13 Ağustos 2011 Cumartesi

Michel Foucault - Seçme Yazılar 2: Özne ve İktidar


Son dönem felsefecilerden Foucault'ın yazı, röportaj ve konferans notlarının toplandığı seçme yazılar serisinin ikinci cildi seriye başlamak için gözüme ideal göründü. Entelektüelin Siyasi İşlevi isimli ilk cildin entellektüel mi toplumdan çıkar toplum mu entellektüelden sorunsallığını işleyeceğini düşünerek üzerinde hiç durmadım. Açıkcası kimin ne dediği pek umrumda değil. Lakin tanıtım yazısında Foucault'un batılı entellektüelin kendini evrensel hakikatın sözcüsü rolünü oynayarak öncü kisvesine (ve nbence jakoben) bürünmesini eleştirdiğini okumam şimdilik beni tatmin etti. Şimdilik diyorum çünkü, Foucault bir röportajında kabul ettiği gibi kitap isimleri ile konuları arasında birebir uyum sunmayarak okuma deneyimini fazlasıyla derinleştiriyor. Dolayısıyla sözkonusu ilk cildin altında ne gibi konulara değinildiği arada bir zihnimi kurcalamıyor değil.
Öncelikle yazar, ana çizgi olarak delilik, ölüm, suç, cinsellik gibi deneyimler ile çeşitli iktidar teknolojileri arasındaki ilişkileri ortaya koymayı hedeflediğini belirtiyor. İlk olarak da iktidarın karakterini hristiyanlık döneminde pekişen pastoral terimi ile ifade ediyor. Zaman içinde devlet bir yandan merkezileşirken diğer yandan iktidar bireyselleşerek pastoral tekniklerle detaya iniyor. Bu pastoral etki halkı güden çoban imgesi ile pekiştiriliyor. Çoban güdülen halkı iradesellikten kurtarıp itaatkar hale sokarken aynı zamanda yönettiği kitle üzerinden sorumluluk yükleniyor. Bu tekniğin üçüncü özelliği etken ve edilgen unsur arasında kendilerine has geliştirilen bilgi kodlaması ve vicdan. Ve son olarak da hristiyan felsefenin özneyi nefsden kurtarmaya çalıştığı öne çıkan olgulardan biri. Devletin ve politikanın oluşma dönemiyle birlikte bu teknik geçerliliğini yitirse bile devletin en güçlü aktörü olduğu iktidarın hem bütünselleştirici hem de bireyselleştirici karakteri üzerinde önemli katkısı oluyor. Bunun üzerinden Foucault iktidarı tanımlama yolunu seçiyor. En basitiyle iktidar bireyler arasında bir tür ilişkidir. Bu ilişkide taraflaran biri genellikle diğeri üzerinde belirleyici olabiliyor. İnsanların birbirini yönetmesi araç olarak rasyonelleştirmenin kullanılması ile mümkün oluyor. Potansiyel bir reddetme ya da başkaldırma olmadan iktidar var olamıyor. Yani özgürlük bir nevi iktidarın yaşam kaynağını oluşturuyor. Dolayısıyla tek-tip bir gövdeden ziyade halka ve bölgelerden müteşekkil iktidar sadece olumsuzluk değil olumluluk üzerinden de inşa ediliyor. Üretim ve verimlilik üzerinden düşünürsek çalıştığımız işyerleri başta olmak üzere pek çok örnek kolaylıkla ortaya konabilir. Hakeza Devlet bakış açısıyla birey, ancak devletin gücüne asgari düzeyde bile olsa olumlu ya da olumsuz yönde olsun, bir değişim getirebilecek durumda ise vardır. Ve devlet, kimi kez bireyden yaşamasını, çalışmasını, üretmesini ve tüketmesini ister, kimi zaman da ölmesini.
İktidar ve direniş konusunda da yazar büyük bir açıklıkla fikirlerini belirtiyor. Bir tarafın diğer tarafı yönlendirdiği her insan ilişkisinde iktidarın mevcut olduğunu bu yüzden de iktidar ilişkileri tanımının kullanılmasını tercih ediyor.Tersine dönerek geçici duruma dönüşebilen iktidar ilişkisini sağlıklı olarak nitelendiriyor düşünür. Örneğin, diyor, röportaj verirken genç bir gazeteci hayranı olduğu ve yılların getirdiği olgunlukla konuşan düşünür karşısında ilk başta daha çekingendir. Bu ilişkide baskın taraf  Foucault'dur. Fakat röportaj uzadıkça gazetecinin gençliğinden , araya ne eklemek isteseniz ekleyin zeki olması, yakışıklı ve ya güzel olması vs.., etkilenen düşünür daha çekingen bir konuma sürüklenebiliyor.İşte böyle bir iktidar ilişkisi özgürlüğün varlığına gereksinim duyar. Ama ilişkinin belirleyiciliği tek yöne kayıyorsa burada tahakküm mevcuttur.Yani amaçlanan tahakkümün en aza indirgendiği iktidar ilişkilerini kendilik kaygısı, kukuk kuralları, rasyonel yönetim teknikleri gibi pratiklerle geçerli hale getirmekdir.
Öznenin, denetim ve bağımlılık yoluyla başkasına tabi hale gelmesi veya vicdan ya da özbilgi yoluyla kendi kimliğine bağlanmış olması her durumda tabi kılan ve boyun eğdiren bir iktidarın etkisinde olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Değişik durumlarda değişik biçimlere bürünen öznenin tanımlanmasından ziyade cinsellik, delilik gibi hakikat oyunları ile ilişkisini inceliyor yazar.Diğer yandan da delilik gibi bir tanımı reddetmediğini özellikle belirtiyor, düşünür. Kurumsallaştırılıp standartize edilerek akıl hastalığına indirgenmesini ve br sorunsala çevrilmesikabul edilmiyor.
Kant'ın Aydınlanma üzerine makalesini yorumlarken Foucault, devrim üzerine oldukça esgeçilen bir fikri tekrarlıyor: Önemli olan devrimci süreç olmadığı gibi devrimin başarıya ulaıp ulaşmadığı da değildir, bunun ilerlemeyle hiçbir ilgisi yoktur. Dolayısıyla bir tersine çevrilme olarak, başarılı ya da başarısız olabilecek bir girişim olarak, ödenemeyecek kadar ağır bir bedel olarak devrim, kendi başına, insanlığın tarihi boyunca sürekli ilerlemeye devam edebilmesini sağlayan bir neden bulunduğunun işareti sayılmaz. İlerlemenin işaretini oluşturacak şey coşku derecesine varan bir özlem birliğidir. Yani devrimde önemli olan şey devrimin kendisi değil devrimi yapmayanların ya da onun belli başlı aktörleri olmayanların kafalarından geçenlerdir, onların devrimle kurdukları ilişkidir. Devrimi gözlemleyenlerin coşku odağı devrim oldukça ilerlemenin bir parçası olabilir.
Geleneksel ahlaka karşı yaşama değer katılarak sanat nesnesine dönüştürülmesi yoluyla kendilik kaygısını etik pratik olarak ortaya koyan filozof, özellikle Bir Özgürlük Pratiği Olarak Kendilik Kaygısı Etiği ile kitapta yer alan söyleşide konuya açıklık getiriyor. Bir tür yarı-özneleşme unsuru olarak post-yapısalcılığın kabul etmediği evrensel özne kuramının reddi üzerinden yükseliyor bu teknik. Ve en basit ve en kaba ifadesiyle bireyin kendini tanıyarak, arzularını tanımlaması ve kontrol edebilmesi yoluyla kendi iktidarını kendi üzerinde kurmasına dayanıyor. Bir nevi new-age pratiklerini hatırlatmıyor değil. Ayrıca meditasyon, vicdan muhasebesi, nefis terbiyesi gibi öğelerin hayli köklü bir geçmişe sahip olduklarını unutmamak lazım.Bu sayede insan kendisini, başkalarını tanıyabiliyor ve hissettiği sorumluluğun neticesinde örnek olma misyonuyla hayatını olumluyor. Foucault antik çağda kişisel bir etik arayışından hristiyanlık döneminde itaat etmekle yükümlü olduğumuz bir kurallar zincirine dönüşen ve bugün kaybolmaya başlamış olan ahlak anlayışının bu bahsedilen varoluş estetiği arayışı ile ikame edilebileceğine inanıyor.


Ortalama zevkler bana hiç bir şey ifade etmez ve yaşamımı buna göre düzenleyemem. Benim toplumsal bir varlık olmamamın, hakikaten kültürel bir varlık olmamamın, gündelik yaşamda çok sıkıcı olmamın nedeni budur. Benimle yaşamak insana sıkıntı verir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder