten anarko-sendikalistlere, pek çok farklı tahayyül vardır. Denkleme bir de postyapısalcılık eklenmiştir. Özcü -essentialism- görüşleri de savunarak insan özünün doğal olarak iyiliğine vurgu yapan anarşizm statejik felsefede tam anlamıyla bir kopuş yaşayamamıştır.
Aradaki linki kurabilmek için yazar erkin baskıcı karakterinin yanısıra yaratıcı özelliğine de yani olumsallığına da vurgu yapar. Özcülük ve hümanizm konusunda Foucault'tan alınan alıntı çarpıcıdır." Reddettiğim bir yaklaşım varsa eğer,o da gözleyen özneye mutlak üstünlük tanıyan, bir eyleme yapıcı bir rol yükleyen, kendi bakış açısını tarihselliğin kökenine yerleştiren -kısacası aşkın bir bilince yol açan- yaklaşımdır" Özneler ve yapılar post-yapısalcılıkta özgül pratikler arasında aranmaları gereken pratiklerin tortuları şeklinde tanımlanır. Kendimizi pratikler üzerinden kurarız. İşe bu yüzden çözümlemeler genelde pratikler üzerinden yapılır. Bu esnada çizgileri pratikler ile benzeştirebiliriz. Postyapısalcılığın amacı birbirinin içine geçerek arapsaçına dönen erk pratiklerini soykütük işlemine tabi tutmaktır. Kabaca özetlersek pratiği geçmişten oluşma anına kadar ince ince inceleyerek, diğer pratiklerle etkime ve etkilenme ekseninde ilişkilerini ifşa edip çözümlemektir. Çeşitliliğe dayanan mikro-siyasi bir çözümleme. Amaç erki yok etmek değil kabul edilebilir erk pratiklerini belirlemektir. Erkin uygulandığı şeyi (ezilenler kastediliyor) iyiye haklıya indirgeyen sol dogma üzerine yapılan Habermas alıntısı manidardır. Kabul edilebilirlik ilkesinin mantıksal olarak etik bir dayanağı olması gerekir. Postyapısalcı felsefenin sorunsalıdır etik. Yazarın çözümlemesine göre postyapısalcılığın etik kuralları iki adettir. İlki birinin başkasını olabildiğince temsil etmemesi şartıdır. İkincisi alternatif pratiklerin oluşması ve gelişmesine imkan tanınmalıdır. Farklılıkların korunmasından ziyade güçlendirilmesidir. Ekleyebileceğimiz üçüncü şık ise en basitiyle diğerleri altında toplayacağımız çeşitli postyapısalcı filozofların önem yüklediği ilkelerdir. Örneğin erk pratikleri genelde kapitalizmin sömürüsüne yardımcı olduğu için anti-kapitalist bir muhalif rolün varlığı gibi.

10 Kasım 2009 Salı

Everything but the Girl - The Platinum Collection (2006)


Endamı fiziği ile değil de güzelim duru vokali ile ve en çok da 90'larda Missing isimli yarı dans parçası ile ortalığı kasıp kasıp kavuran sonra da gözden yiten grubun bu albümünü best of varsayarak dinledim. Anladığım kadarıyla bir anlamda best of ve akustik versiyon ağırlıklı parçaları ( belki de unplugged gibi bir şeydir bu albüm inanın bilmiyorum) dinleyince kulaklarınıza her nedense 80'ler tınlıyor. Gezdim gördüm araştırdım, meğerse grup 80'lerden beri faal olarak müzik yapıyor olup Missing öncesi tam tamına 7 albüm kaydetmişler. Yuh bana sayın seyirciler! Bu akustik ağırlıklı derleme albümde yer alan parçalar da ki içlerinde doğal olarak Missing yorumu da var , genelde eski dönemlerine ait. Sonralıkla buradaki müziğin dans tarzıyla uzaktan yakından ilgisi olmadığını hatırlatıp genel soundun jazz etkili romantik gitarlı orkestrasyonlu pop etrafında şekillendiğini belirtip geçeyim. Ancak dinleme sayınız arttıkça maalesef başlarda bize yaşattığı huzurlu güzel anları anılarınızda koruyup kollama olasılığını yitiriyorsunuz, çabuk sıkıyor kabilinden konuşuyorum. Kristmıs havalarını andırır düzenlemeler de içbayar cinsinden. Bu konuda özellikle perküsyondan sorumlu arkadaşa teşekkürlerimizi sunalım. hmmm.
And I miss you - Like the deserts miss the rain haricinde I don't Want to Talk About it, Apron Strings, Driving, Meet me in the Morning, Careless dinlenesi parçalar.

6,75/10

9 Kasım 2009 Pazartesi

Dark - Seduction (1997)

Hakkında internet aleminde bilgi bulmanın Şam'da kayısı bulmak kadar zor olduğu grup hemen aynı yıl ikinci albümlerini yayınlamışlar. Arada sound olarak farklılığın yanısıra profesyonelleşme ve kayıt kalitesinde gelişme de gözle görülür. İlk albümlerindeki death hatta thrash etkisinden tamamiyle sıyrılıp herhangi bir gotik metal karakteristiğine bürünmüşler. Dolayısıyla bu gotik dinleyenler için güzel benim için kötü bir seyir çizgisi. Brütal vokal tümüyle terkedilmezken albüm bir adet vasatından clean vokal ve bir adet naorjinal lakin fena olmayan bayyan vokalden muzdarip hale getirilmiş. Yine de melodik yapısıyla parçaların gotik sularında güzel olduğunu söyleyebiliriz. Broken Down, My Desire, Shadowdancer gibi. İlginç olan çok da hazetmediğim clean vokal ağırlıklı bu parçalar, ENteresann.
Kısaca, melodik gotik metal severler için güzel bir seçenek, benim gibi bu tarz grupları artık dinlemekten sıkılmışlar, haydi es geçek.

6,75+/10

8 Kasım 2009 Pazar

MD.45 - The Craving (1996)

Oldukça hoşuma giden gitar tonu ne kadar metalik olsa da vokaller ve besteler punk. Ayrıca southern etkisi o kadar yoğun ki, mızıkalar çığlıklar filan. Döneminde alternatif soundun etkisi de es geçilmemeli, hatta ve hatta bir şarkıda (Voices) vokalleri SOAD'a bilem benzettim, tesadüfi herhalde. İşin özü ilginç ve enerjik bir karışım. Ancak bu enteresanlığına rağmen dinledikçe güzelleşiyor demek de zor.
Peki, bu albümün asıl özelliği nedir. Şöyle ki Megadeth'in Mustaine bu albümün yeni bir baskısında vokalleri tümüyle üstlenmiş. Benim dinlediğim versiyon'un vokallerini ise başka bir adam üstlenmiş olsa gerek.
Fight Hate ile My Town bence daha bi öne çıkan parçalar. Albüm daha kısa olsaymış tekrar eden birbirine benzeyen melodilerden dolayı sonlarda oluşan usanma duygusundan kurtulabilirmişiz, misal 20 dakkalık bir EP olsaymış..

7,0/10

RETRO: Gorgoroth - Pentagram (1994)


Ballı lokma tatlısı mübarek.
.
Bugün herhangi bir grup aynı vokallerle bir black metal albümü kaydetse bi tarafım yarılana kadar gülerim o ayrı...

9,0-/10

7 Kasım 2009 Cumartesi

A Journey Down The Well - The Funeral Album (2007)


Elemanlarından birinin Türk olduğu İsveç kökenli bu garip grubu en iyi benim kafadan salladığım anti-post rock tanımı ile tanıtabilirim sanırım. Şöyle bildiğiniz gibi post rock aslında hüzün, acı, huzur, coşku gibi duyguların rock enstrümanları ile rock müziğine rağmen ifadesine dayanır. Genelde parçalar sözsüzdür. Fakkat özellikle son birkaç yıldır bu türün zayıfladığını , duygu kısmının arka plana itildiğini, müzisyenliğin ve taklitçiliğin öne çıktığını söyleyebiliriz. Bu grubumuz da tüm şarkıları yakın bir dostun ölümüne adama yoluyla, farazi ya da reel, keder gibi duyguları pekiştirmeye çalışıyor bu albümlerinde. Diğer yandan da post-rock'ın artık klişeleşmiş kalıplarını kırarak aynı sularda öze dönüş bir tavır sergiliyorlar. Öncelik olarak his kavramını hedef tahtına koydukları aşikar. Bununla birlikte müziklerine , ki bu ifade de yanlış olacaktır, zira bu albüm müzikallikten bir o kadar uzaktır, sinematik bir açılımla yaklaşarak yoğun konuşma, ağlama sampleları eklemekteler. Sık sık dinleyebilmenin gerçekten zor olduğu albümün bu özellikleri albüme sadece bir sanat projesi formunda yaklaşmayı gerektiriyor. Karanlık gerçekten karanlık tedirgin edici atmosferiyle aslında amaçladıkları ölüme dayalı hüznü es geçmeleri bir problem. Ayrıca şarkıların bir çoğu, ki bu ifade de yanlış olacaktır, uzun ve ya kısa süren minimalist yamalara ne kadar şarkı denebilinir?, sevgililerin ayrılma sendromlarına arkafonu olacak gibi vey yahut psikolojik şizofrenik bir filmin soundtracki olacakmış gibi tınlamakta.
Let's Gather Our Hands.. ya da The Bringback I çirkinlikleri ile, tüyler kıprıştıran soundları ile öne çıkan parçalar.

7,0/10

6 Kasım 2009 Cuma

W.A.S.P. - The Crimson Idol (1992)


Grubun tekdüze rock'n roll (kötü demiyorum) çizgisinden uzaklaşarak sofistike hatta sanatsal bir ürün çıkarma gayretlerinin somutlaştığı bu albüm bir rock starın yükselişi ve düşüşü temasını işleyen rock opera çalışması. Gerçekten de değişik tempolu şarkılarıyla kaliteli bir pencere sunuyor bize, pvc olsa gerek. Eh eh eh..
Albümün ilk başlarında enstrümanların çalınışı gibi teknik farklılığı görseniz dahi ilk dönemlerinden kopuşun çok da güçlü olmadığına inanıyorum. 4. parça Chainsaw Charlie ile anca bombalama başlıyor. Gypsy Meets The Boy ve Doctor Rockter gaz klasik WASP nakaratları ile önceki döneme daha yakın. I Am One stadyum havasını teneffüs ettiren tatlu bir parça. Aslında albüm bitene kadar gayet leziz şarkılarla devam ediyor, The Idol, grubun bence çok başarılı olduğu slowlara örnek Hold on to My Heart. Albümün en iyi parçalarından Great Misconception of Me ile de son veriyoruz. Ardınan 98 baskısındaki 2. CD'ye geçiyoruz. Burada öne çıkan parça Blackie'nin vokallerine de yakıştırdığım blues-rock kıvamındaki Led Zeppelin cover'ı When the Leeve Breaks oluyor. Aslında Blackie'nin vokali için pek çok insan bu grubu dinlerken benim üzerimde az azcık ucundan negatif etkisi bulunuyor, açıkcası sevmiyorum diyemem ama rahatsız edici buluyorum ve biraz daha müziğe sololara izin verip dominant olmaması gerektiğine inanıyorum. Yine de özellikle bu albümde belki de biraz teknolojinin yardımıyla ama bence teknik gelişmeyle bilemeyeceğim, vokalin yetkinliği tartışılmaz. Geri kalan parçaların çoğunluğunu oluşturan canlı kayıtlar, ismini yukarıda geçirdiğim The Crimson Idol'daki öne çıkan parçalar ile daha önceki albümlerde yer alan birkaç parçadan, evet evet I Wanna Be Somebody gibi, müteşekkil. Özellikle Great Conception of Me'nin live kaydını ayrı bi beğendim.

8,50/10

5 Kasım 2009 Perşembe

Thy Catafalque - Róka Hasa Rádió (2009)


Avant-garde metal tabiriyle sınıflandırılan Macar grubunun son albümü ile kısıtlı bir çevrede de olsa belli bir ses getirdiğini söyleyebiliriz. Avant-garde metal nedir diye sormayın , bir Arcturus ismini duymuşluğum var o kadar. Amma anladığım kadarıyla progresif metal'in bir üst aşaması, çeşitli janrların, türlerin deneysellikte buluşan bir birleşimi diyebilirim sanırım, dedim bile. Prog metalin genelde yüzü şimdiye ve geçmişe dönükken bu bahsettiğim tür geleceğe yönelmiş durumda.
İlk iki şarkının toplam süresi yarım saat, son 7 parçanın ise yaklaşık 40 dakika. Yani ayrı bir değerlendirmeye tabi tutmak lazım. İlk şarkı sakin bir girizgahın ardından endüstriyel metal mecrasına sürükleniyor, sonra uçuk bir elektronik folk melodiyle birleşip tekrar sert özüne geri dönüyor. Bu esnada efektlerin synthin arkadan sürekli bir müdahalesi bulunuyor. Ayrıca hafiften 70'ler kokusu ile birlikte black metal riflerin varlığı da yadsınamaz. 2. şarkı Molekularis Gepezetek atmosferik black girişi takiben clean vokallerle erken dönem İskandinav gruplarını hatırlatıyor. Aynı anda yavaş yavaş nüfuz eden endüstriyel beatler uzayımsı efektlerle melodilerle tekrar ilk haline dönüp sonrada bolca tekrar eden depresif black riflerle buluşuyor. Ani bir kesintiyle , aslında black melodisi çarpıtılarak bir geçiş kısmı yaratılmış ama çok hafif, elektronik müziğin drum'n bass alt türüne geçiyoruz, 70'lerin orgu ve folklorik saykedelik bir ezgi eşliğinde birkaç dakika boyunca farklı bir evrene giriyoruz. Nihayet Macar halk musikisine güzel bir bayyan vokalin de katılması ile üzerinde durduğumuz toprak parçası biraz daha somutlaşıyor. Arada keman mı diyeyim, klarnet mi diyeyim hepsi var. Ve evet hala 2. parçadayız. Çünki bu parça 19 dakika. Ani bir dönüşle parça tekrar sertleşiyor bitiminden üç dakika kadar önce. Konuşma sampleları tekrar yoğunluk kazanıyor. Sonra da böyle progresif sert bişiyler işte. İki birden iyidir ve albümün en iyi ikincisidir. Bu kısmın genel değerlendirmesini ise şöyle yapayım: Değişik türleri karmaşa içinde sentezlemek yerine genelde uzun parçaları bu türlerin ağırlık kazandığı kısımlara bölümlendirmeyi tercih eden ama aradaki bağlantıyı ince bir melodi enstrüman efekt vessair aracılığıyla yaparak ve hiç de işleri aceleye getirmeden , alıştırarak gerçekleştiren bir yaklaşımın ürünü bu ilk kısım. 3. şarkı Köd Utanam ise albümün en sevdiğim parçası oldu, 5 dakika sürmesine rağmen folk-metal gazı heyecanı coşkusuyla sarmalanan bu parça eminim yüzlerce viking metal grubuna pabucunu tersten giydirecek kuvvette. Parçanın sonları ise karanlık bir ambiance şeklinde geçiştirilmiş. Sonraki parçaları tek tek anlatacak değilim. Zira ilk kısma kıyasla daha zayıf kaldığını söyleyebilirim. Parçalara egemen olan hava daha çok folk-prog rock ekseninde ilk başlarda. İlk kısımdaki sert bölümlerin vasat birer gölgesinden öteye geçemeyen parçalar da mevcut, black-gotik metale göz kırpan da. Ama bir kere ağzınıza ballı kaşık değdirilmiş küp şekerin tadına varamazsınız.
İlk üç ve en son şarkı hatırına insiyatif hakkımı kullanıyorum.

8,25-/10

4 Kasım 2009 Çarşamba

Amesoeurs - Amesoeurs (2009)


Fransa'da black metalin yükselişe geçmesiyle beraber Neige adına bir vatandaşın da ismi duyulur oldu. Sonradan beslendiği bu camiadan öğrendiklerini entel dantel işlerle sentezleyerek önce Alcest adlı projesiyle indie severlerin, Popmatters ve ismini şu an hatırlamadığım ama hatırlamak için çaba da göstermediğim diğer bir internet indie çevresinin büyük beğenisini kazandı. Burada tarzı efektli gitarlı peri sesli nostaljik shoegaze mecralarında seyrediyordu. Albüm kapağı da ayrı bir hoştu. Bu albüm ise post-punk ve post-black metal türünde seyredildiği söyleniyor. Bakalım..
Açılış parçası post-rock ile black metali hayranlıkla bağdaştırabilen pörfektö bir enstrümantal parça. 2. ve 3. parçalardan ise bayan vokalin distorşe edildiği baterinin taramalarıyla avangardlaşan 3.yü yani Heurt'u tercih ediyorum. Fransızcanın hüküm sürdüğü albümün dördüncü şarkısı ise yırtıcı erkek black vokalleri ile şaşırtırken, müzikal tarzı melodik indie rock'a yakın. Takip eden parçada ablamız vokali devralıyor fakat parça kısmen naif dreamy rock tarzıyla çok özellikli durmuyor. Ardından ambiyatik atmosferik, yalnız buradaki atmosfer dağ bayır orman atmosferi değil kapağa bakınız, kısa bir geçiş parçası ve full black Trouble izliyor. Açıkcası bu ne perhiz ne lahana turşusu, böyle bir albüm için biraz ağır kaçmış. Sıradaki parça Video Girl ile bir önceki naif çizgiye yaklaşıyoruz tekrar. La Treine Traueuse ise ilginç bir parça, başlangıç itibariyle genel soundun tersine kalpte ferahlama hissi uyandıran bir armoniye sahipken son çeyrekte bir sapıtma durumları mevcut. Blackçilerin yanında kızımız kafayı yiyip şizofrenik kurt misali uluya uluya boğazını yırtıyor. Ve Fransızca sayıklamalarla parça tekrar başa dönüyor. Fabuloso! Albümle aynı adı taşıyan parça ritmiyle en post-punk parça olmakta. O da sonlara doğru güzelleşiyor. Aslında post-rock'ta olduğu gibi parçalar benzer bir şablon izliyor. Kapanış parçası Au Crepescule de nos Reves ise açılış parçası gibi çok şık. Melodik black vokalleriyle süslü parça ağırlıklı olarak aynı melodiye yüklenerek hüzün ve depresyonu katmerleştirmiş.
Son sözüm , anlayacağınız gibi, albümün eklektizmi aşamadığı yönünde. Yine de içinde bulunduğumuz mevsimin şanına layık tam demlenmelik parçalar içererek kendini dinlettiriyor.

8,25/10