17 Mart 2022 Perşembe

Ahmet Erhan - Burada Gömülüdür 1. Cilt

 yüreğimde hiçbir şey yapamamanın boşluğu ve çok şey yapmanın yorgunluğu var

İrade ve seçim elbette önemlidir ama hamurumuz daha anne karnından itibaren taşıdığımız genler, ailemiz, sosyal çevre, bedenimiz ile ilgili gençlik endişelerin psikolojik izleri gibi çoğu kendi kontrolümüz dışında faktörler tarafından yoğruluyor. 70'lerin bir tarafı da olduğu (yenik tarafı ) politik mücadeleler, baba figürü ve daha bilmediğimiz pek çok etken sebebiyle Ahmet Erhan şiiri de daha en başta ölüm fikri ile güreşmeye başlıyor ve bu mücadele ömrü hayatı boyunca devam ediyor. İlk kitabı dönemin çizgilerini taşır şekilde toplumsallığın izlerini taşıyor, yine de şair kendine bir adım dışarıda konumlanan gözcü rolüne değer biçmiş. Halbuki sırtına inen yumruklar, ölen arkadaşların cenazesinde nöbet tutmak gibi daha hafif eylemleri ağzından kaçırmakta daha ilk kitabında. 

Usul usul birikiyor gözyaşlarım

Arkadaşlarım ölüyor güpegündüz

Ve her ölenin ardından insanlar

Daha çabuk yürür oluyorlar evlerine

Sıkıca örtülen her kapı, görüyorum

Boş bir alan daha bağışlıyor katillere. 

Yine de aksettirdiği kuvvetli tedirginlik (hayatı bir gömlek gibi sıyırsam mı üstümden?/yüreğimde, kuyruğunu bırakıp giden bir kertenkelenin tedirginliği) umuta galebe çalamıyor.

Bağırıyor içimde bir kuş, durmadan bağırıyor:

Şair, bir taşı oyup da içine girmenin zamanı geçti!

Bir kez daha gülümseyerek yanıtlıyorum onu:

Ağladım. Biraz rahatladım.İyiyim şimdi.

Bu umut gerçeklerle ilintisiz bir fantazya değil. Olan bitenin nesnel farkındalığı. Anlıyoruz ki seçilecek yol belli, o da şiir.

Kan mı tutuyorum avuçlarımda? 

 Yoksa ufaladığım güller mi? 

 (Nerden geldi bu kırmızılık?) 

 Ölüme en uzak bildiklerimiz bir bir ölüyor. 

 Mezarlığa giden yolda ayak izlerimiz çoğalıyor. 

 (Nerden geldi bu karamsarlık?) 

 Bağırıp çağırmayı o ölülerin anılarına yakıştıramıyorum 

 Söylevleri de dinlemiyorum artık 

 Sen ölmedin, yaşıyorsunları ... 

 O ölüleri yaşatacak olanların çoğu 

 Kapılarını erkenden örtüyorlar akşamları. 

Siz bakmayın yaşadığı o kadar hayalkırıklığının şiire tövbe ettirecek gibi konuşmasına...

Sabahtı. Ki sabah yeniden başlamanın öteki adıdır çoğu yerde 

 O, bunu da tersinden anladı 

 Kibriti çaldı, yazdığı bütün şiirlere.

Şairin sembollerle imgelerle boğulmadan doğrudan yazma tercihinin güzel inceliklerden yoksun olduğu manasına gelmiyor elbette .

Yağmur eritti elimi, yüzümü

Bu dünyada bir yürek kaldım

Bu bir seçim , yalın olmak ve anlaşılmak. Estetik dahi bir yere kadar bir mesele. Yoksa böyle şeyler de yazılabilir yani.

Diyor ki, geri dön ve ara o yollarda ayak izlerini ... 

 Çünkü bir ağaç köklerinin dolandığınca ağaçtır 

 Kıyısız bir deniz görmedim, düşüncelerin dışında 

 Bir anıdan yola çık istersen, bir sözden, bir gülüşten 

 Çünkü bir insan sorularıyla insandır ve onlara bulduğu yanıtlarıyla.

İlk eserin çizgisi, Behçet Necatigil ödülü alan 1981 neşr seneli Alacakaranlıktaki Ülke (ki Akdeniz Lirikleri'nin ilk basılı eseri olduğuna dair çok da bilinmeyen bir yazı okudum)  belki de en güzel aşağıdaki şiirde kendini yansıtır.


Takip eden eserinde ilk kitabın son şiirinin ipucunu verdiği üzere memleketi Akdeniz'e, ana rahmine geri dönüyor yazar. Geçmiş elbet peşini bırakmıyor. Hayat sorgusu tüm hızıyla devam etmekte.

Yaşamımın bütün kökleri uzanıyor avuçlarıma 

Düşünürken babamın çay bardağını tutan ellerini 

Bir Akdeniz kentinin tuz kokan sabahlarında ... 

Niye her şey uçan bir kuşun kanatlarında şimdi? 

Yürümedik bir yol mu kaldı ufkun ardında?

Yine de mutluluk=Akdeniz deniyor bir yerlerde. Önceden diyor, bir tutam hüzündüm. Belki de kendini kandırıyor şair erkenden. Bir sevgili duru su gibi akıyor kalemin ucunda.

Sonra sen geldin 

Çakıllı yoldan geldin, şen şakrak 

Bir su gibi kollarıma aktın 

Nesneler anlam buldu seninle 

Benim güleç yüzlü, kara gözlü sevgilim 

Saçlarını yüzüne dökerek 

Yerleri süpürdün, bahçeyi suladın, 

Masayı temizledin ... 

İşsizlik, parasızlık, kendinden şüphe zamanlarıdır, sigara dumanında, kadehlerde kayboluş. Lirik şiir denemeleri gördüğü gözlemlediği insanlar vasıtasıyla kitabında yer alıyor.


Sevda Şiirleri kitabı, bunun için sevgilim, seninle başlattım bu şiiri denerek açılıyor.

Anla ki, yitik bir ülkeyi korumaya benzer
Bir şairin sevgilisi olmak...

Maalesef şiiri de aşkın karşısına koyuyor, zar tutan kumarbazlarla şairleri bir tutarak. İlişkisinin sonlandığı noktaya kadar biz de ayrılık sürecine 14 şiir ile tanık oluyoruz. 

Aşkın yitip gittiğini kabul edemiyor. Nefret ediyor ve seviyor her ayrılan gibi. Direnişi ayrılığa da inşa ediyor beyhude bir çabayla. Şiir yazmak bir tedaviye dönüşüyor.

Ellerim uykusuz, ellerim geberisiye yalnız
..
Doğru benden sonra da tufan kopmayacak


Aşktan sıyrılıyor, babasının vefatını da şiirlerle atlatıyor. Artık yaşamaktan öte bir seçim kalmıyor bana
Ateşi Çalmayı Deneyenler için isimli eseri ise derin bir ümitsizlik ve yenilginin, ıstırabın ve şikayetin dillendiği bir eser olarak dikkat çekiyor. Her zaman huzurla baktığı Akdeniz bile suskun, yaralı ve suları kirli, mavisi soluk...
Takip eden Ölüm Nedeni: Bilinmiyor'da imge ve dolaylı anlatım ağırlık kazanmaya başlıyor.

Prometheus'un ateşi bir kere daha çalması gerekecek 
Bir masa birdenbire ağaca dönüşüyor, bir ekmek buğdaya, 
bir bardak su ırmağa 
Çırılçıplak soyunuyor adam ve yalıyor boylu boyunca 
toprağa ... 

Kendini hor görme bu eserinde de kuvvetlenerek devam etmekte. Yalnızlık yaşlılık (yazarın daha otuzuna gelmeden hissettiği türde bir yaşlılık)  ile pekişmeye başlamış.

Ben parmak hesabıyla bir ömür yaşadım
Yükseklik korkusundan başım hiç dik durmadı
İğreniyorum kendimden bile bazan
Dünyadan her zaman
...
Moruk diyorum artık benimle büyüyenlere
...
Yaşamdan başka ölüm yoktur
Mutluluk çocuklara mahsustur
Onların da ölümleri damla damla
Birikir aylarla, yıllarla
Yürüdükleri yollar bir tabuta dönüşür
...
Ölülerini hep kefenlere sararlar
Bir yaşam boyu sıkılı duran yumrukları
Toprağın üstüne çıkmasın diye
...
Bir gün nasılsa dağlar bir gün
Bütün uçurumları dolduracak

Mersin isminde numaralandırılmış sırayla devam eden uzunca lirik şiiri hayattaki yerini sorgulayan mısralarla açılan güçlü etkiye sahip imgelerle bezeli. Edip Cansever'i hatırlamadım değil.

babamdı, sesi damarlarıma dolardı, son günlerinde 
deliren babam, alkolden ve yalnızlıktan
...
Sözcükleri bileytaşlarına sürtüyorum günler geceler boyu 
...
İşte, cam kırıklarından oluşmuş bir deniz ve o denizin 
kıyısına demir atmış bir kent
...
Yaşamayı seviyorum, sabahları bir gazetenin bulmacasını 
çözmek için, yalnızca bunun için bile yaşayabilir insan
...
O zamanlar konuşurken ağzından çiçekler döküldüğünü 
sanırdın 
Uçup gider, bir kızın saçlarına takılırlardı usulca 
Şimdi bir kaya parçası gırtlağımda, dağılıp parçalanıyor 
nasıl da ... 
...
Köklerim damar damar boşluğa asılı kalmış ve ben bir 
toprak parçası arıyorum onlara 
...
Bir kentin yüzü uzaktan bakınca bir insanın yüzüne benzer 
Acı çeken, sarsak, çizgi çizgi 
Kendi yüzümü aynada görünce çığlık çığlığa sokaklara 
dökülmediysem bunda Mersin'in payı var

Kabul etmek gerekir ki bu derleme eserin en sevdiğim bölümü Ölüm Nedeni: Bilinmiyor oldu.

Ben, parmak uçlarımdan sokaklara bulaşan bir uyuşmayla 
Öylece duruyorum dimdik ayakta 
Derinleşsem bir uçurum olurdum şimdiye kadar 
Demek ki ben böyleyim kardeşler 
Gözlerinizden öpüyorum, bir daha görüşür müyüz, 
elbette görüşürüz 
Siz yağmurun sesine kulak tıkadığınızla 
Ben yağmurun altında durduğumla kalırız ... 

Yunus Nadi ödülü alan Deniz, Unutma Adını! 90'lı yılların başındaki politik uyanmayı yansıtıyor. Kendi içine kapanan şair algısını Türkiye'nin siyasi iklimi üzerine ailesiyle (oğlu Deniz) birlikte genişletiyor.

Al şu sekizyüzondörtbinbeşyüzyetmişsekiz km2'ni 
Ört altmış milyonun üstüne bir mezar olarak ...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder