24 Ocak 2018 Çarşamba

Pablo Neruda - Kara Ada Şiirleri

5 defterden oluşan bu kitap Sait Maden'in çevirisiyle okuyucuya ulaşıyor. Farklı kitapevlerinden yeni baskıları da mevcut olan bu kitap çocukluktan itibaren geniş bir dönemi kapsamakta.
i) Yağmurun Doğduğu Yer: Şili'nin güney ormanlarında geçen kimsesiz, ürkek bir çocukluk. Evrenin büyük gizleri  karşısında yaşanan ilk şaşkınlık
ii Labirentte Ay: Şiirin uyanışı, ilk aşklar, dış dünyanın kavranmaya başlanması
iii) Acımasız Ateş: Şiiri bir siyasal eylem aracı olmaya yönelten İspanya iç savaşının anıları
iv) Kök Avcısı: Bir kaynaklara dönüş serüveni, doğadan sağlanan dersler, görgüler
v) Eleştirici Sonat: Günlük uğraşılar, sevinçler, düşkırıklıkları üstüne bir söyleşi
Çevirmenin yukarıdaki şekilde özetlediği bu bölümler sayesinde şairin sadece politik ile sınırlanmadığını aynı zamanda, denizlerin, dalganın, tuzun, usul usul akan ırmakların, yanardağların, aydınlığın, uğuldayan ormanın da şairi olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz. Son günlerde ölümünün hiç de doğal yöntemlerle olmadığı Pinochet rejiminin zehirlediğinin kanıtlandığına dair şeyler okuyoruz.

Bu arada Ursula K. LeGuin'in de hayatını kaybettiğini öğrendim. Birer birer gidiyorlar, sıra bize gelene dek..


Anısını saklamıyorum
görünümün, zamanın,
yüzleri, biçimleri,
hiçbir şeyi incecik tozdan başka,
yazın etek kuyruğunu
ve mezarlığı
ki götürdüler beni oraya
kabirler arasında göreyim diye
annemin uykusunu.
Ve bir kez bile görmediğimden
yüzünü
ölüler arasından seslendim ona, görebilmek için,
ama başka gömülüler gibi
bilmedi, işitmedi, karşılık vermedi,
kalakaldı öylece, oğlu olmadan yanında,
gölgeler arasında
yabanıl ve çekingen.
Ben oradanım işte, o toprağı sarsılan
Parral’danım,
bir toprak ki üzümle,
doğmuş üzümle yüklüdür
ölü annemden.

**
...
çalkantısına kapılmıştım suların, o sular ki
ilerlerdi tepeler arasından, ayırarak
yalnız benim için bu ıssızlıkları
yalnız benim için bu saf yolu,
yalnız benim için evreni

Irmakların esrikliği,
kokulu, kara kürklü kıyılar,
ansızın çıkan taşlar, yanık ağaçlar
ve ıssız ve dolgun toprak.
Oğluyum ben o ırmakların
ama yaşamım
yeryüzünde koşmakla geçti.
aynı ırmaklar boyunca
aynı köpüğe doğru
ve denizi o günlerin
devrilince yaralı bir kule gibi
ve çılgın bir öfkeyle doğrulunca diken diken
çıktım köklerimden,
daha genişledi yurdum,
ağacın birliği kırıldı:
ormanların zindanı
yeşil bir kapı açtı da
gitti oradan dalga ve gümbürtüsü
ve yaşamım yayıldı
bir deniz çarpmasıyla, enginde.

**
Yalnızım
doğduğum ormanlarda,
derin
ve karanlık Araucania'da.
Kesiyor kanatlar
makaslarla sessizliği,
düşüyor bir damla
ağır ve soğuk, tıpkı
bir at nalı gibi.
Orman uğuldayıp susuyor:
susuyor ben dinleyince,
uğulduyor ben uyuyunca,
gömüyorum
yorgun ayaklarımı
birikintisine
eski çiçeklerin, kalıntısına
kuşların, yaprakların ve meyvelerin,
kör, umutsuz,
parlayıncaya değin bir nokta:
bir ev.

**
acı da evet, acı da ekmeğidir insanın

**
gene de bu acılar sylüyor bana varolduğumu
**
Doğruluyorum bunu!
Ben
oradaydım,
evet, ben oradaydım
ve acı çektim ve korudum
tanıklığımı
anımsamasa da
hiç kimse
ben
anımsatanım işte
dünyada tek bir göz kalmasa bile
bakıp duracağım ben
ve kanları işte şurada
yazılı kalacak,
sevgileri aynı ateş olacak şurada,
ne demek unutmak, baylar bayanlar, yok çyle şey,
şu yaralı ağzımdan
ağızları şarkıya devam edecek!
***
Uzaktan dönüyordum
yola çıkmak üzere,
yeniden yola çıkmak üzere,
ve böylece anladım ölmek olduğunu gitmenin;
yola çıkmaktır bu ve kalır her şey:
ölmektir bu ve çiçeklenmiş
Ada'dır,
ölmektir bu ve her şey eşdeğmemiş kalır:
yaseminler,
..
***
şarkım büyüyordu sularla aynı zamanda
**
gene de bir denizden ötekine var yaşam
**

LANETLİ KIRAL

Koca orman öyle yaş döker ki
çürüyüp gitmiştir toprak.
Anasıdır donuzlan böceklerinin ve kaplanın o.
Anasıdır uyuyan tanrının da.
Uyur ya tanrı
uykusu olduğundan değildir,
ayakları taştır da ondan.
Orman ağlıyordu bütün yapraklarıyla,
kara gözkapaklarıyla.
Kaplan su içmeye indi mi
Dudağında kan vardı
ve gözyaşlarıyla doluydu belkemiği.
Kayıp giden bir kalyon gibi
indi iguana gözyaşları üstünde
ve düşen damlalarla
çoğaldı ametistleri.
Sarı, mor, al uçuşlu bir kuş
devirdi göğün dallara bıraktığı
asılı yükü.

Orman yiyiverdi bunu.

Kendi ağaçlarını, sarmaşıkların
ve köklerin düşlerini,
yaban güvercinin kalıntısını
öldürüldükten sonra,
giysilerini yılanın,
yaprak yığıntısının o çılgınca kulelerini,
kaplumbağaların yavuz gagasını
büsbütün yedi orman.
Usul usul yüzyıllara
dönüşen dakikaları
yararsız dalların tozunu,
yakıcı günleri,
parsların fosforundan başka
ışığı olmayan kapkara geceleri
orman
yedi
bütün bütüne.

Aydınlık,
ölüm,
su,
güneş,
yıldırım,
kaçan şeyler,
yanan
ve ölen böcekler, eriyip
ufak, yaldızlı yaşamlarında,
kızgın yaz ve çıtırdayan
kızıl meyvelerle dolu sepeti,
saçlarıyla
zaman,
her şey, her şey düşen besindi
epeski, yemyeşil ağzına
yiyip bitirici ormanın.

Kıral, mızrağıyla geldiği zaman.
**

Geçip gideceğim gideceğiz
diyor su
ve gerçek şakırdıyor taşlarda,
akışı yayılıp uzaklaşıyor,
çılgın otlar yükseliyor
kıyıda,
geçip gideceğim, gideceğiz
diyor gece gündüze,
ay yıla,
zaman
doğruluğu zorla aşılıyor tanıklığına
kazananların da kaybedenlerin de,
ama ağaç yorulmadan büyüyor
ve ağaç ölüyor ve başka bir tohum
koşuyor yaşama ve her şey sürüp gidiyor.

**

Beklemeyin şu halde geri gelmemi.

Ben aydınlığa varıp dönenlerden değilim.
**
o kadar
Bir Mayıs'ı öven şiir okudum ki
bundan böyle yazarsam aynı ayın 2'sine yazarım yalnız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder