16 Kasım 2013 Cumartesi

Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna

Trajik bir hayatı yaşayan ve genelde toplumsal konularda eser veren biri olarak bilinen Sabahatti Ali'nin  tırnak içinde en ünlü eserinin dramatik bir aşk hikayesi olması kaderin cilvesi olsa gerek. Aslında bu kısa roman sadece kötü sonlanan bir aşk hikayesi değil. Topluma yabancılaşma ve depresyon gibi modern sorunlara da eğiliyor. Bu manada aslında birbirleriyle kurgusal bir gereklilik dışında alakasız iki hikayeden oluşuyor roman. Bu da sığ ve lineer kurgunun olumsuz etkilerini dengelemek için bir ihtiyaç aslında. Yazarın eski lisana hakimiyeti hikayenin acıklı melodramasına kuvvet katıyor. Yalnız en çok satanlar listesine girip entelektüel olarak da bu kadar övgüye mazhar olmasını anlamadığımı itiraf etmeliyim. Aşk hikayesinin temelini oluşturacak o kritik andaki mantıklı mantıksız (aşkın kör edici hali içinde mantıklı ama mekansal uzam bazı şeyleri köreltir değil mi?) seçim (-yapmama), yani o kadar aşıksan kuruntulara yenik düşme ve düş yola, sevdiğini aramaya, ne kadar sizi tatmin etti bilemiyorum. Kitabın kuvvetli olduğu saha aslında ikincil bir öneme sahip gibi görünen kişisel çözümlemeye ayrılan paragraflarda somutlanıyor.
Hikaye şu: İsmi verilmemiş bir genç bir arkadaşı sayesinde bulduğu işte oldukça silik bir karakter olarak orta yaşlarda olmasına rağmen daha yaşlı görünen Raif efendi ile tanışır. Haksızlıklar karşısında dahi suskun kalan fakat işinde gayet maharetli bu adam ile günden güne yakınlık kurmaya başlar. Ailesiyle, çocuklarıyla, aynı evde onu küçümseyerek hayatın kişisel zevklerinin bilincindeki akrabalarıyla tanışır. Fakat Raif efendinin hayatla bağlantısı kopmuş gibidir. Sık sık hastalanmaya başlar. Zaten kendi düşünce dünyasından da bu genci soyutlamasıyla artık tümden tüme gizemli biri olmuş çıkmıştır. Sonunda hastalığı ağırlaştığında bu gencin günlüğünü okumasını kabul eder. Günlükte sabun imalatçısı babasının zorlamasıyla Almanya'ya gittiğini öğreniriz. Aslında hayatında Raif, hep duygusal, naif bir kişiliğe sahip olmuştur. Resim çizmeye de meraklıdır. Almanya'da da sabun imalatçılarından işin inceliklerini öğrenme maksadıyla bulduğu işlerde kafasına estiği zamanlarda çalışırr. Daha çok kendi içine kapanarak kitap okumaya, sergilere gitmeye ayırır vaktini. Böyle bir sergide Kürk Mantolu Madonna tablosuna, daha doğrusu oradaki otoportrede simgelenen kadına aşık olur. Her gün vaktini sergide harcamaya başlar. Gel zaman git zaman pansiyonu yöneten kadınla gittiği yılbaşı eğlencesinden bu kadının sarkıntılığını taşıya taşıya yürüdüğü dönüş yolunda portredeki kadın karşısına çıkar aniden. Emin olamaz, zaten geçici bu hayatta onla konuşmaya cesareti de yoktur. Fakat ertesi akşam aynı saatte aynı sokakta bulunmayı da ihmal etmez. Sonradan adının Maria olduğunu öğrendiği bu kadın hakikaten aynı kürküyle ortaya çıkar. Takibi bir kulüpte sonlanır. İçeriye geçer, Maria'yı kemancı şarkıcı hüviyetinde görür. Zorakidir aslında yaptığı, hayatı idame ettirmek için gereken bir katlanma. Program bitince yanına oturur Raif'in. Ortaya çıkar ki kadın sergide biraz da istihza ile Raif'le konuşmuş olan kadının ta kendisidir. Zamanla arkadaşlıkları gelişir. Maria, aşkın tek seferde bir darbe ile geleceğine inanmaktadır. Oldukça bağımsız bir hayat sürmektedir. Adı netleşmemiş ilişkilerinde ne derse o olacaktır. Raif ise aşkın yavaş yavaş sevginin yoğunlaşmasından doğacağına inandığı için büyük bir umutla birbirine zıt ama tamamlayan, besleyen bu ilişkinin parçası olur. Maria, aniden hüzünlenen, bazen samimiyetten uzakeğlenmesiyle çelişkili bir karakterdir. Birlikte geçirdikleri bir gecenin sabahı ilişkileri daha da bozulur. Maria, Raif gibi mükemmel bir adama bile aşık olamadığı için artık aşkın imkansızlığına inanmıştır. Geceyi birlikte geçirmek gibi bedeni bir zevkin durumu değiştireceğine dair son umudu da tükenince ayrılırlar. 5 gün Raif kapısında dolanır. Sonunda Maria'nın katiyen yasakladığı yani ilişkisinde ısrarcı olmak için kapısına dayandığında Maria'nın ağır bir zatüre geçirdiğini ve hastaneye kaldırıldığını öğrenir. Günlerce hastanede yanında durur, taburcu olduğunda evinde bakar. Artık Maria da kanaat getirmiştir bu sevgiye.  Babasının ölüm haberini aldığında Türkiye'ye dönmeden önce beni çağır her yere seninle gelirim diye haykırır hatta Prag'a annesinin yanına taşınırken. Saf Raif'i enişteleri dolandırmış mirasın büyük parsasını kendilerine almışlardır. Virane evi restore eder, bakımsız zeytinliklerle uğraşır. Fakat bir gün Maria ile yazışmaları kesilir. Hem de sana büyük bir süprizim var mısralarını açıklamak üzereyken. Kendi kendine kuruntuya kapılır Raif. Maria'ya inancını kaybeder. Mutsuz bir evlilik yapar ve sevmediği işlerde hayatını tüketir. Hayat o kadar anlamsızdır ki kariyerinde ilerlemeye dahi aldırmaz. Aradan yıllar yıllar geçer ve bir gün Ankara'da pansiyonu yöneten kadını yanında küçük bir kız çocuğu ile görür. Irak'ta tüccar olarak çalışan kocasının yanından dönen kadın aynı zamanda Maria'nın uzaktan bir akrabasıdır. Aralarındaki ilişkiyi ifşa etmeksizin kadını da huylandırmadan konuyu Maria'ya getirir. Büyük sürprizi hamileliğidir Maria'nın. Babasını kimselere söylememiştir ayrıca. Zaten çocuğunu doğurup onun yanına gidince bilip bilmemelerinin önemi de kalmayacaktır. Ne yazık ki hayat acımasız. Çocuk doğar ama Maria hayatını kaybeder. Yaşlı annesinden sonra da çocuğu kendi yetiştirmeye başlamıştır. Yanındaki kızın kendi çocuğu olduğunun idrakı, geçirdiği şok üstüne şok ve durumu idare etme çabası bu yabancı çiftin alelacele trene binip gitmesiyle sonlanır. Günlüğü okuyan genç ertesi gün Raif efendinin evine vardığında karşılaştığı vaveylanın neleri işaret ettiğini anlamakta gecikmez. Ama eve uğramaktan ziyade okuduktan sonra yoketmeye söz verdiği günlüğe geri döner.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder