29 Kasım 2010 Pazartesi
Savatage - The Dungeons Are Calling (1984) EP
Dungeons are Calling ilk dinlediğim heavy metal parçalarından biri. Şimdi hatırlaıyorum da o zamanlar bu şarkı olağanüstü gelmişti, hem gerilimli hem gizemli hem de sertti. Bugün aynı şeyleri hissettiğimi söylemem güç. Ancak By The Grace of the Witch gibi bir parça ile tanışma fırsatı da buldum bu kısa albüm sayesinde. Sondaki balad Fighting for your Love da hiç fena değil. İşin özü önceki albümün daha yavaş ve basit bir versiyonu. Yine de iyi.
7,50+/10
28 Kasım 2010 Pazar
The Sword - Warp Riders (2010)
Oldukça tatlı bir müzik yapan grup parçalarını sert riflerle süslemeye devam ediyor. Bununla birlikte şarap gibi bordomsu bir lezzeti her nasıl oluyora aktarmayı başarıyorlar dinleyiciye. Özellikle albümün girişi bilimkurgu/fantastik konseptine uygun bir şekilde ilerliyor. Özen film fragmanı gibi tüy kıpraştırıcı. Vokal ise inanılmaz derece de Ozzy Osbourne'u hatırlatıyor. Pek çok kişi 2010 model bu albümü öncekine göre ilerleme olarak değerlendirdi. Atmosfer olarak olabilir, ancak "fevkalade şarkı" eksikliği hissediliyor. Kısacası anladımki bu grubun ne tüm albümlerini takip eden bir hayranı olacağım ne de albümlerini dinleyip hayalkırıklığına uğrayacağım.
7,75+/10
27 Kasım 2010 Cumartesi
Paradise Lost - Faith Divides Us - Death Unites Us (2009)
İsminin güzelliği ile dikkat çeken albüm hemen kendini emsallerinden ayırabiliyor. Çünkü tarzı ile tavrı ile grup alem-i metal'de kendine has bir duruş sergiliyor. İlk duyduğunuzda bu albümü işte Paradise Lost diyorsunuz, gotik metalin kralları. Ama her şey bu kadar tozpembe mi? Bir kere çığırtkan vokal tarzı her ne kadar arada bir David Gahan'laşsa da bir süre sonra bayıyor. Önde olan gitarın tüm güzelliklerine rağmen bestelerin ayniliği albümü parça bazlı değil atmosferi sayesinde sevmemizi sağlıyor. Bonus CDsinde albümün ağır topları Faith Divide Us ve Last Regret orkestral versiyon olarak yer alıyor. Last Regret'daki garip gitar solosunun orkestraya uyarlanması iki kere garip ve üstelik çekici. Aslında grup senfonik bir çalışma içersine girse keşkem..
8,0-/10
26 Kasım 2010 Cuma
Dream Theater - A Change of Seasons (1995) EP
Kapağındaki çocuk resmine tezat sound olarak gayet yaşlı, 70ler tınlayan bu EP albümün aslında cover parçalardan oluştuğunu bilmiyordum. Ben de kendi kendime neden grup Led Zeppelin'e benziyor diyordum. Kısaca hard rock'ı nostaljik yadediyoruz. Ancak 7 bölümden müteşekkil albüme adını veren 23 dakikalık şarkı gayet keyifli. Ardından 10 dakikalık bir Elton John parçası yer alıyor, Elton John bu tarz söylermiymiş? demekki.. Sonracııma Deep Purple ve Led Zeppelin potporisi, potpöri, pötpörü, petibör, hay nasıl söylenip yazılıyorsa artık, ile kalmıyor, albüm 10 dakikalık içinde yok yok bir potpöri ile sonlanıyor. Yokları değilde varları sayarsak Pink Floyd, Kansas, Journey, Queen, Genesis ve Dixie Dregs (hah bunu hiç duymamıştım işte). İnişli ve daha az inişli yoğun bir haftayı bu güzelim cuma ile sona erdirmenin kıvancını yaşarken grubun bu albüm ile beni zorladığını söylemem lazım. Olumlu anlamda. Neredeyse 8.
7,75/10
7,75/10
24 Kasım 2010 Çarşamba
Antonio Vivaldi - Le Quattro Stagioni (Simon Standage / Trevor Pinnock,1982)
Klasik müziğin de popülerleşmiş bir hali var ki crossover deniliyor. Bu tenorlar sopranolar yok Pavarottiler yok Emma Shaplinler ki albümünü bu aralar dinliyorum, örnek olarak gösterebilinir. Ancak klasik müziğin en popüler eserleri arasında hiç kuşkusuz Vivaldi'nin keman ağırlıklı konçertosu 4 Mevsim yer alıyor. İlkbaharın ve Sonbaharın başlangıçları yetrince duyulmuş olmakla birlikte beni en bi fevkalade etkileyen Kış'ın son kısmı oldu.
8,25/10
23 Kasım 2010 Salı
The Sound - From the Lion's Mouth (1981)
Böyle şık kapağı olacak da dinlemeyeceğim?
80'ler , gotik ve new wave etkili post-punk müziği, müzik karanlık (karamsar değil) ama çok da sıkı değil. Bu yüzden dinlemesi kolay. Vokal de albüm kapağı gibi ayrı bir klasa sahip. Müzikte hiç bir enstrümanın ağırlığı yok, her şey dengeli. Türe ve zamana göre bas duyulur dinlenilir cinsten. Zaman zaman rock sınırlarını zorlayıp dönemin synth gruplarına yaklaşması benim açımdan olumsuz bir nokta. Hareketlenip bereketlendikleri Winning ve The Fire gibi şarkılar daha etkileyici.
7,50/10
21 Kasım 2010 Pazar
Raşit Kısacık - Kürt Sorunu ve Etnik Örgütlenmeler-2: Rızgari ve Ala Rizgari
Malatya ilinde bilinen bir gazetecinin Kürtçü örgütlenmeler üzerine hazırladığı kitaplardan biri Rızgari ve Rızgari'den ayrıldığında tabanın en azından yarısını etki altına alabilen Ala Rizgari üzerine. Kitabın ilk sayfalarında DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) üzerine de hayli kapsamlı bir tarihçe konularak yapının köklerine iniliyor. Serinin henüz bitiremediğim ilk kitabı ise Kawa üzerine. Yazar yerel kapsamda takip ettiği davalardan ve onun mahkeme kayıtlarından yararlanırken aslında politik tavrını açıklamaktan da geride durmuyor. Bununla birlikte grubun önemli isimleriyle yapılan söyleşileri ve makaleleri hatta savunmasını, sanırım bir kısmı internetten alınmış, olduğu gibi aktararak objektifliği bir nebze, benim öznelliğimde sağlamış sayılır, sağlamış görünüyor. Eksiklikler mevcut ancak. Dergilerin içerikleri sayı sayı anlatılırken arşivciliği seven biri olarak ellerimle o eski dergilere dokunbilmek istedim doğrusu. En azından fotoğraflanabilirdi kapakları. Hareketin önemli isimlerinin de resimleri kitap da yer alabilirdi. Listelenen eylemler ise yine belli bir coğrafyaya ait. Yazar grupla ilgili polis kayıtlarının tümüne ulaşamamış görünüyor yani. Diğer pek çok kitapta olduğu gibi burada da 80'ler yok. 70'ler 2000'lerde yazıya dökülmeye başlandıysa demekki bu on yıl içinde 80'lerin gurbette sekt haline dönüşmüş yapıları hakkında birşeyler okumayı bekleyebiliriz. Örneğin KKP ve PRK deneyimi, yine internetten öğrendiğim PRK'nın 3'e bölünmesi gibi. Ala Rizgari'nin tarihi ise bir anlamda bir yerlere bağlanabiliyor.
Uzun lafın kısası orta şeker, emek gösterilmiş bir çalışma. Kendimi detaylandırılabilirdi demekten alıkoyamıyorum. Tekrar etmek gerekirse görsellik zenginleştirilebilir, 80'lerden günümüze tarihi ortaya konabilir ve 70'lerin teorik tartışmaları içinde diğer gruplarla gerçekleştirdikleri polemiklere yer verilebilirdi.
Uzun lafın kısası orta şeker, emek gösterilmiş bir çalışma. Kendimi detaylandırılabilirdi demekten alıkoyamıyorum. Tekrar etmek gerekirse görsellik zenginleştirilebilir, 80'lerden günümüze tarihi ortaya konabilir ve 70'lerin teorik tartışmaları içinde diğer gruplarla gerçekleştirdikleri polemiklere yer verilebilirdi.
Nachtmystium - Assassins: Black Meddle Pt. 1 (2008)
İşte bu!Post-black metal adına güzel bir iş kotarılırken saykodelikdeşik etkiyi, gitar rifleri dahil, çok belirgin bir şekilde görebiliyoruz. Assasins ile birlikte sağanak asit yağmuru altında erimeye başlıyoruz. Albümün en ilgi çekici yanı ise progresif tavrın hakim olduğu Seasick üçlemesi, ve özellikle saksafonun beğenin ya da beğenmeyin kattığı değişik hava ile Seasick'in ikinci bölümü.
Black metalin yenilikçi yorumu her zaman tutmuyor. Bu albüm ise tutmuşu.
8,25+/10
Alcest - Écailles de lune (2010)
Muhteşem kapağıyla dikkat çeken albüm, grubun önceki albümüne kıyasla metalcileri daha memnun edecek bir seyrüsefer sergiliyor. Shoegaze silik, uyuz ve uykucu bir performansın ötesine taşınabiliniyor. Özellikle son şarkının güzelliğinde buna tanık olabiliyoruz.
Tek tek parça bazlı değerlemeye tabi tutmak yerine atmosferik basınç kuvvetinin keyfine kendimizi bırakmak yeterli. Misal; sonbahar güneşi altında ege kıyısında ıssız bir balıkçı mekanında balığınızı yemiş, bir kadehin de tadına bakmayı kaçırmamışsınız. Terkenize deniz kokusunu doldurup geri dönüş yolunda bu albüme kulak vermişsiniz. Bir anda kendinizi ana kucağının güvenliğinde, babanın uzak gözetiminde bulmanın şaşırılacak bir yanı olmadığını görürsünüz. Nostaljinin damıtılmış , içimi kolay versiyonu.
8,25/10
Tek tek parça bazlı değerlemeye tabi tutmak yerine atmosferik basınç kuvvetinin keyfine kendimizi bırakmak yeterli. Misal; sonbahar güneşi altında ege kıyısında ıssız bir balıkçı mekanında balığınızı yemiş, bir kadehin de tadına bakmayı kaçırmamışsınız. Terkenize deniz kokusunu doldurup geri dönüş yolunda bu albüme kulak vermişsiniz. Bir anda kendinizi ana kucağının güvenliğinde, babanın uzak gözetiminde bulmanın şaşırılacak bir yanı olmadığını görürsünüz. Nostaljinin damıtılmış , içimi kolay versiyonu.
8,25/10
16 Kasım 2010 Salı
The Murder of King Tut - Four Eyes
Kral Tut'un Katli, 5 kitaptan oluşan bir çizim. Sanırım aynı isimli bir romandan uyarlama. Roman da olabilir araştırma inceleme de olabülü. Konu olarak genç yaşta hakın rahmetine kavuşan firavun Tutankamun'un esrarengiz ölümünü irdeliyor. Allahım, ne irdeleme o. Hikaye taa dededen başlıyor, oldukça lineer didaktik ve sıkıcı bir anlatım. Diğer yandan da 1900'lerin başında azimli hırslı genç bir arkeolog Tutankamun'un mezarını bulmaya çalışır. O da yaşlanır ve fakir fukara ölür. Amaç ne, niye bunlar işlenmiş, bu sıkıcılık ne? Anlamanın mümkünatı yok. Kısaca uyarlama konusunda çok başarısız. İlginç olan seride iki ayrı çizim tekniğinin uygulanması. Arkeologla ilgili kısımlar realist iken Mısır'la ilgili anlatımlar pastel renklerin içiçe geçtiği sert ve keskin hatların egemenliğinde. Kısacası kuul.
3,5/10
Dört göz ise 4 kitaptan oluşuyor. Ama görünen o ki bu bir hikayenin başlangıcı. Bu arada dört gözün çocuğun lakabı olmadığını baştan söyleyeyim. Çizimler canlı, gerçek ve fantastik öğeler güzel betimlenmiş. 1930'ların alternatif dünyası atmosferi yansıtmada başarılı. Hikaye fena değil. Ancak hikayeye konu olan çocuğun çok genç tıfıl olması inandırıcılığı düşürüyor. Konu kısaca şu: Ejderler derin ekonomik krizin yaşandığı 30'larda olağan bir görüntü. Sayıları çok fazla olmamakla birlikte insanları da pek rahatsız etmiyorlar. Genellikle inlerinde dinlenirken şehirlerin üzerinde uçtukları da oluyor. Ve kanunla korunuyorlar. Fakat İtalyan mafyası bu ejderlerin bebelerini inlerinden kapıp şehirde birbirleriyle kapıştırdıkları yasadışı maçlar organize ediyor. Bu av da doğal olarak pek bi kanlı geçiyor. Veledimizin babası da başkasının ölümüne sebep olmamak için tek başına giriştiği böyle bir avda hayatını kaybediyor. Çocuk annesine bakabilmek için uğrşsa da sonunda patronun kapısına dayanıyor. Ve bu tarz bir av partisine yem olmak için katılıyor. Yem görevindekiler ejderhayı kızdırıp tünediği yerinden çıkartırken avcı da bebeği kapıyor. Olay bu. Neyse çocuk öldü sanılırken ejderin sakat diye ölüme terk ettiği ejder yavrusu ile bağ kuruyor. Bu yavrunun göz adedi 4.
Neyse herkese iyi bayramlar, bir süreliğine biz de tatil yapalım değil mi?
8/10
RETRO: Blind Guardian - Battalions of Fear (1988)
Aradan yıllar geçti ama hala bir Majesty'ı olsun, bir Batallion of Fear'ı olsun, ağzım sulanmadan dinlemek imkansız. Bırakın bazıları sonradan ustalaşacakları gösterişli progresif etkilenimli senfonik power metal türünde olmadığı için bu albümü görmezden gelsin. Sırf bu şarkılar , Run for the Night da iyi de keşke nakaratı geçiş kısmı yapıp güzel bir nakaratla şarkıyı tamamlasalardı, ve hızlı melodik çatır çutur icra edilen heavy metal bu albüme değer vermeye yeter. Evet vokaller de çıplak haliyle karşımızda. Daha samimi mi desem? Grup elemanlarının nakaratlardaki gang vokali. Yok yok, içimde dinozor beslemişim de haberim yok.
8,25+/10
RETRO: Şebnem Ferah: Can Kırıkları vs. Özlem Tekin: 109876543210 (2005)
Doğrusu böyle sert ve modern bir soundu Şebnem Ferah'a pek yakıştıramamakla birlikte yahu kız kısacık da olsa Can Kırıkları'nda böğürüyor. Bu iyi bir şey. Takdire şayan bir şey. Okyanus, Çakıl Taşları, Ben bir Mülteciyim bu albümden hit olan parçalar. Hem agresyon hem duygu yoğunluğu felan. Benim için ise durgunluk dönemi. Son albümünü dinletecek en ufak bir dürtü kırıntısı bile duyamadım kliplerinde. Gerileme dönemine girmiş mi girmemiş mi hakkaniyetli bir karar vermek için bir kulak vermek gerekli aslında.
Özlem Tekin ise 2005 yılında geçmişine dönüp biraz daha modern pop sosuyla rock müziğini tekrardan icra ediyordu. Bu albüm zamanında pek bi gözardı edildi. Ancak bence hemen hemen her şarkının tek başına önemli bir yer teşkil ettiği eğlenceli bir albümdü. Sığ mı? Evet. Bu sığlık albümü tekra dinlediğimde keyif almamı engellemedi. Bir müktar azalmakla beraber.
6,75/10 vs. 9,0/10
15 Kasım 2010 Pazartesi
Savatage - Sirens (1983)
Örümcek ağıyla kaplı tozlu çatı katlarından küflü sandukalara, avrupayı titreten ecdadımızdan kanun koyucu hamur abiye, mahmutlarla kapışan mağara adamlarına uzanan geçmişe dönüş bilmemkaç versiyonu yolculuğumuz sonlanırken, durun durun ahan da kendi cinsimi buldum, dinozorlar! Ohh mis gibi dinozor metal, NWOBHM hipnozu altında kütür kütür heavy metal, zaten Sirens'ı Scream Murder'ı duymayan yok, her ne kadar bu iki şarkı diğerlerini açık ara farkla gölgelese de telaşa mahal yok. Baladlar fazla mı ucuz? Telaş yok dedik ya. Her enstrümanın duyulduğu stüdyo mucizelerinin baskın olmadığı bu albümü nostalji denen sonbahar duygusu bile keyifle dinletmeye yeter.
Yandaki resimde pek bilinmeyen orjinal versiyona ait.
8,0/10
14 Kasım 2010 Pazar
Pagan - Oz: In Transcendence (2007)
Ev kaydı gibi tınlayan soundu, hatırladığım kadarıyla grubun iki elemanının dünyanın iki ayrı ucundan kayıt yapma çalışmasının sonucuydu. Grup ilk black metal rüzgarlarının ülkemizde estiği vakitler demolarıyla piyasaya katkıda bulunmuşlar ve ses getiren performans ortaya koymuşlardı. İlk albümlerini ise aradan yıllar sonra biraz da tarihe bir iz bırakmak gayesiyle arşiv niteliğinde hazırlamışlar gibi. Ama en azından şarkı isimlerine bakınca demo şarkılarının toplanarak sürülmesi gibi kolaycı bir yaklaşım sergilememiş gibi görünüyorlar. Böylece demolarına da kulak verebileceğiz vakti zamanı gelince.
Açılış parçası The Wyrmweaver ile Cosmic Terror Declaration ilkel temsili melodi ile bütünleştirerek kral bir dinleme keyfi sunuyor. Ancak diğer parçalar primitif kaydın sıkıcılık tuzağını aşamıyor. Her ne kadar bana sludge'ı hatırlatan orman kesmeye gelmiş balta sapı kıvamındaki gitar tonu ve Emperor'a benzer klavye katkısı gibi etmenler artıları oluştursa da aynı şeyleri vokal ya da bateri ya da drama maşin hakında söyleyemeyeceğim. Elbette dikkat çeken bir parça var ki Kök-Tengri adını taşımakta. Sözlerin Türkçe olmasını ayrı bir enteresanlık gibi lanse etmeyeceğim zira aştık bunları. Ancak nakaratın iğdiş edilmiş hamamoğlanı vokaliyle kaydedilmesi şart mıydı?
6,50+/10
13 Kasım 2010 Cumartesi
R.Scott Bakker - The Prince of Nothing II: Warrior Prophet
Öncelikle serinin ikinci kitabı ile ilk kitapta oluşan çekincelerin, şüphelerin gerçekleşmesinden dolayı haklılıktan olsa gerek mutlu, bünyede yarattığı sıkıntıdan dolayı bir o kadar mutsuz hissettiğimi söylemem gerekli kendimi. Bir tane Allah'ın kulu karakter yok ki bir dirhem çekirdek kadar değer vereyim. Kellhus mükemmel zaten bir süre sonra kendini peygamber ilan ediyor. Cnaür delinin önde gideni psikopat, Esmi ırıspı, Achamian salak. Hikaye kana vahşete seksüel abartıya doymak bilmiyor, yetişkinler için fantastik kurgunun özelliği olan bu farklılıkların bu kadar suistimal edilmesine tanık olmak acı verici. Katliamların sıradanlaştırılarak objektifik maskaralığı altında anlatılan haçlı seferinde şu batı dünyasının nedense tek bildiği yabancı kültür olan arap-müslüman kimliğe giydirilmesi baygınlık ötesi 4 kere bayık faktör gücünde sıkıcı. Özellikle savaşlarda daha da cisimlenen mantık dışı saçmalıklar, misal son savaşta Kellhus'un bayrağı altında toplanıp bir ruhani güçle kendilerinden kat kat güçlü düşmanı yerle bir eden ordu konusunda şu ufak akılcağızlarımızın algılayabilmesi için küçük de olsa bir sebep ya Rab bir izahat! Yok yok. Serinin en gizemli ve ilgi çekici noktaları olan büyücü okulları ile kötücül konseyden ise layıkıyla yararlanılamaması da kaçan bir fırsat. Hızlı hızlı yarım yamalak da olsa bu seriyi bitirip Zaman Çarkı'nın teknik olarak güvenli sularına yelken açacağım inşallah.
Özet: Achamian Kellhus'a kendisinin kıyametin habercisi olacağını ve konseye karşı insanları etrafında toplayacağına dair efsaneyi anlatır. Böylece babası ile karşılaşmadan önceki haçlı seferini kendi ordusuna dönüştürme planları yapan Kellhus manipülasyonlarına bu yeni bilgi ışığında devam edecektir. Bu arada kızıl büyücüler kendi gruplarına karşı yapılan suikastların sorumlusu olarak suni yüze sahip katilleri yönlendirdiklerine inandıkları Mandate okulunu, spesifik olarak da Achamian'ı görürler. Achamian ise kamp yerinde Esmi'yi fuhuşa sürüklenmiş şekilde bulur, tekrar biraraya gelip yanlış anlaşılmaları düzeltirler. Kellhus'un kampına katılırlar. Kral olmayı kafaya koyan Galeothlu soylu Saubon, Kellhus'un tavsiyelerini dinlemeye başlar. Dini şovalyeler arasında güçlü bir konuma sahip olan ve aslında konseyin casusu Sarcellus'tan kurtulmak için bu şovalyelerin cezalandırılması gerektiği yönünde Saubon'a kehanette bulunur. Saubon da kendi destekçileri ile birlike savaşa başlar. Cishaum büyücüleri ordusunu darmadağın edecekken dini şövalyeleri büyücülere intihar saldırısına sürer ve sonuçta büyücüler yok edilir, savaş kazanılır. Fakat Kellhus bu savaşta ölen Sarcellan'ın aynı vücutta fakat farklı bir versiyonla Inrithilere katıldığını görünce şok olur, olabildiği kadar tabi. Conphas ise Cisharumların ajanı olarak gördüğü Kellhus'u takip etmesi için kendi yardımcısını ajan olarak gönderecektir. Ama Kellhus'un mucizelerine tanık olan yardımcısı bir süre sonra Conphas'ı öldürmeye çalışacak. Yavaş yavaş ordu içinde başladığı vaazlarla Kellhus mütevazilikten savaşçı peygamberliğe varacak yola adımını atar. Achamian ise büyücü olabilecek potansiyeli Kellhus'un barındırdığını keşfeder. Kendi okuluna ait gizemleri ona öğretip öğretmeme konusunda kararsızdır. Achamian çoktan Kellhus'un öğretilerinden etkilenmeye başlamış Esmi'yi bırakıp fethedilen bir kentteki kütüphaneye gider. Fakat orada kızıl büyücüler tarafından pusuya düşürülüp tutsak edilir. Ordu güneye yolculuğuna devam ederken büyücüler gnosisi öğrenebilmek için Achamian'a işkence ederler. Esmi onu beklerken eski arkadaşı Xin onu aramaya yola çıkar. İşte yine savaş olur, zar zor galip çıkar ordu. Kellhus'un Serwe'yi neden kullandığını öğreniriz. Cnaüre baskı olması için ve Cnaür'ün çocuğuna hamile Serwe'yi kendinden hamile gibi gösterir. Zaten bir veliahta ihtiyacı da vardır. Sonra zaten Acha'nın yokluğunda Esmi'yi elegeçirir ve hamile bırakır. Esmi'nin öldü diye ağladığı kızını aslında fakirlikten köle tüccarlarına satığını da duyup sinirleniriz bu aralarda. Kellhus acıdığından dolayı Cnaür'ü de öldürmez yine. Sonrada bunun faydasını da görecektir. Xin de büyücüler tarafından elegeçirilir. Acha sırlarını vermediği için adamı körederler. Ancak Acha kaçma fırsatını bulup kızıl büyücülerin ağzına eder. Kendi gücüne güveni gelen Acha, yaralı Xin'i alıp yola çıkar. Ordu ise büyük bir çöle girmiştir. Açlık susuzluk salgın derken sayılarının çoğunu kaybederler burada. Yine de devasa bir kenti kuşatıp almayı ve tüm nüfusu katletmeyi başarırlar. Şans işte. Kellhus'un peygamberlik ilanı ayyuka çıkarken Conphas, Sarcellan ve dinibütün Proyas Kellhus'a karşı yakınlaşmaya başlar. Hatta İnrithiler elegeçirdikleri şehir içinde iki kampa ayrılır. Dışarıda ise Fanimlerin imparatoru topladığı son orduyla kuşatmaya başlamıştır. Dini yasalarla yargılanmaya kendini teslim eder Kellhus ve yalancı peygamberlikten Sarcellus tarafından öldürülen ki Cnaür kendini suçlar, Serwe'nin cesedi ile birlike meydanda bir ağaca başaşağı ölümüne asılır.Şehre gelen Acha Proyas'dan durumu öğrenir. Öncesinde kendi grubuyla iletişime geçmiştir ve Kellhus'un herhalükarda korunması gerektiği yöünde talimat alır. Daha doğrusu biraz da kendisi ikna eder yöneticilerini. İlginç bir şekilde Manhanet'ten Acha'nın her istediğini gerçekleştirmesi yönünde aldığı şifreli mesaja istinaden Proyas Acha'nın Kellhus'un bırakılması için çaba göstermesi talebini gerçekleştirmeye çalışır. Acha ise Esmi'nin Kellhus'un karısı olduğunu öğrenince büyük bir hayalkırıklığı yaşar. Bir yandan Kellhus kurtarıcıdır bir yandan sevdiğini elinden alan manipülatif bir hırtapoz. Ağaçta asılı Kellhus No-god'a inandığını söyleyince maddi kanıtlarla birlikte lordlora insan kılığındaki konsey casuslarını gösterir, konseyin tarihini anlatır. Lordlar inanmaz karmaşa çıkar. Ama Sarcellus toplantıyı terkedip Kellhusu öldürmek için meydana koşturur. Cnaür takipte. Ağacın orada Sarcellus kendi komutanı ile tartışırken kızıl büyücülerin başı da ortaya çıkıp Kellhus'a elkoymaya çalışır. Cnaür Sarcellusun da yapay ajan olduğunu anlar, döğüşürler, tam ölecekken kargaşadan yararlanıp Sarcellusu öldürür ve yüzün yapay olduğunu herkese kanıtlar. Herkeşçikler savaçı peygamber etrafında bütünleşir. Kuşatmayı yarıp kutsal kent Shimeh'e yola çıkarlar. Ve arada dünyanın en büyük ordularından birini yenip imparatoru kılıçtan geçirirler. Önemsiz şeyler bunlar. Konsey ise Dunyainlerin ismini öğrenmiştir ve işkencelerle bunların kim olduğunu bulma çabasına girişmiştir.
Dream Theater - Awake (1994)
Lie ve samplelarla daha bi şahane balad Space-Dye Vest gibi fantastik şarkılar barındıran albüm , sansasyonel 6:00 ve yaaani Caught in a Web'ı da bu ikiliye dail edebiliriz sanırım, yeterli çeşitliliği ve yaratıcılığıyla heavy metal sınırları içinde kalabilen bir çalışma. Ancak dediğim gibi ne hayatı ne de metalimi ince , detaycı, entrikacı sevmiyorum. Özellikle dakikalar süren uzun parçalarda bu olumsuz nokta daha da perçinleniyor. Hele bir saat 15 dakika gibi albüm süresini de göz önünde bulundurursam.
7,50+/10
10 Kasım 2010 Çarşamba
Missy Elliott - Under Construction (2002)
Her ne kadar bitmek bilmeyen gevezeliği ile old skuul hip-hop havasını yansıtıyorum özüme geri dönüyorum geyikleri yapsa da, en bi büyük bayyan hip hopçu Missy Elliott'un bu albümde yaptığı müzik öncekinden çok farklı değil. Yine singlelara dayalı club havasında eğlenceli efektli hip hop parçalarının yanısıra yine abdye özgü r ve b soslu sıkıcı parçalar. Bu sefer beatlerde , tempoda vessair önceki albümüne göre zayıf olduğunu bile söyleyebilirim. Sezarın hakkı sezara, Work It, Funky Fresh Dressed, Slide, Hot, Gossip Folks ilk çizgiye yakın olmasından dolayı potansiyel olarak belli bir eğlence barındırıyor içinde.
Aslında hem edepsiz hem de çok konuşan hatunlardan uzak durmak gerekir de neYse
6,0/10
9 Kasım 2010 Salı
RETRO: Amon Amarth - Fate of Norns (2004)
Bu albümün bende yeri pek bir ayrıdır. Ağıtvari ki aslında bariz bariz ağıt , temponun ruh-ezen riflerle tatbiki, zaten alışageldiğimiz orta temponun biraz daha yavaşlaması sonucunda yürek burkan bir sound meydana getiriyor. Çok leziz parçalar var çook.
9,25+/10
8 Kasım 2010 Pazartesi
Le Mystère des Voix Bulgares - Le Mystère des Voix Bulgares Vol.1 (1975)
Bulgar sosyalist hükümeti toplamış bayanları bir evvel vakit, her bir kapitalistin imrenerek dileyeceği disiplinle çoğu zamanda enstrümansız halk şarkılarını bir grup kadına kaydettirmiş. Bayanlardan mütevellit koro birbirini tamamlar şekilde , sesleri ayırıp birleştirirken güzel bir dinlenti sunuyor. Ancak bunu hayatta ne zaman bir daha söylerim bilmiyorum. Ama bu albüm fazla mükemmel, kusursuz, bu yüzden de sunilik hissettiğimden dolayı bir türlü bu derleme toplamaya ısınamadım. Opera sanatçılarına taş çıkartır bir performanstan ziyade sesi çatallaşan yanık türküleriyle karşıki dağları zıp zıp zıplatan köylü kadınlarını dinlemeyi tercih ederdim doğrusu. Yine de arada bi yüreğimi hoplatıvermedi de değil hani.
7,50+/10
7 Kasım 2010 Pazar
RETRO: Rotting Christ - Genesis (2002)
Pataküte ruh ezen bateri ile riflerle bu kargaşada boyun kırmadan çıkabilmek mümkün mü? Grubun belki de en groovi enerjik ritmik albümü olmasından kelli bu albüm en bi favorilerim arasında. Şarkıların hemen hepsinin gideri var. Ancak Nightmare, The Call of the Aethyrs ve Under the Name of Legion ölüye bile kafa sallatacak enercazgırlıktı eserler. Melodik black metalin başat örneklerinden bir olan bu albümün elbette eksiklikleri zayıflıkları yok değil. Gregoryan koro etkisini yadsımamakla beraber bazı anlar gotik metal ve dark metal etkisinin daha bir disipline edilebileceğine inanıyorum. Parçaların genel bir formüle sahip olması, ben böyleyim dadadan sen şöylesin gibi sözler, da olumlu bir etki yaratmamakla beraber grup zaten hiç bir zaman teknik anlamda kompleks müzik yapmadı. O yüzden güneşe dönüp iyisin güzelsin de bazen fazla ısı veriyorsun diye kızmak yerine keyfimize bakalım.
9,25/10
Ignition City / I am Legion / Queen Sonja
Bir süredir Doğan Kardeş aracılığıyla çizgi roman kültürünü takip ediyorum. Çocukluğumda hem fantastik dünyası hem güçlü ama kusurları olan kahramanı sayesinde sevdiğim Conan'ın ardından bu dergi vasıtasıyla çizimlerin önemini de keşfettim. Neticede Blacksand, Okko gibi alternatif hikayeler renkli çizimle de birleşince özellikle takip ettiğim seriler halini aldı.
Her istediğimize biraz vakit ayırarak ulaşabildiğimiz internet çağında da pek çok çizgi roman eserini tabi, ingilizce bilmek şartıyla, okumak mümkün. Son yıllarda süper-kahraman endüstrisine dayanan amerikan piyasasına alternatif avrupa çizimlerinin de girmesi ,kimi çeviri kimi etkileşim, ümitleri arttıran bir gelişme.
Ignition City güzel çizimleri ile dikkat çekiyor. Hikayesi wikipedia olmasa oturtamayacağımız bir geçmişe sahip. 2. dünya savaşı esnasında Marslılar dünyayı basar. Onların lideri Hitlerle itifak halindedir. Marslı muhaliflerin darbesi ve savaşlar neticesinde bu tehlike bertaraf edilir. Sonuçta dünya uzay teknolojisi ile tanışmıştır. Ancak kendi içine kapanma politikası ile üsler kapanmakta ve neticede son bir uzay üssü-şehrinde eski pilotlar sefalet içinde yaşamaktadır. Bundan sonra çizgi romanın takip ettiği konu ise çizimlerin gerisine düşerek banallığa sürükleniyor. Babası bu üsde ölen genç kızımız şehre gelerek ölümün arkasındaki gizemi çözerken intikam kılıcını bileylemeye başlar. 5 kitapta seri tamamlanıyor. Çizimleri ve şiddetin görselliği ile küfürbaz bir dil beklenmedik eğlence sunabiliyor. 6,50/10
"Science will fuck you"
6 kitapta hikayesi tamamlanan I am Legion da ise tam tersine konu eski bir tekniğe sahip çizimleri gölgede bırakıyor. Farklı bir vampir temasının işlendiği hikayeyi anlatabilmek gayet güç. Öncelikle vampirler kan yoluyla bulaşan bir hastalığa benzer şekilde geçen bir bilinç hali olarak tanımlanır. Dolayısıyla elegeçirdikleri insanlar bir kabuk olmanın bir vasıta olmanın dışında bir işleve sahip değil. Bir tür ruhsal varlık neticede. 2. dünya savaşı esnasında almanlar romanyada genç bir kız üzerinde deneyler yapmaktadır. Gönüllü olarak almanlarla çalışan ve aslında vampir olan bu kız kendi kanının enjekte edilmesiyle etrafındaki insan veya hayvanların kontrolünü elegeçirebilmektedir. Amaç yenilmez bir lejyonun inşaasıdır. Ancak hem almanlar içinde bir faksiyon hem de ingiltereden bu projeyi durdurabilmek için kumpaslar kurulmaktadır. İşin ilginci bunu durdurmaya çalışanlar arasında da gizlice insanların içine karışmış olan vampirler vardır. Diğer yandan ingilterede bu olaylarla ilişkili bir cinayeti araştıran dedektifler de işin içine girip gizemi çözmeye çalışınca okuması zor ancak keyifli bir macera ortaya çıkar. 6,50/10
Conan'ı bir dönem sevmişliğim varsa bu uzun ömrü hayatımda kızıl kraliçe Sonja'ya da bi gözatıp çıkıvermek şart olmuştur. 2009/2010 baskısı 10 kitap ve 2 hikayeyi kapsıyor. İlk hikaye Hyrkania'da bir devletin başına geçip nasıl kraliçe olduğunun hikayesi. Çizimler gerçekten komik, bazen savaşın ortasında poz veren kraliçemizin hedef kitlesinin kim olduğu gayet belli. Zayıf savaş sahneleri, modernlikle renk karmaşasının içine düşmüş çizim tekniği, Turan ırkı olması gerekirken gayet orta çağ avrupasını temsil eden Hyrkania kültürü, evet Conan dünyası kuuldur, konunun banal ve sığ işlenmesi ilk 5 kitabı yerlerde süründürüyor. İkinci hikaye ise artık resmiyetten kraliçe tacını kuşanmış Sonja'nın kıtlıkla, isyanlarla ve esrarengiz bir canavarla başetme çabasını içeriyor. Karakter bazında çatışmalar, iç düşünüşler, vs. ile sığlığı aşmış görünüyor. Konu hala orjinal olmamakla beraber bence bu ikinci bölümü okumak belli bir keyif kalitesi ne sahip. 5,50/10
6 Kasım 2010 Cumartesi
Shining - Blackjazz (2010)
Migren sadece başağrısı yapmakla kalmıyor mideyi zonk zonk zonklatıyor. Mazallah kaçınmak lazım. Belli başlı tetikleyici unsurlar var ya da migreni olana iyi gelmeyen koşullar . Stres, bol ışık ve Blackjazz albümü. Gürültü duvarı altında tıpkı coverladıkları King Crimson şarkısı 21. Century Schizoid Man'in işaret ettiği gibi şizofrenik ataklar, daha çok caz kabilinden, dikkat çekiyor. Vokal dolayısıyla black metal etkisinden sözedilse de bence endüstriyel metal üzerinden tanımlayabiliriz yapılan müziği. Hatta ilk şarkılarda ilacını almamış Marilyn Manson duyuyor gibi oldum. Avant-garde şarkıların güzel kısımlara sahip olması da büyük bir fark yaratmıyor maalesef. Ve bu deneysel çalışma en azından benim için vasatın üzerine geçemiyor.
6,25/10
5 Kasım 2010 Cuma
Meiko Kaji - Zenkyokusyu (2004)
Şimdi şöyle: Kill Bill filmini çekerken Tarantino Lady Snowblood adlı eski br Japon filminden etkilendiğini söylemiş. Bu filmde oynayan ve şarkıları seslendiren Meiko Kaji'ye Kill Bill'in film musikisinde de yer vermiş. Hemi de iki şarkıyla. Ben tam hatırlayamadım, aslında Japon rock n roll orkestrası kıvamında bir şarkıyı net hatırlıyorum, ama bunlar başka. Urami Bushi ve Shura No Bara. Ancak bu derleme albüm, çünki Japon-batı müziği melezi olan ve genelde orta-yavaş tempodaki baladlara dayanan ve enka diye bilinen bu türün 60-70'lerde popüler olmasından kaynaklı zamanımızın biraz gerisinde yer alıyor. 70'lerin iç bayan keman nağmeleri gibi.. Albümün bitişi başlangıcında yoğunlaşan etkiyi aynı güçte taşıyamıyor. Genelde orkestrasyon başarılı. Hatta pek çok parçanın bu en bilindik iki şarkıdan da güzel olduğunu söyleyebilirim. Shuki no Uta belki..Nokori Bi? Zaten sevdiğim bir kültür ve dil. Kısacası gayet keyifli bir zaman geçirtim. Yani bu ayın KUUL derbeder albümü ahan da bu.
8,50+/10
3 Kasım 2010 Çarşamba
Clint Mansell - Requiem for a Dream [Kronos Quartet] (2000)
Bu albümü dinleyeli çok oldu, kafamda tasarladığım şeyleri unutacak kadar çok. Yine de birkaç şey çiziktirebilirim. Ellen Bursten adlı oyuncunun müthiş oyunculuğu ile dikkat çeken aynı isimli filmin sondtrackı bu. Film uyuşturucun yanısıra hayatta başka şeylere de bağımlı hale gelip, kolayca kafayı sıyırabileceğimizi belki biraz da fazla dramatize ederek anlatıyor. Kısacası etkileyici bir drama filmi. İşte benim gibi yapmayın , bu albümü filmin üzerinden pek zaman geçmeden dinleyin ki etkileyici gücü 10 alomatik gücünde olsun. Daha önceler dediğim gibi soundtrack albümler, konsept olanlar, genelde temel bir melodiye dayanıyor. Burada da gerilimli ağlamaklı sahnelerin fon müziği olarak sıkça tivilerde felan rastladığımız bir parça var. Albümün belkemiği olan Lux Aeterna. Zira albümün Kış kısmında yer alıyor. İşte burası da film ile ilişkili olarak albümdeki şarkıların Yaz, Sonbahar ve de Kış adlı üç bölümde toparlanmış olduğunu söyleyebilmek için iyi bir fırsat. Bu melodinin izini Summer Overture, Cleaning Apartment, Marion Bafs gibi parçalarda sürmek mümkün. Ama benim daha bi hoşlaştığım parçalar birbirine bağlı okan Sothern Hospitality ve Fear ve de The Beginning of the End. Hmm sanırım söylemeyi unuttum. Eski bir pop grup elemanı olan Clint Mansell film müziği yapmaya başlar. Alemin en kral yaylı çalgılar dörtlüsü Kronos Quartet ile anlaşır. Genelde duygusal ve romantik tarafıyla tanınan enstrümanların rahatsız edici ama hala duygusal, eh farklı duygular tabe, yönünün sergilendiği modern klasik bir tarza sahiptir Mansell. Ama daha önemlisi bu albümde elektronik, ambiyans hatta ve hatta bütün mahallenin tren yaparak dansettiği tropikal konga müziğinin yer bulması ve klasik müzikle oluşturduğu enteresan sentezin beklenmedik başarısı.
9,0/10
2 Kasım 2010 Salı
Nifelheim - Nifelheim (1995)
Mantıken thrash etkili kirli pasaklı bir black metalden hoşlanmam gerekli. Neyseki mantıklı değilim. Hele bu aralar çok huysuzum, işyerimde benle ilgili toplantı yapılacak kadar. Güzelliğinin farkına varamayacak kadar kısa aslında, yarım saat ya var ya yok. Tam eski kafa metalci albümü bu ama işte yanlış zamanda karşılaştık..
6,75/10
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)