28 Temmuz 2019 Pazar

Daughters - You Won't Get What You Want (2018)

Daha ilk dinlediğimde Fugazi ve Sonic Youth gibi gruplar geldi aklıma ve doğal olarak noise rock. Vokalde post hardcore etkisi belirgin. İtici, yabancılaştırıcı keskin tonlarla melodik bestecilik ilginç bir tezat oluşturmakta. İlk dinleyişteki kayda ısınamama hissiyatını vazgeçmezseniz o aşamada, çabuk aşacaksınız. Geçen senenin en iyi çalışmalarından biri olarak değerlendiriliyor. Kalbinizi sarsacak bir şeyler sunduğu kesin.

7,75+/10

Allen Ginsberg - Howl, Kaddish ve Öteki Şiirler

hükümetimizdeki ifritler, bağımlılık için Savunma Erken Uyarı Radar Sistemi kadar işe yaramaz bir şok tedavisi geliştirdi.
Ben savunma erken uyarı radar sistemiyim
Bombalardan başka şey görmüyorum

Beat kuşağının efsanevi şairi Allen Ginsberg iki uzun şiiri Uluma ve Kaddish ile tanınıyor. Her ne kadar annesinin ölümü ile hesaplaştığı Kaddish baş yapıtı olarak değerlendirilse de, kitabın önsözünde belirtildiği üzere, Uluma benim için çok daha sarsıcı ve politik açıdan evrensele hitap ediyor. Şiirin hepsini buraya alıntılamak mümkün değil, okuyunuz. Ama ya tek başınıza ya da kafa dengi arkadaşlarınızla. Hadi gel anneciğim süper bir şair buldum gibi parlak fikirler beliriyorsa aklınızda, bel altı organların çokça dillendiği bu şiirlerle anneciğinize ufaktan bir kalp krizi hediye etmiş olabilirsiniz. Benim asıl merak ettiğim şey ise 50'li yılların sonrasında şairin şiir üretip üretmediği. Ayrıca açıklayıcı notlar, önsözler ile birlikte ben baskıyı iyi buldum.

24 Temmuz 2019 Çarşamba

RETRO: Limbonic Art - In Abhorrence Dementia (1997)

Senfonik black metal benim bir fincan espresso kahvem olmasa da daha önce dediğim gibi grup, senfonik elementleri müziklerine yedirmede pek bir mahir. Önceki kayıttan farklı olarak işin King Diamondvari teyatral tarafı da öne çıkmaya başlamış durumda. Şarkıların hepsi için melodik açıdan güçlü olduğunu söylemek mümkün değil. E bu kadar.

7,0/10

21 Temmuz 2019 Pazar

Mustafa Özkent - Gençlik İle Elele (1973)

Anadolu rock furyası ecnebi hipsterlar arasında moda olduğunda Selda Bağca, Erkin Koray dışındaki pek çok isim de bu sınırlı ama musikişinas çevrelerde tanınır olmuştu. Her ne kadar olumlu yorumlara rastladığımda gururlansam da, bunu kerteriz noktası olarak alma derdinde değilim. Hatta bu albümü ilk dinlediğimde o kadar da hoşlanmadığım doğrudur. Dinledikçe özellikle saykedelik esintilerin hiç de Tame Impala yada Kruangbin gibi modern emsallerden geride kalmadığının farkına vardım. Ancak yabancı arkadaşlar yerel ezgilere aşina olmadığı için besteler arasındaki nüansları kaçırdıklarından dem vurmakta haklılar. Dönemin saykedelik ve funk örnekleri ile kıyaslayadursunlar ve bunun hayal kırıklığını yaşasınlar,  o dönemin yerli piyasasına baktığımızda gayet önemli ve ilerici bir adım olarak değerlendiriyorum kaydı.

7,75-/10

16 Temmuz 2019 Salı

Mdou Moctar - Ilana: The Creator (2019)

Bu albümün handikapı daha önce Tuareg blues kayıtlarına maruz kalmam. Besteler melodik açıdan benzerlerinden çok da farklı şey sunmuyor. Bu durum parçaların hala sıkı ve ruh dolu olmadığı manasına gelmiyor elbet. Asıl adı Mahamadou Souleymane olan arkadaşın güçlü olduğu yön ise virtüözlüğü. Gitarını konuşturuyor, sololar süre olarak bayağı yer kaplıyor. Bir de bir miktar saykedeliği de daha baskın bir şekilde kulaklarda yankılanmakta.

7,75/10

15 Temmuz 2019 Pazartesi

Rome - Masse Mensch Material (2008)

Bu albümü karanlık atmosferi sebebiyle sevdim. Bir kaç n dışında bestecilik namına yenilik yada heyecanlandırıcı kalp masajı sunmaktan uzak. Ama Almanca bu tarz yani endüstriyel tınıları da içeren neo folk musikisine muhteşem yakışıyor.

8,0-/10

13 Temmuz 2019 Cumartesi

Wes Montgomery - The Incredible Jazz Guitar of Wes Montgomery (1960)

Gitar eşliğinde caz dinlemek keyifli keyifli olmasına da burada o kadar nazik icra söz konusu ki, genelinde restoran müziğine dönüşmekten kaçınamıyor, kayıt. Akılda kalıcılık namına güçlü bir yerde durmuyor maalesef. Gitaristin tekniği yönünde bir şey söyleyemeye cüret edemem. Hatırladığım kadarıyla en iyi 100 caz albümü listesinde de üst sıralarda zaten. Ancak benim sonuç olarak basit bir dinleyici gözüyle baktığım ve değerlendirdiğim şey daha farklı. Ritmi severim.

7,25/10

Ursula K. Le Guin - Tanrı Kuşlarıyla Buluşmak

Kederdir anayurdumuz bizim

**

Ah! anne, bir şarkı söylesem yıkılır bütün duvarlar

**

Kaygan Kaya Çayı, Eylül

Tenim
değiyor rüzgara.
Zar kanatlı bir sinek değiyor elime.
Onun için çok
yavaş konuşuyorum.

Elimin altında kayalar sıcak.
Benim için çok
yavaş konuşuyorlar.

Güneşli sular içiyorum.

**

Deniz Kıyısında Bir Çocuk

Rüzgâr, rüzgâr geri ver tüyümü
Deniz, deniz geri ver yüzüğümü
Ölüm, ölüm geri ver annemi
Duysun şarkı söylediğimi.

Şarkı, şarkı git söyle kızıma
Söyle takıyorum o yüzüğü
Uçuyorum kullanarak o tüyü
Bir şahinin kanadından düşürdüğü.

**

Bedenim çivi
ve akbaba.
Nefesim mermi
ve tüy.

Dönüyorum, dönüyorum, geri dönüyorum yerime.
Geriye bıraktığım tek şey kendim.

**
Tuz

Küçük ışıltılı gözleriyle
kaseden bana bakıyor tuz, diyor:
Kurumuş bir denizim ben.
Benim tadımdadır kanın.


12 Temmuz 2019 Cuma

Patrick Rothfuss - Sessizliğin Müziği

Kralkatili Güncesi'nin esrarengiz karakteri Auri'nin obsesif hayatına konuk oluyoruz. Bu uzun hikayenin yada kısa romanın en aksiyonlu sahnesini yazar Auri'nin sabun yaptığı sekiz sayfa olarak belirtse de haksızlık etmemek lazım. Havuz sahnesi veya dipsiz koridorlar arasında nedensiz şekilde paniklediği anlar daha öne çıkıyor. Yine de yetersiz. Ne karakterin hayatı hakkında gizemler çözülüyor, ne de Ursula LeGuin'in antropolojik hikayeciliğinin yanına yaklaşabiliyor. Yazarın çekincesine katılıyorum. Böyle bir şeyler yazmak istemiş ve paylaşmış. İyi, güzel ama asıl işinin başına dönsün.

Ihsahn - Àmr (2018)

Bir önceki albümde aman dikkat dediğim her şey burada daha da göze batar şekilde öne çıkarılmış durumda. Daha melodik besteler, elektronika kendini daha bir popa teslim etmiş, pop nakaratlı hard rock besteleri gibi. Kibar vokalli progresif rock klişeleri ve bir dönemin Depeche Mode etkisindeki Paradise Lost etkisi. Trans-core denen elektronik metalcore atakları... Bir an K-pop bile duydum sanki... Çok farklı türlere maruz kalmamış olan metal severler bu cümbüşü hayranlıkla dinleyebilir. Ama kısa süreli black metal vokali dahi benim nezdimde bu albümü metal olarak nitelemek için yeterli gelmiyor. Ben o ruhu alamadım.

6,75-/10

11 Temmuz 2019 Perşembe

Victor Hugo - Sefiller

Üniversite okuduğum yıllarda yani takriben bir kaç yüz yıl önce, Sefiller'in Oda Kitapevi baskısını bir arkadaşa ödünç vermiş ve bana verdiği güvenilirlikten yoksun izlenime istinaden kaybedersen tam çevrim nüshasını alırsın ha diye uyarmıştım. Tabi ki de geri gelmedi ve bana Engin Yayıncılık'tan bu dört ciltlik baskıyı satın aldı. Beyazıt Sahaflar'dan. Hiç duymadığım ve halen de bilgi sahibi olmadığım bu yayınevi çevirisinden olumlu anlamda beklentim olmadığı için ve üstelik baskıların estetik albeni yoksunluğu mevcutken yıllar yılları kovaladı, ıssız köşelerde sıkıştırdı, tacize bile kalkıştı. Nihayet bu tatilde okumayı bitirebildim. Öncelikle çeviri, dipnotlarla birlikte hiç fena değil. Sonralıkla henüz modern roman konsepti standart hale gelmemiş olacak ki kitabın yazarı ünlü düşünür Hugo, denemelerle ana kurguyu sayfalarca kesmekten çekinmemiş. Napolyon ve Waterloo yenilgisi, manastır sofuluğu, argo ve dil, Paris ve kanalizasyon sistemi, Paris ve sokak çocukları, reformizm, devrimcilik, aydınlanma gibi konular kendilerine ait bölümlerle temsil edilmiş. Diğer yandan eski bir hırsız ve kürek mahkumu Jean Valjean'ın hikayesi ana kurguyu oluşturuyorken buradan da sık sık doğrusal anlatımın dışına çıkıldığına tanık oluyoruz. Yoksullar, açlar, dolandırıcılar, devrimciler ana unsur olarak hikayeleri ile birlikte konu edilirken aradaki bağlantıyı yakalayamadığınız zaman romanın başlığı bize hatırlatıcı oluyor. Bu roman ezilenlerin, maddi veya manevi fakirlerin kısacası tüm Parisli sefillerin hikayesini anlatmakta. Şu anki şartlara göre bile ilerici bir tutum sergileyen yazar tüm karakterlerine şefkatle yaklaşarak toplumdan dışlanan ama onun asli unsurunu oluşturan kitleyi anlama yoluna gitmekte ve onlarla aynı konumu sahiplenmekte. Diğer ilginç bir husus ayrıntısıyla anlattığı her karakterin yolu öyle yada böyle ana hikayeyle yani Jean Valjean ile kesişmekte. Fransa küçük bir yer demek ki.
Jean Valjean işsizdir, açtır. Bir somun ekmek uğruna hapis yatmıştır. Kaçmaya çalıştıkça yakalanmış ve cezası kürek mahkumluğuna çevrilmiştir. Çıktıktan sonra da dışlanmıştır. Dürüst bir psikopos tarafından yardım görmüş ve onun etkisiyle namuslu bir vatandaşa dönüşmüştür. Vicdan sahibi olmuş ve dindarlığa sarılmıştır. Yeni bir kimlikle yeni bir şehirde yeni bir hayata başlamış ve hatta oranın zenginleri arasına katılmış buna rağmen her zaman mütevazı davranmıştır. Monarşi tarafından kente vali olarak atanmıştır. Konumundan insanlara yardım etmek için faydalanmıştır. Ama arkada bıraktığı geçmişi onu bırakmaz. Psikopat bay doğrucu müfettiş Javert ıvır zıvır eski suçlarından adamımızın peşine düşer. Artık vali olan Jean, çocuğunu başka bir aileye vermek zorunda kalan Fantine ismindeki kızcağıza yardım etmeye çalışırken başka bir mahkemede kendi adına yanlış bir adamın suçlandığını öğrenir. Bayağı bir vicdan muhasebesi ardından mahkemenin olduğu kente kadar gider ve ben Jean Valjean'ım der. Şimdi işim var şehrime geri gidiyorum, alacaksanız beni oradan alırsınız. Neyse konu uzun, kısa keseceğim. Peşine düşen Javert'in elinden kurtulur, parasını bir ormana gömer ve Fantine'in talihsiz kızı Cosette'i evladı gibi alarak Paris'in yolunu tutar. Yalnız kıza güya bakıcılık yapan Thenardier ailesi ne yapışkan ne çirkef bir aile çıkar, anlatılmaz yaşanır. Paris'te kız büyür, Jean Valjean'ı kendi babası yerine kor. Genç devrimci Marius ile tanışır. Thenardier ailesi Paris'de Jean'ı kaçırtır, iyice haydut olmuşlardır, sonrasında şantajlar felan. Javert de Paris'tedir, kılı kırk yarar, kendini öldü gösteren Jean ile bu kaçırma olayı esnasında yolu kesişir. Yenilen bir devrim ve sonunda güzel bir izdivaç. Javert de kendi iç muhasebesinin altından kalkamaz, yallah! Kendine mutluluğu esirgeyen Jean Valjean'ın inzivaya çekilerek yanlış anlaşılmaları bile düzeltmemeye çalışmaması ve kaçınılmaz son. En azından Cosette ve Marius ikilisi kendisinin ne kadar mübarek bir adam olduğunu öğrenir, içimize de su serpilir. Kısacası inanılmaz etkileyici bir klasik. Yalnız gençken bu kadar detaylı ve hacimli bir eseri okuyabilecek sabrım olduğundan şüpheliyim.