Yine de hakikat bu, ama uzun bir sürecin başındayız daha
Baudrillard yanlış anlaşılan, vaktinden önce bir şeyleri algılayabilen bu yüzden de yanlış anlaşılan belki de hak ettiğinden az değer gören bir düşünce insanı. Simulakrlar ve Simulasyon kitabı kadar popüler bu eserini okurken felsefecilerin etkisinin ne kadar doğru saptamalarda bulunduğu değil ne kadar esin kaynağı olduklarında yattığına dair fikrim biraz sarsıntı geçirmiyor değil. İlk basım tarihi 1970'i göz önünde bulundurursanız günümüze hitap eden sosyal tespitlerin kesinliği şaşırtıcı. "Kültür artık kalıcı olarak üretilmez" modern sanat ürünleri ve Banksy aklımızda beliriyor, "Tüketici olarak insan yeniden yalnız hale gelir, kendi köşesine çekilir , olsa olsa sürü halinde yaşar" derken sanal topluluklarda sosyalleşen genç kuşağı, rock grunge metal gibi bir alt kültürden hazza ve gösterişe dayalı normlara dayanan (tabi hepsi değil ama ana çizgi bu) rapin yükselişini anımsıyoruz, "birey hesap birimi olur, birey olarak muhasebe edilebilir olur " derken artık dizilere konu olan modern insanların sayısal bir değerle (farklı kaynaklardan beslenerek tekleştirilen ve ağırlığın yine maddiyat ve daha da ötesi maddiyat yoksa bile varmış gibi gösteriş yapabilme yeteneğinin aldığı) ifade edilebiliyor olması...Yine de Baudrillard'ın penceresinden bugüne bakıp görüşlerinin güncellendiği bir kaynağı okuma ihtiyacı vaki. Şahsen satın aldığını gösterme, havasını atma ve bunu statü göstergesi olarak gösterme anlamında bir gösteriş toplumuna evrildiğimiz bu günlerde görülüyor ki Baudrillard'ın tüketim toplumu kavramı bu yöne doğru kapsayıcılığı geniş bir alanı katediyor.
Önsöz'de çerçeve indirgenerek şu şekilde çizilmiş.
Baudrillard büyük teknokratik şirketlerin nasıl bastırılamaz arzulara yol açtığını ve bunun da eski sınıf farklılıklarının yerini alan yeni bir toplumsal hiyerarşi yarattığını gösteriyor... Ortaçağ toplumunun TANRI ve ŞEYTAN üzerinde dengelenmesine benzer şekilde bizim toplumumuzda tüketim İLE tüketimin eleştirilmesi üzerinde dengeleniyor.
Toplumsal zenginliği artıran ilkel değiş tokuş yerine bizim farklılaştırıcı toplumlarımızda sahip olunan her şey diğerine göre göreceleştiği için tam tersine bireysel yoksunluğun artış gösterdiği farklı bir dönemdeyiz artık.
Gündeliğin dinginliği, yüceltilmek için sürekli tüketilen şiddete ihtiyaç duyar. Dünyanın veya ülkenin bir yerindeki şiddeti veya doğal olaylarda ölenleri TV'de izledikçe yaşamımız anlam kazanır. Bolluk , zenginlik aynı zamanda israf sayesinde var olur. Toplum gibi birey de sadece var olmadığını, ama yaşadığını, aşırı gereğinden fazla (irrasyonel) bir tüketimde hisseder. Çözümlemesinde kullandığı yöntem bu zıtlığa dayanıyor. Baudrillard'ın bu kitabında da gösterge, nesnenin kullanım değeri, simgesel değer (büyük şehirlerde çok az kullanabilsek de bir yada 2. araç, durmadan model yükseltilen araç veya pek gidemesek de bir yazlık), refah devrimi, değişim değeri, bolluk, büyüme, farklılaştırma, eril ve dişil model, EKOK,EKOÇ, gadget gibi analizin alt yapısını besleyen çözümleyici kavramlarda boğulmaktansa büyük resme bakmalı.
Nesneler sadece yok etmede gereğinden fazla olarak vardırlar ve yok oluşlarında zenginliğe tanıklık ederler.
Tüketim de okul gibi bir sınıf kurumudur: Sadece ekonomik anlamda nesneler önünde eşitsizlik yoktur -kısaca, tıpkı herkesin benzer eğitim fırsatına sahip olmaması gibi, herkes aynı nesnelere sahip değildir; ama daha derin bir şekilde yalnızca bazılarının çevre öğelerinin özerk, rasyonel bir mantığına ulaşabilmesi anlamında radikal bir ayrımcılık vardır: Bu kişilerin nesnelerle ilgisi yoktur ve doğrusunu söylemek gerekirse bunlar tüketmezler. Diğerleri ise sihirli bir ekonomiye, nesnelerin nesne olarak ve diğer her şeyin de (düşünce, boş zaman etkinlikleri, bilgi, kültür) nesne olarak değer taşımasına mahkum edilir: Bu fetişist mantık tam anlamıyla tüketimin ideolojisidir.’
Başarılmış işler ya da yapıtlar yoluyla kurtuluş olan nesneler yoluyla kurtuluşu dayatan bir sınıf mantığıdır: Bu ise aristokratik bir ilke olan Tanrı lütfu ve seçilme yoluyla kurtuluşun karşısındaki “ demokratik ” ilkedir. Oysa evrensel uzlaşıma göre Tanrı lütfu yoluyla kurtuluş , her zaman diğer kurtuluştan daha değerlidir. Alt ve orta sınıflarda rastlanan biraz da budur. Bu sınıflarda “nesne yoluyla kanıtlama” , tüketim yoluyla kurtuluş , içinde bulunduğu sonsuz ahlâki kanıtlama sürecinde bir kişisel Tanrı lütfu ,Tanrı vergisi ve kader statüsü edinmek için ümitsizce tıkanıp kalır. Oysa bu statü , kendi mükemmelliklerini başka yerde, kültür ve iktidar yoluyla kanıtlayan üst sınıfların ayrıcalığıdır.
Tüketici kendi ayırt edici davranışlarını özgürlük olarak, talep olarak, tercih olarak yaşar, farklılaşma ve bir koda boyun eğme zorlaması olarak yaşamaz...ayırt edici gösterge sonsuza dek başka göstergelere gönderme yapar ve tüketiciyi de kesin bir tatminsizliğe sürükler. Tüketim sisteminin dengeye dengeye oturmasının imkansızlığının kesinliği karşısında tüketimin zıvanadan çıkması , sınırsızca aşırıya kaçması karşısında refah ilkesine göre düşünen ekonomistlerin ve diğer idealist düşünürlerin şaşkınlığı her zaman çok öğreticidir.