14 Ağustos 2011 Pazar

Haşim Albayrak - Tarih Boyunca Doğu Karadeniz'de Etnik Yapılanmalar ve Pontus

Öncelikle milliyetçiliğin her türlüsünün ayrıştırıcı olduğuna inanan birisiyim. Toplumların kendi kültürünü koruyup geliştirmesi gerektiğine inanıyorum. Ve taş devrinden günümüze birbiriyle karışarak oluşan ve hala karış karış karışmaya devam eden etnisite üzerinden oluşan ulus kavramı ile bir ideoloji inşası da pek manalı gelmiyor bana. Ayrıca sınırların ortadan kalkması gerekirken yeni sınırların çizilmesini de pek anlamıyorum. İkiyüzlülüğe de katlanamıyorum. Osmanlı Devleti'ni kötüleyip dururken 1. Dünya Savaşı dönemine kadar bölgenin etnik yapısı ve dağılımının çok büyük değişikliğe uğramadan devam etmesini gözardı etmek gibi. Hep Türkleri suçlayıp Kafkaslarda Balkanlarda olanları görmemek gibi. Liberal ve sol çevrelerin bu propagandaları tabi kardeşleşmeden ziyade gayet anlaşılır bir ters tepkiye sebep oluyor. Kısacası ailesi Meriç'i geçerken boğulan Yunanistan göçmenine, yüzyıllarca yaşadığı yöresinden Enosis politikası ile sürülen Girit göçmenine, halkı yok edilen Kırım Tatarı'na, 'sol' bir lider tarafından kültürel baskıya uğratılan Bulgaristan göçmenine, sürekli etnik temizlemeye maruz tutulmuş Çeçen ve Çerkeslere bazı şeyleri bu yolla anlatamazsınız.
Kitaba dönersek, yazarın amacı gayet belli. Doğu Karadeniz'de etnik Türkler'in varlığının yüzlerce yıl önceye dayandığını ispatlamak. Sadece Alparslan öncesinde Anadolu'ya varan Türkmen göçerlerin değil Peçenek ve Kıpçak'ların da bahsi geçmesi bir eksikliği kapamış. Teknik olarak da ırkçı yöntemlerden kaçınmaya çalıştığını görebiliyoruz, en azından Hemşinliler olmasa da Pontus Rumları, Gürcüler ve Lazlar'ın ayrı varlığı bir manada tanınıyor, ayrıca kendi düşüncesine zıt iddialara da kitapta yer veriiyor. Çalışmanın sadece köy isimlerinin dilbilimsel çözümlemesini baz alması ise çok büyük bir noksan. Şimdi Ankara'da yaşayanlar Hititli mi? Araştırmasında yazar Yunan ve Anadolu'daki Rumları etnik açıdan ayrı tutuyor. Anadolu'nun yerli halklarının Hellenistik dönem sonrası asimile edilmesi sonucu Yunan değil Rum kimliğinin oluştuğu iddia ediliyor. Sonuçta milliyetçiliğin hortlaması ile Yunanca konuşanların kendilerini ortak kimlikle ifade ettiğini biliyorken bu iddia biraz zorlama olmuş. Kitabın başlangıcında güçlü iddia olarak nitelendirilen Saka, İskit, Kimer hatta Amazon ve Sümer gibi kavimlerin bir kısmının kitap bitmeden Türk ilan edilmesi de zorlama ve bize hiç de yabancı olmayan iddialardan biri. Bugün bile Orta Asya ülkelerinin kendilerini Türk değil ülkelerine ismini veren ulus adlarıyla tanımladığını düşündüğümüzde ve hatta birbirlerini kestiklerini haberlerde izlediğimizde trajik bir konu. Bozkır kültürü hakkında bilgisi olanların deyişiyle ancak bu kavimlerin içinde pe-Türk kabilelerin olabileceğini söyleyebiliriz sadece. Hem olsa ne olur olmasa ne olur, anlayamadığım mevzu bu. Ne kadar eskiysek o kadar güçlü müyüz? Bkz. Abd.
Tarihçilerin gözardı ettiği Osmanlı'daki  nüfus kayıtlarına burada da örnek verilerek bölgede Pontus Rumlarının azınlıkta kaldığı gösteriliyor. Ki inanıyorum. Ha keza Ermeniler de öyleydi, yaşadıkları coğrafyada en büyük etnisite ama müslümanlar karşısında azınlık. Vahşi milliyetçilik döneminde , 19.yy sonu başı-20.yy başları, süreç şöyle işliyor: Güçlü ve çoğunluk olan millet yaşadığı bölgeyi homojenleştirmek için azınlık ve güçsüzü yok eder. Bu Anadolu'da da oldu, Balkanlar'da da. O zaman en doğrusu hepsini soykırım ilan etmek değil mi? Peki bu durum, sistematik olarak yok edilme kampanyası uygulanan Yahudiler karşısında soykırım teriminin değerini düşürmüyor mu? Sorular, sorular...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder