Deleuze Düşüncesinin Sınırlarında altbaşlığını taşıyan bu eser Türkiye kökenli yazarların kaleminden çıkma 13 makaleyi biraraya getiriyor. Siyasetten sinema ve müziğe geniş bir yelpazede konu çeşitliliğimsağlanmış. Şahsen Deleuze'ün yarının siyasetçisi olduğunu kabul etmekle beraber anlatısını büyük tutması sebebiyle, evrensel bir çözümleme ve ayrıştırıcı keskin tarzı, kendisine çok da ısınamadım. Birbirleri arasında tamamlayıcı olarak inşa ettiği terim ve kavramların muğlaklığının (hatta tezat göndermelerin: kaçış çizgileri çağrıştırdığı teslimiyetten ziyade direniş ve yaratıcılık noktasında ricatın ilk adımlarına ya da göçebe olmak seyyar olmak manasında değil bu kaçış çizgilerini yaratan özneye daha fazla denk düşmektedir) fikirlerinin muhteviyatını aşarak modern düşünürlerin aklını çeldiğini ve günümüzde fikirleri hakkında en çok yazılan düşünür olmasında çantasından çıkardığı bu aletlerin gücünün etken olduğunu da düşünürüm. Fark, oluş, virtüel, molar, moleküler gibi özgün kavramların bahsi özellikle başlangıçtaki makalelerde yer bulsa da Deleuze'ün fikirlerine bunun ötesinde bir aşinalık , bu derlemeyi sindirebilmek için gerekli bir şart halini alıyor. Zira yaratılan bir etkinlik olarak hakikatın kaynağı, yaratıcılık da öznel değilse ne olabilir paradoksuna aranan cevabı konu alan makaleyi okumak için çok da beklemeye gerek kalmıyor. Aynı Deleuze'ün Hegel ile diyalektik üzerinden derdini irdeleyen ilgi çekici makalede olduğu gibi.
iktidar aynı anda hem molar/ağacımsı hem de moleküler/köksapımsı hatlarda işler
günümüzün kontrol toplumunda öznellik çok sayıda kurumun farklı kombinasyonlarda ve dozlarda eşzamanlı olarak üretilmesiyle oluşur.
marksist kategorilerden yararlanmalarına rağmen totalleştirici, indirgeyici ve temsile dayanan düşünceleri çapraz ateşe aldılar. marksizmin vücuda geldiği modern sosyalizm deneyimlerine, parti siyasetine, öncü aydın konumuna keskin eleştiriler getirdiler. Marksizmin toplumsal analiz kategorilerinden üretim ilişkileri kavramı yerine arzulayan toplumsal makineleri, yapısal ilişkiler kavramı yerine de toplumsal akışlar kavramını tercih ettiler. Sınıfsal çıkar, sınıfsal çelişkiler ve ideoloji yerine şizo-analize, maddi üretim yerine toplumsal üretim ve bilinçdışına öncelik tanıdılar. Çalışmaların odağı ve amacı psikanalizin bir devlet dini, terapistin de bir devlet rahibi haline geldiği bir çağda, modern söylemlerin ve kurumların arzuyu nasıl sömürgeleştirdiğini göstermek ve arzuyu özgürleştirmektir. Arzu bilinçdışı tarafından yaratılmış, duygulanımsal ve libidinal enerjiler üreten bir makinedir. Arzunun devrimci bir arzu olmasına gerek yoktur çünkü arzunun kendisi zaten devrimcidir.
kapitalist toplumda artık efendiler yoktur, başka köleleri kumanda eden köleler vardır.
göçebe savaş makinesi, devlet aygıtının ve kapitalist makinanın ölümcül makinasına meydan okuyan bir makinadır. Savaş makinasının amacı isminin çağrıştırdığı bütün militarist anlamlara karşın savaş değil, yaratıcı bir kaçış çizgisinin çizilmesi, pürüzsüz bir uzam ve bu uzamdaki insanların hareketinin bilişimidir. devlet aygıtının "kapma" savaşına karşı kurucu bir göçebeliktir. çünkü bu makinayı bir askeri aygıta , bir savaşa dönüştürebilecek tek şey, bir devlet aygıtı tarafından kapılma ihtimalidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder