Ne yazık ki bu üçüncü albümleri grubun son kaydı olmuş. Bu albümle geçmişlerine kıyasla bir kopuş yaşadıkları bariz ve insan (ben oluyorum) kendini dağılmasalardı nereye gideceklerini merak eder buluyor. Blut Aus Nord'un hafif sludge ve ufak ufak elektronik dokunuşlarla süslenmiş hali gibi. Avantgarde, endüstriyel, agresif ve azcık da ruhani... Diğer yandan BAU da o kadar kayıt çıkartıyor ki takip etmekte zorlanıyorum, belki de onların da böyle bir kaydı vardır. Neyse, biraz huzursuz edici bir introdan sonra God Alone bomba gibi patlıyor kulaklarda, bateri ve gitar duraksız saldırıyor, süper. Koro uyumsuzlukta uyumu yakalayan bir etkide bulunuyor. Kaydı dinledikçe prodüksiyon olarak o huzursuz etkiyi arttırıcı efektleri de aşırıya kaçmadan örneğin bir cızırtı sesiyle, kullandıklarına tanık oluyorsunuz. Albümün yine güçlü şarkılarından A Remedy and A Fever daha girizgahı ile kendini belli ediyor ve sonrası da bitene kadar keyifli bir şekilde birbirini takip ediyor parçalar. Açıkça söylemek gerekirse post-black metal (daha geniş bir tanımlamayı kullanırsak) yapmaya çalışan pek çok isim olmakla beraber orijinalliği yakalamak oldukça güç bir iş. Üzerine hem çeşitliliği yakalayabilecek, bununla birlikte tutarlı duruşu bozmayacak ve ilgiyi alakayı yukarıda tutacak bir albümü kaydetmek ise başlıbaşına ayrı. Grup bu son albümüyle bunu başarmış görünüyor ve dolayısıyla sadece grubun en iyi kaydı olmakla kalmıyor, türün de ilk akla gelecek örneklerinden biri olarak tarihte yerini alıyor.
8,25/10
30 Aralık 2017 Cumartesi
28 Aralık 2017 Perşembe
Bad Religion - Suffer (1988)
Bir arkadaşın deyimiyle oh yeah! 90'ların punk kalkışmasına çok daha önce öncülük, mantıken aksi nasıl olsun, eden bir grup ve güzel çalışması. 26 dakikaya 17 parça sığdırmışlar ve ne kısa geliyor ne de uzun. Cukkadanak oturmuş. İşin garibi punk senelerce soundunu aynı tutabiliyor ve eskimiyor da yafu.
8,0+/10
8,0+/10
26 Aralık 2017 Salı
La Roux - Trouble in Paradise (2014)
Ara ara pop da dinlemeye çalışıyorum ve öyle görünüyor ki kalburüstü albümleri seçiyorum. Seksenlerin havasını modernize bir şekilde günümüze taşıyan bu kayıtta Annie Lennox gibi özelvokalleri hatırlamadım değil. Özellikle başlangıcı oldukça şık hareketlerle karşılıyor dinleyeni. Synth pop sularında çok da kafa ütülemeyen yalın bir kayıt dinlemek için uygun bir seçim.
7,0+/10
7,0+/10
25 Aralık 2017 Pazartesi
Temple of Void - Lords of Death (2017)
Bilgisayarımın çalışmadığı uzun süre boyunca pek bir akıllı televizyondan internete bağlanıp youtube'a saldıraraktan müzik ihtiyacımı gidermeye çalışmıştım. İşte oradan tanışıklığımız var bu albümle. Bilen bilir death metal örneklerine karşı bir çekincem olsa da sert müziğe olan susuzluğumu gidermek amacıyla dinlememezlik de edemiyorum. Bu albümü duyunca işte bu! deyiverdim. Ezen rifler, gorul gorul vokal, hafiften akustiğe yada tertemiz vokale dokunmaktan korkmayan, ağır tempolu ve dolu dolu bir kayıt bu. Dinlerken ilgiyi ayakta tutmayı başarıyor kısacası. Özellikle Asphyx grubuna benzetiliyormuş, death/doom metal kabilinden, bilmem. İlk albümüne az daha iyi derler, bilmem. O yüzden fazla heyecanlanıp tanışmamızın şerefine deyüp, yıldızları saçmayacağım. Yani, çok bu türden eserler dinlemeyip bilmemekten dolayı belki de bana gayet farklı geldi.
7,75/10
7,75/10
24 Aralık 2017 Pazar
King Creosote - From Scotland With Love (2014)
Sırf albüm kapağının güzelliğinden etkilenip yüklediğim bu albüm hafiften Beirut'u da andıran modern bir indie folk çalışması. Şarkıcının söyleme tarzı hemen hemen aynı olsa da tempo ve tarz olarak şarkılar arasında farklılıklar öne çıkıyor. Misal, benim de favori parçam olan Largs gayet hareketli ve pozitif bir şarkı. Klasik rock ritimlerine başvurulan şarkılar da var ve adanın havasını gayet net yansıtıyorlar. Değerlendirmemde ise albümü dinledikten sonra ruh halimde ne gibi etki bıraktığını baz alıyorum ve maalesef çok da akılda ve kalpte kalıcı bir yansıması olmadığını görüyorum.
6,75-/10
6,75-/10
22 Aralık 2017 Cuma
Colin Stetson & Sarah Neufeld - Never Were the Way She Was (2015)
Arcade Fire üyesi Sarah ablamız (dediysek de saygımızdan) kemanıyla ve Colin Stetson ağbimiz (dediysek de saygımızdan) geri kalan çalgılarla ki değişik değişik saksafonlar başta olmak üzere ve ortak bir üretim süreciyle bu kayıtta buluşuyorlar. Deneysel ve modern bir klasik müzik eseri diyebiliriz. Herkesin her zaman her yerde dinleyebileceği bir albüm değil bu. Kesik kesik ritimler tonlamalarla birlikte birini boğazlıyorcasına bir etkide bulunuyor. İlk dinlemelerinizde itici olduğu kesin. Fakat efektlere, stüdyo oyunlarına dayanmaksızın yarattığı , tam da kışa denk düşen atmosferi var ki çirkinliğin de bir estetiği olduğuna dair tezi güçlendiriyor. Yağni tüylerinizi ürpertecek etkileyici güçlü bir çalışma. Ezgiler harmonik bir yayılım gösteriyor. Bu tekrarcılık açıkçası sound olarak zorlayan bu çalışmaya daha kolay alışmayı sağlıyor. Neticede 2011 çıkışlı albümünü de dinleme imkanı bulduğum Colin ağbinin çalışmaları böylece radar takibime girmiş bulunuyor.
7.25/10
7.25/10
21 Aralık 2017 Perşembe
Ann Leckie - Kudret
Oldukça beğendiğim Adalet'in bu devam kitabını okuyup bitirmem 1 tam gün sürdü. Aklımda ise pek bir şey kalmadı. İlk kitabın aseksüel dili ve atmosferi kendini alıştırdığından bu kitaptaki derinliğe de kapılmak bir o kadar zorlaştı. Bu kadar kolay unutuverdiğime göre kurguyu, bilimkurgunun o sevdiğim tematik ve ciddi arkafonundan geriye space opera denen şey kalsa gerek. Ki aslında bu da yanlış bir düşünce. Gemi kaptanı olan Breq eski bağıl kimliğini mürettebattan gizlerken koruma amaçlı gönderildiği üs ve gezegende de yönetim entrikalarına dahil olur. Bir kere kuulluk seviyesi zilyona varıp arşa varmış. Bir yandan emrindeki esrarengiz teğmenle çatışmalı ilişkisi diğer yandan gezegen ahalisi arasındaki kast ilişkileri romanı büyük olaylardan çok kişiler ve ilişkiler düzeyine çekiyor. Okurken hissettiğiniz gibi aslında yazar, ailevi esinlenmeleri, ergen çocuk yetiştirme gibi netametli konuları kurgusuna ilginç bir şekilde yansıtmış. İlk kitaptan Sev ve tabi ki Annander'in gölgesi elbette sayfalara yansımış. Sonundaki bir suikast girişimi neticesinde ağlaşıp kolkola girdikleri an Yeşilçam filmi tadında. Hafiften Ursula ablayı da hissetmedim değil. Acayip zevkle kendini okutan kitabın devamına da bir göz atmak elzem.
20 Aralık 2017 Çarşamba
RETRO: Einherjer - Aurora Borealis (1996 EP/1994)
Enteresan viking metal grubu Einherjer (telaffuzunun nasıl olduğunu her zaman merak etmişimdir) çıkışıyla da enteresan bir olaya imza atmıştır. 94 yılında demo ve iki sene sonra kısa albüm olarak basılan bu 4 şarkılık kayıt, çıkış albümlerinden daha sağlam olarak kabul görür. Hakikaten de grubun adını taşıyan parça özellikle, akustik yapısıyla fısıltılı vokaliyle epik bir etki uyandırmayı başarır.
7,75/10
7,75/10
19 Aralık 2017 Salı
RETRO: Kamelot - Epica (2003)
Grubun üç büyük albümü var, bir önceki, bu ve bir sonraki. Burada bilindik senfonik ve progresif öğelerle süslü power metal tarzını dramatik bir konsept üzerinde yeniden şekillendirmişler. Introlar, outrolar, efekt içeren pasajlar ile birlikte hikayenin kurgusuna uyumlu şekilde değişen ve genelde de grubun kronolojisine göre gittikçe azalan tempo kaydın belirgin tarafları. Açıkçası estetik anlamda göz doldursa da bu tarz konsept albümler artık beni o kadar da etkileyemiyor. Üstelik kaydın her bir tarafına işlemiş romantizm ile birlikte ikonografisini de düşündüğümüzde az miktarlarda ama azcık çocuksu bile buluyorum.
7,50++/10
7,50++/10
18 Aralık 2017 Pazartesi
Kargo - Ateş ve Su (2004)
Zamanında kulağımı vermeden dinlemiş olsam gerek ki şimdi dinlediğimde oldukça şaşırdım. Hala şarkılar eskimemiş, bir yandan doksanların alternatif rock soundunu Türkçe ile sentezlerken ucuzluğa düşmeyen ve onca zaman boyunca ayakta kalabilen bu albüm takdiri hak ediyor. Evet, başıyla sonu arasında pasif agresif tavır sergileyen cümlemi inadına düzeltmeyeceğim. Vakit darlığı sebebiyle kelimelerden de tasarruf etmek gerekirseGerçekten çok şık şarkılar içeriyor albüm ve dinledikçe kendini tüketmiyor. Tatlı tatlı eşlik etme imkanı da sunuyor. Belki de bu aralar yerli rock gruplar arasında bu tarz sesleri duyma imkanı bulamamak bir sebeptir. Sen Uyurken tam benlik bir parça. Koray'ın da saçları uzunmuş o dönem, hmm.
7,50+/10
7,50+/10
17 Aralık 2017 Pazar
Robert Silverberg - Cam Kule
Kim kimi etkiledi bilemiyorum ama Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi'de olduğu gibi bu romana damgasını vuran şey; bir tankta genetiği ile oynayarak yaratılan ve köle olarak yetiştirilen, ismin çağrıştırdığının tersine biyolojik bir varlık olan androidler oluyor. Belli dönem bilim kurgusunu neden sevdiğimi ve hatta hatta klasik diye empoze edilen pek çok romandan daha değerli bulduğumu anlatmıştım. Sadece kurgu değil tema olarak da evrensel sorunları konu etmeleri iyi bir okuma sunuyor. Robert Silverberg de belki de değeri az bilinen bir yazar olarak, evet kabul etmek gerekirse işlene işlene eskimiş de olsa insan nedir sorusunu derinleştirmekte bu eserinde. Hünerini kurgu ve tema arasında sıkıcılığa düşmeden konuşturuyor burada. Zeka seviyelerine göre üç cins yaratılan androidler kendi sosyal dokularını geliştiriyor ve yaratıcıları olan işadamı etrafında gizli bir din kuruyorlar. Bu işadamı ise insan hırsının temsili olarak uzaylılarla muhtemel ilk kontağı kurabilmek için devasa uzunlukta bir cam kuleyi inşa ettirmeye obsesif bir şekilde takılmış durumda. İnsanların arasında yabancılaşmış, kasten belirlenmiş ayrıksı renkleriyle neredeyse uzaylı kalan androidlerin hassasiyetini nasıl karşılayacak? Androidler siyaset aracılığıyla mı yoksa dinsel normda bir kurtarıcının dokunuşuyla mı insanlarla aynı haklara sahip olabilir? Bence okuyun.
8,5
8,5
Altar of Plagues - Mammal (2011)
İlk albümünde kişisel olarak beni gıcık eden uyumsuzluğu burada tekrar etmemeleri bir artı. Post rock etkili atmosferik black metal yapmaları neticesinde depresif bir karakter sergilemeleri çok olağanüstü değil. Ama şarkıların bazen odağını kaybettiğini, nereye gittiklerinin anlaşılmadığını söylemek mümkün. Uzun parçalar kendi içinde sertleşip yumuşuyor, tempo değişiyor. Bu da dinleyiciden de emek isteyen bir sürece dönüşüyor. Bununla birlikte etnik tatlar sunan, Avustralyalı grubun Balkan benzeri bir ezgiyle buluşmaları ilginç, üçüncü şarkı oldukça etkileyici.
8,0-/10
8,0-/10
15 Aralık 2017 Cuma
Tame Impala - Lonerism (2012)
Grubun en çok sevilen bu ikinci albüm belki de benim en az hoşlandığım oldu. Bonus sidili versiyonu dinlemekteyim. Saykedelik yanı albümü tam bir yaz plajz kaydı yapıyor. Ama olağanüstü etkilenip kendimden geçecek değilim. Hatta şu an diyorum ki overrate tabiri üzerlerine cuk oturuyor mu ne. Kesinlikle kötü olduklarını hatta vasat bile olduklarını söyleyemem. Ve lakin nasıl hayat değiştirecek bir etkide bulunur insanlara, anlayamıyorum. Neyse zevkler renkler meselesi. Elephant gibi kral şarkılar yok değil kayıtta. Kimi zaman zorlama tınlayan rock esintilerini son albümlerinde terk etmeleri iyi olmuş. İşin ironik tarafı ise bu albümde Elephant gibi rock motiflerine daha fazla yaslandıkları şarkıların daha bi dinleniyor olabilmesi. Ve bu şarkı bonus sidide bolcana yer bulmuş kendine değişik değişik versiyonu ile.
7,25++/10
7,25++/10
14 Aralık 2017 Perşembe
Placebo - Black Market Music (2000)
Brian Molko'nun sesini duyunca bi ufak açasım geliyor. Bu üçüncü kayıtları doksanların ritmini taşıyan şarkılarla daha tırnak içinde olgunlaştıkları dönem arasında geçiş özelliği göstermekte. Yani albümün yarısı, başlangıcı diye parmakla gösterelim, pek ala pek güzel. Geri kalanını da daha durgun ve fena değil parçalar oluşturmakta. Sonlara doğru biraz sünüyor ve parçaların basit yapısı göze kulağa batmaya başlıyor. Yine de favori gruplarımdan birisi olan Placebo'dan şık bir kayıt diye özetleyip geçelim.
7,50+/10
7,50+/10
13 Aralık 2017 Çarşamba
Sainkho Namtchylak - Cyberia (2011)
Tuva'lı sanatçı emsallerinden biraz farklı bir albüm kaybetmiş. Çift sididen oluşan albümde şarkıcının ki kadın olduğu ayrıca belirtilmeli, sesi dinleyiciye yalın ve doğal haliyle ulaşıyor. Hiç bir enstrüman yok diğer bir deyişle. Ayrıca boğazının gıcıklanmasından, boğazını temizlemesinden canlı bir kayıt olduğu anlaşılıyor. Beklediğimiz gibi gırtlaktan söyleme tekniklerini birbirini ardına kullansa da bazılarının daha sıklıkla sergilendiğini söylemek mümkün. Dolayısıyla biraz değil bayağı bayağı belgesel kayıt gibi kulakta tınlıyor. İngilizce seslendiği şarkıların çok da bu tarz bir müziğe uymadığını ve bazı pes seslerin de rahatsızlık uyandırdığını ekleyebilirim. Türe özgü doğanın ferah ferah açıklığını yansıtabilme gücünden ziyade atmosfer kendi içine kapanık hatta klostrofobik bir etkide bulunuyor. Sanatçının biraz dünyaya açıldığını ve vokal cazımsı bir saiki hissettirdiğini de belirtmeliyim. Tarif etmek zor, kesinlikle caz ya da art pop demiyorum ama modern dünyanın gölgesini taşıdığı da aşikar.
7,50/10
7,50/10
12 Aralık 2017 Salı
Cem Kalender - Kayıp Gergedanlar
Tekrar bilmemkaç gün sonra merhaba. Bu romanı uzun süre önce okumama rağmen hala hissettirdikleri ile aklımda kaldığını söyleyebilirim. Geçen süre dolayısıyla detaylı çözümlemelere girmeyeceğim. Birbiriyle bağlantılı üç ana hikayenin yürüdüğü roman çok katmanlı olmakla tanımlanmakla birlikte ben biraz daha yataylığın hakim olduğunu düşünüyorum. Küçük bir kasabaya giden bir aile: Suna hanım, veteriner eşi ve evlerinden dahi çıkarılmayarak dünyaya/diğerlerine karşı korunan ve anneye bağımlı yetiştirilen çocuklar. Anne Maraş katliamında ailesinin hemen hemen hepsini kaybetmenin etkilerini taşımaktadır. Kitapta gereksiz yere şehrin eski ismiyle anılan Maraş katliamının yavaş yavaş tüm vahşetiyle gelmesi ve mezhepsel ayrımların dost komşu demeden vahşete evrilmesi tüm çarpıklığıyla gözler önüne seriliyor. Bu da romanda kendi suyunu takip eden diğer bir hikaye. Annenin çocuklarıyla ilişkisinin evrildiği yıkıcı nokta da annelerini kaybettikten sonra birlikte intihar eden gayet yetişkin (sanırım) üç kardeşin gerçek yaşamını hatırlatıyor. Bu hikayeye kasabanın yalnızlıktan bunalmış genç belediye başkanı da eklemleniyor. Üçüncü hikaye ise veterinerin bir türlü bulamadığı gergedanları ve gergedan çobanı arayışında metruk bir kulübede yaşayan anne ve çocukları ile iletişime geçememesi üzerine gerçeküstü bir gölgede şekilleniyor. Bu doğrultuda yazarın psikanalize yönelimli modern felsefe parçacıklarını metne yedirdiğini söylemek mümkün. Özellikle annenin anlattığı masalların dili yazarın güçlü yönü olmakla birlikte romanın akışında ve genel dilinde anlatamadığım bir renksizlik bulunuyor. Bu da elbette romanın sarsıcı etkisini perçinlemekte.
8
8
18 Kasım 2017 Cumartesi
Steve Khan - Subtext (2014)
Tanımlamak için smooth caz'ın yeterli gelmediği bir albüm bu. Özellikle gitarın ince ince çalındığı teknik becerinin sergilendiği, ki tahmin edersiniz ki bu noktadan sonra Steve ağbimiz gitarist oluyor, pek çok atmosferik farklı dokunuşla çeşitliliğin sağlandığı kayıt, yine de smooth caza yapışan ve türü dinlemeyeni rahatsız eden o klişe sounddan kurtulamıyor. Gitar tonu bile ..., neyse. Diğer bir deyişle türü seven için sanırım incelikler ve farklılıklar barındırmasıyla ilaç gibi gelecekse de o seksenler havasında takılıp kalmış sounduyla ve tabi ki latin etkisiyle tür dışına hitap etmede bir yere kadar başarılı olabiliyor.
6,50+/10
6,50+/10
16 Kasım 2017 Perşembe
Paradise Lost - Medusa (2017)
Köklü gruplarda bi süredir eskilere dönme eğilimi gösterdi. Olumlu yaklaşıyoruz. Paradise Lost da son albümüyle bu yolu seçmiş durumda, o kadar geriye gitmişler ki çoğu zaman Draconian Times öncesi desek doğrudur. Bir öncesi bir sonrası ile o dönemler işte. Bildiğin ağır tempo, börül börül vokaller death doom nağmeleri. Clean vokal hiç yok değil. Şöyle ki zeitgeist diye bir şey var, anlatamayacağım şimdi, zamanın ruhu kısacası. Bir de giden gençliğim var. Doom dinledikçe içlenen kırılgan bir ruhum yok artık, bayağı hödük diyebilirsin şu anki halime. Evet, bu soundu özlemişiz ahalice. Ancak şarkılar birbirine benzemekte. Uzun lafın kısası ne kadar dinledimse bir türlü sarmadı bu albüm. Üzülerekten...
6.75-/10
6.75-/10
15 Kasım 2017 Çarşamba
Topor - Toptopor
Çevirmen Ferit Edgü'nün, şair kadar enteresan bir kafayla tercüme ettiği şiirlerine eşlik eden bir o
kadar enteresan önsöze sahip bu kitap, arasanız da sayfalarda ilk ismini dahi bulamayacağınız Roland Topor'un bir eseri aslında. Sayfaları aynı zamanda şairin elinden çıkma çizimler süslemekte. Özellikle ilk sayfanın arkasındaki gayet ikonik. Esprili, hayat dolu, sokağa yakın ve biraz da gerçeküstücü bir dili var. Sözcüklerle oynamayı seven modern ötesi bir seçim sergileniyor. Dolayısıyla Türkçe'ye çevirisi de yoğun bir yaratıcılık gerektirmekte. Misal:
sade suya aşk/ikili meşk/dodo solo/bize de mi lolo
ya da
bıktım usandım yaşamaktan/esin perimle al takke ver külah/
bağışla beni, istersen bağışlama/doğrusunu istersen, istersen isteme/
canımı sıkıyor* şiir/plastik sanatlardan tiksiniyorum
dehaların yapıtlarıyla/dolu dükkanlar/kimileri yaşlandıklarında/
büyük yap-yapıtlar patlatıyorlar/ama benim tutkum onlarınkinden daha büyük/
bu nedenle seçtim ticareti, ne bakıyorsun a hödük!
*çeviren not:isteyen ı'ların üstüne noktaları koyabilir.
Kitabın son sayfasında şairin eseri, büyük Türk Yüksel Arslan'a adandığını okuyoruz. Bu ismi de siz araştırın artık.
kadar enteresan önsöze sahip bu kitap, arasanız da sayfalarda ilk ismini dahi bulamayacağınız Roland Topor'un bir eseri aslında. Sayfaları aynı zamanda şairin elinden çıkma çizimler süslemekte. Özellikle ilk sayfanın arkasındaki gayet ikonik. Esprili, hayat dolu, sokağa yakın ve biraz da gerçeküstücü bir dili var. Sözcüklerle oynamayı seven modern ötesi bir seçim sergileniyor. Dolayısıyla Türkçe'ye çevirisi de yoğun bir yaratıcılık gerektirmekte. Misal:
sade suya aşk/ikili meşk/dodo solo/bize de mi lolo
ya da
bıktım usandım yaşamaktan/esin perimle al takke ver külah/
bağışla beni, istersen bağışlama/doğrusunu istersen, istersen isteme/
canımı sıkıyor* şiir/plastik sanatlardan tiksiniyorum
dehaların yapıtlarıyla/dolu dükkanlar/kimileri yaşlandıklarında/
büyük yap-yapıtlar patlatıyorlar/ama benim tutkum onlarınkinden daha büyük/
bu nedenle seçtim ticareti, ne bakıyorsun a hödük!
*çeviren not:isteyen ı'ların üstüne noktaları koyabilir.
Kitabın son sayfasında şairin eseri, büyük Türk Yüksel Arslan'a adandığını okuyoruz. Bu ismi de siz araştırın artık.
RETRO: Kamelot - Karma (2001)
Her ne kadar romantizmin esaretinde senfonik etkili power metal'e imtina etsem de grubun imzası olan sounduna büyük katkıda bulunan bu albümün hala bayağı bir gideri var. Dinlerken ben de terennüm ediyor, gitar sololarını taklit edebiliyorum. Slow parçalar yarı yarıya iyi, bazı sıkıntıları içinde taşımakta. Ama dediğim gibi ben grubu özellikle tempoyu artırdığında seviyorum. Ve burada da iyi örnekler var. Üstelik albüm acayip havalı sona eriyor.
8,0+/10
8,0+/10
14 Kasım 2017 Salı
Aylin Aslım - Gel Git (2005)
Aylin Aslım rock musikisiyle coşmadan önce Türkçe elektronik dans türünde bu albümüyle arzı endam etmişti. Sonuçta global bir sesi ülkemize taşıyarak bendenizde büyük bir etki yaratmıştı kayıt. Üstelik romantizmin doruklarında dans etmesini de biliyordu. Aklıma gelmişken bir hanımleydi de R&B tarzında dilimize bir eser kazandırmıştı, adı hiç aklımda değil. Kaliteli şeyler piyasada kalmıyor, kötü para gibi. 12 sene geriye dönüp baktığımda evet, bazı şeylerin, kayıttan söz ediyorum, eskidiğini söyleyebilirim. O günlerde dahi elektronikanın zaten tekrarlanmış soundunu terennüm ediyordu. Yine de hala etkileyici parçalar içerdiği de su götürmez bir gerçek. Şimdiki piyasaya hakim olan elektronik tabanlı Türkçe pop örnekleriyle kıyaslarsak hele. hele. hele.
7,25/10
7,25/10
13 Kasım 2017 Pazartesi
Stranger Things (Sezon 1&2) / The Man In The High Castle (2. Sezon)
Son dönemde çok ses getiren Netflix dizisi Stranger Things, atmosferi ile göndermede bulunduğu ET gibi seksenler bilim kurgu ve fantastik gerilim filmleri ile birlikte ilk aş romantizmi, iyimserliği (2. sezondaki o talihsiz ölüm hariç), lisede cereyan eden ilişkileri, arkadaşlığı, Allah'ın unuttuğu küçük kasaba motifi kısacası klişe namına elinde ne varsa izleyicinin suratına savururken ve buna rağmen ne yapıyorlarsa ya da sihir mi keramet mi neyse artık, kendisini soluk soluğa izletmesini biliyor. Evet, tam anlamıyla yüzde yüz tatmin olmamakla birlikte pek bir keyifle, aman sormayın, çayım kahveyle mutlu mesut izledim. Yalnız uyarıyorum yeni bölümleri şehirdeki o esmer kıza doğru kayacaksa o şirin kasabayı ve insanlarını geride bırakacaksak , her şey aynı kalabilir mi izleyici nezdinde, şüpheliyim. Bir de dizi ilginçtir o kadar ince komik unsurlar barındırıyor ki, şu bıyıkları yeni terlemiş kıvırcık kafalı psikopat ağbi misal, yine de komedi olmuyor ya, anlamadım.
Diziler genellikle sündürüldükçe tadını kaybeder ve bir bakmışız ki ansızın ortadan kayboluvermişler. The Man in the High Castle ise ikinci sezonu ile daha bir pişiyor, konu, çekimler, senaryo ve oyunculuklar arşa varıyor. Nazi bakanın oğlu Joe Blake hariç. Kendi mesleğim diye söylüyorum, git bankacı ol, ne olursan ol, ama senden oyuncu olmaz arkadaş. Bu Japon ağbiler, Amerikan Nazi generali Joe Smith, Allah'ım nasıl bir oyunculuktur, tüylerim ürperiyor.
Diziler genellikle sündürüldükçe tadını kaybeder ve bir bakmışız ki ansızın ortadan kayboluvermişler. The Man in the High Castle ise ikinci sezonu ile daha bir pişiyor, konu, çekimler, senaryo ve oyunculuklar arşa varıyor. Nazi bakanın oğlu Joe Blake hariç. Kendi mesleğim diye söylüyorum, git bankacı ol, ne olursan ol, ama senden oyuncu olmaz arkadaş. Bu Japon ağbiler, Amerikan Nazi generali Joe Smith, Allah'ım nasıl bir oyunculuktur, tüylerim ürperiyor.
Red Fang - Only Ghosts (2016)
Bilgisayarım hala sorunlar çıkarıyor. Seneye yenisini almak şart oldu. Özet geçeyim. Önceki kaydı daha fazla sevmiştim. Stoner metal camiasında küçük ama etkili bir yer kazanan grubun bu çalışması daha enerjik, daha delişmen olmakla birlikte nedense benim zihnimde bir şeyler tık etmedi, yerine oturunca tık eder ya, öyle, olmadı işte. Tabir-i şey ise biraz zorlama sert bulduğum anlar oldu, özellikle vokalde. Sevdiğim parçalar: No Air, Mastodon'u hatırladım çünki, Not For You, eğlenceli çünki, Dumb Guy, oryantal riff var çünki
7,0+/10
7,0+/10
12 Kasım 2017 Pazar
Philip K. Dick - Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi?
Yeni Blade Runner'ın beyaz perdede yayınlanmasından kısa bir süre önce eski Blade Runner'a ilham olmuş bu romanı okuma fırsatı bulmuştum. Film ayrı efsane, bu eser başka efsane. İnsan nedir sorusunu sorgulamak dışında filmden farklı olarak biraz daha aksiyon yanı kuvvetli roman aynı zamanda zehirlenmiş bitmiş bir dünya vasıtasıyla çevre sorununa da eğiliyor. Hayvan sahibi olmanın getirdiği sosyal statü olgusu ve zeka geriliği yaşayan karakteri gibi enteresan detayları ile roman sanki daha farklı bir kulvarda yürüyor. Artık kanaat getiriyorum ki Philip K. Dick usta bir yazar ve ustalığı bilim kurgu türünün ötesinde. 6.45 genelde tercümeleri sebebiyle yoğun oranda eleştirilen bir yayınevi. Eserin İngilizce aslını okumadığımdan kendime güvenerek iddialı bir şeyler söylemeyeceğim. Diyeceğim tek şey bir iki yer dışında tercümenin gayet anlaşılır olduğu. Ama genel olarak diğer eserler gibi bir yavanlık, tekdüzelik yok değil.
9
9
Zomby - Ultra (2016)
Sevdim ben bunu. Tekrarcı ve basit olsa da ne diyeyim kalbime hitap etti, hah ve de hah. Başlarda böyleydi. Sonra deneysel ritimler ve sesler artmaya başladıkça işler değişti. Arayış her zaman iyi güzel de bunu da daha ilgi çekici bir şeylerle süslemek lazım. Ama albüm başıyla sonuyla atmosferik meyilli olma konusunda ortaklaşsa da bu da çok farklı bir şey değil.
6,75/10
6,75/10
11 Kasım 2017 Cumartesi
Kairon; IRSE! - Ruination (2017)
Bu grubun bir önceki albümü rate your music camiasında hayli ses getirmiş hatta bu mevzuya wikipedia'da bile değinilmişti. Bu seneki son albümleri ise aynı heyecanı uyandırmadı. Tür olarak bahsedilen değişimden olsa gerek. Yani post-rock'tan o tınıları tamamıyla terketmeksizin progresif rock'a bir evrim sözkonusu. Ben ise sevdim, çünkü önceki kayıtları hakkında hiç bir fikrim yok. Gitar tonu ve işçiciliği ile saksafon acayip bir kafada. Türün klişelerini harmonik bir güncellemeye tabi tutarak dinleyiciyi, en azından beni sıkmaması, aksine bazı anlarda uzaysı atmosferi ile birlikte ezici trippylikte sergilenen tezat bir uyumla göğüse baskı yapıp salıvermesi pek mestetti. Dediğim gibi ne grubu ne de yetmişler prog rock'ını çok biliyorum. Çünkü dediklerimin tersine baştan sona türün eskilerini tekrar ettiğine dair bir eleştiri de mevcut. Çünkü ilk iki şarkıdaki vurucu dakikalardan sonra bu yöne savrulduğu konusunda ben de benzer görüşleri savunuyorum.
7,50+/10
7,50+/10
9 Kasım 2017 Perşembe
Emerson String Quartet - Debussy Ravel String Quartets (1990)
Ne kadar vakit geçti bilmiyorum ama işte buradayım, bilgisayarı yoğun bakıma bırakmışken ben de dinleneyim dedim bir süreliğine. Yokluğunda çok kitap okudum, biraz da müzik dinledim. Yani batı cephesinde yeni bir şey yok.
Dinleye dinleye alıştığım ama içime tam anlamıyla sindiremediğim bu çalışma, ünlü bir yaylı dörtlüsü olan Emerson String Quartet tarafından kaydedilmiş. Debussy ve Ravel, yanılmıyorsam modern çağın başlangıcında eserler vermiş iki nadide bestekar. Besteler ne kadar asıllarına uygun yorumlanmış bilemeyeceğim ama dinleyeni endişe ve kaygıya gark eden bir teknikle çalınıyor. Özellikle Debussy'de bunu duymak mümkün, bu yüzden dramatik çeşitliliğin ve gerilimin hakim olduğu bir film müziği gibi gelmiyor değil kulağa. Fakat yine de modern soundtracklerin esprilerinden de uzakta. Aslında bu da tesadüf değil, Debussy izlenimcilik akımının en önemli temsilcisi olarak biliniyor imiş. Dolayısıyla benim daha çok sevdiğim melodi yerine duygusal atmosfere ağırlık verildiğini söyleyebiliriz. Yine de örneğin 3. parçadaki keman bölümünde duyulduğu üzere akılda kalıcı harmoniler üretilmediği anlamına gelmiyor elbet. Tecrübeli kulaklar sebebini daha rahat ifade edecekler belki, eseri oluşturan dört bölüm de birbiriyle bir şekilde bağlantılı, ne kadar farklı olsa da birbirini tamamlayan bir bütünlük teşkil ediyor. Ancak benim gibi tecrübesiz biri için bu 25 dakikada çok fazla şey meydana geliyor, çok fazla şey deneniyor.
Bolero namındaki eseri ile bilinen Ravel de Debussy gibi aynı akımın bir mensubu imiş. Özellikle melodilerin ve atmosferin daha güçlü ve akılda kalıcı bir yanı olduğunu söylemek mümkün , tekrarlarıa daha sık başvurulması da önemli bir etken tabi. Aslında bu bestenin ilginç bir hikayesi var: Debussy'nin bu kayıtta yer alan eseriin örnek alınarak bestelemiş Ravel. Debussy'nin deneyselliğini geriye götürüp geleneksel klasik müzik normlarını hakim hale getirmiş. O yüzden de dinlerken daha ferah ve rahat hatta güvende hissediyorsunuz kendinizi. Sıcak bile diyebilirim, kimse durdurmayacaksa beni. Ravel, ilk dönem izlenimcilerin muğlaksızlığını ve modelsizliğini terkettim demiş. 2. bölümün girişi Taht Oyunları!nın meşhur parçasındaki benzer bir teknikle açılış yapıyor, telleri çekiştirip bırakarak. Ravel'in eseri İspanyol anadan ve Çinli babadan doğma bir dansçının performansını izler gibi bir tat bırakıyor. Sanırım albümü oluşturan bu iki eserden hangisine daha meyilli olduğum böylece anlaşılmıştır. Yalnız son bölüm diğerlerine göre Debussy'nin tarzına daha yakın.
7,25+/10
6 Ekim 2017 Cuma
Ayllu Majasaya - Música Originaria de los Andes de Bolivia
Bolivya'dan kült bir kayıt. Internette seslendiren grup ve hatta çıktığı tarih hakkında dahi pek bir şey bulamıyorsunuz. Erkek ve kadın vokallerin yerel enstrümanlar eşliğinde seslendirdiği, nefesliler, perküsyon, akustik gitar vessair, halk şarkılarından ibaret. Bolivya'daki yerel kültür ve müziğin nasıl modern dünyanın etkisinde bir senteze ulaştığına dair bir kaç kelam etmiştim daha önce. Yani bir kaç albüm dinlediyseniz o yörelerden, çok farklı değil. Ama bir fark var. Mikrofonun arkasında duran amca ya sarhoş ya deli. Gülüyor, kahkaha felan. Bir de çocuklar birbirini illet ederken garip garip anlamsız sesler çıkarır ya, kavgaya çağrı ciyaklamasıdır, burada da amca durmadan vıs vıs vıs deyüp sinirimi bozuyor. Şaka yapmıyorum cidden sinirim bozuldu. Aynı zamanda albümün müzikal olarak akıcı bir tarafı yok. Bazen çeşitli sololar üzerinde konuşmalar, bazen yalın ve basit şarkılar, yeri geliyor bölük pörçük melodiler ardarda sıralanıyor. Ancak 18 parça içinde illaki hoşa giden, ki o coğrafyanın müziği hiç de es geçilecek gibi değil, bir şeyler bulmak mümkün. İşte onların hatırına...
6,25/10
6,25/10
5 Ekim 2017 Perşembe
RETRO: Enslaved - Blodhemn (1998)
Grup black metal'in sıkı çocukları olma yolunda gayet sert adımlarla bu albümde de ilerlemiş. Sonrasında ilerlemeleri bir türlü durmadı zaten progress progress progresif. Diğer kayıtlardan farkı liturjik tertemiz vokaller ve ambiyatik gösterişlerin müziklerine girmesi oluyor. Duruşlarını bozmadan bu öğeleri müziklerine yedirebilmeleri başarı hanelerine yazılıyor. Ayrıca bu albümde biraz hafiften, ucundan melodik unsurların da bestelere sızdığını söylemek mümkün. Beklenmedik şekilde albümün bir atmosferi olduğunu dahi söyleyebiliriz. Yine de diğer melodik ya da atmosferik black gruplarından farklı bir sound üretmeyi başarıyorlar. Sondaki Viking şarkısı kuul. Boğazım şişti çocuk gibi, keyfim yok, kısa keser.
7,50+/10
7,50+/10
4 Ekim 2017 Çarşamba
RETRO: Kamelot - The Expedition (2000)
Bu bir konser kaydı. Vokaller fazlasıyla önde mikslenmiş ve çoğu zaman konser kaydından çok, konuşma ve anonslar haricinde stüdyo kaydı temizliği taşıyor. Yine de bu kötü demek değil. O güzelim Fourth Legacy'den 5, Siege Perilous'tan 3, Dominion'dan 1 neyse We Are Not Separate'i Roy'un ağzından dinleme şerefine erişiyoruz ve ilk albüm Eternity'den 1 şarkı içeriyor. Sözsüz We Three Kings galiba önceki albümlerinde yer almayan bir parça. İstatistiklerden görüleceği gibi son iki albüme sırtını dayamış bu konser kaydı. Diğer bir deyişle grubun romantik mecralarda kaybolduğu dönemin öncesinde neler yaptığına dair fikir alınabilecek güzel bir derleme gözüyle bakılabilir.
8,0/10
8,0/10
3 Ekim 2017 Salı
Mustafa Sandal - İşte (2004)
Eski cdlerimi karıştırırken 2004/2005 tarihli pek çok yerli pop rock kaydına ulaştım. Ya ben doldurdum ya da hediye. Zaten başka bir ihtimal yok. Çoğunu da dinlediğimi sanıyorum. Şu an tekrar bir kulak atmamın sebebi gayet riyakarca söylemek gerekirse RYM sitesindeki ortalamamı biraz düşürmek istemem. Gel gelelim bu kayda. Öncesinde Mustafa Sandal'ın çıkış albümünü çok sevdiğimi ve defalarca zamanında dinlemiş olduğumu söylemeliyim. 90'lar Türkçe popu severim ama eski anılarımı yokedeceğini ve artık sevmeyebileceğim ihtimalini gözönünde bulundurarak tekrar dinlemekten kaçınıyorum. Bu albümle sayın Sandal, dünyaya açılmaya yeltenmişti. Yarısına yakını remiksler biraz Türkçe biraz İngilizce şarkılarla tam da albüm sıfatını hak etmese de. O zaman da eh deyip geçivermiştim, şimdi de peh diyorum. All My Life yaylılarla fena durmuyor gibi, ancak hiç sevmediğim Latin pop öykünmesi pek itici. Bırakın şarkıyı albümün en güzel anı müzikle uyumu tartışılır olmakla beraber o düdük kaydı ki Fıkra'nın başını da hoş kılıyor. Bu şarkı biraz erken dönemleri hatırlatıyor. Burada da akustik gitarın hoş bir katkısı bulunmakta. İsyankar'ın hele hip hop bölümü de düşünülünce sevilir bir tarafı yok. Yalnız farkediliyor ki düzenlemelerde bazı anlar bayağı öne çıkmakta. Yabancı eli değmiş gibi, bilmiyorum, Bülent Aris'in ismine rastladım. Kavrulduk ne kadar makyajlansa da oryantal bir şarkı. Tek tek tüm şarkıların üzerinden geçmeyeceğim ama genel fikiri anladınız. İlginçlik olarak Story'nin içine Gangsta's Paradise'ın kaçtığını ve kaydın en iyi parçasının Özetle ismindeki enstrümantal olmasının rastlantı olmadığını ekleyeyim.
5/10
5/10
30 Eylül 2017 Cumartesi
küçük İskender - Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir
Hemen her şair dünyasına bir nebze de olsun okuyucusunu alıştırabilmek için bir tür rehber gereksinimini yaratır, bunlardan sanırım en belirgini de küçük İskender olsa gerek. İmgelem tarzına alışkanlık kazanabilmek için keşke küçük İskender nasıl okunur tarzı bir sözlük elimin altında olsaydı dediğim oldu ki bu bir bakıma şiirin özgürce anlamlandırılmasını zedelemesiyle şaire de bir hakaret. Toplumsallığa göndermeler içerse de ki yazıldığı dönemi bilememek ve okuyucunun da yer aldığı fil hafızalı toplum ile boşa düşme tehlikesi her zaman var (11 Eylül çok bariz bir istisna), bu üç bölümden oluşan kitaba damgasını vuran özellikle ilişkilerden beslenen bireysellik. Hem de bu kişisel dertler hırçınlıkla hınçla yazıya dökülmüşken okuyucuya rahat ve huzurlu bir okuma sunmayacağı kesin. Bir yandan farklı imgeci dili şiirlerini, üzerinde takur tukur ilerlediğiniz delik deşik bir varoş sokağına dönüştürürken diğer yandan duygusallığın ağır bastığı anlarda tam zıttına akıcı bir okumaya teslim oluyorsunuz. Bu bir. İkincisi bazı kelimelerin şiirselliğe zarar verdiğine inanan eski kafalı biriyim. Elbette modern şiirin temsilcilerinden şairin bunu iplemesini beklemiyorum. O yüzden penis penis penis. Üçüncüsü yayınevine, şairin eserlerinin kapağına biraz daha özen lütfen. Sayfalardaki yıkıcılığı temsil ediyor mu? Evet, ama estetik diye de bir şey var canım. Dördüncüsü, burada uzun olduğu için alıntılayamayacağım bir nedeni yok yalnızca öptüm şiirini yazan, yaratabilen bir şairin eserlerini ortaya koyarken biraz daha özenle rafine işlemine tabi tutmasını beklerdim. O yüzden ister istemez, ki sadece ben değil, şiirleri çoğu kez cımbızlama yoluna gidebildim.
macun
Canımı yakıyor ağacın gölgesi,
çıkarıp suya atıyorum en eski hücremi ve
acımın eseri teni.
Ağaç, çok gülüyor gecenin çıplak ayaklarına,
sarhoşuz hepimiz tavşan dudaklardan ruhlarımıza kadar
hüznü hoşgör; nasılsa yarın pazar.
ellerimiz uyur, biz bedenlerimizi parka götürürüz azar azar.
Allah
nara sor: hangi tanesini daha çok seviyor
ben seni seviyorum bunda bir kasıt yok
acınası tesadüflerle ayrılıyorsun molekülden,
hüzün hastası bir hayvansın
şiddetli baş ağrılarıyla çalkalanan
çok kurak iklimlerde, büyük sinir krizlerinde
ağır işkence görmüş şehirlerde
saadetin zarif, adaletin ince.
bir miktar alkol ve ürperti alıyorsun
kelimelerin karardığı peşin hükümlerde.
şahsi sevişiyorsun şiddetin bütün bitki örtüsüyle.
gözlerin ucuz, tutkun ucuz, direncin ucuz
tehlikeli bir yalan gibi duruyorsun
ruh yoksulluğunun harikulade iskeleti üzerinde.
tutulamayacak yeminsin, yemin ederim,
her insana gerçek aşkı öğretecek bir külfetin var
ve
alelacele asılmış bir çocuk militan
gibi şaşkın ama onurlu bakıyorsun
yükseldiğin gökyüzüne.
ben seni ayakta alkışlıyorum
hep ayakta alkışlıyorum seni ben
yollarda yürürken alkışlıyorum
sinemalarda, üçüncü sınıf oyuncularda alkışlıyorum
afrika'nın içlerine doğru alkışlıyorum
vuruşurken alkışlıyorum seni ben
evet, hüzün hastası bir hayvansın
acınası tesadüflerle ayrılıyorsun
kainata gösterdiğin sahte hüviyetinden.
o nasıl bir hale
bana cimri, başkalarına bonkör bedeninde;
bir acı votka tadı yakalıyorum dilenen bakışlarında
'suçsuzum' diyorsun, 'tarzım bu' diyorsun
aç bir kurt gibi iniyor yüzüne hüzün
kirpiklerin alnına deyiyor
bende deyiyorum alnına cevapsız sorularımla
uykum geldi diyorum
seni sevmekten uykum geldi
jilete abanıyorum
korkuya abanıyorum
tek arkadaşım yok öbür tarafta çünkü!
çek perdeleri, kapat ışıkları
bu telaşlı yokoluşun fosforu aydınlatır bizi
uykum geldi diyorum
tutulamayacak yeminsin, yemin ederim
heryeri keserim, herkesi, herşeyi keserim
bıçağımı taşıyan elde kader çizgim de gizli!
bitiyor
sancıda safları sıklaştıran o garip haz bitiyor
bir kez olsun samimi bak
bak! gecenin eteklerine eşkiya ayrılıklar siniyor!
acınası tesadüflerle ayrılıyorsun molekülden
ateşler içinde bırakıyorsun sana biriktirdiğim suyu
oysa hiç sansım kalmadı
yeniden doğmak için, bana ait olduğu belirtilen külden.
al bu külü de götür
al bu külü de götür, diğer taraflara üfle
muzaffer bir hain gibi ayrıl
tertemiz hayal hikayemden.
okul arkadaşı
Aynı ranzada uyumuştuk seninle
yatılı okula benzeyen bir sevdada,
üstte kim yatabilirdi ki: Elbette yeryüzü!
altta kim yatabilirdi ki: Elbette gözlerimizdeki intihar süsü!
birbirimizi düşündüğümüz gizli saklı rüyalarla
kim mutlu olabilirdi ki: Elbette günah dürtüsü!
Nasıl tabir edilir ki artık veda kabusları..
şimdi çift kişilik yataklardayız başka
başka insanlarla! Başka başka hayatlarda!
ama hiçbir iyi geceler! ağlatmıyor beni
ağlatmıyor senin karanlığın içinden duyulan
küçük hıçkırıkların kadar hala!
parça tesirli melodram
senin yaşın aşka tutmuyor hiç gelme
bükülmüş dudaklarına bükülmüş sözler büyük kaçar
on santim daha uzasan başın göğe çarpacak
göğsün diyordum göğsünden sözediyordum / sen
sen ölmeden beş dakika önce düştün
mandallarından savrulup uçan beyaz bir gömlek gibi
havada uçarken ölüp savrulan beyaz bir kelebek gibi
hay aksi dengesini kaybeden bir cambaz gibi
virajı alamayıp şarampole yurvarlanan arabalar gibi
aklıma ilk gelecek bir şey gibi
düştün
düşüşün bir rüyaydı
düşüşün yarım kalacak bir rüyaydı gecelerden bir gece
gecelerden bir gece aşkın üstüne yürüdün
delikanlı bir yanın vardır karanlıkta
şöyle sert, şöyle naif, şöyle öfkeli!
senin yaşın aşka tutmuyorum çocuğum, hiç gelme
açıkta kalırsın
aşk insanı acıktırır
aşk insanı bir ölüme susatırsa aşk diye anılır
senin mahallende aşk masallara giremez
masala giren aşk çıkamaz o mahallelerde!
masalların aşkına, benim aşkıma, Allah aşkına
senin yaşın aşka tutmuyor sevgilim, lütfen gelme
bana ayak bastığın gün
aşk herhangi bir gün olarak katılır haftaya
salı ile çarşamba arasında bir yere
aşk, her koşulda eğlenceli; aşk, istedi mi sereserpe!
yüzünde derin mi derin, kuşkulu, canavar bir gülümse
yırtarsın, kapatırsın, vurur deviremezsin
sevgilim
sen bu aşkta dolap çeviremezsin!
açıkta kalırsın
aşk insanı acıktırır
aşk insanı bir ölüme susatıyorsa aşk diye anılır!
yüzünde derin mi derin, kopkoyu, yapış yapış bir gülümseme
senin yaşın aşka tutmuyor sevgilim
lütfen gelme!
**
ben intiharın öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler
**
tanrının ağzındaki yaraya duyduğum
karşı konulmaz eğilim.
**
Örneğin
Ben sana hep insanı anlattım
Sense hep insana küfürle kapattın gözlerini.
**
Ruhuma iyi bakın, ben mühim değilim
**
Bu, sağduyunun tabiatı; aşkta akıllı olmak lazım
talana çıkmış ordunun içine karışmak lazım
**
Sana karanlığımı bağışlıyorum aptal aşık!
O karanlığı artık, kendi siyahınla besle!
**
meleklerin göğüs uçlarıymış ay'la dünya
bilemezdik
yeryüzündeki acılardan utanıyorduk
henüz göğe bakmadık!
**
İnsana doğru kaymaz hiçbir yıldız
İnsana doğru yükselmez hiçbir dağ
Bunların hepsi tanrının,çocukları peygamberleri kandırma yalanı!
..
Beni bir halk öpüyorsa aşığım
Beni bir devrim kucaklıyorsa sadığım sevdalıya!
**
sıkıldı cebimde taşıdığım herşeye hazır bıçak!
bu gece bu sevda bu bıçakta ruh bulacak!
**
Çünkü yeryüzü, gökyüzüne sığmayacak kadardı!
**
ayaklarıma tül yığıldı
unutulmuş bir imha kuralı gibiyim!
**
cam parçaları sıçrardı hıçkırığınızdan.
macun
Canımı yakıyor ağacın gölgesi,
çıkarıp suya atıyorum en eski hücremi ve
acımın eseri teni.
Ağaç, çok gülüyor gecenin çıplak ayaklarına,
sarhoşuz hepimiz tavşan dudaklardan ruhlarımıza kadar
hüznü hoşgör; nasılsa yarın pazar.
ellerimiz uyur, biz bedenlerimizi parka götürürüz azar azar.
Allah
nara sor: hangi tanesini daha çok seviyor
ben seni seviyorum bunda bir kasıt yok
acınası tesadüflerle ayrılıyorsun molekülden,
hüzün hastası bir hayvansın
şiddetli baş ağrılarıyla çalkalanan
çok kurak iklimlerde, büyük sinir krizlerinde
ağır işkence görmüş şehirlerde
saadetin zarif, adaletin ince.
bir miktar alkol ve ürperti alıyorsun
kelimelerin karardığı peşin hükümlerde.
şahsi sevişiyorsun şiddetin bütün bitki örtüsüyle.
gözlerin ucuz, tutkun ucuz, direncin ucuz
tehlikeli bir yalan gibi duruyorsun
ruh yoksulluğunun harikulade iskeleti üzerinde.
tutulamayacak yeminsin, yemin ederim,
her insana gerçek aşkı öğretecek bir külfetin var
ve
alelacele asılmış bir çocuk militan
gibi şaşkın ama onurlu bakıyorsun
yükseldiğin gökyüzüne.
ben seni ayakta alkışlıyorum
hep ayakta alkışlıyorum seni ben
yollarda yürürken alkışlıyorum
sinemalarda, üçüncü sınıf oyuncularda alkışlıyorum
afrika'nın içlerine doğru alkışlıyorum
vuruşurken alkışlıyorum seni ben
evet, hüzün hastası bir hayvansın
acınası tesadüflerle ayrılıyorsun
kainata gösterdiğin sahte hüviyetinden.
o nasıl bir hale
bana cimri, başkalarına bonkör bedeninde;
bir acı votka tadı yakalıyorum dilenen bakışlarında
'suçsuzum' diyorsun, 'tarzım bu' diyorsun
aç bir kurt gibi iniyor yüzüne hüzün
kirpiklerin alnına deyiyor
bende deyiyorum alnına cevapsız sorularımla
uykum geldi diyorum
seni sevmekten uykum geldi
jilete abanıyorum
korkuya abanıyorum
tek arkadaşım yok öbür tarafta çünkü!
çek perdeleri, kapat ışıkları
bu telaşlı yokoluşun fosforu aydınlatır bizi
uykum geldi diyorum
tutulamayacak yeminsin, yemin ederim
heryeri keserim, herkesi, herşeyi keserim
bıçağımı taşıyan elde kader çizgim de gizli!
bitiyor
sancıda safları sıklaştıran o garip haz bitiyor
bir kez olsun samimi bak
bak! gecenin eteklerine eşkiya ayrılıklar siniyor!
acınası tesadüflerle ayrılıyorsun molekülden
ateşler içinde bırakıyorsun sana biriktirdiğim suyu
oysa hiç sansım kalmadı
yeniden doğmak için, bana ait olduğu belirtilen külden.
al bu külü de götür
al bu külü de götür, diğer taraflara üfle
muzaffer bir hain gibi ayrıl
tertemiz hayal hikayemden.
okul arkadaşı
Aynı ranzada uyumuştuk seninle
yatılı okula benzeyen bir sevdada,
üstte kim yatabilirdi ki: Elbette yeryüzü!
altta kim yatabilirdi ki: Elbette gözlerimizdeki intihar süsü!
birbirimizi düşündüğümüz gizli saklı rüyalarla
kim mutlu olabilirdi ki: Elbette günah dürtüsü!
Nasıl tabir edilir ki artık veda kabusları..
şimdi çift kişilik yataklardayız başka
başka insanlarla! Başka başka hayatlarda!
ama hiçbir iyi geceler! ağlatmıyor beni
ağlatmıyor senin karanlığın içinden duyulan
küçük hıçkırıkların kadar hala!
parça tesirli melodram
senin yaşın aşka tutmuyor hiç gelme
bükülmüş dudaklarına bükülmüş sözler büyük kaçar
on santim daha uzasan başın göğe çarpacak
göğsün diyordum göğsünden sözediyordum / sen
sen ölmeden beş dakika önce düştün
mandallarından savrulup uçan beyaz bir gömlek gibi
havada uçarken ölüp savrulan beyaz bir kelebek gibi
hay aksi dengesini kaybeden bir cambaz gibi
virajı alamayıp şarampole yurvarlanan arabalar gibi
aklıma ilk gelecek bir şey gibi
düştün
düşüşün bir rüyaydı
düşüşün yarım kalacak bir rüyaydı gecelerden bir gece
gecelerden bir gece aşkın üstüne yürüdün
delikanlı bir yanın vardır karanlıkta
şöyle sert, şöyle naif, şöyle öfkeli!
senin yaşın aşka tutmuyorum çocuğum, hiç gelme
açıkta kalırsın
aşk insanı acıktırır
aşk insanı bir ölüme susatırsa aşk diye anılır
senin mahallende aşk masallara giremez
masala giren aşk çıkamaz o mahallelerde!
masalların aşkına, benim aşkıma, Allah aşkına
senin yaşın aşka tutmuyor sevgilim, lütfen gelme
bana ayak bastığın gün
aşk herhangi bir gün olarak katılır haftaya
salı ile çarşamba arasında bir yere
aşk, her koşulda eğlenceli; aşk, istedi mi sereserpe!
yüzünde derin mi derin, kuşkulu, canavar bir gülümse
yırtarsın, kapatırsın, vurur deviremezsin
sevgilim
sen bu aşkta dolap çeviremezsin!
açıkta kalırsın
aşk insanı acıktırır
aşk insanı bir ölüme susatıyorsa aşk diye anılır!
yüzünde derin mi derin, kopkoyu, yapış yapış bir gülümseme
senin yaşın aşka tutmuyor sevgilim
lütfen gelme!
**
ben intiharın öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler
**
tanrının ağzındaki yaraya duyduğum
karşı konulmaz eğilim.
**
Örneğin
Ben sana hep insanı anlattım
Sense hep insana küfürle kapattın gözlerini.
**
Ruhuma iyi bakın, ben mühim değilim
**
Bu, sağduyunun tabiatı; aşkta akıllı olmak lazım
talana çıkmış ordunun içine karışmak lazım
**
Sana karanlığımı bağışlıyorum aptal aşık!
O karanlığı artık, kendi siyahınla besle!
**
meleklerin göğüs uçlarıymış ay'la dünya
bilemezdik
yeryüzündeki acılardan utanıyorduk
henüz göğe bakmadık!
**
İnsana doğru kaymaz hiçbir yıldız
İnsana doğru yükselmez hiçbir dağ
Bunların hepsi tanrının,çocukları peygamberleri kandırma yalanı!
..
Beni bir halk öpüyorsa aşığım
Beni bir devrim kucaklıyorsa sadığım sevdalıya!
**
sıkıldı cebimde taşıdığım herşeye hazır bıçak!
bu gece bu sevda bu bıçakta ruh bulacak!
**
Çünkü yeryüzü, gökyüzüne sığmayacak kadardı!
**
ayaklarıma tül yığıldı
unutulmuş bir imha kuralı gibiyim!
**
cam parçaları sıçrardı hıçkırığınızdan.
29 Eylül 2017 Cuma
Altar of Plagues - White Tomb (2009)
Atmosferi güçlü black metal örneklerinden biri. Grubun debüğ albümü. İlk şarkı ki albüm uzunca 4 şarkıdan oluşuyor, ilk ikisi Earth, son ikisi Through the Collapse üstbaşlıklarını taşımakta, sanırım anladınız mevzuyu., inanılmaz sıkı, etkileyici vokaller ve kulağa her daim taze gibi gelebilen ,evet ilginç bir beceri; klişe black metal öğeleri ile dikkatinizi celp ediyor. İkinci şarkı bu sıkı dizilimi, eklemlenen enfes yırtıcı vokal ile birlikte ayrı bir boyuta taşıyor. Her ne kadar atmosferin dozajı kaçsa da bu konuda asıl payeyi sanırım 3. parça hak ediyor. Ultra ağır drone doom pek sevdiğim bir şey değil. Bana göre albümün paçasına yapışıyor ve dörtnala koştuğu parkurda tökezlemesine sebep oluyor. Yine de albüm kapağında da tanık olduğumuz o içsel boşluk uyandıran havaya katkısı es geçilemez. Sonuçta grup dikkatimi çekmeye başardı ve takip eden diğer iki kaydını dinlememem için hiç bir sebep yok.
7,50++/10
7,50++/10
28 Eylül 2017 Perşembe
Georges Ifrah - Rakamların Evrensel Tarihi -6
Seriyi okumaya başladıysanız eğer, gönül rahatlığıyla diyebilirim ki bu cilti pas geçiniz. Sıfırı icat ederek (daha doğrusu bugünkü anlamıyla kullanmaya başlayarak) matematiği radikal bir biçimde değiştiren Hint uygarlığının din ve mitoloji ile içiçe geçmiş sayı dünyasına ait bir sözlük bu. Sözlük oluşturacak kadar ne derinliğe sahip olabilir ki diye sorabilirsiniz.
Tamam, küçük rakamlara bakalım.
Bu kavramların ve imgeselleştirmelerin manasını irdelemek istiyorsanız Hint Kültürüyle biraz daha haşır neşir olmanız gerekli. Ve en azından matematik ile ilişkilendiği kadarıyla kaynakçanız bu kitap olacak.
Sanskrit dilindeki büyük sayı adlarının (tam olmayan) aritmetik üstesi:
ON ÜZERİ 4 (on bin): *Ayuta *Dashasahasra (i).
ON ÜZERİ 5 (yüz bin): *Lakha *Lakkha *Laksha *Niyuta *Prayuta
ON ÜZERİ 6 (milyon): *Dashalaksha*Niyuta *Prayuta
ON ÜZERİ 7 (on milyon): *Arbuda *Koti
ON ÜZERİ 8 (yüz milyon): *Arbuda *Dashakoti (i). *Nyarbuda*Vyarbuda
ON ÜZERİ 9 (milyar): *Abja*Ayuta *Nahut *Nikharva *Padma *Samudra*Saroja *Shatakoti*Vâdava *Vrindâ
ON ÜZERİ 10 (on milyar): *Arbuda *Kharva *Madhya *Samudra
ON ÜZERİ 11 (yüz milyar): *Anta *Madhya *Nikharva*Ninnahut *Niyuta *Nyarbuda *Salila
....
ON ÜZERİ 119:* Kathâna
ON ÜZERİ 126:*Mahâtkathâna
ON ÜZERİ 140:Asankhyeya
ON ÜZERİ 145:Dhvajâgranishâmani
Tamam, küçük rakamlara bakalım.
BÎR SAYISI. Bu kavram doğrudan ya da simgesel olarak çoğu kez şunlarla ilişkiye sokulur: Tanrı *Sûrya, tanrı *Ganesha; bir çeşit derin düşünme(*ekâgratâ); tektanncı bir öğreti (*ekântika);
*biricik gerçekliğin incelenmesi;Bütünün seyredilmesi (*ekatva); *Ay;ölümsüzlük içkisi (*soma); Yer; *Ata;* Büyük Ata; *Ilk Baba; *başlangıç; *cisim;*Kendi; *Son Gerçeklik; *üstün ruh; *bireysel ruh; *Brahman; “*biçim”;“‘•‘damla”; *çok büyük; “*yok edilemez”;*tavşan; “*ışıklı”; *Kutup Yıldızı; “*Soğuk Işınlar”; *Shukra’nın gözü; *yer dünyası; “*Taşıyıcı”; *Ilk ilke; *tavşanşekli; *Inek; yoğurt,...
Bu kavramların ve imgeselleştirmelerin manasını irdelemek istiyorsanız Hint Kültürüyle biraz daha haşır neşir olmanız gerekli. Ve en azından matematik ile ilişkilendiği kadarıyla kaynakçanız bu kitap olacak.
27 Eylül 2017 Çarşamba
Arca - Xen (2014)
Prodüktör olarak ismini duyaran Arca kendi albümlerini de kaydediyor öte yandan. Kafası farklı çalışan yaratıcı bir isim olduğu ürettiklerinden de anlaşılıyor. Gayet deneysel bir elektronik müzik yaptığı şey de. Bu kayıt ise ister istemez değişik fikirlerin bir araya geldiği bir kanaviçe şeklinde. Genel sound tutarlı olmakla birlikte şarkılar şarkı hüviyeti kazanamamış daha parçacık seviyesinde. Dediğim gibi sanki değişik fikirleri sergileme amaçlı bir taslaklar bütünü gibi. Dolayısıyla akıcı rahat bir dinleme sunmaktan uzak. Öyle de bir yanı var ki bir yandan rahatsız etse de ara verip döndüğümde tekrardan kayda, hoşlandığım pek çok anı bulabilmek mümkün. An burada kilit kelime. Xen, Tongue, Bullet Chained de görebildiğimiz anlar hoş. Diğer bir deyişle deneyim seviyesi yüksek, zeki, çevik ve ahlaklı (son sıfatta ısrarcı değilim) elektronika severlere hitap ediyor. Mest olacaklarına eminim. Ha, ben bu hedef kitle içinde değilim, o ayrı.
5,75-/10
5,75-/10
26 Eylül 2017 Salı
Bush - Razorblade Suitcase (1996)
Garage rock, post-punk bunlar revival oldu da grunge'ın nesi eksik? Keşke diyorum keşke. Bush kendine özgü ve biraz sığ da olsa bu alt türde kendine bir yer açabilmişti zamanında. Üstelik inanılır gibi değil Swallowed, Mouth gibi şarkılar radyoda defalarca çalınıyordu. Bugün böyle sert şeylerin çalınabilme ihtimali bile hayal gibi bir şey. Neyse, grup bu albümde yavaş yavaş tarz değişikliğine de giderek alternatif rock kulvarında da şarkılara yer açmıştı, bilhassa albümün B yüzünde. Yine de ne varsa eski tarzlarında var. Üstte adını andıklarımın haricinde Insect Kin, Cold Contagious gibi. Bir de kapanışı yapan Distant Voices var ki bu albümle keşfettim. Evet, bir Nirvana değil lakin bugünün müziği ile kıyaslanamaz bile.
7,75-/10
7,75-/10
24 Eylül 2017 Pazar
Albert Camus - Veba
Büyük bir beklentiye girdiğimden olsa gerek varoluşçu felsefenin önemli bir örneği olan bu romanı okuduktan sonra öyle ahım şahım bir keyif almadığımın farkına vardım. Bir kere fikir romanı bu. Salgın neticesinde karantinaya alınan ve ölümlerin sıradanlaştığı Oran şehrinde, ki hiç bir Arap karakterin sayfalara konuk edilmemesiyle Akdeniz'e kıyısı bulunan herhangi bir Fransa şehri de olabilirdi, özgürlüklerini kaybetmiş halk günlük uğraşlarıyla, sevdikleri ile de bağlantıları koptukça felsefi olarak da bireysel yalnızlıkları derinleşir. Önce küçümseme, görmezden gelme olarak başlayan tepkiler yazarın ince ince işlediği toplumsal psikolojik çözümlemelerle ilerledikçe sadece vebanın etkilediği bir toplumun değil zaten vebalı gibi işleyen bir toplumsallığın mercek altında olduğunu görüyoruz. Karakterler vebanın gölgesinde kendi seçimlerini yapmaya başlar. Başka bir hastalık dolayısıyla salgından önce Avrupa'ya gönderdiği karısından ayrı düşen Dr. Rieux canını hiçe saymaksızın hümanist kaygılarla salgınla mücadelede öne atılır. Hiç bir zaman kazanılmayacak bir dava da olsa kendisi doktordur ve umutsuzluğa kapılmadan mücadelede yer almalıdır. Onun bu örnek davranışı farklı düşüncelerde de olsa, en uç örneğiyle salgını Tanrı'ya bağlayan rahip dahil, diğer karakterleri de etkiler. Her ne kadar aşk ve özlem gibi duygusal değerler de işlense romanda, hemen her olgu mantıksallığın sert ve kırılmaz camından süzülerek okuyucuya yansıyor. Seçimlerini yapan ve sonuçlarına katlanan karakterler güçlü kişilikleri ile gerçekdışı bir senaryonun parçası gibi. Cottard gibi çıkarcı bir şahsiyet bile karşılaştırma olsun diye konmuş gibi ki aslında romanın en renkli kişiliklerinden biri olarak yer almakta.
23 Eylül 2017 Cumartesi
Fawzi Chekili - Taqasim (1993)
Albüm kapağındaki kafam gibi ibareyi görmeyip oryantal musiki beklentisi ile dinlemeye başladığımda küçük bir sarsıntı yaşadım. Tunus'da Şekilli Fevzi namındaki ağbimiz birleşmesi zor olan iki tür üzerinde oynamalar yaptığı bu kayıt ile iddialı bir duruş sergilemiş. Dolayısıyla çoğu zaman caz kısmın parçalar içinde tek başına hareket ettiğini ya da sentez bölümlerinin çoğunlukla caz sololarının arkasında yerel enstrümanların ritim tutması şeklinde gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Bu kötü bir şey değil. Ama asıl sarsan şey caz kısmındaki tercihler. İlk şarkı Kenny G tadında bir smooth caz alıntısını hak etmiyor. Kendi oğlum bu şarkıyla karşıma gelse ya bi s.. git derim yani. Neyse ki kaydın gerisi bir ölçüde telafi ediyor bu talihsiz karşılamayı. Gitar bile var. Ki tonu tam da o dönemi akla getiriyor. Zaten sanatçı piyanist, udi ve daha da önemlisi caz gitaristi olmakla ünlenmiş ülkesinin caz camiasında. Albümde yer alan diğer bir enteresan çalgı da akerdeon. Akdeniz havasını katmakla beraber çok hafif gelip geçiyor.
7,0+/10
7,0+/10
22 Eylül 2017 Cuma
The Paul Butterfield Blues Band - The Paul Butterfield Blues Band (1965)
Tam blues değil bayağı bayağı rock'n roll'a bulaşmış durumdalar. Yani hareketli, aydınlık ve eğlenceli bestelerle dolu kayıt. Mızıka işi güzelleştiriyor. Yalnız benim gözüme fazla parlak geldi, fazla mutlu. Akşam işten gelince ışıkları kapatıp köşeye çömen bir insanım. Böyle pozitif şeyler hani, bir kaç kilometre uzak dursun modundayım. Dolayısıyla tersi bir karakterseniz böyle twist twist twiste gel havalarından acayip keyif alacağınızı söyleyebilirim. Albümün güçlü bir yanı da bazı ezgi ve soloların standart ya da ne bileyim ikonik olması. Tak tak özet olarak budur formunda, jingle'ımsı.
7,0/10
7,0/10
21 Eylül 2017 Perşembe
RETRO: Enslaved - Eld (1997)
Bilgisayarımda yine sorunlar var. Resim mesim yok şimdilik o yüzden. Neyse, Enslaved'in bu
albümünde viking metal türü daha baskın şekilde kulakta yankılanıyor. Üstelik atmosferi metal harici unsurlarla da yakalamaya çalışıyorlar, ilk şarkıda duyduğumuz üzere. Dolayısıyla bir önceki eserleriyle kıyaslarsak bir nebze o ileş black metal hırçınlığını kaybetmişler. Bu sayede yine görece söylemek gerekirse daha kolay içine girilir, sarıp sarmalanır bir dinleti sunmuşlar. Bu demek değil ki enerjilerinden, o epik tempodan bir şey kaybetmişler. Bir yandan da belli rifflerin, soloların ayırtedilmesi konusunda efor, çaba gösterme zorunluluğu ortadan kalkmış. Ayrıca yanlışsam düzeltin, clean vokalin duyulduğu ilk albüm de bu olsa gerek grubun. Ve tavuk gıdaklamasının da :)
7,50+/10
albümünde viking metal türü daha baskın şekilde kulakta yankılanıyor. Üstelik atmosferi metal harici unsurlarla da yakalamaya çalışıyorlar, ilk şarkıda duyduğumuz üzere. Dolayısıyla bir önceki eserleriyle kıyaslarsak bir nebze o ileş black metal hırçınlığını kaybetmişler. Bu sayede yine görece söylemek gerekirse daha kolay içine girilir, sarıp sarmalanır bir dinleti sunmuşlar. Bu demek değil ki enerjilerinden, o epik tempodan bir şey kaybetmişler. Bir yandan da belli rifflerin, soloların ayırtedilmesi konusunda efor, çaba gösterme zorunluluğu ortadan kalkmış. Ayrıca yanlışsam düzeltin, clean vokalin duyulduğu ilk albüm de bu olsa gerek grubun. Ve tavuk gıdaklamasının da :)
7,50+/10
20 Eylül 2017 Çarşamba
RETRO: Kamelot - The Fourth Legacy (2000)
Grubun en sevdiğim yapıtlarından biri. Roy Khan gruba tamamen uyum sağlamış ve bu kan birliği neticesinde dinleyeni kolayca avucuna alan bestelerle dolu, catchy dememe gayreti, prog ve senfoni esintili bir power metal albümü kotarmışlar. Progresif yönü sırtını daha çok Arap ezgileri üzerinde şekillenen fantastik Nights of Arabia'ya (ki introsu Desert Reign'den ayrı düşünülemez) kadar yansıyan ama ibaret olmayan foklor etkisindeki çeşitliliğe dayıyor. Bununla birlikte sadece egzotik sound katkısı değil bestecilik de epik tarafıyla fantastik kurguya yakışır bir lezzet katıyor. Buna temponun genelde hızlı olmasının etkisini de katabiliriz. Elbette o dönemin türdeş eserlerinde olduğu gibi bir kaç balad da eksik değil. Sonuçta ortaya illa ki dinlenesi bir power metal yapıtı ortaya çıkıyor. Yıllar sonra dönüp tekrar dinlediğimde sadece gitarın biraz daha tok bir sese sahip olmasını dilemekten öteye pek de şikayetim doğmuyor. Yeni keşfettiğim şey ise bir kaç şarkıda iç burkan etki yaratan yaylılar.
8,50-/10
8,50-/10
17 Eylül 2017 Pazar
The Algorithm - Polymorphic Code (2012)
Ne derler bu işe bilmiyorum ama elektronik üstbaşlığı altında yer aldığı kesin. Ritimler sert, bir metalcinin hatta progresif metalcinin elinden çıkmış gibi. Ki bir kaç şarkıda gruuvi gitar öğesi de eklenmiş durumda. Baterinin güçlü ritim tutuşlarını da unutmayalım tabi de bilgisayar işi hepsi. Teknik detayı inanılmaz güçlü olması sebebiyle IDM, sonracığıma dahil ettiği sesler sebebiyle trance ve hafiften chiptune hatta jazz ve reggae sampleları, çok sesli çok ritimli karmaşık bir müzik işte. Bundan dolayı acayip bir takdir edesim gelmedi değil. Bir tualin her boşluğunu farklı tonlarda renklere bulamaç etmiş gibi bir görüntüsü var albümün. Ama oturup ne kadar dinlerim, şüpheli. Hatta 'normal' bir insan evladının niye bu kaydı dinleme ihtiyacı duyacağını da pek anlayamıyorum. Bilahare sevenlerine saygım sonsuz, o ayrı. Access Granted delişmen bir şarkı bu arada.
6,75-/10
6,75-/10
16 Eylül 2017 Cumartesi
Arcade Fire - Everything Now (2017)
ABBA dinlemek isteseydim ABBA dinlerdim. Sert bir girizgah oldu, biliyorum. Ama yaşadığınız şoku kısa sürede atlatacaksınız. Fakat bu demek değil ki kafanızdaki karışıklıklar albüm boyunca giderilecek. Sadece bazı şarkıları çiizi synth pop dans nağmelerine rağmen sevebildiğinizin farkına varacaksınız. Creature Comfort, Electric Blue, Good God Damn, Put Your Money On Me gibi. Belki de bir kısmınız aynı şarkılardan bir ölçüde nefret edecek. Kısaca ya sev ya terket bir kayıt bu. Benim içimde birbirine zıt üç beş içses olduğu için kendi kendime bu karışık duyguları aynı anda yaşayabiliyorum. İtici ama dinlemeden de duramıyorum, bilmem anlatabildin mi?
6,50+/10
6,50+/10
14 Eylül 2017 Perşembe
Ion - Madre, Protégenos (2006)
Anathemagillerden bir grup Ion, Duncan Patterson'ın projesi. Sadece iki albümü var. Bu ilk albümde vokalde Emily Saaen namındaki bayan bir sanatçı yer almakta. Sesi karanlık neofolk atmosferine uygun ama alıp başka yere de götürmüyor. Kayıtta İngilizca hakim olsa da Portekizce, sanırım, başta olmak üzere garip bir çok dillilik mevzusu dikkati çekiyor. Bu durum misal, ilk şarkıda biraz kafa karışıklığı yaratsa da sonra iyi işlediğini duyabiliyoruz. Nasıl A Forest of Stars dinlerken kağıt üzerine hiç sevmediğim öğeler pratikte hoş bir kombinasyon yaratıyor dedimse burada da tersi geçerli. Besteler yeterince dinamizm ve duygusal manipülasyon sergilemiyor, kısacası arabesk unsuru eksik kalıyor. Karanlık lakin yeterince hüzünlü değil. Belki de yaz sıcaklarında dinlemenin etkisidir. Sonuçta benim için müziğin duygusal olarak (sadece hüzün değil sevinç, coşku, hiddet dahil) üzerimde bıraktığı etki en önemli değerlendirme faktörüdür.
6,50+/10
6,50+/10
13 Eylül 2017 Çarşamba
A Forest of Stars - Beware the Sword You Cannot See (2015)
Bu İngiliz beyefendilerini ve hanımefendilerini arada ihmal ediyorum. Yapmamam gereken bir şey, çünkü şu açık ki beni hayal kırıklığına uğratma yetileri gelişmemiş kendilerinde. Aşk gibi bir şey bu, hani kağıt üstünde sarışını, uzunu yok renkli gözlüsünü seversin, gerçek hayatta kalbini kaptırdığın kişinin ise alakası yoktur. Teyatral dereceye varan, içinde synth ve keman olan bir black metal? Hiç sanmıyorum diyorum. Ama işin aslı, bana gelişi öyle değil. Giriş şarkısı bir acayip çıkış parçası bir acayip kadın vokalli 7 bölüm tekmili birden uzun parçası başka acayip. Clean vokal titriyor vibratolu, iğreti kaçması lazım. Yok ama öyle değil. Anlamıyorum. İniş çıkışları ve enstrümantal geçişmeleri çok iyi müziklerine dahil ediyorlar. Folk ve progresif öğeleri , farklı vokal tekniklerini de hakeza öyle. İnce ince parça parça analize gerek yok. İllaki şurası şöyle daha iyi olabilirdi, burda da bunu uzatmaları (poetik tirad kısmı misal) yakışmadı gibi ufak tefek eleştiri getirebilirsiniz. Biraz farklı seslerin ve fikirlerin ardı ardına sıralanması yorucu olabiliyor, akılda güçlü melodiler kalmıyor diye de ekleyebilirsiniz. Yine de sizi, ekstrem metal sevenleri güzel bir yolculuk beklediğinin garantisini gönül rahatlığıyla verebilirim.
8,25/10
8,25/10
12 Eylül 2017 Salı
Árstíðir - Árstíðir (2009)
İzlanda'dan Ajdar çıksa dinlerim de her zaman kendimden geçeceğim manasına gelmiyor elbette. Folk bir albüm bu ama dili İngilizce ile İzlandaca karışık. Dolayısıyla İngiliz chamber folk tadı da almak mümkün. Ağır tonlarda piyano ve yaylılarla destekli yalın hayli melodik hoş yumuş yumuş bestelerle karşı karşıyayız. Bu durum da bestelere öyle böyle bir yerlerde aşinalık hissiyatı kazandırıyor. En kötüsü de Metallica'nın Reload dönemlerine benzettiğim slowlar. Ya da abartıyorum bilemedim. 1-5-9-10 favori dörtlüm. İşin aslı müzisyenlik oldukça iyi. Ama bir bakıma ilk albümleri olmasından da kelli, henüz kendi seslerini tam anlamıyla oturtamamışlar. Ve bence bu ses, kesinlikle kendi ülkelerine yüzlerini döndüklerinde ortaya çıkıyor. Bağımsız olarak albümlerini çıkaran ve hatta bir albümleri için finansmanı internette kampanyayla sağlayan mütevazi grup son albümleri için metal camiasında bilinen Season of Mist plak şirketi ile anlaşmış.
6,75+/10
6,75+/10
10 Eylül 2017 Pazar
Terakaft - The Tapsit Years (2014)
Mali'li Tuareg blues yapan gruplardan biri Terakaft. Albümü dinlerken ilk dikkatimi çeken şey parçaların birbiriyle kayıt manasında uyumsuzluğu oldu. Çünkü ben bu albümü stüdyo kaydı sanıyordum. İlk üç albümlerinden şarkılar içeren Tapsit namındaki plak şirketinin derlediği bir kayıtmış meğerse. Grubun rızası var mıdır bilmem ama, biliyorsunuz plak şirketleri kendilerini terkeden müzisyenlerin ardından böyle numaralar çevirirler, pek kulağa öyle gelmiyor. İkincisi ise bazı şarkıların diğer türdeş grupların özellikle Tamikrest, işlerini hatırlatıyor oluşu. Bu da tesadüf değilmiş. Ortak elemanlar vasıtasıyla kardeş gruplarmış bile. Ve işin ilginci ben daha bunları bilmiyor iken bu kanıların bende oluşması. Evet kendimi naçizane öveyim azcık. Yine de bir Amazzagh var, hep dinlenesi.
6,75/10
6,75/10
8 Eylül 2017 Cuma
Foton Kuşağı - Did It Really Fade (2015) EP
Orijinallik mi? Sittir et! Bu soundun hayranıyım. Doksanlar, biraz da 2000'lere uzanan alternatif rock diyeyim. Grunge'dan bariz punk'a yayılım gösteriyor sesleri. Bunu feyslerinden bakıp söylemiyorum, ki aa ne tesadüf onlar da öyle demiş, üstelik bir ton esin kaynağı grup saymışlar. Gerçekten havadan tavadan civadan karınlarından konuşmamışlar. Müziklerini duyunca da zaten aklınıza gelecek alt türler bunlar. Bilmiyorum, napar ne ederler ama bahse girerim bunların konserleri de çok kafadır. Aslında bu kaydın güzel tarafı da kısa sürmesi. Aynı enerji ile ful dolu, uzunçalar demek istiyorum, bir albümü aynı keyifle dinler miydim, bilmiyorum. 14-15 dakikaya görece slow şarkı bile sığdırmışlar, acayip. Ama inanıyorum bu grup sürprizlerle doludur, sürece uzun kayıtlarında daha bomba işler kotarmış olabilirler.
7,50+/10
7,50+/10
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)