10 Aralık 2025 Çarşamba

Jean Paul Sartre - Yöntem Araştırmaları

 Sartre bu eserinde varoluşçuluk felsefesinin neden Marksizm içinde kendine ait bir alanı olduğunu anlatmayı amaçlıyor. Deney alanı olarak Fransız tarihi masaya yatırılmış. Felsefenin bir araştırma ve açıklama yöntemi olarak toplumsal ve siyasal bir silah olarak kullanımı bahis konusudur. Marx da Descartes ve Lock ile Kant ve Hegel gibi isimlerinin ardından felsefenin 3. anına denk düşüyor. Bu noktada  Kierkegaard ve Hegel üzerinden Marks'ta yabancılaşmanın temelleri anlatılırken Jasper'in varoluşçuluğu ile aradaki farkın altı çiziliyor. SSCB'de sosyalizmin inşası ve vatanın güvenliği Marksizmi durdurdu, kuram ve uygulama arası ayrıldı. Marksizmin kavramları anahtar iken buyruğa dönüştü, amacı artık bilgi edinmek değil, kendini a priori mutlak bilgi içinde kurmak. Varoluşçular aksine hiç bir şeyin tamamlanmadığına inanıyor. Marksizm insanı fikrin içine hapederken varoluşçuluk onu her yerde, işinde,evinde sokakta, aramaya koyulur. Marksist ilkelere bağlı kalarak, üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin genel çelişkilerinden tekil somutu, yaşamı, gerçek ve tarihli mücadeleyi, kişiyi üretmeyi mümkün kılan dolayımları bulmak niyetindedir. Marksizimi, insan yaşamının bütün somut belirlenimlerini rastlantıya bıraktığı ve tarihsel bütünleyişten, soyut bir evrensellik çerçevesi dışında hiçbir şey almadığı için eleştiriyoruz.

Tasarı, öteye doğru bir kaçış ve sıçrayışla, eş zamanlı bir yadsıma ve gerçekleştirme edimiyle, kendisini aşan devinimle yadsınmış olan aşılmış gerekliliği alıkoyup bu gerçekliğin üzerindeki örtüyü kaldırır. dolayısıyla insan kendi ürününün ürünüdür. İnsan tasarısıyla tanımlanır. Bu maddi varlık, kendisi için yapılan koşulu sürekli olarak aşmakta, kendini yapıt, eylem ve davranış aracılığıyla nesnelleştirebilmek için, söz konusu durumu aşarak bu durumu açığa vurmakta ve belirlemektedir. Ne bir istenç ne bir gereksinim ne de bir tutkudur, fakat tutkularımız ve düşüncelerimizin en soyutları gibi gereksinimlerimiz de bu yapıya katılır. Gereksinimlerimiz her zaman kendilerinin dışına doğru yönelirler. Varoluş dediğimiz şey budur ve bununla anladığımız kendi içinde bulunan kalıcı bir töz değil, sürekli bir dengesizlik, tüm bedenin kendinden koparılmasıdır. Nesnelleşmeye yönelen bu atılım, bireylere göre çeşitli biçimler aldığından bizi, bir kısmını diğerlerini dışta tutarak gerçekleştirdiğimiz bir olanaklar alanına attığından, bu atılıma seçi yada özgürlük diyoruz.
Varoluşçuluğun nesnesi, Marksizmin düştüğü yanılgıdan ötürü, toplumsal alandaki, kendi sınıfındaki, kolektif nesnelerin ve diğer özgül insanların arasındaki özgül insandır; işbölümüyle sömürünün yol açtığı, saptırılmış araçlar aracılığıyla yabancılaşmaya karşı mücadele eden ama her şeye karşın direncini yitirmeksizin güç kazanan, yabancılaştırılmış, şeyleşmiş, aldatılmış bireydir. Çünkü diyalektik bütünleyiş, iktisadi kategoriler gibi, edimleri, tutkuları, işi ve gereksinimleri de kuşatmak durumundadır, bunun yanısıra kişiyi yada olayı, hem tarihsel konumu içine yerleştirip onu oluşmun yönüne göre tanımlamalı hem de söz konusu biçimde gerçekleşen bugünün anlamını tam olarak belirleme yoluna gitmelidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder