Antaeus, gerçekten hoşlanmak için paçalı güvercin gibi havada takla atıp çaba gösterdiğim bir grup. Ekstrem metalin, yeraltının az çok bilinen ve saygı gösterilen bir grubu. Gel gelelim bir türlü de ısınamıyorum. Albüme ağırlığını hızlı ritmiyle neredeyse drum machine tanımını hatırlatacak bateri vuruyor. Amansız, sert ve maalesef tüm albüm boyuna yayılan az çeşitlilikte bateri performansı bir yandan hayranlık uyandırırken diğer yandan da şarkıları tek tek olmasa da kaydın tümünü bütüncül bir değerlendirmeyle sakatlıyor. Bir iki yerde yavaşladığında doomy bir tat bırakıyor. Ama içi boş. Bir kaç şarkıda atonal gitar gayet yerinde müdahaleler de bulunsa da genel olarak albümü üst noktaya taşımada yetersiz. Soğuk vokal tür için gayet uyumlu. Ama tek tek bu uygun öğeler kaotik, uyumsuz, modern black metalin başat bir çalışmasını oluşturmaktan ziyade birleştiklerinde banal bir netice yaratıyor. Ruh denen şey eksik. Sakın bu tarz müzikte ruh olmaz demeyin, Deathspell Omega'ya bakın. Üstelik yeterince kaotik bile değil. Gürültü beat sayesinde hype bir etki bırakıyor, ama gerisinde aştığı suların sığlığı göze çarpıyor.
6,50-/10
30 Nisan 2017 Pazar
29 Nisan 2017 Cumartesi
Francis Bebey - Akwaaba (1984)
Kamerun ormanlarından hayaletler geliyor. Parmakla çalınan sanza'nın içeride yarattığı boşluk duygusu, her şarkıda değişen ama hepsi birbirinden ürkütücü vokal ve tezat yarı funky ritimler. Sadece kafanız değil kalbiniz, böbreğiniz, dalağınız da karışacak. İşte tam bu nedenle huzurlu sakin bir ruh halinde dinleme niyetindeyseniz niyetinizi falım sakızına saklayın. İşte tam bu nedenle kayıt, etnomüzikal belgesel antropolojik ıvır zıvırın bir nesnesi olmaya daha yakın bir yerde. Ya ilk duyuşta kendinizden uzağa atacaksınız, tabi somut bir kayıtsa elinizdeki, ya da daha fazla dinlemek için bir dürtüye teslim olacaksınız. Her halükarda tam anlamıyla tatmin olamayacak ve içinizde derinleşen boşluğun sınırlarını kurcalarken bulacaksınız kendinizi.
7,50+/10
7,50+/10
28 Nisan 2017 Cuma
Eddie Gale - Eddie Gale's Ghetto Music (1969)
Caz müziğinin kendi içinde de ne kadar çeşitlenebileceğini bu örnekte duyma imkanı buluyoruz. Spiritual ve avant-garde gibi alt türlerle tanımlanan kayıdı dinlerken hakikaten de ruhani bir hava hissetmek mümkün. Lakin medidatif sakinlikte dinlendirici ve hatta tabiri caizse sıkıcı bir yolda sonlanmıyor bu yolculuk. Akustik gitar gibi çok garip kaçmasa da seyrekçe kullanılan bir enstrümanla başlayan albüm baskın trompetle birlikte ki bizzat Eddie Gale tarafından çalınıyor, yeterli dozlarda coşkun duygular uyandırıyor. Bununla birlikte deneysel tonlar sık sık kullanılmakla beraber bu denemeler diğer öğelerle yumuşatılarak iyi bir denge kurulmuş. Koro tarzında bayan vokal ve dinamik bateri ritimleri aslında kaydı daha da ilginç ve özel kılan unsurlar. Yaklaşık 40 dakika ve 5 şarkıdan oluşma çalışmada bence bir şarkı, adı bende kalsın diğerlerinin standardını yakalamaktan uzak. Budist ilahilerine benzeyen koro vokal bazen lalala heheheyy gibi çocuksu hareketler içine hapsoşabiliyor. Ve daha önemlisi besteler nedense yeterince sarsamıyor, daha doğru bir ifadeyle zamanındaki etkiyi günümüze taşıyamıyor gibi. Bende bıraktığı olumsuz özellikler de bunlar. Albüm kapağı her zaman hoşş.
7,50+/10
7,50+/10
27 Nisan 2017 Perşembe
RETRO: Satyricon - Intermezzo II (1999) EP
Satyricon bu kısa albümle dümeni endüstriyel black metal sularına kırıyor. Keskin ve agresif soundlu şarkılar yine de kaosun derinliklerinde yolunu kaybetmeme başarısı gösteriyor. Aslı Sarcofago'ya ait INRI nın sanırım hızlandırılmış olsa gerek versiyonunu dinlerken halı bombardımanı altındaymış gibi bir his uyandırıyor. Acımasız dolansız tak tak net. Dördüncü ve son şarkıda ise gruptan hiç beklemeyeceğiniz endüstriyel ambiyatik deneysel atmosferik bir şarkıya tanık olacaksınız. Vokaller o kadar çapraşık ki pammuk prensesi elmasıyla zehirleyen cadu teyzeyi duyar gibi oluyorsunuz. Parça ikinci yarısında şaşırtmaya devam ediyor ve fullL ambiyansa sarıyor. Tanrılar arabalarına binmiş piramit yaptırıyor.
8,0+/10
8,0+/10
26 Nisan 2017 Çarşamba
RETRO: Motörhead - Sacrifice (1995)
Ben bu albümü de sevdim. Eski tarzlarının izlerini bir yandan duymak mümkün. Öte yandan gitar tonlamaları başta olmak üzere çok daha sert, eze eze bir sound ile yürümüşler. Tempo da belirgin bir şekilde hızlı. O yüzden yürümemişler, dolu dizgin koşmuşlar. Tabi grubu eski haliyle sevecekler memnun olmayacaktır. Olmasınlar, bana ne yani. Bir de resimdeki canovarın ağzında bir şeyler var, dikkatli bakın göreceksiniz.
7,75-/10
7,75-/10
24 Nisan 2017 Pazartesi
Altay Öktem - Tanrı Acıkınca
Yeraltı edebiyatının yurdumuzda önemli isimlerinden Altay Öktem, şiir, fanzin ve roman gibi farklı alanlarda faaliyet gösteriyor. Tanrı Acıkınca adını taşıyan bu romanı her ne kadar gerçeküstücü bir nitelikle sıfatlandırılsa da ben takip ettiği iki ayrı olayın birbiriyle çok da incelikli bir şekilde bağlantılandırıldığını düşünmüyorum. Bakterilerin içinde yaşadıkları insan bedenini bir tanrıyla kıyaslama hikayesi felsefi yada gizemsel bir metafordan çok alalade fantastik kurgu unsuruymuş gibi işliyor. Bakterilerin insansılaştırılması ve ötesinde insansı aşk, nefret gibi duygu ve motiflerle bezenmesi de bunu vurgulayan öğelerden bir kaçı. Gerçekçi diğer hikaye ise bağırsakta yaşayan bir tür bakterinin beyinde yaşamasını sağlamaya çalışan bir bilimadamının etrafında gelişiyor. Eski kız arkadaşı ve çalışmalarıyla ilgilenen gizemli yeni kız arkadaşı arasında ilerleyen olay örgüsü, çok daha ilginç mikro yaşam öyküsünün felsefi açılımına bir dayanak olmakdan öteye gidemiyor. Halbuki yazımın büyük çoğunluğu ayağı yere basan kısmıyla bu bölüm. Yanlış anlaşılmasın, fantastik kurgunun da gerçeküstücülüğün de felsefi alegori ve metaforların da hastasıyım. Ama burada aklımda kalan tek şey panteist evren kuramının ete kemiğe bürülü bir şekilde örneklendirilmesi. Fikir kuul ama bakteri gibi bir simge kişisel olarak deneyimlemekten hoşlanacağım bir şey değil. Misal Mouse Guard isminde bir çizgi seri okuyorum. Fareleri sevecen pofuduk şekilde çizmişler. Benim için eninde sonunda çizdiği şey hastalık taşıyan kımıl kımıl dişlek bir fare, sempati uyanmıyor içimde.
6/10
6/10
23 Nisan 2017 Pazar
Gürsel Koçak - Alevi ve Bektaşi Nefesleri Serisi 2 (2003)
Ramazan erken geldi galiba. Ya da Gürsel hoca tasavvufun oranını bir kaç derece arttırdı. Ayrıca ruhu
dinlendirmek, kafayı boşaltmak için meditatif Budist ezgisi, İrlanda new age vızıltısı aramanın kendimizi yormaktan başka bir anlamı olmadığına bu vesileyle ikna oluyoruz. Ha, olsun o da olsun ama kendi geçmişimizde zaten varolan şeyleri de elalemden alıp öğrenmeyelim, hele böyle bir şey karşımıza çıkmışken. Dinlerken omuzlarınızdaki yükün hafiflediğini somut bir şekilde hissediyorsunuz. Beyninizin kıvrımlarındaki karıncalanma bir an duruyor. Bir de sigara yakıp alkol alası geliyor insanın ama o benim dengesizliğim, kimseye mal edemem.
7,75/10
dinlendirmek, kafayı boşaltmak için meditatif Budist ezgisi, İrlanda new age vızıltısı aramanın kendimizi yormaktan başka bir anlamı olmadığına bu vesileyle ikna oluyoruz. Ha, olsun o da olsun ama kendi geçmişimizde zaten varolan şeyleri de elalemden alıp öğrenmeyelim, hele böyle bir şey karşımıza çıkmışken. Dinlerken omuzlarınızdaki yükün hafiflediğini somut bir şekilde hissediyorsunuz. Beyninizin kıvrımlarındaki karıncalanma bir an duruyor. Bir de sigara yakıp alkol alası geliyor insanın ama o benim dengesizliğim, kimseye mal edemem.
7,75/10
19 Nisan 2017 Çarşamba
Icona Pop - This Is... Icona Pop (2013)
David Guetta gibi DJ'lerin pop müziğini baştan sona değiştirmesi belki de ne bileyim elekro-pop gibi yeni adlandırmaların doğuşunu imliyor. I Love It namında dikkatimi çeken şarkısıyla Icona Pop ikilisinin bu çalışması da hayli fazlasıyla elektronik altyapı üzerine inşa olunuyor. Birbirinden ayırt edilemeyen sesleriyle kadın vokallerimiz şarkıların çoğunda benzer bir söyleme tekniğini takip ettikleri için parçaları farklılaştırma adına bu altyapıdaki elektronik müdahalelere fazlasıyla bel bağlıyorlar. Biraz da ben eski kafalıyım, bu işitsel efektler fazlalaşınca boynumun arkasından alnıma kadar bir baş ağrısı tutuyor. Halbuki melodik olarak moral kalkandıran bir etki uyandırma başarısını gösterebilen bu şarkılardaki değişkenliği vokalle sağlama istikrarını devam ettirebilseler, seksenlerin Madonna'sı gibi (bir kaç şarkıda öyle bir tını duymadım değil) geleneksel bir prodüksiyonda kendilerini ifade edebilseler çok hoş şeyler ortaya çıkabilirdi. Yine de kaydın gerçekten dinlerken güzel ama dinledikten sonra akılda kalmayan melodilerle yüklü olduğunu reddedecek değilim. Biraz daha yalın olmak emsallerinden ayırabilirdi, lakin bu da para eder mi bu gürültülü çağda, bilmiyorum.
6,75-/10
6,75-/10
18 Nisan 2017 Salı
Death Cab For Cutie - Plans (2005)
Piano pop rock tarzını da mızmız tonlarda mıymıy vokali de çok sevmem. Bu yüzden grubun en iyi
albümü sayılan Transatlanticism'den de aklımda bir şey kaldığını söylemem güç.Yine de bilinçaltımda bir ışığın yansıması kalmış olsa gerek ki şeytan dürttü, bir kayıtlarını daha dinleyeyim dedim. Başta söylediğim tarzlarından pek de uzaklaşmış değiller. Ama ya grup biraz daha popüler tarafa kaymış ya da benim kafam değişmiş bilmem, bu albüm hoşuma gitti. Melodileri ayırt etmeyi bırakın çoğunu oldukça da sevdim. Hatta direkt REM tarzını yakaladıkları aykırı bir şarkıyı da albümde bulmak mümkün. Someday You Will Be Loved en fazla kalbimde yer eden parça oldu. Şarkılar içinde ve birbirleri arasında ilginç geçişler mevcut. Yine de genel olarak tatlı ama hüzünlü bir atmosfer hakim albüme. Tabi ki bir pop basitliğinin de albüme damgasını vurduğunu es geçemeyiz. İlk kez son değerlendirmemde şarkı sözlerini okumadım. Lakin tahminim o ki bir kaç iyi mısra içeriyordur.
7,25+/10
albümü sayılan Transatlanticism'den de aklımda bir şey kaldığını söylemem güç.Yine de bilinçaltımda bir ışığın yansıması kalmış olsa gerek ki şeytan dürttü, bir kayıtlarını daha dinleyeyim dedim. Başta söylediğim tarzlarından pek de uzaklaşmış değiller. Ama ya grup biraz daha popüler tarafa kaymış ya da benim kafam değişmiş bilmem, bu albüm hoşuma gitti. Melodileri ayırt etmeyi bırakın çoğunu oldukça da sevdim. Hatta direkt REM tarzını yakaladıkları aykırı bir şarkıyı da albümde bulmak mümkün. Someday You Will Be Loved en fazla kalbimde yer eden parça oldu. Şarkılar içinde ve birbirleri arasında ilginç geçişler mevcut. Yine de genel olarak tatlı ama hüzünlü bir atmosfer hakim albüme. Tabi ki bir pop basitliğinin de albüme damgasını vurduğunu es geçemeyiz. İlk kez son değerlendirmemde şarkı sözlerini okumadım. Lakin tahminim o ki bir kaç iyi mısra içeriyordur.
7,25+/10
16 Nisan 2017 Pazar
Oğuz Aral - Utanmaz Adam
İnternette Tempo dergisinin ilave olarak verdiği üç cildini okuma imkanı bulduğum Utanmaz Adam'ı Gırgır günlerinden hatırlar gibiyim. Bu ciltlerdeki çizimler çalakalem gibi görünse de kalemi oynatan kişi büyük usta Oğuz Aral. Kaytan bıyıklı Şeref Haktanır ismindeki karakterimizin bir gün ardamarı çat diye çatlar ve alavare dalavere yöntemlerle para cukkalayan, karı kız içki alemlerinde kazandığını suyu çekene kadar harcayan bir anti kahramana dönüşür. Kavgalar, sahtekarlıklar dizboyu. Bu üç ciltte görebildiğim kadarıyla hedef tahtasına haksız yolla zenginleşenleri felan kor, onlardan ve aptallaşan mallaşan insanlardan nemalanır. Devre ayak uydurma derdinden ötesini düşünmez. Dolaylı yoldan bir eleştiri üzerinde ilerler macerası. Sofistike kurgulara, sanatsal çizimlere alıştığımız bu modern zamanlarda hemen hemen her yönüyle gayet sığ kalsa da ikinci cildi okurken işin özünün eğlence olduğunun gözden kaçırılmaması gerçeği ile karşı karşıya kaldım.
İlk ciltte zengin biri zannedilerek kaçırılır ve zorla evlendirilir. Tam dünya evine girdiği kadına abayı yaktığı anda onu kaybeder. Peşine havalimanına kafasına sardığı havlu ile koşturunca bu sefer de zengin bir şeyh ile karıştırılır. Partilerde birlikte olduğu kadınların mücevherlerini sahtesiyle değiştirerek yolunu bulur. Ta ki gerçek Arap şeyhi ortaya çıkana kadar. İkinci ciltte ise aleyhine bahse tutuştuğu futbol takımının ithal kalecisi yüzünden dertlenir. Türlü türlü yollarla kaleciyi baştan çıkartmaya çalışsa da ertesi günü kaleci zımba gibi topları kurtarmaya devam eder. Bir sarhoşluk anında bahsin çıtasını daha da yükselir. En sonunda kaleciyi bayıltıp maça onun yerine çıkmaktan başka bir çare gelmez aklına. Akşamı yine eğlence ile, ziyafetle kapatır. Üçüncü ciltte ise yolu Amerika'ya düşer. Rock'n roll furyasından faydalanıp kendini ünlü eder. Rakiplerini öldüren rock kralı Pelvis Treyley'i de madara eder. En sonunda başını çektiği rock salgını Amerika'nın düzenini bozunca oradan da şutlanır.
7/10
15 Nisan 2017 Cumartesi
Grails - Chalice Hymnal (2017)
İlk albümünü dinleme fırsatı bulduğum Grails, o günlerden bu günlere oldukça değişik bi hallere bürünmüş. Dinledikçe akıl karışıklığım dineceğine arıza durumum daha da pekişiyor. Sadece farklı şarkılarda değil, aynı şarkının içinde bile post-rock, saykedelik, asansör cazı, progresif rock, macera dolu kraut film müzikleri gibi hem farklı hem de birbirinden fersah fersah uzak da sayılamayacak türler arasında geçişmeler ve eklemlemeler mevcut. Besteler çok katmanlı ve çok çalgılı. Bu yüzden ilk dinlemelerde yaşayacağınız şaşkınlık sonrasında albüm, işi çözme konusunda sizi heyecanlı bir maceraya davet edecek. Hakikaten de dinledikçe ısınacaksınız. Yalnız bazı büyük istisnalar olmakla beraber bestelerin melodik olarak ilgi çekici olmadıklarını, dinleyiciyi teknik, performans ve prodüksiyon gibi ikincil etmenlerle etkilemeye çalıştıklarını keşfedeceksiniz. Parıldayan gitar işçiciliği ile New Prague ve melodisi ile son iki şarkı beğendiklerim oldu. Atmosferik dalgayı sevenler de diğer şarkılara kulak atabilir. Nihayetinde içinde benim de dahil olduğum insanlık için henüz erken bir çalışma. Doğrusu tam idrak edemedim. Ama bu benim eksikliğim bir bakıma.
6,75/10
6,75/10
12 Nisan 2017 Çarşamba
Fuath - I (2016)
Saor'un arkasındaki isim Andy Marshall'ın yeni bir projesi. Her ne kadar bu da atmosferik black metal türüne ait olsa da ufak tefek farklılıklar var. Burada ruhani olarak biraz daha depresif bir hava hakim. Bunu büyük oranda harmoni değişimine ve belki de 10 saniye boyunca aynı teli tıngırdattığı ekstrem ölçekteki gitar tremololarına borçlu. Bu albümde folk etkilenimlerin de önemli bir yer tutmadığını söylemek yersiz olmayacak. Akustik pasajların, keyboard fosurdamasının bestelerin baskın faktörünü oluşturmaması, OK. Ama türün bütün klişelerine çok da iyi bir performansla sergilese dahi, yer vermesi de ayrı bir gerçek. Üstüne üstlük karamsar, dertli ruh halini uyandırması sonuçta albümün her zaman dinlenelirliğini zedeliyor. Gel gör ki dinledikçe Blood'un albümün temelini oluşturan parça olduğunu, son bestede de kulağı şenlendiren riflerin varlığını inkar edecek değilim. Sonuç olarak değerlendirmem de bu kayıtta hissettiğim yaratıcılığın eksikliği gibi temel bir etkenin etkisinde şekilleniyor.
Böylece 2016'nın sert albümleri kampanyam sona eriyor ve bu vesileyle güncel (modern değil, güncel) black metal dinleme etkinliğimi başlatıyorum. Antaeus, A Forest of Stars, Krallice gibi daha önce dinleme fırsatı bulduğum grupların yanısıra Aquilus, Batushka, Cult of Fire, Mare Cognitum, Panopticon, Terra Tenebrosa, The Great Old Ones, Wood of Desolation ve Misthyrming gibi son dönemlerde adlarını duyurmuş birbirinden farklı grupların eserlerini dinleme fırsatı bulacağım.
7,25/10
Böylece 2016'nın sert albümleri kampanyam sona eriyor ve bu vesileyle güncel (modern değil, güncel) black metal dinleme etkinliğimi başlatıyorum. Antaeus, A Forest of Stars, Krallice gibi daha önce dinleme fırsatı bulduğum grupların yanısıra Aquilus, Batushka, Cult of Fire, Mare Cognitum, Panopticon, Terra Tenebrosa, The Great Old Ones, Wood of Desolation ve Misthyrming gibi son dönemlerde adlarını duyurmuş birbirinden farklı grupların eserlerini dinleme fırsatı bulacağım.
7,25/10
11 Nisan 2017 Salı
Sourdeline - La reine blanche (1976)
Kadın ve erkek vokal eşliğinde otantik çalgılarla icra olunan Fransız halk musikisi. Kulağa boşuna fantastik gelmesin. Öyle zaten. Ortaçağ döneminde büyük bir şenlik ateşi etrafında toplaşmış, ziyafet ardından çalıp eğleşen içen oynaşan çimenlerde tepişen köylülerin imgesi geliyor aklıma. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Doğrusu eskiler, eğlenmesini biliyormuş. Özellikle bayan vokale nükseten Fransızcanın olumsuz etkisi kulağa çarpıyor. Biliyorsunuz Fransızlar boğazdan r'leri ğğğlattıkça benim sinirlerim hopluyor. Kayıtta da bazı enstrümanların tiz sesleri hafiften rahatsız edebiliyor. Melodiler özellikle, ilk aklıma gelen J'ai vu le loup, le renard, le lièvre ve Mon petit frère, akla böyle şeyler gelmez, itinayla kopyalanır ve yapıştırılır, gibi bazı şarkılarda çok çekici. Keskin kulaklar hafif progresif yönelimi de bazı anlarda hissedecektir. Ayrıca uyarması, dinledikçe biraz daha güzelleşiyor, hemen vazgeçmeyin.
7,25+/10
7,25+/10
10 Nisan 2017 Pazartesi
Max Richter - Recomposed by Max Richter: Vivaldi - The Four Seasons (2012)
Bu albüm hakkında iki görüş var. Birincisi: Vivaldi kasap gibi doğranmış, nasıl cüret edebilirler, bu kadar ticari bir hale nasıl getirebilir? Tühh Allah belanı versin! İkincisi ise bütünüyle arkasında durmasam bile daha yakın durduğum şık: şahane, başyapıt vessair.
Aslında bakılan yer aynı, görülen şey farklı. Belki de fazlasıyla değerli bir konuma ulaşmış olan hoppidik Dört Mevsim'in Max Richter tarafından yapıbozuma tutulması, Vivaldi'de duyamayacağınız hüzün ve gerilim duygularını uyandırıyor. Spring namındaki, başta 2 nolu beste olmak üzere etkilenmemek her babayiğidin harcı değil. Özellikle sonlarda modern ve tektipleştirici prodüksiyona teslim olmanın getirdiği etkiye bağlı olarak da banal bir tekrar hakimiyet kazanıyor olabilir. Orada da Autumn'daki Vivaldi'nin en ünlü melodisi devreye giriyor. Ama bir yere kadar telafisi mümkün. Kemanın ki telleri titreten isim Daniel Hope, tonu ve keskinliği, prodüksiyon ve bestecinin seçimleri ile birleşince bir film müziği tadı, iyi yada kötü, bırakıyor ağızda. Biraz Clint Mansell, biraz Steven Price, en çok da Interstellar'ı ile Hans Zimmer. Summer parçalarında özellikle bu karşılaştırma kaçınılmaz. En sona iliştirilen remikslerin gerekliliğini/gereksizliğini ise bir açık oturumda tartışmak lazım.
8,25/10
Aslında bakılan yer aynı, görülen şey farklı. Belki de fazlasıyla değerli bir konuma ulaşmış olan hoppidik Dört Mevsim'in Max Richter tarafından yapıbozuma tutulması, Vivaldi'de duyamayacağınız hüzün ve gerilim duygularını uyandırıyor. Spring namındaki, başta 2 nolu beste olmak üzere etkilenmemek her babayiğidin harcı değil. Özellikle sonlarda modern ve tektipleştirici prodüksiyona teslim olmanın getirdiği etkiye bağlı olarak da banal bir tekrar hakimiyet kazanıyor olabilir. Orada da Autumn'daki Vivaldi'nin en ünlü melodisi devreye giriyor. Ama bir yere kadar telafisi mümkün. Kemanın ki telleri titreten isim Daniel Hope, tonu ve keskinliği, prodüksiyon ve bestecinin seçimleri ile birleşince bir film müziği tadı, iyi yada kötü, bırakıyor ağızda. Biraz Clint Mansell, biraz Steven Price, en çok da Interstellar'ı ile Hans Zimmer. Summer parçalarında özellikle bu karşılaştırma kaçınılmaz. En sona iliştirilen remikslerin gerekliliğini/gereksizliğini ise bir açık oturumda tartışmak lazım.
8,25/10
9 Nisan 2017 Pazar
RETRO: Motörhead - Bastards (1993)
It's on television so it can't be true
Motörhead'ın silkinip kendine geldiği amansızca elde çekic saldırıya geçtiği albümü Bastards, dinleyicisini mest ediyor. Dur durak bilmeyen yüksek tempolu şarkılar akılda kalıcı riffler ve melodilerle bezeli. Çocuk tacizi konulu slow şarkı bile ancak grubun yapabileceği türden. Yalnız dediğim gibi grubu herşeyiyle takdir etmekle birlikte bende aşamayacağı bir sınır var. Ama bu albümüyle o sınırı zorlamasını biliyorlar.
7,75/10
Motörhead'ın silkinip kendine geldiği amansızca elde çekic saldırıya geçtiği albümü Bastards, dinleyicisini mest ediyor. Dur durak bilmeyen yüksek tempolu şarkılar akılda kalıcı riffler ve melodilerle bezeli. Çocuk tacizi konulu slow şarkı bile ancak grubun yapabileceği türden. Yalnız dediğim gibi grubu herşeyiyle takdir etmekle birlikte bende aşamayacağı bir sınır var. Ama bu albümüyle o sınırı zorlamasını biliyorlar.
7,75/10
8 Nisan 2017 Cumartesi
Mervyn Peake - Gormenghast 2:Gormenghast
Serinin ilk kitabında belirttiğim gibi gotik temanın ötesine geçip klasik eserleri okumanın verdiği zevke eşdeğer bir noktaya çıkan bu serinin devamını getirmekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz. O tuhaf kurgusu ve altyapısı bir yandan okuyucuyu ötelerken bir yandan da derinlemesine içine çekiyor. Seri ile aynı adı taşıyan bu ciltte, hain Steerpike'ın yükselişi ve nihayetinde çöküşüne tanık oluyoruz. Bebek veliaht Titus'un ise büyümesine. Gariptir, romanın ilk yarısının ağırlığını şatodaki öğretmenlerin hayatları ve çekişmeleri oluşturuyor. Dolayısıyla kurgudan çok karakter çözümlemeleri büyük bir yer kaplıyor. Genel kurguyla bağlantısı zayıf olduğundan benim çok hoşuma gittiğini söyleyemeyeceğim. Bir diğer husus ise Titus'un yaş aldıkça dışsal faktörlerin de etkisiyle içinde büyüttüğü özgürlük ve şatoyu geride bırakma tutkusu. İç düşünceleri ve girişimleri tekrarlandıkça bıkkınlık veriyor. Ablasının başına gelenlere üzüldüm. Aslında Titus'un gittikçe yalnızlaşmasını sağlayan olaylar neticesinde nihai karar alma anı kendini biriktiriyor. Diğer yandan Kontes, hayatımda okuduğum en kuul karakterlerden birisi. Kendisiyle çok iyi anlaşabileceğimi düşünüyorum. Ama kedilerine ve kuşlarına bir o kadar da katlanmak zor.
7,50
7,50
7 Nisan 2017 Cuma
RETRO: Satyricon - Megiddo: Mother North in the Dawn of the New Age (1997) EP
Grubun hayranları tarafından tepkiyle karşılanan bu kısa çalışmaya herhalde ben de para verseydim, çıkış gayesini anlamadığım için ve cebimden çıkan paracıklara da bakıp sinir olabilirdim. Neyse ki böyle bir derdim yok. İlk kayıt hayli tecavüze uğrayıp yamalı bohça kıvamında eklektik bir kıvama döndürülse de bence endüstriyel tınısıyla dikkatimi olumlu yönde çeken The Dawn Of A New Age oluyor. Bütün bu şamataya sebep şarkıyı remiksleyen Apoptygma Berzerk. Şarkının sonlarındaki tempolu konuşma en bi hoşuma giden parçası. Diğer iki şarkıdan Night of Divine Power, Dark Castle In The Deep Forest'ın temiz, yeni bir miksinden ibaret. Forhekset de bir konser kaydı aslında. 2. şarkıda kaybolan black metal ruhunu çok kötü ses kalitesine rağmen ayağa kaldırmayı başarıyor. Son şarkı ise Motörhead'ın efsanevi Orgasmatron'un yeni bir yorumu. Şarkıya çok da bir şey kattıklarını söylemek mümkün değil. Bari biraz 'karartsalarmış'. İyi ama dinlemeseniz ne olur, pek de bir şey kaybetmessiniz.
6,50+/10
6,50+/10
5 Nisan 2017 Çarşamba
Georges Ifrah - Rakamların Evrensel Tarihi 1
9 ciltlik bu eseri ilk bakışta rakamlara ithafen hazırlandığını sanıp nerede sıfıra adanan cildi diye hayıflanmıştım. Ebadından dolayı 9 ciltte dilimizde yayınlanması tercih edilen eser meğerse kronolojik bir sıra takip etmekteymiş. İlk cilt olmasından mütevellit, yazar içeriğin epeyi bir kısmını metodolojisini ve amacını anlatmakla geçiriyor. Yanılmıyorsam matematik öğretmeni olan yazarı tüm dünyayı dolaşıyor, uzmanlarla görüşüyor ve kütüphaneler dolusu tecrübesini dev gibi bir külliyata döküyor. Neticede basitçe bir sayıların tarihinden ibaret değil eski halklar tarihine, sosyoloji, dilbilgisi ve antropolojiye hayli derin mevzularla yapıtını besliyor. Okuyucuya da bu kadar kapsamlı ve ilüstrasyonlarla desteklenmiş bu araştırmanın sonuçlarını keyifle okuma görevi düşüyor. Bu ciltte yazı öncesi ilksel kabile ve kavimlerde daha soyut olarak rakam kavramı oluşmamışken yani sayıların bile adı var ile yok arasında iken, sayma sorunu ile nasıl başettiklerini öğrenme imkanı buluyoruz. El başta olmak üzere vücuttaki kesişme yerlerinden, kemik ve tahta çubuklara çentik atmaya ve düğüm atma tekniğine saymanın kayıt sorunu da bunun bir parçası olmak üzere diye ekleyelim. Ayrıca çeşitli dil öbeklerinde sayılara verilen adlandırmalar ve birbiriyle hem dilsel hem de zihinsel ilişkileri de gayet ilginç idi.
8/10
8/10
3 Nisan 2017 Pazartesi
Gürsel Koçak - Alevi ve Bektaşi Nefesleri Serisi 1 (2003)
Gürsel Koçak hakkında şu internet çağında bile bilgi bulmak çok zor. Görebildiğim kadarıyla klasik ve tasavvuf müziği eserleri bulunuyor. Bu albümde beni en çok şaşırtan şey Alevi nefeslerinin beklediğim esrimeyi göstermemesi oldu. Halk müziği motiflerinde ritmik bir ses bekliyorken burada makamıyla kuralı kaidesiyle klasik tasavvufi bir havayı solumak mümkün. İlahi normunda kısacası. Tekke kültürü akla geliyor ki belki de işin Bektaşi özü budur. Daha samimi bir itirafla çok cahilim. Kendimi daha fazla utandırmamak için lafı sakız gibi uzatmaktan kaçınacağım. Yalnız Ali Göründü Gözüme nakaratlı ilk kaydın sözlerinin bana biraz rahatsızlık verdiğini de söylemeden geçemeyeceğim. İster arkasındaki Batıni mana deyin, ister En-el Hak düsturu deyin, farketmez.
8,25/10
8,25/10
2 Nisan 2017 Pazar
Busta Rhymes - When Disaster Strikes... (1997)
Rap da metal gibi derya deniz. Hiç ısınamama rağmen özellikle eğlenceli kulüp şarkılarını tercih ettiğimi söylemiştim. Belki de içine hiç girmediğim için özellikle son dönemde yapılan sofistik versiyonlardan da pek etkilenmiyorum. O yüzden zaten seveceğime inandığım eski örneklerle rap/hip hop maceramı yeniden başlatayım dedim. Bir kere söz ve ses temelli olduğu için bu toprakların müzisyenlerini dinlemek işin en mantıklı tarafı. Bunu bir kenara bakalım. Diğer yandan Abd'li artist ve grupların da seks, uyuşturucu, para, mafya odaklı şarkı sözü ve yaşantı tarzlarını da biliyoruz. Olsun, black metalde neler dinlemiyoruz ki? Güvenli sığınak olarak Busta Rhymes'ı seçtim. Çünkü gerçekten özel sesini doksanlarda gençkene duyma şerefine ermiştim. Bir yandan agresif bir tavra da kayabilen, küçük dilini titreştiren gırtlaktan bir tona sahip buna rağmen rahatsızlık vermek yerine kadayıf lezzeti bırakan nevi şahsına mahsus bir ses. Şimdi dinledikçe özellikle ritim ve dinamik açıdan da özel bir yetenek sergileyebildiğini duyabiliyorum. Çıplak sesini dinlerken bile yarattığı gruuvi hissiyat başınızla ritim tutmanıza sebep olabilir. Kaliteli bir ekiple çalıştığı belli. Skitler bile çok rahatsız etmedi. Albümün ortasında yer alan porno şarkı hariç. Single olarak çıkardığı Put Your Hands felan filan ve Turn It Up ki Kara Şimşek sample'lı versiyonu bir efsane, gayet şık parçalar. Hip hop sektöründe sample'lamanın cılkının çıktığını düşünmekle beraber şarkıları turbo nitro seviyeye çıkardığı da bir gerçek. Bir de atarimsi melodi üzerine kurduğu Rhymes Galore da tempolu karakteriyle hoşuma gidenlerden. Ayrıca dediğim gibi tarza hem de hiç hakim olmamakla birlikte, bir doksanlar havasını sezmek de mümkün. Güzel bir başlangıç, bakalım sonrası nasıl olacak?
8,0/10
8,0/10
Cemal Süreya - Sevda Sözleri
Şairin bu koleksiyon baskısı Üvercinka, Göçebe, Beni Öp Sonra Doğur Beni, Uçurumda Açan, Sıcak Nal ve Güz Bitiği kitaplarının yanısıra dergilerde, mektuplarda kalan şiirlerini de içermekte. İlk kitabı Üvercinka o kadar naif, tarifsiz güzellikte şiirler içeriyor ki bugüne yankılanan efsane sıfatını hak ediyor. Gönül ister ki, bu yapıtındaki şiirlerin tümüne yer vereyim. Ama aklımda daha iyi bir fikir canlanıyor. En azından Üvercinka'nın yeni baskılarını uygun bir fiyata satın alabilirsiniz. Sonraki yapıtlarında Anadolu ve Ortadoğu mitlerinden de yararlandığı farklı yöntemleri ince şiirine dahil etmekle beraber nicelik açıdan sayfalarca üreten bir şair olduğunu söylemek mümkün değil. Mektuplardan alınan ve ilk yapıtındaki şiirleri değerlendirdiğimizde neden sevda şairi olarak adlandırıldığını anlayabiliyoruz. Yine de her ne kadar bugünün şiirinde pek de hoşuma gitmeyen bazı ilhamların izine rastlamak mümkün olsa da sonraki yapıtlarına da haksızlık edilmemeli. Zaten taklitler aslını yaşatır.
GÜZELLEME
Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların
Bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur
Bunlar da saçların işte akşamdan çözülü
Bak bu sensin çocuğum enine boyuna
Bu da yatak olduğuna göre altımızdaki
Sabahlara kadar koynumda yatmışsın
Bak bende yalan yok vallahi billahi
Sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur
İşe bak sen gözlerin de burda
Gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık
İyi ki burda yoksa ben ne yapardım
Bak çocuğum kolların işte çıplak işte
Bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün
Gözlerin sabahın sekizinde bana açık
Ne günah işlediysek yarı yarıya
Sen asıl bunlara bak bunlar dudakların
Bunların konuşması olur öpülmesi olur
Seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde
Vapurdaydık vapur kıyıya gidiyordu
Üç kulaç öteden İstanbul gidiyordu
Uzanmış seni usulca öpmüştüm
Hemen yanımızdan balıklar gidiyordu.
KANTO
Ben nerde bir çift göz gördümse
Tuttum onu güzelce sana tamamladım
Sen binlerce yaşayasın diye yaptım bunu
Bir bunun için yaptım
-Garson bira getir
Garsonun adı Barba
Ben nereye gittimse bütün zulumlardı
Bütün açlıklardı kavgalardı gördüğüm
Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu
Namussuz bir çağ bu biliyorsun
-Garson rakı getir
Garsonun adı Hakkı
Sen belki de bir resimsin ne haber
Kırmızı bir Beykoz'un yanında duruyorsun
Yapan bir de ağaç yapmış yanına
Dallarına konsun diye kelimelerin
-Garson şarap getir
Garsonun hali harap
CIGARAYI ATTIM DENİZE
Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüşüyoruz
Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
Uzun saçlı iri memeli kadınlarıyla
Bir Akdeniz şehri çıkabilir içinden
Alıp yaracak olsak yüreğini
Şimdi bir güvercinin
Şimdi sen tam çağındasın yanına varılacak
Önünde durulacak tam elinden tutulacak
Hangi bir elinden güzelim hangi bir
Bir elinde kızlığın duruyor garip huysuz
Öbür elinde yetişkin bir günışığı
Daha öbür elinde kilometrelerce hürlük
Çalışan insanlar için akşamlara kadar
Toz duman içinde
Bir elinle de boyuna ekmek kesiyordun
Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen
Bir bulut geçiyorsa onu görürdük
Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu
Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu
Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
Bir cigara atmışsak denize
Sabaha kadar yandı durdu
ELMA
Şimdi sen çırılçıplak elma yiyorsun
Elma da elma ha allahlık
Bir yarısı kırmızı bir yarısı yine kırmızı
Kuşlar uçuyor üstünde
Gökyüzü var üstünde
Hatırlanacak olursa tam üç gün önce soyunmuştun
Bir duvarın üstünde
Bir yandan elma yiyorsun kırmızı
Bir yandan sevgilerini sebil ediyorsun sıcak
İstanbul'da bir duvar
Ben de çıplağım ama elma yemiyorum
Benim öyle elmalara karnım tok
Ben öyle elmaları çok gördüm ohooo
Kuşlar uçuyor üstümde bunlar senin elmanın kuşları
Gökyüzü var üstümde bu senin elmandaki gökyüzü
Hatırlanacak olursa seninle beraber soyunmuştum
Bir kilisenin üstünde
Bir yandan çan çalıyorum büyük yaşamaklara
Bir yandan yoldan insanlar geçiyor çoğul olarak
Duvarda bir kilise
İstanbul'da bir duvar duvarda bir kilise
Sen çırılçıplak elma yiyorsun
Denizin ortasına kadar elma yiyorsun
Yüreğimin ortasına kadar elma yiyorsun
Bir yanda esaslı kederler içinde gençliğimiz
Bir yanda Sirkeci'nin tren dolu kadınları
Adettir sadece ağızlarını öptürürler
Ayaküstü işlerini görmek yerine
Adımın bir harfini atıyorum
ÜVERCİNKA
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu
kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil
Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse
değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna
diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil
GÖÇEBE
Sen sık sık gülen gülerken de
Sevecen bir Akdeniz çizgisini
Sol yanına ağzının
İliştiren çocuk özenle
Yabana mı atıyorum yani seni
Yabana mı atıyorum saat altı buçukları
Çocuk ve Allah'ın en eski baskısını
Değil, değil bunların biri
Gözlerimin gemileri kuş istiyor
Açılıp kapandıkça sevdam
Kapanıp açılıyor bir mavi
Şahmaran süt istiyor kefeninden
Üç aylık ölmüş çocukların
Kerem ile Arzu geliyor Aslı ile Kanber
Ay kana kana batıyor
Ay kana kana batıyor
Eşkiyalar gecenin yangınını izliyor uzakta
Kargapazarı dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir
otobüsteyim
Jandarma daima nesirde kalacaktır
Eşkiyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine
Ve bu dağlar böyle eşkiya güzelliği taşıdıkça
Patronun karısını zimmetine geçirip
Amasya'dan Kars'a kaçmakta olan sayman yardımcısıyla
Alevilikten konuşuyoruz uzun süre
Yanımdaki hep bir gazetede Marilym Monroe'nun
resimlerine bakıyor
Marilyn Monroe öldü diyorum ona
Ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi
Şimdiyse Cennette Nietzsche'nin metresi olması gerekir
Bunları diyorum daha ne varsa diyorum
İşte hiçbir sebep olmadığını sevişmemeye
İşte çocukluğumdan beri içimde bir önsezi olduğunu
Bunun bir gün birine rastlamak gibi bir şey olduğunu
Belki de bir günler bunun için Aydın'da
bulunduğumu
Zaten nedense hep bir şehirden bir şehre yolcu
olduğumu
İşte eflatun kakalı çocuklar olduğunu Kütahya'da
Ankara'da dokunak Yozgat'ta becerik olduğunu
Van'da güreşçi develer gibi süslediklerini kamyonları
İstanbul'da minarelerin lirik olduğunu köprülerinse
dialektik
Acemi bir bulut bozuyor bütün görüntüyü eski bir şarkı
gibi
Bu şarkıyı ne zaman duysam aklıma
Sinirli bir elin uysal bir bardağa
Çok yukardan döktüğü bir içki gelir
Sonsuz ve olağanüstü bir bira
Köpüklene köpüklene biçimlendirir
Soyunarak ağlayan bir kadını
Acı bilincinde sonrasızlığın
Ama bırakalım bırakalım bunları
Yoldan piyade erleri geçiyor tahta bavullarıyla ve
büyük yakalarıyla
Ve faytoncular görüyorum
Yere basışlarındaki ağırlığı azaltmak için
Tanrısal bıyıklarıyla durumlarını paraşütlendiren
Kars'tayım bu ne biçim Kars bir kenarda
Pekala yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin
üstünde
Kars kalesi yükseliyor
Gökyüzünü Ankara kalesine göre daha soyut ve daha
elverişli bir şekilde
Hırpalayan bu kale de olmasa
N'olacak bakalım hırpalayan bu kale de olmasa
Kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk
Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası
Bir de yine sevgili çocuk
Biliyorsun kişi tutkularıyla
Yalnızlığını adlandırıyor o kadar
Arkada bir su devrile devrile akıyor
Rastgele bir ağaca soruyorum
Bir şey var sanki onu soruyorum
Değil orda diyor belki biraz daha ilerde
Tanrı meleğini ağırlamaya çalışan
Ataerkil bir aile gözümü alıyor
Dedelerin yüzlerinde erozyon
Silip götürmüş bütün evetleri
Annelerinse ağızlarında hiyeroglif
Babalarınsa ağustoslar atasözleri
Amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri
Teyzelerse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini
Ablalarınsa boyunları soru işareti
Ağabeylerse utançlarından emrah
Sıralanmışlar su boylarına
Bıçakla soyuyorlar kelimeleri
Ya suya giden küçük kızlar
Onlar
Tıpkı o kuşlar gibi
Uçan daha bir süre
Sonra da vurulduktan
Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri
Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi
Şu son dönemecini de aşınca gecenin
Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
Bu ağartı ancak yürekle karşılabilir
Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil
Tutsaksan ellerini sıvışır gibi zincirlerinden
Ve balyozla vursalar mısralarına
Soylu bir demir sesi yükselir
Soylu büyük ve mavi bir demir sesi
Ellerim egece yatısına çağrılmış
Ve
Teleşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi
Yüzüm giyotine abone
VAR
Şu senin bulutsu sesin var ya
Uçtan uca tersyüz ediyor geceyi
Yataklar var konuşmak için
Öpüşmek için telefon kulübeleri
Güneşler var, yıldızlar, samanyolları,
Karpuzlar gümbür gümbür kapılarda.
Tanrılar sofrası amma karanlık
Yiyemem tek lokma yiyemem orda.
Şu senin tutkulu sesin var ya:
Ortak güzellik artı yara izi.
Tutar ellerinden kaldırırsın
Adı kötüye çıkmış tüm sözcükleri.
Yeni törenler gerek bize
Yeni törenler -kimi zaman en eski.
Dert etme, bütün dilleri içerir
Bitki konumu, küçükbaş hayvan sesi.
Şu senin dolayık sesin var ya
Dondurma yiyen gürbüz bir kız gibi müstehcen,
Balkon demirine dayalı bir arka kadar şakacı,
İlk doyumdaki gibi yeşil elma tadında.
Kimlik denetimi yaptıktan sonra
Resimli roman okuyan bir er gibi giderici.
Şu senin alçaktan sesin var ya
Pencereler var burnumun kemiğinde sızı,
Aşklar var unutulmamak için,
Boğulmak için ilk sevgili.
YAZGICI ŞİİR
Nasıl anımsamazsın Özdemiroğlu'nu,
Hani gün boyu içer içer de sonra
Uyurdu kolları bir gulamın boynunda.
- Bir gün saati doldu
Tam öyle bir uykuda.
Nasıl anımsamazsın Yavuz Sultan Selim'i,
Yabanıl bir beğeni arardı zulumlarda;
Övünürdü şirlerle, pençe-i kahrındaki.
- Ama sonunda parça parça
Şir-pençeden gittiydi.
Nasıl anımsamazsın öbür Selim'i ve Murad'ı
Hani şu ayyaş Selim ve mastor Murad;
Tuhaftır, tütünü, içkiyi de yasaklamışlardı.
- İçki hakladı Selim'i.
Esrarla tükendi Murad.
Nasıl anımamazsın Abdülmecid'i,
Gülhane hattının kırkyaprak gülü;
Bir bezmde alem yaparken öldü.
- Hoş, annesinin adı da
Bezmialem'di.
Nasıl anımsamazsın Adolf Hitler'i,
Neden hiç evlenmediğini soranlara
Karısının Almanya olduğunu söylerdi.
- Söylentiye göre alev alev
Yandı onun koynunda.
Nasıl anımsamazsın Mussolini'yi,
Garsoniyerinde mutlaka bulundururdu
Bir dua iskemlesi.
- Ama son duasında
Toprağa doğru açılmıştı elleri.
Nasıl anımsamazsın kabadayı Al Capone'u,
Al Capone, yahu, Chicago'da Belediye Başkanı oldu;
Hani her kapının önüne bir şişe süt koydururdu.
- Temizleme-aydınlatma resminden
Oldu onun da sonu.
Ben bu şiiri yazdım akşamüzeri,
Aklımda 'Define Adası'nın ilk sözleri;
Başkalarının hayatını da ilerde söylerim.
- Yine görüşelim!
- Görüşelim!
ÜSTÜ KALSIN
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...
Üstü kalsın...
GÜZELLEME
Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların
Bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur
Bunlar da saçların işte akşamdan çözülü
Bak bu sensin çocuğum enine boyuna
Bu da yatak olduğuna göre altımızdaki
Sabahlara kadar koynumda yatmışsın
Bak bende yalan yok vallahi billahi
Sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur
İşe bak sen gözlerin de burda
Gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık
İyi ki burda yoksa ben ne yapardım
Bak çocuğum kolların işte çıplak işte
Bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün
Gözlerin sabahın sekizinde bana açık
Ne günah işlediysek yarı yarıya
Sen asıl bunlara bak bunlar dudakların
Bunların konuşması olur öpülmesi olur
Seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde
Vapurdaydık vapur kıyıya gidiyordu
Üç kulaç öteden İstanbul gidiyordu
Uzanmış seni usulca öpmüştüm
Hemen yanımızdan balıklar gidiyordu.
KANTO
Ben nerde bir çift göz gördümse
Tuttum onu güzelce sana tamamladım
Sen binlerce yaşayasın diye yaptım bunu
Bir bunun için yaptım
-Garson bira getir
Garsonun adı Barba
Ben nereye gittimse bütün zulumlardı
Bütün açlıklardı kavgalardı gördüğüm
Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu
Namussuz bir çağ bu biliyorsun
-Garson rakı getir
Garsonun adı Hakkı
Sen belki de bir resimsin ne haber
Kırmızı bir Beykoz'un yanında duruyorsun
Yapan bir de ağaç yapmış yanına
Dallarına konsun diye kelimelerin
-Garson şarap getir
Garsonun hali harap
CIGARAYI ATTIM DENİZE
Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüşüyoruz
Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
Uzun saçlı iri memeli kadınlarıyla
Bir Akdeniz şehri çıkabilir içinden
Alıp yaracak olsak yüreğini
Şimdi bir güvercinin
Şimdi sen tam çağındasın yanına varılacak
Önünde durulacak tam elinden tutulacak
Hangi bir elinden güzelim hangi bir
Bir elinde kızlığın duruyor garip huysuz
Öbür elinde yetişkin bir günışığı
Daha öbür elinde kilometrelerce hürlük
Çalışan insanlar için akşamlara kadar
Toz duman içinde
Bir elinle de boyuna ekmek kesiyordun
Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen
Bir bulut geçiyorsa onu görürdük
Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu
Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu
Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
Bir cigara atmışsak denize
Sabaha kadar yandı durdu
ELMA
Şimdi sen çırılçıplak elma yiyorsun
Elma da elma ha allahlık
Bir yarısı kırmızı bir yarısı yine kırmızı
Kuşlar uçuyor üstünde
Gökyüzü var üstünde
Hatırlanacak olursa tam üç gün önce soyunmuştun
Bir duvarın üstünde
Bir yandan elma yiyorsun kırmızı
Bir yandan sevgilerini sebil ediyorsun sıcak
İstanbul'da bir duvar
Ben de çıplağım ama elma yemiyorum
Benim öyle elmalara karnım tok
Ben öyle elmaları çok gördüm ohooo
Kuşlar uçuyor üstümde bunlar senin elmanın kuşları
Gökyüzü var üstümde bu senin elmandaki gökyüzü
Hatırlanacak olursa seninle beraber soyunmuştum
Bir kilisenin üstünde
Bir yandan çan çalıyorum büyük yaşamaklara
Bir yandan yoldan insanlar geçiyor çoğul olarak
Duvarda bir kilise
İstanbul'da bir duvar duvarda bir kilise
Sen çırılçıplak elma yiyorsun
Denizin ortasına kadar elma yiyorsun
Yüreğimin ortasına kadar elma yiyorsun
Bir yanda esaslı kederler içinde gençliğimiz
Bir yanda Sirkeci'nin tren dolu kadınları
Adettir sadece ağızlarını öptürürler
Ayaküstü işlerini görmek yerine
Adımın bir harfini atıyorum
ÜVERCİNKA
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu
kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil
Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse
değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna
diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil
GÖÇEBE
Sen sık sık gülen gülerken de
Sevecen bir Akdeniz çizgisini
Sol yanına ağzının
İliştiren çocuk özenle
Yabana mı atıyorum yani seni
Yabana mı atıyorum saat altı buçukları
Çocuk ve Allah'ın en eski baskısını
Değil, değil bunların biri
Gözlerimin gemileri kuş istiyor
Açılıp kapandıkça sevdam
Kapanıp açılıyor bir mavi
Şahmaran süt istiyor kefeninden
Üç aylık ölmüş çocukların
Kerem ile Arzu geliyor Aslı ile Kanber
Ay kana kana batıyor
Ay kana kana batıyor
Eşkiyalar gecenin yangınını izliyor uzakta
Kargapazarı dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir
otobüsteyim
Jandarma daima nesirde kalacaktır
Eşkiyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine
Ve bu dağlar böyle eşkiya güzelliği taşıdıkça
Patronun karısını zimmetine geçirip
Amasya'dan Kars'a kaçmakta olan sayman yardımcısıyla
Alevilikten konuşuyoruz uzun süre
Yanımdaki hep bir gazetede Marilym Monroe'nun
resimlerine bakıyor
Marilyn Monroe öldü diyorum ona
Ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi
Şimdiyse Cennette Nietzsche'nin metresi olması gerekir
Bunları diyorum daha ne varsa diyorum
İşte hiçbir sebep olmadığını sevişmemeye
İşte çocukluğumdan beri içimde bir önsezi olduğunu
Bunun bir gün birine rastlamak gibi bir şey olduğunu
Belki de bir günler bunun için Aydın'da
bulunduğumu
Zaten nedense hep bir şehirden bir şehre yolcu
olduğumu
İşte eflatun kakalı çocuklar olduğunu Kütahya'da
Ankara'da dokunak Yozgat'ta becerik olduğunu
Van'da güreşçi develer gibi süslediklerini kamyonları
İstanbul'da minarelerin lirik olduğunu köprülerinse
dialektik
Acemi bir bulut bozuyor bütün görüntüyü eski bir şarkı
gibi
Bu şarkıyı ne zaman duysam aklıma
Sinirli bir elin uysal bir bardağa
Çok yukardan döktüğü bir içki gelir
Sonsuz ve olağanüstü bir bira
Köpüklene köpüklene biçimlendirir
Soyunarak ağlayan bir kadını
Acı bilincinde sonrasızlığın
Ama bırakalım bırakalım bunları
Yoldan piyade erleri geçiyor tahta bavullarıyla ve
büyük yakalarıyla
Ve faytoncular görüyorum
Yere basışlarındaki ağırlığı azaltmak için
Tanrısal bıyıklarıyla durumlarını paraşütlendiren
Kars'tayım bu ne biçim Kars bir kenarda
Pekala yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin
üstünde
Kars kalesi yükseliyor
Gökyüzünü Ankara kalesine göre daha soyut ve daha
elverişli bir şekilde
Hırpalayan bu kale de olmasa
N'olacak bakalım hırpalayan bu kale de olmasa
Kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk
Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası
Bir de yine sevgili çocuk
Biliyorsun kişi tutkularıyla
Yalnızlığını adlandırıyor o kadar
Arkada bir su devrile devrile akıyor
Rastgele bir ağaca soruyorum
Bir şey var sanki onu soruyorum
Değil orda diyor belki biraz daha ilerde
Tanrı meleğini ağırlamaya çalışan
Ataerkil bir aile gözümü alıyor
Dedelerin yüzlerinde erozyon
Silip götürmüş bütün evetleri
Annelerinse ağızlarında hiyeroglif
Babalarınsa ağustoslar atasözleri
Amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri
Teyzelerse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini
Ablalarınsa boyunları soru işareti
Ağabeylerse utançlarından emrah
Sıralanmışlar su boylarına
Bıçakla soyuyorlar kelimeleri
Ya suya giden küçük kızlar
Onlar
Tıpkı o kuşlar gibi
Uçan daha bir süre
Sonra da vurulduktan
Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri
Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi
Şu son dönemecini de aşınca gecenin
Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
Bu ağartı ancak yürekle karşılabilir
Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil
Tutsaksan ellerini sıvışır gibi zincirlerinden
Ve balyozla vursalar mısralarına
Soylu bir demir sesi yükselir
Soylu büyük ve mavi bir demir sesi
Ellerim egece yatısına çağrılmış
Ve
Teleşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi
Yüzüm giyotine abone
VAR
Şu senin bulutsu sesin var ya
Uçtan uca tersyüz ediyor geceyi
Yataklar var konuşmak için
Öpüşmek için telefon kulübeleri
Güneşler var, yıldızlar, samanyolları,
Karpuzlar gümbür gümbür kapılarda.
Tanrılar sofrası amma karanlık
Yiyemem tek lokma yiyemem orda.
Şu senin tutkulu sesin var ya:
Ortak güzellik artı yara izi.
Tutar ellerinden kaldırırsın
Adı kötüye çıkmış tüm sözcükleri.
Yeni törenler gerek bize
Yeni törenler -kimi zaman en eski.
Dert etme, bütün dilleri içerir
Bitki konumu, küçükbaş hayvan sesi.
Şu senin dolayık sesin var ya
Dondurma yiyen gürbüz bir kız gibi müstehcen,
Balkon demirine dayalı bir arka kadar şakacı,
İlk doyumdaki gibi yeşil elma tadında.
Kimlik denetimi yaptıktan sonra
Resimli roman okuyan bir er gibi giderici.
Şu senin alçaktan sesin var ya
Pencereler var burnumun kemiğinde sızı,
Aşklar var unutulmamak için,
Boğulmak için ilk sevgili.
YAZGICI ŞİİR
Nasıl anımsamazsın Özdemiroğlu'nu,
Hani gün boyu içer içer de sonra
Uyurdu kolları bir gulamın boynunda.
- Bir gün saati doldu
Tam öyle bir uykuda.
Nasıl anımsamazsın Yavuz Sultan Selim'i,
Yabanıl bir beğeni arardı zulumlarda;
Övünürdü şirlerle, pençe-i kahrındaki.
- Ama sonunda parça parça
Şir-pençeden gittiydi.
Nasıl anımsamazsın öbür Selim'i ve Murad'ı
Hani şu ayyaş Selim ve mastor Murad;
Tuhaftır, tütünü, içkiyi de yasaklamışlardı.
- İçki hakladı Selim'i.
Esrarla tükendi Murad.
Nasıl anımamazsın Abdülmecid'i,
Gülhane hattının kırkyaprak gülü;
Bir bezmde alem yaparken öldü.
- Hoş, annesinin adı da
Bezmialem'di.
Nasıl anımsamazsın Adolf Hitler'i,
Neden hiç evlenmediğini soranlara
Karısının Almanya olduğunu söylerdi.
- Söylentiye göre alev alev
Yandı onun koynunda.
Nasıl anımsamazsın Mussolini'yi,
Garsoniyerinde mutlaka bulundururdu
Bir dua iskemlesi.
- Ama son duasında
Toprağa doğru açılmıştı elleri.
Nasıl anımsamazsın kabadayı Al Capone'u,
Al Capone, yahu, Chicago'da Belediye Başkanı oldu;
Hani her kapının önüne bir şişe süt koydururdu.
- Temizleme-aydınlatma resminden
Oldu onun da sonu.
Ben bu şiiri yazdım akşamüzeri,
Aklımda 'Define Adası'nın ilk sözleri;
Başkalarının hayatını da ilerde söylerim.
yeşil ipek gömleğinin yakası/büyük zamana düşer . her şeyin fazlası zararlıdır ya/fazla şiirden öldü Edip Cansever |
- Görüşelim!
ÜSTÜ KALSIN
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...
Üstü kalsın...
SEVGİLİM BEN ŞİMDİ
Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim
Elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara
Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden
Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz
"Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz".
Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere
O gülün yüzü gülmüyor sensiz
O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı
Hepten hüzünlü bu günlerde
Gür ve çoşkun bir günışığı dadanmış pencereye
Masada tabaklar neşesiz
Koridor ıssız
Banyoda havlular yalnız
Mutfak dersen - derbeder ve pis
Çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş
Vantilatör soluksuz
Halılar tozlu
Giysilerim gardropda ve şurda burda
Mavi gece lambası hevessiz
Kapı diyor ki açın beni kapayın beni
Perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi
Radyo desen sessiz
Tabure sandalyalardan çekiniyor
Küçük oda karanlık ve ıssız
Her şey seni bekliyor her şey gelmeni
İçeri girmeni
Senin elinin değmesini
Gözünün dokunmasını
Ve her şey tekrarlıyor
Seni nice sevdiğimi
GİTSİN EFENDİM
Gidilmemesi gereken bir içkievi
(Dişçiler, sakatlar, kalbi çürükler gitsin)
Gidilmemesi gereken bir ev Dikmen’de
Gidilmemesi gereken bir ev Y. Mahalle’de
(Dönekler, uğrular, şerbetçiler gitsin)
Yolcu bir bardak çay için benimçin
(Aşıklar, şairler, işsizler içsin)
Yaprak, mevsimin içi ve Çin-i Maçin
(Devrimciler, namus erbabı, doğrucular içsin)
Yolcu o şarkıyı bir kez daha dinle benimçin
(Çıplaklar, mert kişiler, kuzular içsin)
Bin dokuz yüz o yıllarda içtiğim sigara
(Bin yıl koynumda beslediğim yılan içsin)
Tam bir yıl can alacağım var birinden
(Bir yılımı da işte falan filan içsin)
Her şeyi öğrenir kişi ve bağışlar sonunda
(Bir anamın sütü kaldı onu da bulan içsin)
Sen son kokladığım gül: adın zambak
(Sen başladın artık, her şey geçsin gitsin)
Sen incelikler antolojisi, uyut beni
(Sesin bir cibinlik gibi soluğumu kessin)
Bir kez daha diyeyim: Özenle katlanmış bir mendil gibisin
Sil beni n’olur kırk yıllık kirim pasım gitsin.
1 Nisan 2017 Cumartesi
Thy Catafalque - Meta (2016)
Thy Catafalque geri döndü. Ve de banallaşmaya başladığı anda trendi geri döndürmeyi bildi. Avangard ve folk metal ve elektronik tınılar, Macar diyarından diye hatırlatalım. Kafam güzelken böyle sert ve progresif albümler dinlemek pek huyum değildir. Ama hatırlatmak gerekirse grubun tüm albümlerinde olduğu gibi rahatsız olduğum tek özelliği burada da devam ediyor. Prodüksiyondaki cılızlık. İsterim ki sesler özellikle vokal kulağa tok gelsin doyursun. Bir toplu taşıma aracında otobüsün, metrobüsün gürültüsü karşısında yitip gitmesin. Mezolit gibi bir brütal şarkı (en azından ilk yarısıyla) hariç. İşte tam da bu sebeple albümün en gözde şarkılarından biri oluveriyor. Albümün ortasında çöreklenmiş 20 dakikalık progresif Malmok Jarnak'ın da adını vermeden geçemeyeceğim. Çünkü bayan vokal ile birlikte pek çok janra uğrak bir şarkı olarak en azından ilginç bir yer tuttuğunu söylemek mümkün. Uzun lafın sünnetlisi, tanıma fırsatı bulduğumuz Roka Hasa Radio'dan beri takip ettiği düşüş eğilimini durduran bu albüm dinlenmeyi hakediyor. Lakin şu mix mevzusuna en acilinden bir çözüm bulmaları lazım. Ağızda egzotik lezzet bırakan gruplardan biri. Değerini bilelim lütfen.
8,0/10
8,0/10
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)