26 Ekim 2014 Pazar

Niklas Luhmann - Refah Devletlerinin Siyaset Teorisi

Niklas Luhmann kuramını yaptığı sistem teorisi ile bilinirliğe ulaşan ve çok farklı alanlarda eser üreten Alman bir sosyolog. Kendi ülkelerinin dışına karşı kısmen duyarsız olan Anglo-Sakson dünyasında da işte bu yüzden tanınırlığı kısıtlı. Kitabı okurken kendi kendime sık sık İskandinav ülkelerinde en başarılı örneği konan refah devletlerinin siyaset teorisini işlediğini hatırlatmak zorunda kaldım. Zira bahsettikleri bu coğrafyadan bakınca öyle bir şey yok! dedirtmedi değil.
Düşünür günümüzün en acil sorunlarını ele alabilecek en iyi yolun cemiyeti siyasi veya iktisadi alanda iktidar eleştirisine tabi tutmak olmadığını ki marksizmin reaksiyoner siyasetini bu kıstaslarla tanımlıyor, cemiyeti sistem/çevre tahliliyle değerlendirmek olacağını belirtiyor. Kitabın daha en başında devleti toplumun işlevsel sistemlerinden biri olarak görerek kendini eleştirel kuramlardan ayrı tutuyor.
Toplum, insanlar arasındaki muhtemel bütün iletişimi düzenleyen en kapsamlı sosyal sistemdir. Siyasal sistem, toplumun alt sistemlerinden biridir ve siyasal sistemle birlikte din, ilim, eğitim, iktisat, aile gibi diğer sosyal sistemlerde ayrımlaşmıştır. Bu alt sistemlerin her biri toplumu kendisine has bakış açısından görmekte ve sistem/çevre perspektifi ile değerlendirmektedir. Binaenaleyh iktisadi sistem ve eğitim sistemi siyasal sistemin çevresini oluşturduğu gibi aynı şekilde siyasal sistem de eğitim ve iktisadi sistemin çevresini teşkil etmektedir. 
Toplumun insanlardan değil insanlar arasındaki iletişimden oluştuğunu söyleyen yazar, toplumsal gelişmeleri de iletişimdeki randımana bağlıyor. Gelişmeye bağlı olarak hem hassasiyet hem de kayıtsızlık artmıştır. Bir meseleye alaka gösterilmesi diğer her şeye duyarsızlığa sebep olduğundan toplumsal gelişme sonucu kayıtsızlıktaki artış daha fazladır. İşlevsel sistemlere ayrılan modern zamanların cemiyetinde eskinin tersine merkezi bir organ olmadığının altını çizer Luhmann. Ne devlet ne de siyaset cemiyetin merkezini oluşturur. Bir çok alanda görülen bölgesel siyasetin yaygınlaşması, farklı hayat tarzları, yerelliğe önem gibi unsurları bu yöndeki mental değişimin sonucu olarak değerlendirir. Bu dönemin devlet tarzı olarak gördüğü refah devletinin amacını ise içtimai alanlarda ortaya çıkan imkanların ahenkli hale getirilerek birbirleriyle kombine edilmesi şeklinde sunar. Hiyerarşik bir düzende gerçekleşen emir/itaat biçimdeki eski tarz iletişim, vakti geçmiş bir modelin parçasıdır.
Sistem kendini referans alarak operasyonel hale gelebilir. Yani kendini teşkil eden öğeleri kendi üreten ve üreterek yenileyen bir özellik gösterir. Siyasal sistemde alınan kararı, aynı sistem tarafından alınan önceki kararlardan bağımsız değildir ve kendi manasını da sistem içi münasebetler vasıtasıyla kavrar. Bu sayede siyaset ile ilgili bütün halkı siyaset alanına dahil edebilmektedir. Siyaset sistemleri bugün siyaset, yürütme ve kamuoyu biçiminde üçe ayrılır. Devletin görevi yürütmede somutlaşmıştır. Yürütme karar sürecinde kamuoyunu da dikkate almak zorunda kaldığı için siyasal iktidarın asimetrik niteliği kaybolmuştur. Yürütme ve kamuoyu arasındaki bu denge neticesinde merkezileşmenin yok olduğunu ileri sürer yazar. Zaten bu farklılaşmış sistemlerde sistemin iç yüzünü görecek imtiyazlı mevkiler de bulunmaz.
Bu alt sistemler elbette birbirleriyle münasebet halinde olmakta ve birbirleri hakkında doğruluğu sınanmış bir takım tecrübi bilgileri günlük bilgiler halinde formüle etmektedirler. Böylelikle bir siyasetçi siyaset sahnesinde meydana gelişen değişmelere karşı kamuoyunun nasıl vaziyet alacağını ve nasıl tepki göstereceğini bildiğini zannetmektedir. .. Sistemler birbirlerine karşı şeffaf olmayışlarına dayanarak kendi aralarında karşılıklı etkileşim ilişkileri kurmakta ve bu karşılıklı etkileşim içinde belli bir şeffaflık kazanabilmektedirler.
Siyasetin yenilikçi ve muhafazakar şeklinde kodlandırılması da gerçekliğini yitirmiştir. Muhafazakar pozisyon muhafaza edebilmek için bir çok şeyi değiştirmek isteyebilir. Hakeza tersi durum da odoğrudur.O yüzden cemiyetin ana meselesi değişim değil istikrarsızlıktır. İstikrarsızlığın sebebi değişimin gerektiğinden fazla ya da az olmasından kaynaklanır. Çözüm değişimin temposunun ayarlanması değil yeterli derecede beklenti güvenliğinin oluşmamasında yatmaktadır.
İletişim birimi olarak en etkili araçlar hukuk ve paradır. Büyük örgütsel sistemlerin inşasında önemli roller üstlenmektedir.Lakin bu iki aracın fazlasıyla kullanımı bürokrasi üzerinden toplumsal problemleri doğurmaktadır. İnsanın refahını seneden seneye sonsuza dek yükseltmek mümkün olamayacağından meselenin büyümenin arttırılmasında değil dengelenmesinde olduğu vurgusuyla çalışmayı neticelendirebiliriz.


Eğer her şey telafi edilmek zorundaysa, o zaman telafinin kendisi de telafi edilmek zorundadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder