31 Temmuz 2009 Cuma

Candlemass - Death Magic Doom (2009)


Daha önce geleneksel doom bir albüm dinlemediğim halde (Slough Peg ya da Grand Magus etki taşıyordu) bu şarkıların hiç te yabancı gelmemesi garip doğrusu. Demekki pek değişmeyen ve oradan buradan kulaklarımızın aşina olduğu bir müzik. Hakikatten de grup bu albüm ile orjinal olmamakla ama işini de iyi yapmakla değerlendiriliyor. Ayrıca yeni vokalist olarak Solitude Aeternus'dan bir eleman devşirmişler. Öncesini bilmem ama müzikle uyumlu güzel yani. Zaten S.A. da tür içinde kendini kanıtlamış bir grup-muş.
Genel olarak bu tarzın bana hitap etmediğini belirtmem gerenk. Yine de albüm kendini dinletiyor. Özellikle daha heavy metal tarafıyla Dead Angel hoşuma gitti. Belki bir kaç tradisyonel duum albüm daha dinlerim. Umarım beni şaşırtabilirler.

7,75-/10

30 Temmuz 2009 Perşembe

Stratovarius - Polaris (2009)


Grup içinde problemler doğduğundan beri eski gücünü yitiren ve dinleyicilerini kaybeden grubu ben de tamamiyle başka sebepler yüzünden dinlemeyi bırakmıştım. Elimdeki Rus CD'si Infinite'e kadardı da. Hatta gruba haksızlık yapıldığını düşünmüştüm. Bu albümün ilk birkaç dinlemesi esnasında özlediğim Stratovarius hareketleri, klavye, neo-klasik sololar, kendine özgü vokal, pozitiflik, sebebiyle olsa gerek memnun kaldım. Ama sonra her şey cortladı. Çünki şarkılar sabun köpüğünden farksız, akılda kalıcı değil. Benim dikkatimi çekebilen parçalar ise Pentagram/Mezarkabul benzeri açılışa (aslında devamı da öyle hah ha hırhızlar!) sahip olan Emancipation Suite Part I:Dusk (kısaca biz arkadaş arasında hebe hübe diyoruz) ile ortaçağ havalarında When Mountains Fall isimli balad oldu. Yer yer ilgi çekici anları olduğu için daha sert de eleştiremiyorum bu albümü. Grubu ilk kez dinleyenlerin yorumunu almak lazım.

7,0-/10

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Faithless - Forever Faithless (2005)


90'lar ve hadi zorlarsak 2000'lerin başındaki dans müziği bugünkü saçma sapan klap hip ve de hop tarzlarına göre çok daha sofistike entellektüel kısacası kaliteliydi. Ve böyle bir gayeleri de yoktu. Neyse biz o dönemlere denk geldiğimiz için şanslıyız, şimdiki nesillerin pop müzik diye dinlediklerini duyunca. İşte o yıllarda karanlık tarzıyla çok büyük çıkış yakalayan bir grup, Faithless.
Her best of'da olduğu gibi namevcut sound bütünlüğünü dert etmeden ki grup zaten farklı soundlarda deneme yapmasıyla da biliniyor, albüme baktığımda değerini biraz benim için yitirse de o ünlü şarkıları bir arada duymak güzel bir olay oldu benim için. Insomnia, God is a DJ, Salva Mea, Miss U Less See U More, Why Go?. Değer kaybı zamanla ilgili. Trip hop, downtempo hatta reggae gibi etkileşimlerden ziyade pür house 'a yaklaştığı anlar oldukça heyecanlandırıcı. Bu kadar.

8,0+/10

28 Temmuz 2009 Salı

Megadeth - Symphony of Destruction (1993)


Aslında bootleg yani korsan konser kaydı olan bu albüm grubun ilk dönemini gayet güzel şekilde özetliyor. Ve grubun konser performansı hakkında da güzel bir örnek teşkil ediyor. Pek bi beğendim. Sound bootleg olması açısından fena değil. Konser havasını da hissedebiliyorsunuz. Daha ne istiyon ki?

8,75/10

27 Temmuz 2009 Pazartesi

RETRO: Paradise Lost - Reflection (1998)


Draconian Times'ın çift CD'lik sürümü neredeyse best of demişken hemen One Second akabinde yayınladıkları hakiki toplama albüm Reflection gözden kaçırılmamalı. Aslında son ürünleri ağırlıklı olmakla birlikte bütüncül bir yaklaşımla bakıldığında çoooook gözel bir iş çıkarmışlar burada. Yani toplamışlar parçaları felan. Ne yorulacaklar yoksa.

9,50/10

26 Temmuz 2009 Pazar

Electro-Trip Vol.1


Daha çok elektronik albümler yayımlayan Elec-Trip Records'un hatırladığım kadarıyla Rolling Stones Türkiye dergisi işbirliği ile dağıtımını yaptığı bu derleme albüm ülkemizdeki elektronik müziğin bir özetini vermekte. Belirli çevrelerde kısıtlı da olsa bilinirliğe sahip olan Portecho, Mira, Zi Punt gibi isimlerin yanısıra tanınmamış diğer sanatçıların çalışmalarından da örnekler içermekte. Elektronik demişken club denss filan anlamamak lazım. İlk parçalar rock tınısı verirken diğerlerinde de alternatif soundlar duymamak mümkün değil. Bu tarzın alt türleri hakkında bilgim olmadığı için susacağım. Elektronik işte kısaca.
Benim müzikal zevklerime göre uzak olduğu için olumsuz bir şey yazmak istemiyorum. Biraz daha elektronik müziğini entellektüel seviyede seven varsa hoşuna gidecektir kanımca. Benim karım (yumuşak a) ise Norrda isimli grubu I Know adlı şarkısıyla (aslında burada bir remiksi mevcut) tanımam oldu. Digital Playground çalışması da gayet keyifli.

6,0+/10

24 Temmuz 2009 Cuma

Megadeth - Countdown to Extinction (1992)


Heavy metal'in thrash'e baskın geldiği ilk albüm olan Countdown to Extinction şahsen benim de sevdiğim Symphony of Destruction gibi bir klasik parçayı içeriyor. Ayrıca açılış parçası Skin O'My Teeth, Sweating Bullets, This was my Life, Countdown to Extinction ve Ashes in Your Mouth güzel parçalar. Ama birşeyler eksik, sanki tamamlanmamış gibi. Diğer parçalar ise ortalamanın altında kalıyor bana göre.

8,0/10

23 Temmuz 2009 Perşembe

RETRO: Marilyn Manson - Eat Me, Drink Me (2007)


Genel çizgisinden uzaklaştığı bu albümle Marilyn Manson'ı ingilizce tabirle singer songwriter denilen bir nevi aldım elime sazımı hem yazdım hem yönettim hem söyledim tarzını icra eden amerikan ozanlarına benzetiyorum. Arkadaki çok sesli müziği bir kenara bırakın , daha yalın kendi hikayelerini anlatan biri var karşımızda. MTV'nin bir zamanlar yaptığı unplugged serilerine bu albümden bayağı bir şarkı çıkarmış aslında. Albümde aynı alaycılığı bir ölçüde korusa da teatral etkiyi zor buluyoruz. Endüstriyel marşları da. Artık toplumu şok edici imaj kullanarak dikkat çekmek isteyen bir çocuk değil MM. Bununla birlikte klasik soloların oldukça dikkat çekici olduğunu eklemeliyim.
MM'nin diskografisinde zayıf ve Heart Shaped Glasses (80'ler pop), Evidence ve Eat Me, Drink Me gibi bir kaç şarkı dışında akılda kalmayan parçalardan oluşan bir albüm olarak yerini alıyor. Yine de ilgi çekici.

7,50+/10

22 Temmuz 2009 Çarşamba

RETRO: Agathodaimon - Higher Art of Rebellion (1999)


Bazı gruplar müthiş şarkılar çıkararak gönlümü fethese bile baştan sona süper albüm yapma konusunda aynı beceriyi gösteremiyorlar. Bu da beni üzüyor, geceleri uyku tutmuyor o derece yani. Bunun bir örneği de Agathodaimon. Bu albümün ilk parçaları grubun en sevdiğim şarkıları. Gotik black metalin klasik örnekleri. Ama sonlara doğru albüm sıkıcılaşmaya başlıyor. Neyseki iki bonus parça ile biraz toplanıyor. Uzun ve az da olsa değişkenlik içeren bir kaç şarkıdan clean vokalli Body of Clay denemesine ya da daha tekdüze ama muhteşem ve çifte vokal aromalı Tongue of Thorns'a şarkılar da çeşitlendirilmiş. Ama uyarıyorum hız, dinamizm bunlar yabancı şeyler bu albüme. Tekrar söylenmeden duramayacağım: Romence de ne güzel yakışırmış gotik müziğe.
Zaten tür gereği genel olarak müzik yavaş, sonlarda cidden uyuklamaya başlıyorsunuz. Nasıl böyle doldurma parçalar yaparlar anlamak mümkün değil. Yine de,

8,25/10

21 Temmuz 2009 Salı

Placebo - Battle for the Sun (2009)


Albümle aynı adı taşıyan ilk single ile kaliteli bir yapıt sunan grup takip eden klibi For What It's Worth ile bence yılın en güzel pop rock şarkılarından birine imza attı. Amma orada durdu kaldı. Pop sounduna yaklaştığı revize edilmiş haliyle (diğer güzel bir örnek Never-Ending Why) geçmişinden radikal bir kopuş gerçekleştirmiyor grup. Hala elektronik etkili modern rock kulvarının en büyüklerinden biri. Ayrıca düzenlemelere kafa yorulduğu da göze çarpıyor. Diğer şarkıların özellikle nakaratlarında hep bir hoşluklar mevcut. Fakkat bu şarkıları akılda kalıcı yapmıyor maalesef.
Uzun lafın kısası birkaç parça hariç beklentileri yüksek tutmadan dinleyebileceğiniz ve grubun kendi içinde değişimini gözlemleyeceğiniz hoş bir sada bu kubbede.

A heart that hurts
Is a heart that works

7,25/10

20 Temmuz 2009 Pazartesi

The Prodigy - Invaders Must Die (2009)


Grubun en bi popüler olduğu orta dönemin o meşhur Poison, Firestarter gibi şarkıları her birimiz ve hepimiz biliyoruz. Duyduğuma göre bu seneki bu son yapıtları ile ilk dönemlerine geri dönmüşler. Ve yukarıda saydığım şarkıların ismini duyunca bile heyecanlanan benim gibi arkadaşlar bu albümden pek hoşnut kalmayacaklarmış. Ermm ya da Türkçesi ııııııı, bingo!!!
Warrior's Dance, Omen ve World's on Fire güzel şarkılar. Hadi zorladık Klaxons tadında Colours ve darbuka taklidi bonus parça Black Smoke'u da fena değil listesine alalım. Gerisi vasat bile değil. Basit klişe antik tekno beatlerin bol bol tekrarına dayalı parçalar bünyede tek şey yaratır: sıkıntı!
Üzgünüm, aritmetik ortalamaya göre çok daha düşük bir puan olmalı ama gönül elvermiyor, n'apalım.

6,0/10

Uni-Rock 2009

İzleyebildiğim gruplar: Rotting Christ, Paradise Lost, Firewind, Amon Amarth

Bu festivalin arkasında işini ciddiye alan bir ekibin olması oldukça sevindirici. Uni-Rock'un daha da büyüyebilmesi serpilip güzelleşebilmesi için naçizane birkaç fikrim olacak.
-İsim neden Uni-Rock? Yemin billah ediyorum , üniersite organizasyonu zanneden var. Halbuki eski isim Rock the Nations pek bir kuul du yaw.
- Kim nasıl eleştirirse eleştirsin kar edebilmek için popüler ve ülkemizde kitlesi olan grupların tercihinden sakınılmamalı. Eğer isminde rock ibaresi geçiyorsa bir festivalin, ki gerçekleşen bu festival düpedüz metaldir, en azından hard rock, endüstriyel filan katılımcılar da düşünülmeli.
-Ortadoğunun ve Balkanların (heh he) en prestijli festivali olma konusunda uzun dönemli projeler geliştirilmeli bence. Bu sene Yunan, Fars ve Arap konuklardan gördüğümüz gibi bölgedeki gruplar çağrılmaya devam etmeli ve o ülkelerde reklam yapılmalı.
-Farklı türler de kucaklansa keşkem. Örneğin Balkanlarda etkin bir punk camiası mevcut. Aynı zamanda birkaç underground grup davet edilerek seyirciye tanıştırılsa pek güzel olur. Black metal, grindcore, punk, hardcore, folk metal, deneysel türler vessair olabilir.

İşte böyle yazacaktım ama hepsini boş verin. Festival İstanbul'da konser alanı sorununa ya da ucuz konser alanı sorununa takılıyorsa üsttekilerin bir anlamı olmayacaktır. Hele bir de ufacık alanda göz yanılması neticesiyle kalabalık görünen , aslında az olan seyirci katılımını da eklersek ben "her şey daha güzel olacak" optimizminden vazcaydım. Yahu arkadaşlar, bir durun ve düşünün. Tarihe lunapark'ta yapılan 3 günlük festival olarak geçecek bu etkinlik. Yine de panik atak geçirmemek için kendimi dışarıya atmamda ya da kombine (kampsız) bilet sahiplerinin 3 gün boyunca bileğinden çıkarmamak zorunda oldukları 40 ayar bileziği kesip attığımda festival kurallarını gevşetebilen organizatör arkadaşlara teşekkür ederim. Müsamaha ve tolerans buram buram negativite salgılayan bu mekanı biraz da olsa güzelleştirebildi. Tuvaletleri sormayın , çişimi tuttum. Ufak konser alanına yakın iğrenç (nimete de böyle söylenmez ama Allah günah yazmasın) yemek standları, alanın arka yarısındaki izleyicinin çok hareketli olması(yahu bizim seyircinin yarısı arkalarda durur, arkadaşlarıyla muhabbet eder, çimlere yayılır, rahattır yani, konser öylesine bir etkinliktir, sen bu insanları bu alana sıkıştırırsan, olmaz ). Neyse vazgeçtim, en çok da betonun sıcaklığını kıçlarında hisseden kampcılar perişan olmuş. İşte bu mekan dolayısıyla izlemek istediğim Saint'n'Sinners ya da Episode 13'ten de vazgeçtim, izlemedim.
Gruplara gelelim, Rotting Christ geldi görevini yaptı ve indi. Bateri basları 10 ramazan davulcusu kuvvetindeydi. Genel olarak ses iyiydi, kötü de değildi, süper de değildi. Paradise Lost'dan zevk alacağımı hissetmiyordum ama yanıldım. Zaman nasıl geçti anlamadım. İngiliz beyefendiliği çok severim. Böyle Ladies and gentlemen felan. Çok fena sırt ağrısıyla uğraştım ertesi gün. Galiba fıtık oldum. Firewind ve Amon Amarth'ın seyirci ile diyaloğu çok iyiydi. Firewind sahneden inmek istemedi, şarkımı çalar giderimden ziyade şov yaptılar. Amon Amarth her zamanki gibi. Yalnız geçen konserde olduğu gibi soundda bazen boğuklaşma oluyor anlamadım gitti.
-Teşekkürler Türkiye
-Heyooo
-Teşekkürler Türkiye
-Heee
-Teşekkürler ermm Türkiye
-Tamam, yemiyoruz böykk
-Teşekkürler İstanbul Türkiye
-Heyooo

17 Temmuz 2009 Cuma

Alpay Kabacalı - Başlangıcından Günümüze Türkiye'de Matbaa Basın ve Yayın

Literatür yayınlarından 1.hamur kağıda baskılı büyük boyda çıkan bu eser, içerdiği güzel resimler (eski gazete dergi kitap kapakları gibi) ile ilk bakışta dikkat çekiyor. Sadece gazetele dergi yayıncılığı değil kitapçılık ve matbaa ile birlikte Türkiye'nin tüm basım tarihine ışık tutuluyor. 2000 yılına ait olması sebebiyle güncel gelişmeleri ki basının 1950'lerde olduğu gibi iki zıt kutba ayrılması gibi, içermiyor maalesef. Yazar kendi fikrini ortaya koymaktan ziyade ilgi çekici anekdotlar ve alıntılar kullanmayı tercih etmiş. Matbaacılığın teknik bilgileri dahi yer alırken kitapta bu geniş perspektif, ayrıntıları dışlamış durumda. Tercih meselesi aslında bu. Daha fazla detay bu kaliteli kitabın hacminin ve dolayısıyla maliyetinin artmasına yol açacaktır. Yine de gönül, 90'lardaki dinci gazetelerin yükselişi ya da 70'lerde politik zıtlaşma neticesinde ideolojik yayınların gelişimi konusunda makaleler de okumak istiyor. Her biri başlıbaşına tez konuları.
Ansiklopedik bir kaynak niteleğinde kaliteli bir kitap.

Arch Enemy - Rise of the Tyrant (2007)

Grup melodik ve dinamik yüzünü gösteriyor bu albümde Anthem of Rebellion da olduğu gibi. Vokaller hala beni rahatsız etse de önceki albüme göre müzikle daha uyumlu olduğunu söyleyebilirim. Kısacası gruuuuuuvi ve melodik ve sert birşeyler çekiyorsa canınız sizi idare eder. Bu arada Uni-rock orginaztörlerine teşekkürü borç bilirim. Cuma günü benim oldu. Cuma günkü programı iyi denk getirmişler. Haftasonu ise oradayım bakalım...
The Day You Died, Revolution Begins, Night Falls Fast, The Great Darkness
8,25/10

16 Temmuz 2009 Perşembe

Fen - The Malediction Fields (2009)

Dibine kadar atmosferik black metal. Post rock etkisi de çok güzel harmanlanmış. Bu post rock mevzusu bilinmiyorken bu tarz gruplar için clean vokal kullanmış, akustik geçişler pek ala olmuş felan diyorduk. Bu albümde post rock tanımı havada kalmıyor bence. Temiz vokalin ağırlığı ile başlayan Colossal Voids hatta shoegaze akımına göz kırpıyor. Şarkı içinde brütal kısma geçişe ise bayılıyoruz. Bunu sebebi a) clean vokalden kurtulmanın yanılsaması b) tarama rifin harika bir gerilim yaratması olabilir. Buradan anladığımız gibi grubun zayıf karnı vokaller, özellikle temiz pak dreamy olmaya çalışan vokal tarzı.
Albümün sevdiğim bir yanı da dijitalize edilmemiş mekanik olmayan eski tarz prodüksiyon sayesinde atmosfer yaratmadaki başarısı. Duble kros atakların biraz da geride olması sayesinde dinlenebilirlik bir kat artmış. Hatta sert müzik sevmeyenlerin bile rahatça dinleyebileceği bir seviyede. Albümü dinlerken de bir nevi sis, tül görüyor gibi olmam da bizzatihi prodüksiyondan kaynaklanıyor. Ve tabi ki keyboardun katkısı unutulmamalı. Neyse , türünden kaynaklı şarkıların iskeletini hissetmek zorluğu da mevcut. Bu yüzden baştan sona bu şarkı süper diyemiyorum. Ama albümün bütüncül yarattığı etki sevmem için kafi.

8,25/10

15 Temmuz 2009 Çarşamba

RETRO:Mayhem - De Mysteriis Dom Sathanas (1994)

Black Metalin efsane albümü.. Belki de şu ana kadar dinlediğim tek trve black metal albümü. Kendinden sonra yapılan yüzlerce albümü kıyaslandığında pamuk şeker kıvamına sokan bir albüm. İyi kötü düzleminin ötesine geçmiş çirkinlikte , kafasına göre hırlayan böğüren, detoneliği baştan icat eden Attila vokali, birbirine çok benzeyen soğuk besteler, vessair vessair. Bir kere dinlediniz birşey anlamadınız mı? Bir kere daha dinleyin, bir kez daha, bir haftaya yayın siz, zaten sıradan insanlar dinlesin diye yapılmadı ki bu kayıt canım cancağzım. Estetiğin içine eden bu albümdeki favori parçam Life Eternal. Daha fazla puan veremiyorum. Çünkü tekrar tekrar dinlemek isteyeceğim bir albüm değil.

7,75/10

14 Temmuz 2009 Salı

RETRO:Paradise Lost - Draconian Times (1995)


Paradise Lost'u zamanında ziyadesiyle tüketmiş olduğumdan tekrar dinlemelerimde yeterince zevk almadığımı belirtmiştim. Çift CD'li bu muhteşem albüm de aynı dertten muzdarip. Vokalle ara ara zıtlaşsam da gitar tonuna ve 80'lerdeki gotik rock havasına ve çiğ heavy metal hızına hayranlık duymamak mümkün değil. Aslında parçalar çeşitlendirilmiş olsa bile bana bugün hepsi birbirinin benzeri tınlıyor. Halbuki Once Solemn gibi güzel bir şarkının altyapısı bariz punk! Bir de Metallica Black Album mevzusu var tabi.
İkinci CD ise grubun Embers Fire, As I Die gibi "hit"lerinin (hitler hahha) canlı versiyonlarını ve demo kayıtları içeriyor. Aslında albümün bu versiyonu grubun ilk döneminin best ofu gibi bir şey.
Yıldızlara baktım grubun ilk brütal döneminden artık hoşlanabileceğimi söylediler, hadi bakalım.

9,25/10

13 Temmuz 2009 Pazartesi

germe beni, Gerçek!, çekemem seni


Pompoko

Nedense canlandırma ve anime filmler izlemişim bu ara. Pompoko, Japon efsanelerinden esinlenerek bir grup rakun'un habitat alanlarını tehdit eden Tokyo'nun yeni banliyo inşaatına karşı umutsuz savaşımını konu alıyor. İnsan gözüne rakun şeklinde gözükselerde aslında şepşeker ayıcıklara benzeyen güzelim yaratıklar gizli şekil değiştirme becerilerini geliştirmeye çabalarken mücadele tekniklerinde de uzmanlaşmaya çalışıyorlar. Ve ortaya eğlenceli ve her nedense rakun cinsel organı takıntılı bir seyir ortaya çıkıyor. Eğlenceli ve dokunaklı. Bir topluluğu konu aldığı için karakterlerin zayıf kalması da ilk göze çarpan, demin belirttiğim takıntıyla birlikte, olumsuzluk.

Film Noir

Çok modern bir animasyon. Hafıza kaybı ile kendine geldiğinde bir polisi öldürmüş olduğunu farkeden adamımız ortadaki bu gizemi çözmeye çalışıyor. Ve hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığını keşfediyor. Çizimler ismin ipucu verdiği gibi karanlık, yağmurlu bir şehirde geçen klasik dedektif filmlerine benzetilmiş. Bu bir tarz zaten, biliyorsunuz. Karakter canlandırmaları ise özellikle basit tutulmuş. Fakat bu karakterlerin hareketlerindeki tutukluğu mazur göstermiyor. Çocuklara "anne hani beni leylek getirmişti" soruları sormasına mahal verecek sahneler içermekte. Fena değil.

Ice Age 3

Güzeeeel, eğlenceli ve yeni bir karakter var, Buck! En azından CD'de bilgisayarda felan izleyin. Ama perdede izlediğinizde ayrı zevk alacaksınız. Yan koltuklarda filmi izlemeye ebeveynleriyle gelmiş veletler de cabası!

Şaşkın İmparator

TV'de izledim. Aztek ya da Maya ya da İnka, hepsini karıştırırım, kralı genç bir veledin bir komplo sonucu lamaya dönüşmesi ve hiç güvenmediği ama yardımına mecbur kaldığı bir köylü ile tahtı geri alma macerasına katılımını işliyor. Eğlenceli. Ama uyarıyorum, çocuklara yönelik.

Franz Kafka - Dava


Haketti kendini beğenmiş pez..nk!

Kafka okumayı sevmiyorum, Orhan Veli okumayı sevmediğim gibi.

*Varlık Yayınları versiyonu da pek güzel

Beirut - Gulag Orkestar (2006)


bunaltıcı bir sıcak, sahil, dans eden dalgalar ve miskinlik
arkanızdaki çadırdan yükselen nağmeler
hüzün ve mutluluk, aynı kahve fincanında
sereserpe kumlar
İşte aklıma gelen imge bu , mutlaka deneyin.
Anaa, indie olmuşuz..

Mount Wrocklai, Rhineland özellikle favorilerim.

8,25/10

12 Temmuz 2009 Pazar

Janelle Monáe - Metropolis, Suite I of IV: The Chase (2007) EP

Bu sene yaza özgü güzel pop şarkılarına her nedense denk gelemedim. Belki tek istinası MTV ekranında android fashion show tadındaki klibiyle dikkati çeken Janelle Monae'den Many Moons. İşin ilginci bu şarkı taa 2007 senesine ait bir EP içinde yer alıyor ve Abd'li bu güzel hatunun bir uzunçaları bilem yok. Bu kızcağız nasıl farkedilemez diye geceler bana haram olmuşken şarkıcıyı püff Diddy adıyla bildiğimiz en uyuz siyah müzisyen/yapımcının keşfettiğini , EP'yi bonus şarkılarla tekrar bastığını ve klibin işte bu sebeple televizyonlarda dönmeye başladığını öğrendi. Bir rahatladım ki ne siz sorun, ne de leblebi.
5 şarkı içeren eski basım EP'deki şarkılar birbirine bağlı ve Metropolis filmini ve androidleri konu alıyor. Aşık olan androdleri avlayan wolfmasterların andı ile 4. parça aslında şarkı da sayılmazlar. Neyse bu ufacık EP'de yeterli çeşitlendirme de sağlanmış, hoş olmuş. Kaliteli pop dinlemek isteyenlere önerilir.

8,0/10

Yazık !


Doğu Türkistan'da yaşanan isyan ve katliamların bize hatırlattığı şey olayların kendisinden daha önemli. Sincan adlı uyduruk sözde özerk (işin aslı yarı-özerk) bölgede, o toprakların yerli halkı olan Uygurlar bugün asimilasyon politikaları sonucunda azınlığa düşmek üzereler. Yönetici sınıf etnik Çinli, hızlı kalkınmanın nimetlerinden faydalanan etnik Çinli. Hayır Çin ülkesinden değil bu özerk bölgeden bahsediyorum. Ne gereği var o zaman otonominin?
Gerçekten hayıflandığım mevzu ise Türkiye solunun aldığı daha doğrusu almadığı tavır. Birgün ve Evensel'in sitelerinde ajans haberi şeklinde geçiştirilirken son olaylar,(yalan söylemeyeyim, makalelere bakmadım) Kızıl Bayrak, Halkın Günlüğü, Alınteri, Indymedia gibi daha radikal sitelerde hiç bir şekilde konu edilmiyor. Bazı İslamcılar gibi solun müslüman ya da Türki halklara karşı olan tavrından kaynaklanmıyor bu kayıtsızlık. (Aslında kayıtsızlıktan ziyade zalimlere utangaç destek mevzu bahis) Anti-emperyalizmi kıçlarından anlamaları asıl sebep. O çok eleştirdikleri Perinçek şürekası gibi anti-emperyalizmi Amerikan ve İsrail karşıtlığı ile sınırlandırırken, Rusya, Çin ve İran (vaktinde Jivkov Bulgaristan'ı, Yugoslavya, Saddam Irak'ı) gibi açıktan veya gizli ama saf diktatörlüklerle ittifakı düşmanımın düşmanı dostumdur ilkesi gereği baştacı ediyorlar. Bu yüzden nüfusunun yarısı katledilen ve sürgün edilen Çeçenlere ya da Boşnaklara karşı müttefiklerini kırmamaya özen gösterdiyorlar. Tavşan dağa aşık olmuş...
Globalleşen dünyanın koşullarına uygun politikalar geliştiremeyerek bakış açılarına sadece Anadolu'yu dahil edebilenler Türkiye halkının kendi öznel şartlarının gereği ,dini ve etnik, daha enternasyonal olabilmelerinin dahi gerisinde kalıyorlar. Özgürlüklerin konu olduğu her duruma Kürt sorununu sokuşturarak, çok önemli olan bu sorunun ciddiyetini yokediyorlar. Kürt sorunu yetersizliklerinin ve geriliklerinin mazereti oluyor. Lafı daha fazla uzatmanın gereği yok. Hümanizmi burjuva ideolojisi olarak değerlendiren, Stalin'in soykırımlarının eleştirisini veremeyen, ellerindeki kutsal kitabı la leyli lambur diye diye papağan gibi tekrarlayan geleneksel solun bu topraklarda geleceği yok ve olmamalıdır da.
Elleri kafalarında, kaşınaduran mühim sol aydınlar o kadar ışık saçıyorlar ki kendi gözleri kamaşıyor. Ve merak ediyorlar bir yandan kaşınaduran mühim sol liderler bu halk niye bizi desteklemez?

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Firewind - The Premonition (2008)

Bu seneki Uni-rock festivaline konuk olacak gruplardan Firewind bu son albümü ile önceki çizgiyi aynen devam ettirmiş. Sadece birazcık milimetrik bir euro-power tarzına yatkınlığı artmış gibi. Asıl farklı olan şey ise bu albümün güçlü "hit" parça içermemesi. Yine de bu durum, Mercenary Man, Angel Forgive Me, My Loneliness gibi şarkıların ismini geçirmeyeceğim anlamına gelmiyor. Ek olarak Maniac adlı eğlenceli bir cover parçası var. Genel sounda uyumu tartışılabilir ya da tartışılmayabilir. Lakin benim hoşuma gitti.

8,0-/10

10 Temmuz 2009 Cuma

Arch Enemy - Doomsday Machine (2005)


Daha sert bir albüm karşımızdaki, sadece sound değil vokal de öyle. Geçin kadınlığı insanlıktan çıkmış bir vokal. İnsanı gerçekten albümden soğutuyor. Brütal bayan vokalin kendinden kaynaklı inceliklerini duymak istiyor insan halbuki. Gitar ve biraz da bateri hala güzel bir iş kotarıyor.
Biraz da tempo sorunundan kaynaklı bir ruhsuzluk var gibi tınlıyor albüm. Diğer aklıma gelen kelimeler ise monoton, homojen ve klişe. Bununla birlikte elinizin tersiyle itip dinlememezlik de yapamıyorsunuz. Bu neşimdi? Dilemma !

7,25/10

9 Temmuz 2009 Perşembe

RETRO: Old Man's Child - Revelation 666 - The Curse of Damnation (2000)


Yine zaman içinde değeri aşınan bir albüm. Klavye öncülüğünde bumbastik havası ile ilk black metal dinlemeye başladığım dönemde ziyadesiyle bendenizi memnun eden albümü şimdi özelliklerini tanımladığım black metale giriş dersi alan genç metalcilere önerebilirim. Taze diri körpe metalciler, hah ha.
İyi iyi hiç fena değil.

7,75/10

8 Temmuz 2009 Çarşamba

RETRO: Marilyn Manson - Mechanical Animals (1998)


Gençlik dönemini en iyi temsil eden müziklerden biridir MM'ın albümleri. Kızgındır, bunalımlarını tepkilerini alaycı bir biçimde ortaya koyar, kurumlara, beyindeki sınırlara giydirir, aynı şarkı içinde iç gıcıklayan gitar ve endüstriyel tonlar beyni uyuşturur ve bir noktada adrenalinle buluşur. 90'ların mutsuz hayatı gerçekci bir biçimde ciddiye alan gençliğin soundtrack'i. Şarkı sözlerinde geçen "fuck" kelimesini ondan önce küfür olarak algılıyorduk ve her "kill" lafı gerçekten de ölümü akla getirirdi.
Klişe ama gediği vuran kamyon arkası sözler aracılığıyla kendi hayatını bir glam rock anti-kahramanına dönüştüren MM bugün gerçekliğimize daha fazla yakınlaşmış gibi dursa da aslında değişen hayatın basit bir göstergesi. Yine de ayrıksılığı içinde barındıran bir indikatör, belki de dışa düşen.
A dead astronaut in space ya da just a boy playing the suicide king derken iletmeye çabaladığı halet-i ruhiyeyi anlayabiliyorduk. Ya da tanrının TV'ye çıkan bir istatistik olduğu eleştirisi havada kalmıyordu o yıllarda.
Ahh 90'lar, gençler topluma uyumsuzluk sebebiyle intihar ediyorlardı. Kapitalizmin yeni bir kimlik yaratma projesi başarıya henüz ulaşmamıştı. Nirvana sonrası yabancılaşmanın zirvesi.
Bugün değerlendirmem ise gayet nostaljik, puanlar bol keseden. Zira biz de değiştik.

9,25+/10

7 Temmuz 2009 Salı

Ólafur Arnalds - Found Songs (2009)


Bunaltı'nın sitesinde yeralan bol övgülü bir tavsiyeye istinaden dinlediğim genç İzlandalının (nüfusuna istinaden bayağı da sanatçı yetiştiriyor kriz mağduru bu küçük ülke) bu sene çıkan albümü sanırım kendi sitesinde bedava indirilebiliyor. Sanat yaşasın yeter ki. Haftanın yedi gününü simgeleyen şarkılar romantik ve akılda kalmaktan ziyade fon görevini ifa eden piyano ağırlıklı bir havada başlıyor. Allt varð hljótt ile kemanın ağırlığı daha hissedilir oluyor. Ve huzursuz melodiler en azından bana GY!BE'yi hatırlatıyor. Tabi öncelikle müziğin türünü belirtmem lazım, minimal modern klasik müzik oluyor kendileri.

7,50/10

RETRO: The Climb - Principia (2002)


Grubun ikinci albümünü ilk çıktığı anda dinlemiştim. O zamanlar hala kaset dönemiydi benim için. Sebebi ne derseniz deyin, ilk albümü kadar maalesef ilgimi çekememişti. Vokallerdeki atraksiyonlarına bayıldığım grubun bu son albümü için yine fikrim değişmemiş durumda. Elbette diğer Türk rock albümleri ile kıyaslanamayacak bir seviyede. Ama burada eski yırtıcılık ve duygusallığın zayıfladığını görüyoruz. Tabi bir kıyas mevzu bahis.
Zamanında yurtdışına açılma tekliflerini çeşitli sebeplerden dolayı reddeden grubu geçen yıllarda TV'de bir festivalde görmüştüm. Yeniden toparlanıp eski şarkılarını ,zamanla beğenisi "değişmiş" genç dinleyicilere çalıyorlardı. Pek de bir tepki yoktu. Umarım yeni şarkılarla yeni bir albümle adlarını tekrar duyururlar. Bu temenninin ötesinde bir istek. Çünkü hakediyorlar.

7,50+/10

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Megadeth - Rust in Peace (1990)

Teknik biraz prog thrash. Hmm. Kronolojik sırayla bakıldığında kayıt vokal ve enstrüman olarak ilk yetkinliğe ulaştıkları albüm. Bu yönden hiç bir eleştiriye gelmez gelemez. Teknik, hmm. Megadeth'in And Justice..'ı bi nevi. Ama biliyorsunuz teknik, tarz meselesi. Hmm.

8,25/10

*Poison was the Cure ile South Park müziği arasında ne gibi bir bağlantı var bilmiyorum ama ciddiyet kaybı semptomları göstermem sebebiyle bu şarkıyı dinleyemiyorum.*

5 Temmuz 2009 Pazar

Arif Damar - Kırık Makara


Arif Damar 1940'lardan beri okuyucusu ile Ege denizinin kokusunu, martıların çığlıklarını paylaşıyor. Kullandığı duru ve basit, bir o kadar da şiirsel dil bilmece içeren semboller içinde boğulmuyor. Yaşam anlatılıyor. Politik sol bir kimliğe sahip olmasına rağmen toplumcu gerçekçi ekole ait hissetmiyor şair kendini, toplumculuğunu ve gerçekciliğini reddetmeden. Yine de bu seçki birkaç emekçi türküsü de içeriyor. Gayet destansı tınlayan şiirler.

"..
Arkadaşlık der sık ormanlar getirirdim akla
Yanyana getirirdim ateşi suyu
Denizler hemen nasıl güneşlenir uzun yapraklar
ayçiçekleri
Ayçiçekleri bir yana
Omuzlar dayanırdı omuzlara
Omuzlar omuzlara"
*
"Haziranda kiraz dalı
Çocuklar uzansın diye
Yere doğru
Eğilir"
*
"Nice yüzmesini öğrenmeden
Uykularını
Bir denize benzetmek
İstemiyorum"
*
"..
Sonsuzluk sonsuzdur kim bilmez
Aydınlıktır
Dilerim mevsimi tektir
Tekdir hep yaz

Ah İlkyaz"
*

Troya

(Bir tek insan
Karartıyor sonsuzu
Aydınlatıyor bazen)

Akhilleus Hektor'u öldürürken
Hektor mu öldü yalnız
Yalnız Hektor mu yerlerde sürüklendi

Binlerce
Binlerce yıl geçmemiş
Gibi bizler de
Bağlanıyoruz sımsıkı ayaklarımızdan
Arkasına demir arabaların

Zincirinden boşanmış
Öylesine çılgın
Acımasız bir Akhilleus yine
Troya'nın çevresinde
Dönerken
Alnımız taştan taşa vuruyor

Odysseus duruyor eski yerinde
Duruyor erken
Çok erkek
Kral Priamos'tan iyi yürekli
Çok kadın
Andromakhe'den bile güzel

Topraklarımız Kutsal

Karga

Aptalın teki bu karga

Bağırır bağırmaz
Art arda üç kez
Sessizlik tuz buz oldu
Erkenden

Kara
Bir de kara ki

Uçuyor denize doğru
Martıların peşinden
Bak şimdi

Aptal bu
Aptalın teki

Kırık Makara

(Akşamdı
Karataşlardabeyazaltalta
İki Sayı
6228
Ben okudum yalnız)

Eski arkadaş gitti

Biz kendi sessizliğimizin
Birbirinden uzak
Salıncaklarına bindik
Sallandık dirsek dirseğe
Durduk
Sonra ayrı merdivenlerden
Eşiklerimize indik

Akşamdı
Akşamın evcil kentini arkamıza aldık
Sendelerken dayandığımız değnek
Bir elimizde
Ötekinde yiten
Tükenen gündüzümüz
Vurdukça kızıltısı batı çevreninin
Yazgımızı yeniden çizmek için
Kıvılcımlar saçtı alnımız

Akşamdı
Yürüdük biz
Bilge
Deniz akşamının gecikmeden
Vardık önüne
Dizlerimizi büktük
Kaldık orda

Terli bileklerimizi kurtardık ilkin
Demirinden bir kelepçenin
Ayırdına bile varmadan
Eski dostun vurudğu
Yorgundu deniz su

"Gece de
Ne gece
Yoğun gece"

Araladık gizemsiz kapısını yorgun suyun
Yıldız ışıkları içinden
Bildik aydınlığımızı seçtik
Ayırdık usulca
-Hiçbir ortak yanımız kalmamış dedi
Anılarınızdan başka
-Hiçbir ortak yanımız
Kalmamış dedim

Ben dünyada ne öğrendim
Bilmez miydim

Orda
Solarlardı sararır da
Yapayalnız bırakılır
Yaşanmazsa yeniden
Yeniden anılar da

Başka nasıl olacaktık
Suskunduk

"Gece de
Ne gece
Yoğun gece"

Yıldızlara bakmıyorduk
Kulak verdiğimiz de yoktu
Sese
Sessizliğe de
okyanus akıntılarında
Biçimlenir gibiydik

Gecesefalarını bekletiyorduk
Beyaz sugülleri
Yolumuza bakıyordu
Kokusunu saçmak için
Uysal denizkulağının
Gökkuşaklı düşü bzdik
Görkemsiz
Yalın çabası

Biz
İkimizdik
İşitilmez türküleri denizlalelerinin
Dip sularındaki

Yarın ilk
Dünyayı düzeltecektik
Birlikte
Hele bitsindi gece

"Gece de
Ne gece
Yoğun gece"

Açtı aykırı dalların en incesinde
O doğal
Ölümsüz güzellik
-Hadi kalkalım dedik
-Hadi

Bir onulmaz düşümüzün
Boşlukta takılı kalan
Kırık makarasından
İki sap beyaz iplik
İnerken yere
Her yere

Metro - Avucumda Gökyüzü (2002)


Bayan vokalli, güzel bir melodik melodromatik rock albümü. Arabeskleşme öncesi döneme denk geldiği için daha bir sade daha bir hoş. Abartılmamış sıklıkta kullanılan saksafon ve keman da albüm üzerinde güzel bir etkiye sahip. Keşke bir albüm daha yapsalar..
Haylayf: Avucumda Gökyüzü, Siyah Kadın, Oyun Bitti

7,0/10

4 Temmuz 2009 Cumartesi

RETRO: Paradise Lost - One Second (1997)


Draconian'dan sonra en sevdiğim Paradise Lost albümü olan One Second hakkında şunu öğrendim, öyle zannediyormuşum. Daha önce dinlediğimde yürek kırpıp biçen melodiler hala kulağa güzel gelmekle birlikte eski sihrini kaybetmiş durumda. Evet, bu albümden sonra new wave tarzı grubun ürünlerinde çok etkili oldu. Ama bu albüm de hatırladığımdan daha fazla synth vs. içeriyor. Kendi karakteri yok mu? Var. Bu da bir artı tabi ki. Saçmalamaya başladım. Kısacası belki de eskiden çok dinleyip tüketmem sebebiyle naçizane beni fazla etkileyemeyen bir albüm oldu. Say Just Words ve Disappear'a kulak verin ama.

8,0/10

3 Temmuz 2009 Cuma

Wardruna - Runaljod – gap var Ginnunga (2009)


Fırtınalara gebe kurşuni bulutları taşıyan gölge çayırlığına, kıyıyı yüzyılların sabrıyla işleyen dalgaların arasında yalpalayan küçük bir sandal ile varıyorsunuz. Birazdan şimşek çakacak, sızım sızım yağmur inecek dünyaya. Karşıda ufku kesen sıradağların yamaçlarındaki koruluğun altında şamanlar toplanmış. Uzaktan davula vuruşlarını duyuyorsunuz, başlamışlar. Şarkıları kuzeyin tarihini anlatıyor son bir kez. Ağaçların arasından su gibi akan hüzün, kuzeyin; kan ve savaşlar kuzeyin;
zamana teslimiyet...
Evet bu albümü sadece ama sadece karanlık ve sessiz bir ortam gibi duyularınızı yüzde yüz müziğe adayabileceğiniz bir ahvalde mümkünse kulaklıkla dinleyerek anlayabilirsiniz. Gorgoroth'dan bildiğimiz problemli adam Gaahl'in de yer aldığı bu neofolk/ambiyans projesi açıkca söylemek gerekirse atmosferin dibine vuruyor. Bayan vokalin de yer aldığı albümdeki tüm enstrümanlar tarihi hatta antik. Gitar filan unutun böyle yeni çağ şeylerini. Diğer yandan da viking metalden bildiğimiz adam keselim, tecavüz edelim hey hey hey içelim içelim hoy hoy hoy anlayışını da boşuna beklemeyin. Tam sofistike, elle tutulur katılıkta atmosfer.
İyi de neden puanım düşük. E dinlemesi zor da ondan.

7,75/10

2 Temmuz 2009 Perşembe

Slough Feg - Ape Uprising (2009)


Albüm kapağından etkilenerek dinlemeye başladığım amma bir süredir ismini (ya da eski ismiyle The Lord Weird Slough Feg) duyageldiğim heavy metal grubun bu son albümü liriklerini bulamasamda açık bir şekilde maymunların isyanı konseptini işliyor. Evet bir yerlerden tanıdık konu.
Müzikal olarak ise geleneksel doom etkisi ile birlikte 70'ler de hissediliyor. Arada sanki vokal "yeter lan! biraz da siz götürün" diye gitaristlere sesleniyor ve bol bol sololar riffler havada uçuşuyor, parçayı parçalıyor. Yani klasik metalci bir adamın keyif alma olasılığı yüksekken groove ya da "güzel" beste öğesinin ihmali en azından benim kitabımda büyük bir eksi olarak yerini alıyor. Güzel bir çelişki, 10 dakika süreli albümle aynı adı taşıyan parça bu formülasyonun bariz bir örneği iken aynı zamanda süper düper epik havası ve sololarla albümün de en iyisi olması. Vokal güçlü olmakla beraber kendi cenahında gereğinden fazla önemseniyor kanısındayım. Aslında biraz fazla ümitlenmişim ki azcık bir hayalkırıklığı yarattı bünyede albüm. Kaliteli bir kayıtla enstrümanları rahatça duyabildiğiniz albümdeki müziğin renk tonu koyu kahveden bordoya uzanıyor.
Bu sene geleneksel doom'a takıldım, haydi hayırlısı.

7,50+/10

1 Temmuz 2009 Çarşamba

God Is an Astronaut - A Moment of Stillness (2006) EP


Kabaca post-rock akımını iki grupta değerlendirirsek bunlardan biri içinde sessizlik anlarını da dinamikleştiren, yavaş yavaş kendini inşa eden deneyselliğini bir kenara bırakırsak GY!BE, Mogwai ve Mono gibi grupları içeren grup olacaktır. Diğeri ise bu grubunda dahil olduğuna inandığım dinamiği daha zayıf, klasik müzikten beslenen , sinematik yaklaşımı kısıtlı ve daha çok fon müziği olmaya elverişli Explosion in the Sky ekolu. Elbette bu kategoriler içinde ve dışında sınırlar cetvelle çizilmiş değil.
Grubun şarkılarını iktisata eğilimli olduğum için trend doğrusu ile açıklayacağım. Farklı notalardan başlayarak keyboard ağırlığıyla başlayan melodiler bir trendin etrafında harmonik salınım gösteriyor. Sessizliğin gücünden faydalanmak yerine synthden faydalanarak atmosferik öğe tamamlanıyor. Yanlış da anlaşılmak istemem, kullanımı sık olan gitar ve baterinin aynı melodiyi farklı volümde çalması ile de dinamizm yakalanıyor. Oldukça sıkı olan çalış tarzı, özellikle bateri, sayesinde müziği neredeyse sözsüz indie rock olarak da değerlendirebilmek mümkün.
Sözkonusu EP'yi yatarken, yolda, kulaklıklı, sesli, sessiz, fonda her türlü dinledim. Başarılı bir çalışma ama benim için fazla dreamy.
Post-rock'ımı fonda değil perdede severim.

6,50/10