Yazarın ileri okuması olarak değerlendirilebilecek bu kitap baştan çıkarma ve meydan okuma kavramları üzerine eğiliyor. Kadın erkek ilişkilerinden yola çıkılarak toplumsal bir tanımlamaya kadar genişletiliyor bu kavramlar. Yine sözü yazara bırakalım.
Varlığı başka bir varlığın, hakikati de başka bir hakikatin karşısına koymak işe yaramaz, işte bu noktada temelleri yıkmak bir tuzaktır, çünkü görünümlerle hafifçe oynamak yeterlidir. Oysa kadın, görünümden başka bir şey değildir. Ve görünüm olarak dişil erilin derinliğini tamamen başarısızlığa uğratmak için yeterlidir. Kadınlar aşağılayıcı saydıkları bu formülün karşısına dikilmektense, bu hakikatın baştan çıkarıcılığını kabullenseler çok daha iyi olacak, çünkü güçlerinin sırrı burada ve onlar, erilin derinliğinin karşısına dişilin derinliğini koyarak bu güçlerini yitiriyorlar.
Dişilik, erilin karşı kutbu değildir, o ayırt edici karşıtlığı ve böylelikle cinselliğin kendisini ortadan kaldırandır...cinsel bakımdan çekici olmaktan çok baştan çıkarıcıdır. Baştan çıkarma, cinselliğe göre çok daha eşsiz ve soyludur ve bu nedenle onu çok daha değerli buluruz. Dişil ne eşdeğerlik ne de değer düzeni içinde yer alır, bu yüzden de o, iktidar içinde çözünmez. Dişil yıkıcı dahi değildir, o tersinir. Buna karşılık iktidar, dişilin tersinirliği içinde çözünebilir.
Dişil, baştan çıkarmadan ibaret değildir, o aynı zamanda erilin cinselliği temsil etmesine, cinselliğin ve hazzın tekelini elinde tutmasına meydan okur.
[Yazar, geleneksel kadının da ne bastırıldığını ne de ona haz yasağı getirildiğini söylüyor.] Sevmek bir meydan okuma ve kozdur: Ötekinin de bizi sevmesi için ona meydan okumaktır, baştan çıkmak, ötekinin de baştan çıkacağı konusunda onunla bahse girmektir. Bu bakımdan sapkınlık, baştan çıkmadan ve baştan çıkma becerisine sahip olmadan baştan çıkmış gibi yapmaktır. Oysa cinselin yakın ve sıradan bir amacı vardır: Haz, yani arzunun yerine getirilmesinin doğrudan biçimi.
Günümüzde dişilin belirsizleşmesi ve muğlaklığı ironisi: Bu belirsizlik içinde onun özne olarak yükselmesi, onun nesne konumunun da yükselmesini yani genelleştirilmiş bir pornografiyi getiriyor beraberinde. Bu öylesine tuhaf bir çakışma ki, özgürleşmeyi hedef alan feminizm.. başarısızlığa uğruyor. Apaçıklık, haz ve anlamlılık üçlemesi olarak porno, haz duyan dişilin bu denli kuvvetli bir biçimde yükseltilmesinden başka bir şey değildir. Bundan böyle kadın haz duyacak ve neden haz duyduğunu bilecek. Bütün dişillik görünür hale getirilmiş olacak. Belirsizlik de son buldu, sırlar da. Kökten müstehcenlik başlıyor artık! (Oysa erkeklerin derinliği olsa da sırları yoktur,bu yüzden de iktidar ve kırılganlık erkeklere özgü niteliklerdir) Toplumda bulunan her şey dişileştirilecek, dişillik kipine uygun olarak cinselleştirilecektir, nesneler, mal varlıkları, hizmetler, her türlü ilişki. Bu anlamda porno, cinselin uzamına bir boyut ekleyerek onu gerçek anlamda daha gerçek hale getirir, bu da pornonun baştan çıkarıcı hiç bir niteliği olmamasına yol açar. Tıpkı aşırı gerçekçi tablolar gibi, bu tür tablolarda insanın yüzündeki beni bile görebilirsiniz ve bu tür alışılmadık mikroskopik ayrıntıcılıkta, olağandışı yaklaşımların insanı tedirgin eden cazibesi bile yoktur. Üretimin yarattığı evrende de baştan çıkarmanın gölgesine bile rastlanmaz. Genellikle porno iki bakımdan eleştirilir, sınıflar mücadelesini durdurmak gibi bize hiç de yabancı olmayan bir hedefe yönelerek cinselliğin kullanılması eleştirisi ve ticari amaçlarla cinselliğin, hakiki, iyi cinselliğin, yozlaştırılması eleştirisi. Bu eleştirilere göre porno ya sermayenin ve altyapının hakikatini ya da cinselliğin ve arzunun hakikatini maskeliyor. Oysa pornonun hiç bir şey gizlediği yok... hakikati falan gizlemez porno bir simülakrdan ibarettir. Yani o hakikatin etkisidir ve onun var olmadığını saklar. Oysa asıl soru şudur: Bir yerlerde iyi cinsellik ya da yalnızca cinsellik diye bir şey var mıdır? Bedenin ideal kullanım değeri olarak, özgürleştirilebilecek ve özgürleştirilmesi gereken haz potansiyeli olarak cinsellik var mıdır? Sermayenin bir soyutlaması ve acımasızlığı olarak değişim değerinin ötesinde, değerin iyi olarak kabul edilmesi gereken bir özü var mıdır? Malların ve toplumsal ilişkilerin ideal kullanım değeri olarak özgürleştirilebilecek ve özgürleştirilmesi gereken bir kullanım değeri var mıdır? Cinselin kendisi için belirmediği yerde sanki bastırılmış gibi yapıyoruz ve onu böyle kurtarabileceğimizi sanıyoruz. Ne var ki, ilkel, feodal vb. toplumlarda cinselliğin bastırılmış ve yüceltilmiş olduğundan söz etmek, yalnızca bu durumda ve ve cinsellikten ve bilinçdışından sözetmek derin bir ahmaklıktan başka bir şey olamaz.
Aslında iktidar diye bir şey yoktur: Bir iktidar yapısının kurulmasına imkan verebilecek, iktidarın ve onun kesintisiz hareketinin belli bir gerçekliğinin kurulmasına elverişli olabilecek güç ilişkisinde tek yanlılık hiç bir zaman sözkonusu olmamıştır. Kaldı ki, aklın bize dayattığı iktidar hayali böyledir. Ancak, hiç bir şey böyle gerçekleşmez ve her şey kendi ölümünü arar, iktidar bile. Ya da daha doğrusu her şey belli bir çevrim dahilinde kendi içinde değiş tokuşta bulunmak, tersinmek, kendini ortadan kaldırmak ister. (işte bu yüzden aslında ne bastırım vardır ne de bilinçdışı, çünkü bütün bunlardan önce orada tersinirlik yer alır) İktidar bir anlamda kendisine karşı bir meydan okumaya dönüştüğü zaman, yalnızca o zaman baştan çıkarıcı olabilir. İktidar, tıpkı değer (üretim) gibi tersinmez olmayı, biriktirimli ve ölümsüz olmayı tercih eder. Tıpkı iktidar gibi cinsellik de tersinmez bir ısrara, arzu ise tersinmez bir enerjiye dönüştürülmeye çalışıyor. Çünkü imgelememiz gereği yalnızca tersinmez olana anlam yükleriz.Birikim, ilerleme, büyüme, üretim. Baştan çıkarma cinsellikten de güçlüdür ve kesinlikle onu cinsellikle karıştırmamak gerekir. Meydan okumaya, vaat yarışına ve ölüme dayanan çembersel, tersinir bir süreçtir. Bir gerçeklik olarak ölmek ve bir tuzak olarak kendini üretmektir. (Yokluk varlığı baştan çıkarır) Şunu akıldan çıkarmamak gerek: Her yerde ve her zaman üretim, baştan çıkarmanın kökünü kazıyarak, güç ilişkileriyle kurulan biricik iktisadi alanda kök salmaya çalışır, cinsellik ve cinselliğin üretilmesi her yerde baştan çıkarmanın kökünü kazıyarak, arzu ilişkileriyle kurulan biricik iktisadi alanda kök salmaya çalışır. Foucault'nun metninde (Cinselliğin Tarihi) asıl eleştirilmesi gereken .. iktidar aldatmacasını yeniden canlandırmasıdır.
Baştan çıkarma, söylemin anlamını elinden alan ve onu kendi hakikatinden uzaklaştıran şeydir. Yoruma dayanan her tür söylem, söylemlerin en baştan çıkarıcı olanıdır. Freud da baştan çıkarmayı ortadan kaldırarak onun yerine son derece işlemsel bir yorumlama mekaniği, cinselliği son derece yüksek bir bastırım mekaniği koymuştur. Lacan ile birlikte baştan çıkarmanın , gösterenler oyunu olarak sanrılı bir biçimde psikanalize akın ettiğini görmek de en küçük bir rahatlama duygusu vermedi. Lacan'cı baştan çıkarma sahtekarlıktan ibaretti, ancak kendince, Freud'a ait olan ilk sahtekarlığı düzeltti, onardı ve onun kefaretini ödedi, zira Freud, bilim bile olmayan bir bilim yararına biçimin/baştan çıkarmanın dosyasını rafa kaldırmıştı. Psikanalizin baştan çıkarıcı bir biçimini genelleştiren Lacan söylemi ise, ..kullandığı yönteme psikanaliz bulaşmıştı, yani bu yöntem daima Yasa'nın (simgeselin) boyunduruğunda işliyordu-sahte baştan çıkarma... Arzuya ve cinselliğe ilişkin hastalıkları tedavi ettiğini sanan psikanaliz ise, aslında baştan çıkarma hastalıklarıyla ilgilenmektedir. (ancak bunları, baştan çıkarmanın dışında bir yerlere koymak ve cinsellik ikilemine kapatmak için epeyce çaba göstermiştir) En vahim eksiklik hazda değil, cazibede, hayati ya da cinsel doyumda değil coşkuda, Yasa'da değil kuralda (oyunun kuralı) yaşanır. İnsan, yalnızca sahte hakikat düşüncesiyle yaşayabilir. Çünkü aslında hakikat yoktur.
Baştan çıkarma sır ortamında kurulur, işaretlerin kendi aralarında suç ortaklığı yapmalarını sağlayacak biçimde anlamın yavaşça ya da birdenbire tükendiği ortamda oluşur, fiziksel bir varlıktan ya da belli bir arzunun niteliğinden çok burada kendini icat eder.
Genellikle ritüellik, toplumsallıktan çok daha üstün bir biçimdir. Toplumsallık, insanların kendi aralarındaki düzen ve değiş tokuş ilişkileri için icat ettikleri çok daha yeni ve baştan çıkarıcılığı zayf bir biçimdir. Ritüellik.. canlıların ve ölülerin yanısıra hayvanları da içine alır, hatta doğayı bile dışlamaz....Ritüellik ise, yasa değil kural ve sonsuz sayıdaki örnekseme oyunu uyarınca , çevrimsel bir düzenleme ve evrensel bir değiş tokuş biçimini devam ettirmeyi başarır. Anlamı yormak, anlamı kullanmak, .. anlamı bitkin düşürmek-ritüel büyü ve büyülü sözler gücünü buradan alır.
Her şey varlığını, kendisine yöneltilen ve cevap vermesi istenen bir meydan okumaya borçludur. Tanrılar da içinde olmak üzere dünyanın sahip olduğu güçleri tekrar tekrar ortaya çıkarmanın yolu meydan okumaktır, onları defetmenin, baştan çıkarmanın,elde etmenin,oyunu ve oyunun kuralını yeniden ortaya çıkarmanın yolu da meydan okumaktır. İman, Tanrının var olmasına karşı bir meydan okumadır, var olması ve karşılığında ölmesi için Tanrıya meydan okumaktır. Tanrı, imanla baştan çıkarılır ve imana karşılık vermeme hakkına sahip değildir, çünkü baştan çıkarma tıpkı meydan okuma gibi tersinir olan bir biçimdir. Lütuflarıyla karşılık verir, lütuflar, imanın meydan okuyuşuna yüz misliyle karşılık veren Tanrının yarattığı bir tersinme sürecidir. Bunların tümü, ritüele bağlı alışverişlerde olduğu gibi bir tür zorunluluklar sistemi oluşturur. İman, Tanrı'yı bir koza dönüştürür. Bütün sofu söylemler karşısında cinsel nesneyi yeniden göklere çıkarmak gerekir, çünkü o görünümleri yapmacıklı bir hale getirerek dünyanın ve cinselliğin nahif düzeni içinde meydan okumaya dair bir şeyler bulur, çünkü o ve yalnızca o, kölesi olduğuna inanmak istediği üretimin kurulu düzeninden kurtulup baştan çıkarmanın düzenine girer. Cinsel nesne kendi gerçekdışılığı, işaretlerin fuhşuyla gerçekdışı bir meydan okumaya kalkışması sonucunda cinselliğin ötesine geçer ve baştan çıkarma düzeyine ulaşır. Bir kez daha tören halini alır.
Hepimiz Yasa'nın kurduğu düzen içinde bir arada yaşıyoruz. Yasa'yı ortadan kaldırma fantazması da bu düzenin bir parçasıdır. Yasanın ötesinde hayal edebildiğimiz tek şey onu ihlal etmek ya da yasakları kaldırmaktır. Çünkü Yasanin ve yasağın şeması, ihlalin ve özgürleşmenin ters şemasını yönetir. Oysa yasanın karşıtı yasanın var olmaması değil, Kural'dır. Oyun, oyunun yarattığı dünya bizim karşımıza, kurala karşı duyulan tutkuyu, kuralın yarattığı sarhoşluğu, arzunun değil de törenin verdiği gücü çıkarır. Oyuna başlamak, zorunluluklardan kurulu (yasanın karşıtı nasıl özgürlük değilse, nedenselliğin karşıtı da belirsizlik değil, zorunluluktur) ritüel bir sisteme dahil olmaktır ve oyunun yoğunluğu tören biçiminde gerçekleşmesinden kaynaklanır, herhangi bir özgürlük etkisi yaratmasından değil. Oyunun tek ama evrensel olmayan ilkesi şudur: Oyunda kuralın tercih edilmesi sizi yasadan kurtarır. Hiç bir psikolojik ya da metafizik temeli olmayan kuralın inanca ilişkin bir temeli de yoktur...Tek yapılacak şey kurala uymaktır. Belli bir kural çerçevesinde davranırken, Yasa'dan kurtuluruz. Seçimin, özgürlüğün, sorumluluğun, anlamın baskısından kurtuluruz. Bir bakıma insanlar tören sırasında , Yasa karşısında olduklarından çok daha eşittirler. Belirsizlik, bağsızlık, yıldızlar ya da rizomlar halinde çoğalmak [Deleuze ?] anlamsızlık dünyasında anlamın etkilerini genelleştirmekten, anlamın saf biçimini, yani ereksiz ve içeriksiz ereklilik biçimini genelleştirmekten başka bir işe yaramaz. Yalnızca ritüel, anlamı ortadan kaldırabilir.
[Bugün ne oyuna içkin Kural-Ritüellik, ne de aşkın Yasa-Toplumsallık eşliğini yaşıyoruz. Normun ve modellerin cool içkinliği ortamındayız] Modeller çağında işaretin kutupsallığının yerini sinyallerin dijitalliği aldı. İçinde yaşadığımız dünya coşku ve baştan çıkarma dünyası olmaktan çıktı, cazibe çağı başladı artık. [ Bilgisayarda oynanan satranç oyunu ya da televizyonda yayımlanan futbol maçını izlerken hakikatın fazlalaştırılması sonucu dahil olduğumuz sistem oyun değil oyuncul olarak adlandırılıyor] Oyuncul, soğuk baştan çıkarmaya meydan verir.
Bizler birbirimizle konuştuğumuzu iddia ediyoruz, aslında ağı ve ağla olan bağlantımızı denetlemekten başka bir şey yapmıyoruz. Ağın öbür ucunda da kimse yok zaten, sırf kendini tanıtmak için kullanılan sinyaller almaşık olarak gidip geliyor ama ortada ne verici var ne de alıcı.
Klonlama beden simülasyonunun en üst evresidir, kendini baştan çıkarmanın en uç biçimi: Öteki'nden geçmeden, Aynı Olan'dan Aynı Olan'a geçmek. X bireyinin klonlanması sonucunda yaratılan bireyler, tıpkı kanserde olduğu gibi aynı hücrenin çoğaltılmasından ibaret değil midir? Kitleler de bir klon düzeneği oluştururlar ve bu düzenek ötekilerden geçmelerden aynılar arasında işler. Aslında kitleler, bütün sistemlerde bulunan terminallerin toplamıdır. Dışarıdan gelen buyruklara kapalı olan kitleler çekip çevrilmeye ve (kendini) baştan çıkarmaya hazır entegre devreler oluşturur. İktidarın oluşturduğu varsayımsal ve var olmayan bir kutup ile kitlelerin oluşturduğu yansız ve anlaşılmaz kutup arasında neler olup bitiyor? Cevap: baştan çıkarma, her şey baştan çıkarma sayesinde yürüyor. Arzunun görüntüsü, ..tarihsel bakımdan, nesne konumundan özne konumuna geçişi onaylıyor. Ne var ki bu geçiş de, kölelik halinin daha incelikli yöntemlerle sürdürülmesinden ve içselleştirilmesinden başka bir işe yaramıyor. Öznelerin ve kitlelerin, kendi arzularının etkisiyle, kendi köleliklerini yönetecekleri günün ilk ışıklarını görüyoruz!
Baştan çıkarma artık bir tutku olarak yaşanmıyor, yalnızca talep ediliyor, değişim değeri gibi işliyor.
Ötekinin kendisinden hoşlanmasını isteyen insan zaten onun cazibesine kapılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder