28 Mart 2022 Pazartesi

In Solitude - Sister (2013)

Dar çevrelerde çokça beğenilen grup üç uzunçalar albümden sonra dağıldığında devamını getiren pek olmamış, gökkubbede hoş bir seda olarak yankılanıp kaybolmuş. Bir ben miyim bilmem ama gitar başta olmak üzere kaydın her bir tarafına okült hype grup Ghost sızmış gibi. Riflerde bazı 80'ler goth post punk yankısı ve genel tavır olarak da King Diamond melodik draması gayet hissedilebilir. Açıkça söylemek gerekirse heavy metalin hard rock tarafına yakın bir yerde konumlanmışlar. Korku temasını şekere bandırıp sunan aşırı melodik teyatrallığıyla tatlış bir kayıt olsa da ben öyle ahım şahım etkilenmedim. Tiyatroyu da gerçek hayatta rol yapanları da pek sevmem. Bu aralar direkt, taka tuka şeyleri tercih ediyor olmam da bir etken sanırım.


7,0/10

26 Mart 2022 Cumartesi

Cynic - Focus (1993)

 

Teknik ölü metal ile ilişkim git gelli, mantık sınırları içinde izah edilemeyecek kadar çelişkili. Ama kendiliğinden bu kadar enteresan öğeler sunan bir kayıt da duymamıştım tür içinde. Bir kere caz unsurlarıyla olduğu haşır neşirlik neticesinde o aynı zamanda bir prog metal eseri. Hatta rock ile cazı birleştiren bir füzyon meselesi var ya burada caz altyapısı üzerine metalik bir füzyon dersek yeridir. Hoşuma giden diğer bir özelliği yapıtın, okumadım ama hissi kablel vuku bilimkurguya dayalı bir hikaye konseptine hizmet eden melodik rifler ve düzenlemeler ki keyif alma oranını bir kaç kat arttırıyor. Soloları da unutmayalım, bu manada How Could I bayağı bayağı aşık olduğum bir parça oldu albümden. Söylemediğim çok önemli olan şeyi ki bence vezir albümü rezil de ediyor, sona bıraktım. Alvin ve sincaplar gibi bir çizgi dizi vardı ya, oradaki gibi vocoder'e bağlamış cicibici bir vokal de şarkılara eşlik ediyor. Ha, itiraf edeyim bazen bir katkısı da varmış gibi gelse de kulağa, yalan!, geçiniz. Bilimkurgu temasına uygun olsun istedik, androjen felan, geçiniz abi geçiniz. Çok dinleyerek o bariyeri yıkar ve albümün tadına bir dereceye kadar varabilirsiniz.

7,25/10

23 Mart 2022 Çarşamba

V.A. - Whiplash (2014) OST

 

Fena fillah iyi bir filmdi, nefesimizi tutarak izledik. Drama, müzik ve mobbing ve  mobbingci efendiyi morartma ekseninde keyif veren filmdeki bu aşamaları müzik hariç ben de yaşamıştım. Sonunda kim morardı bilmiyorum. Dolayısıyla filmin müziklerini de dinlemek şart oldu, 8 sene sonra. Bu zaman zarfı boyunca da kaydın filmle olan bağlantısını da unutmaya başlamış durumdayım. Kaydın caz kısımları, Allah var yukarıda bateri şovu da eksik kalmıyor, beklediğimden daha mutlu, eski usul trompetli big band caz stiline bağlı bir performans sergiliyor. Gerginlik ise ambiyans kısımlarında saklı. Bir de filmden alınma diyaloglar var ki bu tür farklılıklar albümün akışını bozuyor. Caz kısmı 30'lu yılları hatırlatan dans ve parti temasıyla kendi içinde güzel ama filmin atmosferine hatırladığım kadarıyla pek yakın değil. Bu ve bu gibi sebeplerle defaetlen dinleyebileceğim bir kayıt da olamıyor. Peki kayıt ta tanıdık hangi simalar ve besteciler bulunmakta? La La Land film müziklerine imza atan Justin Hurwitz, eskilerden Duke Ellington ve Stan Getz.

6,75+/10

21 Mart 2022 Pazartesi

Erik Satie - Vexations (1976,Reinbert de Leeuw)

 

St. Anger dinleyip kendini Metallica'cı sananlarla aynı kefeye düşmemek için Erik Satie'nin ünlü Gnosienne, Gymnopedie ve Noktürnleri dışında da, az eserini de dinlememişim hani, neler yaptığına bir kulak kabartmak lazım. Hollandalı piyanist Reinbert de Leeuw, Satie başta olmak üzere erken dönem modern bestecileri yorumlaması ile tanınan bir isim. Bu beste ise öteki dinlediğim  eserlere göre farklılığıyla bendenizi şaşırtıyor. Ritmin dura dura ağır ağır ve es vererek çalındığı minimalist bir eser. Bir yandan dinlence hali için uygun. Diğer yandan da hiç de öyle huzur verici değil. Dürtücü, merak uyandıran ve hatta mistik bir atmosferi hatırlatan bol tekrarlı bir deneyim. Tekrar demişken besteci eserin ful deneyim için 840 kez çalınmasını tavsiye etmiş ki 35 devirli bu kaydı 24 kez dinlemeniz gerekir ki o da işte öyle böyle 18-20 saat demek. Farklı sanatçılar sırayla ve kendi yorumlarıyla bu deneyi gerçekleştirse de tek bir piyanistin böyle bir performansı başarabildiğine dair bir kanıt yok henüz. Dolayısıyla albümün sonraki versiyonun kapağı daha denk düşer eserin ruhuna, böyleeee bolca Satie kafası.  6,75/10




20 Mart 2022 Pazar

Perfume Genius - Set My Heart on Fire Immediately (2020)

 Hala niye Perfume Genius dinliyorum, kendime de sorarım. Hem yalın hem sakin bir pop olsun, melodik de olsun diye bir arayışım var. Ve bu arkadaş bu ihtiyacımı ara ara giderebilmekte. Dreamy bir ambiyans içinde uyku getiren indielerden bahsetmiyorum. Ayağı yere bassın ve o bulutsu sisli prodüksiyon içinde vokal ve müzik kaybolmasın. Detaylı bakıldığında arkadaşın beslendiği çeşitli kökler seçilebiliyor. Yerel Amerikan lezzetleri, saykedelik pop, singer songwriter bir tavır, ambiyans, dans pop...  Yatırım sepeti diye bir şey var ya zarar etmemek için paranızı farklı ve birbirne ters mekanizmalarla çalışan finansal enstrümanlara bölüştürmeniz gereklidir, biraz döviz, biraz altın, biraz hisse belki forward işlemleri felan. Bu arkadaş onu yapıyor işte. Sonuçta ara ara Perfium Genius neler yapıyor diye albümlerine dönüp bir bakıyorsunuz. Jason, On The Floor, Your Body Changes Everything gibi şarkılar yazmaya devam ettiği sürece takipte kalacağız Björk'ün erkek versiyonu bu arkadaşı. Ayrıca birlikte çalıştığı yapımcısı ve diğer pek çok enstrümanı çalan Blake Mills diye biri var. The Killers, Bob Dylan, Phoebe Bridgers ki dinleme listeme ekli, Andrew Bird, bayağı bir isimle çalışmış bu zatın da katkısı var demek ki. Ha, sıkıcılığa da düşmüyor değil özellikle sonlarda, bunu da belirtelim.

7,50/10

19 Mart 2022 Cumartesi

Nokturnal Mortum - Nechrist (1999)

 

Nokturnal Mortum, Putin'in işgal için bahane dosyasında sunulan Nazi kanıtları arasında yer bulmuş mudur bilmem ama biz sözlere ve tavırlara takılmıyoruz mevzu bahis müzik olunca. Yoksa black metal ile işimiz n'ola. Black ile Slav folklorünü pek ala birleştiren sevdiğimiz grubun dinlediğim bu üçüncü albümü biraz sallantılı bir tepki ile karşılaşmış, hayrettir ki hemfikirim. Türe yakışan alıştığımız lo-fi seviyesinden de düşük bir prodüksiyon kalitesi, gereğinden uzun tutulmuş parçalar ve daha önemlisi black metal ile folklorik öğelerin tutarsızlığı. Yani hayli agresif ve yırtıcı bir black metal melodisi aniden hobit neşesi taşıyan pagan türkülerle kesilebiliyor. Ve bu tüm kayıt boyunca böyle devam ediyor, inanılmaz kaotik! Albüm kapağındaki resme bir şey diyemem ama arka fondaki siyahlık yerine mor renk de olabilirmiş yani.

6,50+/10

18 Mart 2022 Cuma

Dead Can Dance - Within the Realm of a Dying Sun (1987)


 Hemen 2 sene önceki albümlerini dinledikten sonra beklentim çok yüksekti. Grubu sevenler bu yapıtlarıyla da gayet tatmin olmuşken (ne tatmini, pek çoğu için grubun en iyi albümü) ben zor alıştım, o kadar dinledim, hala o kafamdaki sınırları aşabilmiş değil. Yalnız karın tekrar şehri kapladığı şu günlere ayrı bir keyif kattığı da bir gerçek. Egzotik, gotik, sinematik, neoklasik, artik, new ageik. Dinlerken üşüdüğünüz garip huzura bürünüyorsunuz. Günümüzün patırtılı ve zorla empoze edilen müziğin karşısında neyin sanattan beselenen müzik olduğunun basit bir ispatı.

7,50/10

17 Mart 2022 Perşembe

Nightwish - Wishmaster (2001)

 Evet, daha bi sevdim vallahi.  Aradan geçen onca zaman iyi yaramış, şarap gibi yıllanmış bir kayıt bu. Senfonik metal bütün o soprano aşırılıklarına rağmen bundan iyisi olamaz. Her bir parça üzerine güzelce düşünüldüğünü, ne az ne de fazla sürede olmadıklarını duyabiliyoruz. Parçaların temposu ve bestecilik de hızlıya yakın olmakla birlikte ki power metal kökler vurgulanıyor , geniş bir dinamizm gösteriyor. Yine de senfonik tarafın ağırlığı daha belirgin gibi.  Keyboard hala zayıf yönleri, türün genel sıkıntısı zaten. 

8,75/10

Ahmet Erhan - Burada Gömülüdür 1. Cilt

 yüreğimde hiçbir şey yapamamanın boşluğu ve çok şey yapmanın yorgunluğu var

İrade ve seçim elbette önemlidir ama hamurumuz daha anne karnından itibaren taşıdığımız genler, ailemiz, sosyal çevre, bedenimiz ile ilgili gençlik endişelerin psikolojik izleri gibi çoğu kendi kontrolümüz dışında faktörler tarafından yoğruluyor. 70'lerin bir tarafı da olduğu (yenik tarafı ) politik mücadeleler, baba figürü ve daha bilmediğimiz pek çok etken sebebiyle Ahmet Erhan şiiri de daha en başta ölüm fikri ile güreşmeye başlıyor ve bu mücadele ömrü hayatı boyunca devam ediyor. İlk kitabı dönemin çizgilerini taşır şekilde toplumsallığın izlerini taşıyor, yine de şair kendine bir adım dışarıda konumlanan gözcü rolüne değer biçmiş. Halbuki sırtına inen yumruklar, ölen arkadaşların cenazesinde nöbet tutmak gibi daha hafif eylemleri ağzından kaçırmakta daha ilk kitabında. 

Usul usul birikiyor gözyaşlarım

Arkadaşlarım ölüyor güpegündüz

Ve her ölenin ardından insanlar

Daha çabuk yürür oluyorlar evlerine

Sıkıca örtülen her kapı, görüyorum

Boş bir alan daha bağışlıyor katillere. 

Yine de aksettirdiği kuvvetli tedirginlik (hayatı bir gömlek gibi sıyırsam mı üstümden?/yüreğimde, kuyruğunu bırakıp giden bir kertenkelenin tedirginliği) umuta galebe çalamıyor.

Bağırıyor içimde bir kuş, durmadan bağırıyor:

Şair, bir taşı oyup da içine girmenin zamanı geçti!

Bir kez daha gülümseyerek yanıtlıyorum onu:

Ağladım. Biraz rahatladım.İyiyim şimdi.

Bu umut gerçeklerle ilintisiz bir fantazya değil. Olan bitenin nesnel farkındalığı. Anlıyoruz ki seçilecek yol belli, o da şiir.

Kan mı tutuyorum avuçlarımda? 

 Yoksa ufaladığım güller mi? 

 (Nerden geldi bu kırmızılık?) 

 Ölüme en uzak bildiklerimiz bir bir ölüyor. 

 Mezarlığa giden yolda ayak izlerimiz çoğalıyor. 

 (Nerden geldi bu karamsarlık?) 

 Bağırıp çağırmayı o ölülerin anılarına yakıştıramıyorum 

 Söylevleri de dinlemiyorum artık 

 Sen ölmedin, yaşıyorsunları ... 

 O ölüleri yaşatacak olanların çoğu 

 Kapılarını erkenden örtüyorlar akşamları. 

Siz bakmayın yaşadığı o kadar hayalkırıklığının şiire tövbe ettirecek gibi konuşmasına...

Sabahtı. Ki sabah yeniden başlamanın öteki adıdır çoğu yerde 

 O, bunu da tersinden anladı 

 Kibriti çaldı, yazdığı bütün şiirlere.

Şairin sembollerle imgelerle boğulmadan doğrudan yazma tercihinin güzel inceliklerden yoksun olduğu manasına gelmiyor elbette .

Yağmur eritti elimi, yüzümü

Bu dünyada bir yürek kaldım

Bu bir seçim , yalın olmak ve anlaşılmak. Estetik dahi bir yere kadar bir mesele. Yoksa böyle şeyler de yazılabilir yani.

Diyor ki, geri dön ve ara o yollarda ayak izlerini ... 

 Çünkü bir ağaç köklerinin dolandığınca ağaçtır 

 Kıyısız bir deniz görmedim, düşüncelerin dışında 

 Bir anıdan yola çık istersen, bir sözden, bir gülüşten 

 Çünkü bir insan sorularıyla insandır ve onlara bulduğu yanıtlarıyla.

İlk eserin çizgisi, Behçet Necatigil ödülü alan 1981 neşr seneli Alacakaranlıktaki Ülke (ki Akdeniz Lirikleri'nin ilk basılı eseri olduğuna dair çok da bilinmeyen bir yazı okudum)  belki de en güzel aşağıdaki şiirde kendini yansıtır.


Takip eden eserinde ilk kitabın son şiirinin ipucunu verdiği üzere memleketi Akdeniz'e, ana rahmine geri dönüyor yazar. Geçmiş elbet peşini bırakmıyor. Hayat sorgusu tüm hızıyla devam etmekte.

Yaşamımın bütün kökleri uzanıyor avuçlarıma 

Düşünürken babamın çay bardağını tutan ellerini 

Bir Akdeniz kentinin tuz kokan sabahlarında ... 

Niye her şey uçan bir kuşun kanatlarında şimdi? 

Yürümedik bir yol mu kaldı ufkun ardında?

Yine de mutluluk=Akdeniz deniyor bir yerlerde. Önceden diyor, bir tutam hüzündüm. Belki de kendini kandırıyor şair erkenden. Bir sevgili duru su gibi akıyor kalemin ucunda.

Sonra sen geldin 

Çakıllı yoldan geldin, şen şakrak 

Bir su gibi kollarıma aktın 

Nesneler anlam buldu seninle 

Benim güleç yüzlü, kara gözlü sevgilim 

Saçlarını yüzüne dökerek 

Yerleri süpürdün, bahçeyi suladın, 

Masayı temizledin ... 

İşsizlik, parasızlık, kendinden şüphe zamanlarıdır, sigara dumanında, kadehlerde kayboluş. Lirik şiir denemeleri gördüğü gözlemlediği insanlar vasıtasıyla kitabında yer alıyor.


Sevda Şiirleri kitabı, bunun için sevgilim, seninle başlattım bu şiiri denerek açılıyor.

Anla ki, yitik bir ülkeyi korumaya benzer
Bir şairin sevgilisi olmak...

Maalesef şiiri de aşkın karşısına koyuyor, zar tutan kumarbazlarla şairleri bir tutarak. İlişkisinin sonlandığı noktaya kadar biz de ayrılık sürecine 14 şiir ile tanık oluyoruz. 

Aşkın yitip gittiğini kabul edemiyor. Nefret ediyor ve seviyor her ayrılan gibi. Direnişi ayrılığa da inşa ediyor beyhude bir çabayla. Şiir yazmak bir tedaviye dönüşüyor.

Ellerim uykusuz, ellerim geberisiye yalnız
..
Doğru benden sonra da tufan kopmayacak


Aşktan sıyrılıyor, babasının vefatını da şiirlerle atlatıyor. Artık yaşamaktan öte bir seçim kalmıyor bana
Ateşi Çalmayı Deneyenler için isimli eseri ise derin bir ümitsizlik ve yenilginin, ıstırabın ve şikayetin dillendiği bir eser olarak dikkat çekiyor. Her zaman huzurla baktığı Akdeniz bile suskun, yaralı ve suları kirli, mavisi soluk...
Takip eden Ölüm Nedeni: Bilinmiyor'da imge ve dolaylı anlatım ağırlık kazanmaya başlıyor.

Prometheus'un ateşi bir kere daha çalması gerekecek 
Bir masa birdenbire ağaca dönüşüyor, bir ekmek buğdaya, 
bir bardak su ırmağa 
Çırılçıplak soyunuyor adam ve yalıyor boylu boyunca 
toprağa ... 

Kendini hor görme bu eserinde de kuvvetlenerek devam etmekte. Yalnızlık yaşlılık (yazarın daha otuzuna gelmeden hissettiği türde bir yaşlılık)  ile pekişmeye başlamış.

Ben parmak hesabıyla bir ömür yaşadım
Yükseklik korkusundan başım hiç dik durmadı
İğreniyorum kendimden bile bazan
Dünyadan her zaman
...
Moruk diyorum artık benimle büyüyenlere
...
Yaşamdan başka ölüm yoktur
Mutluluk çocuklara mahsustur
Onların da ölümleri damla damla
Birikir aylarla, yıllarla
Yürüdükleri yollar bir tabuta dönüşür
...
Ölülerini hep kefenlere sararlar
Bir yaşam boyu sıkılı duran yumrukları
Toprağın üstüne çıkmasın diye
...
Bir gün nasılsa dağlar bir gün
Bütün uçurumları dolduracak

Mersin isminde numaralandırılmış sırayla devam eden uzunca lirik şiiri hayattaki yerini sorgulayan mısralarla açılan güçlü etkiye sahip imgelerle bezeli. Edip Cansever'i hatırlamadım değil.

babamdı, sesi damarlarıma dolardı, son günlerinde 
deliren babam, alkolden ve yalnızlıktan
...
Sözcükleri bileytaşlarına sürtüyorum günler geceler boyu 
...
İşte, cam kırıklarından oluşmuş bir deniz ve o denizin 
kıyısına demir atmış bir kent
...
Yaşamayı seviyorum, sabahları bir gazetenin bulmacasını 
çözmek için, yalnızca bunun için bile yaşayabilir insan
...
O zamanlar konuşurken ağzından çiçekler döküldüğünü 
sanırdın 
Uçup gider, bir kızın saçlarına takılırlardı usulca 
Şimdi bir kaya parçası gırtlağımda, dağılıp parçalanıyor 
nasıl da ... 
...
Köklerim damar damar boşluğa asılı kalmış ve ben bir 
toprak parçası arıyorum onlara 
...
Bir kentin yüzü uzaktan bakınca bir insanın yüzüne benzer 
Acı çeken, sarsak, çizgi çizgi 
Kendi yüzümü aynada görünce çığlık çığlığa sokaklara 
dökülmediysem bunda Mersin'in payı var

Kabul etmek gerekir ki bu derleme eserin en sevdiğim bölümü Ölüm Nedeni: Bilinmiyor oldu.

Ben, parmak uçlarımdan sokaklara bulaşan bir uyuşmayla 
Öylece duruyorum dimdik ayakta 
Derinleşsem bir uçurum olurdum şimdiye kadar 
Demek ki ben böyleyim kardeşler 
Gözlerinizden öpüyorum, bir daha görüşür müyüz, 
elbette görüşürüz 
Siz yağmurun sesine kulak tıkadığınızla 
Ben yağmurun altında durduğumla kalırız ... 

Yunus Nadi ödülü alan Deniz, Unutma Adını! 90'lı yılların başındaki politik uyanmayı yansıtıyor. Kendi içine kapanan şair algısını Türkiye'nin siyasi iklimi üzerine ailesiyle (oğlu Deniz) birlikte genişletiyor.

Al şu sekizyüzondörtbinbeşyüzyetmişsekiz km2'ni 
Ört altmış milyonun üstüne bir mezar olarak ...

13 Mart 2022 Pazar

Ruhi Su - Zeybekler (1981)


Ruhi Su'nu sesine gidecek türkülerin en başta Ege'den, zeybek ve efe diyarından çıkması rastlantı değil. Akdeniz'in batısını da oradan sayıyoruz. Uzun lafın sünnetlisi dinliyor, dinliyor, bırakamıyoruz efenim. 

uykularda adam vurulmaz


8,50+/10

12 Mart 2022 Cumartesi

Faruk Duman - İncir Tarihi

 

Yazarları direkt bağlantısı olmama olasılığı şurada dursun, kendi topraklarımızda edebiyatımızda  Türk/Anadolu masalsılık, büyülü gerçekçilik gibi bir damar kendini hissettiriyor. İhsan Oktay Anar, Y.Hakan Erdem gibi isimler geliyor aklıma ilkin. Hatta bu damarın evrensel post-modernizmin ve gerçeküstücülüğün ve yeraltı edebiyatın yerli şubeleri ile geçişmeleri de olabilir. Köklerden de bu topraklara özgü absürt kültürel kodlardan da besleniyor belki. Türkü sözleri ve komedi üslubumuza bakmamız yeterli sanırım. Bunun akademik olarak bir araştırması varsa bir göz atmak isterim doğrusu. 2011 Yunus Nadi roman ödülü alan bu romanın da beslendiği kaynak oralar işte. Hakeza zayıflığı da. Bilgisayar oyunu gibi bölüm bölüm maceralar atlıyor ve sonunda bu hikayenin ana konusu nedir diye sorulduğunda birden fazla farklı yorum neticesinde bir boşlukla karşılaşıyorsunuz. Bu romanın kendine özgü zayıflığı ise karakter ve hikaye örgüsü açısından sığlığı olsa gerek. Binbir renkli ve olağanüstü serüven ile karşılaşıyor kahramanlarımız ama kahramanlık yaptıklarından da değil. Bu bir savrulma.  Alegori varsa da bir büyüme hikayesi olabilir, bir de yazarın edebi çabası, ilham arayışı, bir türlü kavuşulamayan Kelime ismindeki sevgiliye istinaden.

Ergen genç Zeyrek Üsküdar dışındaki köyünde ailesi ile yaşarken ve kafasında ve kasıklarında uzaktan sevdiği Kelime'yi büyütürken küçük kızları öldürdüğüne dair bir iftira neticesinde linçten kaçarak, köydeki tanıdığı cüce Ümmik ve sincabı ile beraber mağaraları, ormanları aşıp bir gemiye kaçak yolcu olarak gizleniyor. Yazar hikayeler arasında sekerek meselleri biraz da arkaik bir dille  aktarıyor. Hatta dipnot niyetine eserin sonunda 10 sayfa açıklama da ekleyerek zengin ve az biraz dağınık bir metod izliyor. Gemide yakalandıklarında korsanların baskınıyla karaya vuruyorlar. Ada sandıkları yerde Suriyeli bir köy ahalisi ile karşılaşıyorlar. Zeyrek'in koynunda bütün yolculuk boyunca taşıdığı kesik kolunun tadına varan  kendi kendine uçan sihirli bir hançeri engellemeyi başarsa da köy ahalisi ile yine ters düşer.  Oradan kaçıp atıldıkları düşman bir hükümdarın zindanında rüyasında gördüğü celladın yardımıyla kaçıp döndükleri İstanbul'da, gerçek katilin yakalanmasıyla aklandığını anlıyoruz. Ve sonunda Kelime ile biraraya geliyor. Fakat bu birlikteliği cinselliğe indirgenmesi gibi romanda bazı kabalıklar  ince ince rahatsızlık veriyor. Zeyrek'in masalsı anlatım tarzı da modern çağda zihinsel bir davranışsal bozukluğu hatırlatmıyor değil.

9 Mart 2022 Çarşamba

Jonne - Jonne (2014)

 

Wardruna'yı nasıl sevdiğimi bilirsiniz. Ama İskandinav yerel musikisi hep öyle mistik ve karanlık olacak değil ya. Aklıma hemen Korpiklaani ve Fin düğün halayı geliyor aklıma. Norveçli olmamaları bir etken midir bilmem ama İsmail Türüt havasına kaydıkları bir kaç şarkı haricinde gayet renkli ve hoptempo bir dinleti sundukları kesin. Korpiklaani (bu arada Jonne sözkonusu grubun has elemanı olmakta)  çılgınlığında olmayan yorumlar biraz dizginlenmiş. Sanki Fin TV'sinde klibi çıkan halk musikisi formatında. Gördüğümden de değil hani. Vokal çeşitlemesi hoş. Sonlarda tanıdık 2 cover yer alıyor. Sert vokal ile müziğin uyumsuzluğu ortaya garip bir seyir çıkartıyor. Ortak bir atmosfer yoksunluğu da göze çarpıyor. Şaman kökler felan diye sıfatlar kullanılsa da o mistisizmin etkisi alacalı bulacalı.

6,50+/10

7 Mart 2022 Pazartesi

Mark Lawrence - Parçalanmış İmparatorluk Serisi II: Dikenlikler Kralı

 

Yazar demek ki ilk cildin başarısıyla kendini daha bir ciddiye alır olmuş. O absürd aşırılık devam etmekle birlikte biraz da önüyle ardıyla diyalektik bağa sokulmaya çalışılmış ki okumaya sasuk bir tat bırakmış. Diğer bir deyişle eğlencesi kaçmış bir miktar. Anasını ve kardeşini öldüren amcasının krallığını elegeçirmiş bir şekilde bırakmıştık sayko Jorg'u. Büyümüş 18 felan olmuştur şimdi. Roman iki ayrı zaman çizelgesini takip ediyor. Genç olduğu vakit sanki sonradan olacakları sezmiş gibi yıkık Avrupa'yı gezerekten ve psikopat yol arkadaşlarını da feda ederek ittifak arayışına çıkar. Bir de büyüme hikayesi vicdan denen yabancısı olduğu şeyle buluşur. Büyücüler, eski teknolojiler, zombiler, vikingler felan... Diğer yandan her bir ufak krallığın, arka kapılar arasındaki mistik güçlerin ve halkın sevgilisi Temren prensinin Jorg'un prensliğini kuşatmasına direnişini okuyoruz. Tabi ki sevdiği Katherine ile netametli aşk hikayesi de manasız bir arkafon olarak unutulmamış. Bir yere bağlanacak ama burada değil belli ki. Edebi olarak farklı zaman dilimi, hatıralar ve günlük alıntıları gibi yöntemlerle edebiyata göz kırptığı oranda ilk esere göre genel kanı daha pozitif olmakla birlikte çok pek çok fantastik kurgu eser okuyan biri için sıkıcılığa doğru atılmış bir adım olarak değerlendirilmekten kaçamıyor. Zira yenilmez, umarsız, ahlaksız, karikatür gibi bir tipin hikayesi hakkında ciddi eleştiriler ve yorumlar okumak da benzer bir sıkıcı deneyim.

6 Mart 2022 Pazar

Eugenio Borgna - Şu Bizim Kırılganlığımız

 

İtalyan psikayatrist Eogenio Borgna'nın dilimize kazandırılmış eserlerinden biri olan ve enfes bir isme sahip Şu Bizim Kırılganlığımız, 70 sayfalık ebatıyla kırılganlığı tanımını, umut gibi tamamlayan kavramlarla ve hastalık, yaşlılık, ergenlik gibi ortaya çıktığı farklı boyutlarıyla işliyor. Beklediğinizin aksine klinik ve tıbbi bir yapıt değil. Estetik manada edebi bir metin bu. Çok sayıda alıntı ve şiirlerle örülü. Bu manada özgünlük sorunu yaşıyor. Tercümedeki taşlı çakıl patika da diğer bir sorunu. Gözden geçirilmiş bir tercüme ve cep kitabı baskısı yapılsa acımasız yaşam koşullarında naifliği ve empatiyi hatırlatacak güzel bir başvuru kaynağına dönüşebilme potansiyeline sahip. Böylece nefes alabileceğimiz narin bir boşluk yaratabiliriz kendimize.

2 Mart 2022 Çarşamba

Soen - Imperial (2021)

 

Diğer albümlerin gölgesinde kalıyor bu son yapıtları. Biraz mesafeli, az dinamizmi eksik, birbirine benzer temeller. Albüm kapağı sounda cuk oturmuş. Bu albümün adıyla çıktıkları turne kapsamında ülkemize de geliyorlar. Ben gelmeme kararındayım. Ederi daha fazla olmakla beraber bu kaydın,  kendilerine bir debit note veriyorum.

6,75+/10

1 Mart 2022 Salı

bu bir ali cengiz oyunu

 Yıllar yıllar sonra giriş yaptığım bilgisayar oyun dünyasından bildiriyorum. O kadar şey değişmiş ki, artık DVD'ler kalkmış, steam epic diye bir yerlerden oyunlar satın alınıp oynanıyor, yeni türler felan çıkmış. Hayret doğrusu. Ha kendimi de tanıdım şu ki büyümüşüm, sarmıyor beni eskisi gibi, kırkıma vardığımdan olabilir tabi. Bulaştığım bir kaç oyundan bahsedeyim.

 

Pillars of Eternity: Epic Games'i ben de sömürüyorum, suçluyum. Ama bu demek değil ki Steam' e hiç dokunmadım. O geyik vardır ya tekrarlamaktan hicap duymaktayım efenim. Gençken vaktimiz vardı paramız yoktu, şimdi de tersi. Steam indirimlerinden de 3-5 liraya bir sürü birşeyler yüklemişem. Rol yapma oyunlarını efsane küçük adamlı (izometrik) Baldurs Gate, Icewind Dale, Fallout, Planescape Torment dönemi ardından Neverwinter Nights, Dungeon Siege, Gothic gibi girizgahları takiben Skyrim ile zirve yaptığı noktadan sonra tamamiyle üç boyutlu ve açık dünya düzenine evrildiği noktada bırakmıştım. Ama bu ufak adamlar hep içimde ukde kalmıştı. Böylesi binlerce kişi varmış ve tekrar bu izometrik RPG'leri finanse edip canlandırmışlar. İşte bu oyun başı çekmiş. Ardından da bu tarz oyunlar gelmeye devam etmiş ve bu akım  sanırım kaynak:işkembe-i kübra, tekrar geri çekilmeye başlamış. Ohoo neler dönmüş burada Ziya. Neyse, White March eklentileri ile oynayıp bitirdim. Bazı görevler gereksiz zordu,  eklenti paketleri ardından ise son final kavgası tersine bayağı kolaydı. Yapay zeka ara ara arkadaş çok güçlendin istersen zorluğu artıralım diye öneri getirmekten geri durmadı. Yok dedim vaktim yok harala gürele bitirelim şu işi. Ancak eklentilerle birlikte iş uzadı da uzadı o noktadan sonra sıkmaya başladı. Baldur's Gate'i fazlasıyla örnek alan oyun ki zayıf tarafı da belki de bu,  yalnız şu endurance ve health'i ayırmak güzel bir incelikti , hikayesiyle de dikkat çekiyor. İtiraf edelim başlarda geç geç butonlarına nefes almadan basarak önemsemiyorsunuz. Seçimleriniz gidişatı ekledikçe hikayelere ve diyaloglara daha dikkat kesiliyor olursunuz. Ben hep iyi olmaya çalışırım ki seçeneklerim çoğalsın. Bir de sevilip sayılayım insanlar beni sevsin. eziğim böyle. İşin özü iyi ama muhteşem değil. Devam oyunları daha bir ses getirmiş. Bu da bilgi notu.

Cities : Skylines güzel bir modern şehir kurmaca oyunu. Bir süre idare ettirmekle beraber sürekli oynanacak bir oyun değil. Özellikle belli bir seviyeye şehrinizi getirdikten sonra sebepsiz bir şekilde apar topar çöküşe geçince. Üstelik metro inşaatı ve toprağı yükseltme. çökertme işleri hiç de kolay  değil. 

Torchlight II: Diablo oynadım bileklerim ağrıyana kadar. Sacred da . Ama hala sadece fare tıklatmanın mantığını anlayamadım. Tüfekleriyle birlikte farklı silahlar. bol ganimet ve fantastik arkayapısıyla gayet keyifli bu oyun da bir yere varmıyor. Bir yerden sonra eh yeter dememek mümkün değil.

Borderlands 2: Hoşlandım mı, hoşlanmadım mı diye bir türlü karar veremediğim çizgi romanları hatırlatan ilginç grafikleri ile dikkat çeken oyunda görevleri yapmaya çalıştığımız düz yollarda bir sürü serseri manyağı bir sürü değişik silahla vurarak stres atmanın keyfine varıyoruz. Geriye dönüp başka bir görevi takip ederken bir bakıyoruz, öldürdüğümüz düşmanlar, boss dahil canlanmış. Aynı boss savaşını 4-5 kez yapınca turşunun suyu o kadar ekşi gelmiyor artık, üstelik ekşiyi de sevmem.

Rage 2: Bitirmeye yaklaştığım keyifli bir oyun . Nükleer savaş sonrası hayli Mad Max atmosferini andıran bir dünyada savaşıyoruz, görevler yapıyoruz.  O filmde olduğu gibi arabalarla savaşmak çok güzel. Aynı arabaları yarıştırıp birinci gelme görevini yapamayınca oyundan  kopuvermek de işin kara komedisi galiba. Gerçek hayatta da arabalar benimle pek anlaşamaz zaten, park edilmek konusunda inatçı olabiliyorlar özellikle.

Europa Universalis IV: Bunun III'lü olanı da oynamıştım bir ara. Memlukleri yönetiyordum taki kardeş kavgasının hortladığı o meşum fetret dönemine kadar. Bu strateji oyunu dünyanın kolayca elegeçirilmesini önleyici bir kronoloji takip ederek işleri zorlaştırırken Osmanlı'yı oynadığım IV'de hilenin dibine vurmak zorunda kaldım. Zira içimde dünya hakimi olmak isteyen bir psikopat var. Allahsız İspanyolları ezemesem de İtalya'yı alıp Almanları zorladığım, Afrika'nın kuzey yarısını müttefiklerimle cebe attığım , Kuzey ve Güney Amerika'da sömürgeler kurabildiğim senaryo bir otomatik güncellemeye kurban gitti. Aklımda ufak bir Alman prensliğini yüceltmek gibi fikirler belirse de içinde harcayacağım vaktin korkusuyla yaklaşamıyorum.

Cave Story: Ayhh hoplamalı zıplamalı platform bir şey, 1 ay sonra ikinci ekrana geçebildim. Kapı tokmağını bulamamışım. Pek benlik değil.

HITMAN: Bu yaştan sonra zırhlara bürünüp gümbür gümbür savaş meydanında hoplamak varken böyle incelikler bana göre değil. Tutorial'ı geçtim de o yattan inemedim.

Remnant: From The Ashes gayet güzel görünüyor da save checkpointini bulamadım yafu. Yol yordam bulamadım, zor bu zor, huu vaktim yok vaktim. Kim böyle bir şey yapar derken meğerse bu da böyle bir türmüş. Soullike mı darksoul mu ömür tırpanı mı ki ne.

Hotline Miami fakir pikseliyle çok bir çok hoşlandığım tarz bir oyun. Bunu bir de hikaye ile birleştirmişler, şukela. Ancak bu da zor arkadaş. Eline sopa al, demir çıbık al, bir haritadaki 5-10 adamı dayak yemeden sessiz sessiz harca. Sar başa sar başa sar , bağımlılık yapıyor meret. Anlaşılan biraz uğraşacağız senle şerro.